Hikaye: Allah
Kerim!
Bu
bayram günü güzel bir hikaye paylaşacağım. Hikaye gerçek midir bilemiyorum ama
kitabımda bahsettiğim, babamın babası Faik Çelik dedemin yaşadığı olaya çok benziyor.
ÖNCE HİKAYEYİ OKUYUNUZ, DEVAMINDA SİZE HAYATIMI ANLATTIĞIM KİTABIMDAN
RAHMETLİ FAİK DEDEMİN (1926-1991) YAŞADIĞI O OLAYI DA
PAYLAŞACAĞIM...
SİZ, A EVET ÇOK BENZİYOR
DİYECEKSİNİZ, ÖNCE İŞTE O HİKAYE:
YILLARIN marangozuydu. Saçlarını o küçük
atölyesinde ağartmıştı. Eskisi kadar işi yoktu artık. Fabrika mamulü eşyalar piyasayı
istila etmişti. El işi özel imalat meraklıları dışında kimse gelmiyordu
dükkânına.
Hani neredeyse birer sanat eseri olan masalar,
sehpalar, kitaplıklar yapar, geçimini bununla sağlardı. En iyi tahtaları
kullanır, görülmedik bir özenle çalışırdı.
Tahta mı gerekiyor, keresteciye mutlaka kendisi
gider; ceviz, gürgen, çam cinsinden en iyi tahtaları bizzat seçip alırdı. Üzerlerinden
en az bir yıl geçmedikçe bu tahtaları asla kullanmaz, kurumalarını beklerdi.
Bu yüzden de yaptığı eserlerinde en küçük bir
ayrılma, eğilme, bükülme olmazdı. İmal ederken pek az çivi kullanırdı,
"Demir çivi eşyanın ömrünü kısaltır" derdi.
İşinde gayet titizdi. Az konuşur, sorulan
sorulara kısa cevaplar verir, ücret konusunda hiç pazarlık etmezdi. Tanıyanlar bilirlerdi
bu huyunu, tanımayan müşteri gelir de fiyata itiraz ederse, sözü uzatmaz,
"Ben hakkımdan fazlasını istemem" der,
pahalı geliyorsa başka bir marangoza gitmesini söylerdi. Sinirliydi biraz, bu
huyunu bilir, kimseyle tartışmamaya çalışırdı.
Sabah namazından beri çalışıyordu. Bir hayli
yorulmuştu. Sipariş edilen bir masayı daha bitirdikten sonra, "Bugünlük bu
kadar yeter" deyip oturdu.
Kurban bayramına üç gün kalmıştı, kurbanlık
alması gerekiyordu. "Bir bardak çay içeyim de ondan sonra giderim"
dedi. Kendi kendine konuşurdu yalnız zamanlarında. Emektar aletleriyle sohbet
ederdi bazen. Bunlar onun organları gibiydi.
İki dükkân ötedeki çay ocağına gitti, selam verip
bir sandalyeye oturdu. Onun her zaman "orta açık çay" içtiğini bilen garson,
sormaya bile lüzum görmeden getirdi çayını. Şekeri karıştırırken, kendisi gibi
emektar ustalardan biri olan arkadaşı kapıda belirdi. Sonra da gelip yanına
oturdu.
Tornacıydı adam. Son zamanlarda iyice yaşlanmış,
işini göremez olmuştu. Dalgındı, hüznün resmi mürtesemdi yüzünde. Söz kurbandan
açıldı, konuştular bir iki satır.
"Biraz sonra gidip kurbanlık alacağım"
dedi marangoz. Tornacı dalgın gözlerle marangozun yüzüne bakıyordu. Söyleneni
işitiyor ama anlamıyordu. Marangoz farkına vardı bunun:
"Canın sıkkın" dedi.
"Evet."
"Sebep?"
"Bir talebe var... Üniversitede
okuyor."
"Ne var bunda?"
"Önüm sıra yürürken birden yere yıkıldı
çocuk."
"Niye?"
"Kaldırdım hemen. Sebebini sordum. Önce
söylemek istemedi. Israr ettim... Açlıktan başı dönmüş..."
"Kimi kimsesi yok mu peki?"
"Gurbet hali, bilirsin. Arkadaşları var
gerçi. Bizim binanın bodrum katında kirada oturuyorlar. Hepsi memleketlerine gitmişler."
"Bu niye gitmemiş?"
"Gidememiş. Para beklemiş ama gelmemiş
parası. Ailesi fakirmiş anlaşılan, gönderememişler. Cebindeki üç beş kuruş da
bitince aç kalmış. Kimselere söyleyememiş derdini."
Marangoz şakaklarını ovdu bir süre. İri bir eli,
nasırlı parmakları vardı. Âdetiydi, canı sıkıldı mı iyice bastırarak alnını, şakaklarını,
göz çukurlarını ovardı. Tornacıyı ilk kez görüyormuş gibi bakarak sordu:
"Sen ne yaptın peki?"
"Ne yapacağım" dedi Tornacı,
"aldım eve götürdüm. Allah ne verdiyse beraber yedik. Lakin fazlasını
yapamadım. Benim de meteliksiz zamanıma rast geldi. Kalktım buraya geldim,
belki bir iş çıkar diye."
"Çıktı mı peki?"
Tornacı "Nerde o eski günler!"
dercesine elini sallayıp sustu. Önüne konan çayı karıştırmaya başladı. Şeker
atmayı unutmuştu.
Marangoz da susuyordu. Bir yanda evde kurban bekleyen
hanımı vardı, öte yanda parasızlıktan yere yıkılan bir garip talebe. Elini
cebine attı, bütün parasını çıkarıp tornacıya uzattı:
"Götür ver!" dedi, "Söyle ona,
memleketine gitsin."
Tornacı hayretle baktı:
"Hepsini mi?"
"Hepsini."
"Kurban alacaktın hani?"
"Allah kerim!" dedi Marangoz, başka da
bir şey söylemedi.
Uzunca sustular. Tornacı parayı cebine koyup
gitti. Marangoz da atölyeyi kapatıp evin yolunu tuttu. Yürüyerek gitmek zorundaydı,
son parasını da çaycıya vermişti çünkü.
Evde, "Kurbanlık almadın mı Bey?" diyen
hanımına da Tornacıya verdiği cevabı verdi:
"Allah kerim!"
Kadın başka soru sormadı. Tanırdı kocasını.
Sessizce sofra hazırlamaya başladı.
İkinci gün tekrar atölyesine gitti Marangoz. İş
elbisesini giyip tezgâhının başına geçti. Çam ve tutkal kokuyordu atölye.
Yıllardır bu kokuyla yaşamıştı. Bu koku
elbisesine de siner, her nereye gitse onunla gelirdi. Eline planyayı aldı, işe başlayacaktı
ki kapıda bir adam belirdi:
"Merhaba usta!"
"Merhaba!"
Adam eşikte duruyordu, arkası güneşe dönük olduğu
için yüzü iyi seçilmiyordu. Marangoz tanıyamamıştı. Adam anladı durumu, bir iki
adımda içeriye girdi.
"Beni tanıyamadın galiba."
"Evet."
"Üç ay kadar önce sana bir iş yaptırmıştım.
Çalışma odam için masa, sehpa, kitaplık falan... Paranın bir kısmını vermiş bir
kısmını sonraya bırakmıştım. Şimdi hatırladın mı?"
"Hatırlar gibi oldum. Gebzeliydin
galiba."
"Evet... Ya usta, kusura bakma, parayı
geciktirdim. Bir türlü yolum düşmedi buralara. Sen de arayıp sormadın."
Cebinden bir deste para çıkartıp uzattı Marangoza:
"Buyur. Bayram yaklaştı, lazım olur. Hakkını
helal et."
Marangoz parayı alıp tezgâhın üstüne koydu.
"Buyur bir çay iç" dedi.
"Sağ ol usta, başka zaman. Arabayı çalışır
vaziyette bıraktım. Bana müsaade."
Ustanın elini sıkıp gitti adam.
Marangoz parayı saydı.
Kurban bayramı için ayırıp da sonra Tornacıya
verdiği paranın tam iki katıydı!
En küçük bir hayret ifadesi belirmedi yüzünde.
Hafifçe gülümsedi ve "Allah kerim!"
dedi.
*********************
Evet, işte kitabımdan dedemin yaşadığı olay:
“ Dedemin, İsa
dedemden kalma bir çiftliği varmış. Hepsini kalbinin temizliğiyle, herkese
iyilik yaparak cömertliğiyle harcamış. Ama Allah onu hiç bir zaman darda
bırakmamış. Babamın anlattığına göre dedem bir ara maddi olarak çok sıkışmış.
Düşüncelere daldığı biran kapı çalınmış. Kapıyı açınca karşısındaki tanıyamadığı adam şöyle demiş: “Faik ağa geçen yıl senden bir miktar borç almıştım, ancak toparlandım, aldığım borcu şimdi geri ödemek istiyorum. ”
Düşüncelere daldığı biran kapı çalınmış. Kapıyı açınca karşısındaki tanıyamadığı adam şöyle demiş: “Faik ağa geçen yıl senden bir miktar borç almıştım, ancak toparlandım, aldığım borcu şimdi geri ödemek istiyorum. ”
Allah rahmet eylesin. Yattığı yer nur, mekanı cennet olsun. “
Celalcelik@gmail.com
Ankara ( Konya-Ereğli )
http://celal1973.blogspot.com/
http://celal1973.blogspot.com/
"-Para bir el kiridir!" Demiş Halkımız.Ben ona "El-kiri" değil,"Etek kiri" diyorum.
YanıtlaSilAcı gerçekliğimiz odur ki bugün, bu etek kirine eteğini açmayacak dürüstlükte CAN-İNSAN bulmak, zordan daha zordur. m.a.a.