29 Ekim 2014 Çarşamba

Hz. Ali’de görüşürüz


Hz. Ali’de görüşürüz


 

Başlıktaki sözü sevgili Efkan Vural hocam fakirinize her hafta söylüyor. Bunun hem batıni, hem de zahiri manası var. Yani hem anlaşılan anlamı, hem de derin iç anlamı...

 


Efendim, Allah, bendenizi, zorlu geçen bir çalışma hayatının ardından, nihayet 2010’da emekliliğe ulaştırdı. Temmuz 2010’da engelli kadrosundan emekli oldum hamdolsun...

 

Evde boş oturup TV izlemekle sıkılıp yoruluyorum. Rabbimizin bir Kuran ayetinde dediği gibi, kendimi yeni bir işe verdim ve sıkılmak bir yana vaktin ne çabuk geçtiğini anlamıyorum... 

 

“Evet, her güçlükle beraber bir kolaylık vardır. O halde (bir iş ve ibâdeti) bitirip boşaldın mı, hemen (ikinci bir iş ve ibâdete) başlayıp yorul. Hep Rabbine yönel, O’na yaklaş! ” (İnşirah suresi, 6,7,8. ayet)

 

Evet aslında bu çift maaşlı bir iş :) İşim haftada iki yeni yazı yazmak ve değerli yazıları arşivlemek. Acizane şu ana kadar 228 yazımızı yayınladık. Ayrıca sevdiğim yazılar isimli diğer blogumuzda 1280’in üzerinde beğeniyle okunan yazı ve hikayeler yayınladık.

 

Aslında demem o ki; insan boş boş oturmakla, sürekli yatmakla dinlenemiyor. Kendinize bir hobi edinin. Yazı, şiir yazmak, ağaç dikmek, çiçek yetiştirmek, bir müzik enstrümanı çalmak, vs gibi... 

 

Geçen şöyle bir söz okudum; yukarıdaki ayette geçen, Rabbimizin, o halde bir işi bitirince, hemen başka bir işe başla, tavsiyesinin hikmetini, yani gizli nedenini anladım:

 

“İnsan beyni değirmen taşına benzer. İçine yeni bir şeyler atmazsanız, kendi kendini öğütür durur.” (İbn-i Haldun)

 

Merak ettiniz nasıl çifte maaş diye, dimi? Birincisi, Allah yazılarımdan dolayı inşallah sevap maaşı veriyor. Yazılardan etkilenip namaza başlayan ve günaha tövbe edenler oluyor...

 

Bazen böyle mailler alıyoruz. İkincisi, aldığım emekli maaşımı sanki yazılar için aldığımı kabul ediyorum ve iki yıldır yazı yayınlamayı hiç aksatmadım. 

 

Evet konuya dönersek, babam emekli olduktan sonra, beni her hafta Cuma namazına götürüyor. Camiye girerken ıslak bezle tekerlekli sandalyemin tozlanan tekerlerini siliyor. Allah ebediyyen razı olsun.

 

Naçizane bendeniz, her Cuma sabahı, cep telefonumun rehberindeki 100’ün üzerinde sevdiğim dostlarıma, Hayırlı cumalar mesajı gönderiyorum. Ve ayrıca üç candostumu telefonla arıyorum.

 

Bu üç dostumu önceki yazılarımda anlatmıştım. Birincisi Efkan Vural hocamdır. Ve diğer dostlarım Ali Kırmızıgül bey ve Aydın Kaynarca beydir.

 

Efkan Vural hocam mahallemizdeki bir lisede yöneticidir.. Hocam, okulunun yanında cami olmasına rağmen, sırf beni görüp muhabbet etmek için arabasıyla, her hafta Hz. Ali camiine gelir. Allah razı olsun hocam, sizi çok seviyorum.

 

İşte Cuma sabahları telefondaki görüşmeyi bitirirken “Celal, hadi hayırlı cumalar, Hz. Ali’de görüşürüz” , der. Yani, Hz. Ali camisinde Cuma namazında buluşuruz, demek istiyor.

 

Birkaç hafta önce Aydın Kaynarca bey dostum fakirinizin ismini yazdırdığı bir Fenerbahçe forması hediyesiyle bize ziyarete geldi. Allah razı olsun O gün, Aydın beyle beraber Fenerbahçe formasıyla Cuma namazına gittik.

 


Hz. Ali camisinin Trabzon’lu genç imamı biz kapıdan girerken oradaydı. Beni görünce; o formayla kıldığın namaz kabul olmaz ama :) , diye takıldı, gülüştük.

 

Cuma namazından çıkınca Efkan hocam, Aydın bey, babam ve ben ayaküstü biraz sohbet ettik. Sohbet sonunda Efkan hocam okula dönmek için müsade istedi ve şunu dedi:

 

 

“Dünyada Hz. Ali’de toplandığımız gibi, inşallah cennette de Hz. Ali’de buluşuruz. Burada muhabbet ettiğimiz gibi, Allah cennette de Hz Ali’nin sarayında buluşup sohbet, muhabbet etmeyi nasip etsin... Dolayısıyla inşallah Peygamber Efendimizle de SAV görüşürüz. Hz. Ali (RA) O’nun damadı ya... “

(Batıni manası)

 

 

AMİN... AMİN... AMİN...

 

 

Celalin Penceresinden

 

 

26 Ekim 2014 Pazar

Çağımızın en tehlikeli hastalığı: Suizan


Çağımızın en tehlikeli hastalığı: Suizan


 

Babam anlatmıştı: Yıllar önce memleketimiz Konya Ereğli’de belediye bir mezarlıktan yol geçirmek için, mezarların taşınmasını ister.

 

Taşınma sırasında, mezarın biri açıldığında, yıllar önce ölen kişinin cesedinin hiç çürümediğini aynen yeni gömülmüş gibi durduğunu hayretle görmüşler.

 

İlçe müftüsüne şehit mi? diye sormuşlar. O da ölünün yakınlarıyla konuşur, durumu anlatır ve bu kişinin yaşarken neler yaptığını, nasıl bir hayat sürdüğünü soruşturur.

 

Babam bana, O adamın hayatı boyunca defalarca, “Ya herkes mi beni aldatacak, kandıracak” dediğini ve çok saf, temiz kalpli olduğunu anlattı.

 

Şimdi yazımıza başlıyoruz, fakat bu konuya tekrar döneceğiz ve yazının sonunda bir menkıbe paylaşacağız.

 

Geçenlerde sevgili H. Nur Artıran hocamızın televizyondaki sohbetini dinlerken konu suizan’dan açıldı. Hocamız “Çağımızın en büyük hastalığı kanser değil, suizan’dır” dedi.

 


Sıklıkla şahit oluyoruz. Çevremizdeki pekçok insan suizan ediyor. Bunu acizane Efendimizin SAV “Müminin ferasetinden korkun, o Allah’ın nuruyla bakar” hadisince hissedebiliyoruz.

 

Günlük hayatta pekçok insanın, gördükleri bir olay veya insan hakkında düşünmeden hemen suizan ettiklerini acizane bakış, mimik ve konuşmalarından anlayabiliyoruz.

 

Cehenneme müstehak olmaya sebep olacak, Müthiş bir günah olan suizan hastalığımızın teşhisi ve korunmak adına, bu hafta bu konuda yazmaya Allah’ın izni ve inayetiyle karar verdik.

 


Peygamber Efendimiz SAV buyuruyorlar ki:

 

“Zan ile, başkasının kötü olduğunu kabul eden, onu gıybet eder, ona dil uzatır. Onu kötü, kendini iyi bilir. Bu da, helâkine sebep olur.” (İhya)

 

Zan kelimesini biliyorsunuz, zannetmek fiilinin köküdür. Zan iki türlüdür. Suizan (kötüzan) ve Hüsnüzan (güzelzan) ....

 

Suizan, birinin kötü bir iş yaptığını zannetmektir. Kalbe gelen kötü düşünce, o hâliyle suizan olmaz. Kalbin o tarafa kayması suizan olur.

 

Mesela birinde bir kalem görünce, (acaba bu kalemi çalmış olabilir mi) diye sadece düşünmek suizan olmaz. Ama (çalmış olabilir) diye zannetmek suizan olur.

 

(SEVGİLİ DOSTLAR BU YAZIMIZI SEVGİLİ H. NUR ARTIRAN HOCAMIZA ONAY İÇİN MAİL ATTIK. BAZI YERLERİ İŞARETLEYİP CEVAP YAZDI ALLAH RAZI OLSUN, VE BİRKAÇ NOKTAYI DÜZELTMEMİZİ RİCA ETTİ. YUKARIDAKİ İNTERNETTEN ALINTI YAPTIĞIM BİR CÜMLEYİ DE ŞÖYLE YORUMLADI.

 

Sevgili Celal kardeşim kırmızı ile belirlediğim yeri  fakir düzeltmek gerek diye düşünüyorum. Çünkü “bu kalemi çalmış olabilir mi” düşünceside zan dır.

 

Çünkü bir kişi hakkında olumlu değil olumsuz düşünüyor. Kendine göre gerektiğinde hırsızlık edebileceği düşüncesi mevcut. Bu da sui zandır fakat takdir sizin.)

 

“Ey iman edenler, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir. ”  (Hucurat suresi, 12.ayet)

 

Bu ayetin uyarısı gösteriyor ki, insan hüsnü zan etmekle sorumludur. Yani gördüğü ve karşılaştığı olay ve durumları hayra yormalı, güzel düşünüp güzel görmeli ve bu düşünce ve niyetle herkesi kendisinden üstün bilmelidir.

 

Hüsnüzan, suizan etmenin tersine, herşeyi iyiye, hayra yormaktır. Ve hüsnüzan etmek çok değerli bir ibadettir. Berika’nın müellifi Konyalı İmam Hâdimî şöyle diyor:

 

“Bir mümini zina halinde bile görsen, yanlış gördüğünü düşün. Dön bir kere daha ‘O mu?’ diye kontrol et. O ise, ‘İhtimal yine yanlış gördüm.’ de. Sonra da, ‘Ya Rabbi! Onu bu çirkin halden kurtar, beni de böyle bir şeye düşürme.’ deyip çek git.”

 

Sevgili H. Nur Artıran hocamız bir sohbetinde Hz. Mevlana’nın cenaze namazındaki kalabalıktan bahsetti. Ve cenaze namazını kıldıran Sadrettin Konevi’nin bayıldığını anlattı.

 

Nur hocamız, kitaplarda bu olayın, Konevi hazretlerinin çok sevdiği Hz Mevlana’yı kaybetmenin acısına dayanamayıp bayıldığı şeklinde geçer, dedi. Son Mesnevihan sevgili H. Nur Artıran hocamız olayın hakikatini şöyle aktardı:

 

Allah bütün düşüncelerimizden birer melek yaratır. Yani düşüncelerimiz meleklere dönüşür. Onlar kabirde ve mahşerde bizi yalnız bırakmazlar. (Tabi kötü düşüncelerimizden oluşan varlıklardan  Allah korusun. )

 

İşte Konevi hazretleri kalp gözü açık bir Allah dostuydu. Cenaze namazına katılan o kalabalık insan cemaatiyle birlikte, -belki milyonlarca- melekleri de gördü ve dayanamayıp bayıldı.

 

Evet başta anlattığım anıya gelirsek, babam, o cesedi çürümeyen adamın bir kamyon şoförü olduğunu söyledi. Ve bu adamın hiçkimse hakkında kötü düşünce beslemediğini belirtti.

 

Defalarca böyle hüsnüzan sahibi olmasından faydalanan -bazen akrabalarının bile- dolandırmasına rağmen, yine de hiçkimse için asla suizan beslememiş...  

 

Evet herkese daima hüsnüzan beslemenin neticesi şehitlik ve dolayısıyla hesapsız cennettir. Fakat sürekli suizan etmenin neticesi -Allah korusun- cehennemdir.

 

Zamanın müftüsü Allah ona şehitlik nasip etmiş, demiş. Allah hepimize, karşılaştığımız her olay ve kişi hakkında hüsnüzan etmemizi nasip etsin ki, sevap kesemizi dolduralım...

 

Bunun için Nur hocamız suizan, kanserden tehlikelidir, demiştir. Kanserden vefat eden kişi ortalama yetmiş yıllık hayatını kaybeder... Ya suizanla; sonsuz bir cennet hayatı tehlikeye girer, -Allah korusun- ...

 


Günümüzde birçok tarihi hasletlerimiz perdelendi. Bazan müslümanlar arasında birbirine karşı kibirli ve suizanlı yaklaşımlara şahit olabiliyoruz.


Sanki kendimiz, kusursuzluğun, mükemmelliğin mihengiymiş gibi; bir çırpıda kardeşlerimiz hakkında hükümler veriyor, hayâlimizdeki darağacında asıveriyoruz.

 

Halbuki,müslüman müslümana karşı hüsn-zanna memurken.. ve halbuki mayasını karan din büyüklerinde bu tavır esas olan...

 

YAZIMIZI İNŞALLAH ÖRNEK ALACAĞIMIZ BİR MENKIBE İLE BİTİRİYORUZ:

 

İşte iki din büyüğümüzden örnek bir yaklaşım; bir topluluğun yaptığı davranış hakkında art niyet arayışına girmeye temayülü olanlara ve de hepimize ibretli bir hadise:


     Bu adamcağız kötü yoldan para kazanıp, bununla bir inek alır. Neden sonra yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi bir şey yapmış olmak için bunu Hacı Bektaş-ı Veli Hazret'lerinin dergâhına kurban olarak bağışlamak ister. (O zamanlar dergâhlar aynı zamanda "aşevi" fonksiyonu da görüyordu.)


     Durumu Hacı Bektaş'ı Veli'ye anlatır, ama o büyük zât: "helâl değildir" diye kurbanı geri çevirir.


     Bunun üzerine adam Mevlevi dergâhına gider ve aynı durumu Hz.Mevlâna'ya anlatır. Hz. Mevlâna ise bu hediyeyi kabul eder. Bunun üzerine o adam; "aynı şeyi Hacı Bektaş'ı Veli'ye de anlattığını ama onun bunu kabul etmemiş olduğunu" söyler ve Hz. Mevlâna'ya bunun sebebini sorar. Bunun üzerine Hz. Mevlâna şöyle der:


   - Biz bir karga isek, Hacı Bektaş-ı Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz. O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama O kabul etmeyebilir. Bu tavır ve duruş karşısında adam üşenmez,kalkar, Hacı Bektaş Dergâhı'na gider ve Hacı Bektaş Veli'ye ; "Hz. Mevlâna'nın kurbanı kabul ettiğini" söyleyip, bunun sebebini bir de Hacı Bektaş Veli'ye sorar.

 

Hacı Bektaş Hazretleri de şöyle der:


    - Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Hz.Mevlâna'nın gönlü okyanus gibidir... Bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez. Bu sebepten dolayı; O, senin hediyeni kabul etmiştir.





      Şimdi bu hadiseyi günümüz ortamında değerlendirecek olursak;


      Bir müslüman şahıs ya da bir topluluk, buna benzer bir hadise ile muhatap olsa... Kim bilir belki de birbirine tekfirle suçlamalara kadar bile gidilebilirdi mesele..! Günümüzün bazı üzücü misallerini gördükten sonra..!


      Neydi o zaman eskilerin farkı? Bir kere onlar birer tevâzu âbidesiydi. Herkesi, husussan da HAKK yolunda hizmet eden herkesi kendisinden yüksek görüyor ve de onlara karşı tam bir tevâzu ve hacâlet içinde bulunuyorlardı..

 

Dolayısı ile, başkalarının yaptıklarına ve sözlerine hep hüsn-ü zan ediyor, yapılanlarda bir hikmet arıyorlardı...

 

Allah hepimizin böyle Kuran ahlakıyla ahlaklanmamızı nasip etsin...

 

 

Celalin Penceresinden

 

 

22 Ekim 2014 Çarşamba

Osmanlı’da Ticaretin 5 Altın Kuralı


Osmanlı’da Ticaretin 5 Altın Kuralı


 

Eskiler çarşı pazara gitmeye çekinirlerdi. Çünkü hertür yalan, hile, aldatma ile doluydu. O eski insanlar bu ahir zamanda yaşasalardı naparlardı bilemiyorum.

 


Günümüzde dürüst esnaf bulmak hayli zorlaştı. Geçen bataryası biten akıllı telefonuma garanti dışında olduğu için babam Kızılay’daki (Ankara) bir tamirciye 120 tl’ye orjinal ! bir batarya taktırdı.   

 

Fakat üç ay geçmeden yine şarjı az gitmeye başladı. Elektronik cihazlara meraklı bir dostum -Allah razı olsun- Çin’den kargoyla 10 tl’ye bir batarya sipariş etti. Geldi, takınca şarjı o değişenden daha uzun gitmeye başladı.

 

İnsanları aldatmak kolay, ya alemlerin Rabbi Allah’ı nasıl aldatacaksın. Ben hakkımı o tamirciye helal ettim ama belki bu yazımı okur ve düşünür ve de inşallah tövbe eder.

 


 

Linkini verdiğim bu yazıda seksenlerde gecekondu mahallemizin bakkalı Nurettin amcanın dürüst esnaflığını bir anımızla anlatmıştık. İnşallah tekrar okuyunuz...

 


Evet peygamberimizin SAV kul hakkı ile ilgili pekçok uyarıcı hadisi var ama sadece birkaçını aktarıp başlıkta bahsettiğimiz 5 altın kuralı paylaşacağız:

 

Peygamber Efendimiz SAV buyurur ki:

 

“Kıyamet günü, hak sahibi, hakkından vazgeçmezse, bir dank (yarım gram gümüş) hak için, cemaat ile kılınmış, kabul olmuş yediyüz namazı alınıp, hak sahibine verilecektir.” (hadis: Dürr-ül Muhtar)


Yine Peygamber Efendimiz SAV şu iki Hadis-i Şerif’te buyurdular ki:


“Üzerinde kul hakkı olan, ölmeden önce ödeyip helalleşsin! Çünkü ahirette altının, malın (paranın pulun) değeri olmaz. O gün, hak ödeninceye kadar, kendi sevablarından alınır, sevabları olmazsa, hak sahibinin günahları buna yüklenir.” (Buhari)


“Müflis (iflas eden), şu kimsedir ki, kıyamette, defterinde pek çok namaz, oruç ve zekat sevabı bulunur. Fakat, bazılarına çeşitli yönden zararı dokunmuştur. Sevapları, bu hak sahiplerine dağıtılır. Hakları ödenmeden önce sevapları biterse, hak sahiplerinin günahları, bunun üzerine yükletilip Cehenneme atılır.” (Müslim)


Ahilik; temeli yardımlaşma olan Osmanlı Devleti’nde ticari hayatı canlandıran ve ticari hayata yön veren en önemli esnaf teşkilatıdır.

 

Ahilik teşkilatının benimsediği Ticaret Ahlâkında 5 Altın Kural

 

1. Hileli ve çürük mal satmayacaksın,

 

Esnaf veya satış temsilcisi sattığı üründeki kusurları alıcıya ziyadesiyle ifade etmelidir. Bu aynı zamanda sizin dürüstlüğünüzü ortaya koyacak ve müşterinin size olan itimadı daha fazla artacaktır.

 

Maldaki özrü belirtmeyen esnaf müşteriyi aldattığını düşünse bile asıl aldanan kendisi olacaktır. Bir müşteri bu durumu bin yerde anlatacak ve ziyana uğrayan satıcının kendisi olacaktır.

 

2. Müşteriden fazla para almayacaksın,

 

Müşteri malın piyasa değerini sürekli takip edemeyebilmektedir. Onun bu durumundan yararlanarak çok afakî değerlerde ürünü satmak asla etik değildir.

 

Bu durumu vicdanlar da kabul etmez. Hak edilen kadar ücret almak satışınızdaki bereketi arttıracak ve sizi gönül huzuruna ulaştıracaktır.

 

3. Bir başkasının malını taklit etmeyeceksin,

 

Ustalık ve zanaatkârlık uzun yılların birikiminde oluşan bir değer taşıdır. Yeni buluşları kendimiz yapmaya gayret etmeliyiz. Sabırla yapılan çalışmalar bir gün kesinlikle meyvesini verecektir.

 

Velev ki farklılığı bulamadık ve bir ürünün aynısından üreteceksek, patent sahibi bilgilendirilmeli ve onun mali emeği ve hakkı gözetilmelidir.

 

4. Noksan tartmayacaksın ve bozuk terazi kullanmayacaksın,

 

Ölçü, tartı ve kesim işlerinde kesinlikle alıcının hakkına girmemeliyiz. Bu aynı zamanda kul hakkıdır ve vebali çok ağıdır. Tartarken 5-10 gr, keserken 3-5 cm fazla kesmek bizlere kar olarak geri dönecektir.

 

Unutmayalım “Bizi aldatan bizden değildir.” hadisi bizler için en güzel ölçüdür.

 

5. Sahte ve kalitesiz mal üretmeyeceksin,

 

Sattığımız ürünü kendi ana babamıza, eş ve dostumuza gönül rahatlığıyla verebilecek şekilde müşterimize aynı kalitede verebiliyorsak hiç sorun olmayacaktır.

 

Kaliteyi yakalayabilmek hiç de kolay değildir. Zor başarıldığı takdirde bundan ötesi markalaşma olacak ve satış potansiyeliniz yerelden ziyade genele yayılacaktır. (Eğitimci Yazar Mehmet Baştuğ)

 

Bugün bu teşkilatın yüzyıllar önce benimsemiş olduğu altın kurallara ne kadar ihtiyacımız var değil mi?

 

Tüm esnaf kardeşlerimize hayırlı, bol ve bereketli kazançlar, halkımıza da iyi alış verişler dileriz.

 



Celalin Penceresinden


 

19 Ekim 2014 Pazar

Thy reklamı neleri çağrıştırdı?


Thy reklamı neleri çağrıştırdı?


 

Geçtiğimiz ay Dünya Erkekler Basketbol şampiyonası (Eylül 2014) vardı hatırlarsınız. Türkiye Basketbol milli takımı da finallerde yeralmıştı.

 


Basket maçları devam ederken televizyonlarda sık sık Türk Hava Yolları (THY) reklamları oynadı. Reklamda Basketbol milli takımı oyuncuları vardı; reklam şöyleydi:

 

Milli takım oyuncularımızın günlük yaşantılarından birer kesit vardı ve Türk halkı sanki bilerek onlara sıkıntılar yaşatıyordu. İşin sırrı reklam filminin sonundaki replikle anlaşıldı.

 

Bir teyzenin bozulan arabasını üç delikanlı iterken, oradan geçen iki milli oyuncumuz yardıma geliyor. Fakat diğer üçü bırakıp gidiyorlar; milli oyuncularımız şaşırıyorlar, fakat zorlansalar da itmeye devam ediyorlar.

 

Diğer bir sahnede yine iki milli oyuncumuz alışveriş merkezindeler, yürüyen merdivenle üst kata çıkıyorlar. Tam yukarıya varırken merdiven duruyor ve ters yöne çalışmaya başlıyor. Onlar yukarı doğru yerinde sayarak çıkmaya çalıştıkça merdiven hızlanıyor.

 

Ve bunun gibi oyuncular gittikleri her yerde sıkıntı görüyorlar. Filmin sonunda tüm oyuncular İspanya’ya gitmek için uçağa binerlerken hostes kameraya göz kırpıyor.

 

Reklam, “Milli takım finallere hiç böyle hazırlanmamıştı” diye bitiyor.

 

Başlıkta dediğim gibi bu reklam bazı çağrışımlar yaptı. Öncelikle başımıza gelen sıkıntıların bir hikmeti vardır. Allah hikmetsiz iş yapmaz. Allah şu üç sebeple musibet verir.

 

1. Bunlardan birisi işlediğimiz günahlar sebebiyledir.

2. Bela, hastalık ve musibetler, günahların kefareti (affolması) için gelir.

3. Cennette yüksek derecelere kavuşması için mümine musibet gelir.

 

Reklamın diğer bir düşündürdüğü şey şudur:

Allah, yarattığı biz insanı en iyi bilendir. İnsanın ruhi, bedeni, toplumsal ihtiyaçlarının neler olduğunu en iyi O bilir. O yüzden Allah’ın bütün emrettiği ibadetler bizim sağlığımız içindir.

 

Namaz kılan insan:

Hergün beş vakit namazda bütün eklemlerini hareket ettirip spor yapmış oluyor. Kuran ayet ve dualarını okuyup sürekli beynini çalıştırıyor. Namazını hakkıyla kılan alzeimer olmaz.

 


Oruç tutan insan, bedenini tazeliyor, günümüzde tespit edildi ki, oruç tutan insanın organları dinlenip adeta bakıma alınıyor. Ayrıca oruç nefsimizi terbiye ediyor.

 

Yani Allah, insanın nefsine uyarak hem bedenen hem ruhen sağlığını kaybedeceğini biliyor ki bizi bu imtihanımızda yalnız bırakmadı. Orucu emretti. Nefsi bizi imtihan etmek için vermişti.

 

Nefis yatıp uyumak ister, herşeyi yemek ister, şehvet ister, haramları ister. (sigara, alkol, zina, ) Allah nefsimizi kontrol altına alıp eğitmemiz için bizi yılda bir ay kampa alıyor.

 

Tıpkı sporcuların sezon başlamadan kampa alınıp sürekli antrenman yapmaları gibi, Allah’ta biz insana bir ay ramazan orucunu farz kılmış ki, bir yıl boyunca bu nefsin aşırı isteklerine karşı antremanlı olup sabredebilelim.

 

Yani reklam gibi o çekilen sıkıntı oyuncunun antrenmanı içindir. Bizim ramazanda aç kalmamız ise yine biz insana faydalıdır. Doktorun yazdığı ilaç, doktora değil, bize fayda verir.

 

Allah neden bizden ibadet etmemizi istiyor? Çünkü bizi sevdiği için sağlıklı olmamızı istiyor.

 

Bizi imtihan etmek için dünyaya gönderdi fakat musallat ettiği nefis ve şeytan düşmanlarımıza karşı nasıl savunma yapacağımızı da Kuran’da bildirdi.

 
 


Allah bu imtihan dünyasında irademizi tamamen serbest bıraktı:

 

İsteyen nefsinin ve şeytana uyup cehenneme gitsin.
İsteyen Allah’ın yine bizim beden ve ruh sağlığımıza faydalı emrettiği NAMAZ, ORUÇ ibadetlerini yapıp cennete gitsin.

 

 

Basketbol Milli Takım 2014 Türk Hava Yolları Reklam Filmi:

 


 


 



Celalin Penceresinden