29 Nisan 2015 Çarşamba

Keşke Dediğime Utandım


Keşke Dediğime Utandım


 

Başlıkta yazan ‘keşke’yi ne için söylediğimi yazayım önce.

 

Geçen TV’de izledim. Genç bir adam, eşi ve çocuklarıyla arabayla Türkiye’yi dolaşıyordu.

 


İzlerken içimden, ‘Keşke ben de sağlıklı olsaydım, bir eşim ve çocuklarım olsaydı ve Keşke ben de böyle gezebilseydim de her vilayeti görseydim’ dedim.

 

Sonrasında, içimden geçirdiğim bu sözüme çok pişman oldum ve yüzlerce kez ‘Tevbe Estağfirullah, Affet Ya Rabbim’, dedim. Şimdi, neden af dilediğimi merak ettiniz...

 

Af diledim, çünkü nelere sahip olduğumu biran unutmuşum. Daha ben bunlara şükredebilmiş değilim, ki tam olarak şükretmeye asla muvaffak olamayız.

 

Şükretmek için kendimizden daha aşağıdakilere bakacağız çünkü...

 

“Din işlerinde, kendinizden üstün olanı, görüp ona uyan, dünya işlerinde ise kendinden aşağısına bakıp, Allahü teâlâya hamd eden şükretmiş olur.” [T. Gafilin]

 

Yani Peygamber Efendimiz SAV diyor ki, dindar insanlara bakıp onların yaptıkları ibadetleri yapmaya çalışmalıyız. Mesela o zat gibi gece namazı kılmalıyım, demeliyiz.

 

Fakat dünya işlerinde bizden daha fakirlere bakmalıyız, o zaman halimize çok şükrederiz.

 

Bu kural bizim gibi engelliler içinde geçerlidir. Sağlıklı insanlar biz engellilere bakıp hallerine şükrediyorlar. Çok şükür görüyorum, duyuyorum, yürüyorum, diyorlar.

 

Fakat ben de halime o kadar çok şükrediyorum ki... Mesela ellerini kullanamayan kas hastası arkadaşlarımı gördükçe halime çok şükrediyorum.

 

Çünkü, evet yürüyemiyorum, yatalağım ama babam yatakta oturum pozisyonuna getirince hasta masamda yemeğimi kendim yiyip, çayımı kendim içebiliyorum elhamdülillah... 

 

Ama o kas hastası arkadaşlarım da çok şükrediyorlar.

 

Mesela, neden şükrediyorsun soruma dostum İbrahim Oğuz; “Celal abi, annem babam sağlıklı ve yanımda, Gözlerim görüyor, GS maçlarını izleyebiliyorum, ağzımın tadı yerinde... vs” , dedi.

 


Evet, TV’deki insana özenip keşke, dedim ama asıl keşke denilecek olan şey şuymuş. Keşke ben de zengin olsam, sadaka ve zekat verebilsem, keşke ben de Kuran okuyabilsem...

 

Evet aslında şunun için keşke demiştim. Eşim ve çocuklarım olsa da, 81 vilayetin hepsindeki büyük camilerde namaz kılsam...  Tabi gezi ve yöresel yemeklerle birlikte ...

 

Ama Allah’a binlerce hamdolsun, bilgisayar kullanabiliyorum. İnternetle dünya karşımda...

 

Yazımızı şükretmek ile ilgili çok güzel bir hikaye ile bitiriyoruz:

 

Bağdat'ı kıtlık kırıp geçiriyordu. Herkesten önce de hamallar açlık çekiyordu. İçinde ekmek piştiği, sokağa kadar yayılan kokudan belli olan bir evin kapısından seslendi hamalın biri:

 

- Allah rızası için birazcık ekmek. Günlerdir lokma girmedi ağzımdan.

 

Tandırın başındaki kadın taze ekmekleri kızına uzattı. "Ver şu adama" dedi. Kızcağız ekmekleri güzelce katlayıp verdi aç hamala.

 

Hamalın sevincine sınır yoktu. Evine doğru hızlandı. Kim bilir kaç günlük açlığını giderecekti? Tam bu sırada karşıdan gelen birinin sert ikazı durdurdu onu:

 

- Çabuk söyle, bu ekmeği hangi evden aldın?

 

 Geriye bakıp eliyle işaret etti:

 

 Adam kızgın şekilde salladı başını:

 

- Yanılmamışım, böyle zamanda başka kimin evinden alınabilir ekmek? diyerek eve doğru ilerledi.

 

 Kapıyı açar açmaz da sordu:

- Kim verdi ekmeği hamala?

 

 Hanım korkudan kızını gösterdi. Güya kızına acır, bir şey yapmaz diye düşünmüştü. Halbuki adamın şükürsüzlük ve cimrilik içine işlemişti. Elindeki sopayı hızla havaya kaldırdı, kızının ekmek veren eline öyle bir indirdi ki bilek zedelenip burkuldu, el çarpık kaldı. Söyleniyordu kendi kendine:

 

- Ben herkese ekmek versem bu evde ekmek kalır mı? diye.

 

 Halbuki nimet şükür isterdi. Şükürsüzlük nimetin gitmesine sebepti. Nitekim bu şükürsüzlüğün akibeti de öyle olacaktı. Olmaya başladı bile. Kısa zamanda işleri bozuldu. Bir ara o hale geldi ki, evine ekmek alamaz duruma bile düştü. Nitekim bir akşam eve gelmiş, kızcağızına da acı sözü söylemişti;

 


- Artık benden ümidinizi kesin. Çünkü bu akşam ekmek alacak kadar da olsa elime para geçmedi. Çarşıya in, ekmek parası iste.

 

 Kızcağız çarşıya inmiş, utana sıkıla sattıkları dükkanın karşısına geçerek bir tanıdık görürüm diye beklemeye başlamıştı. Kendisini gören dükkandaki adam hemen yanına gelerek:

 

- Sen masum birine benziyorsun, ne bekliyorsun burada? diye sormuştu. O da anlatmıştı gerçek durumu:

 

- Ekmek alacak paramız kalmadı, bir tanıdıktan ekmek parası istemek üzere bekliyorum burada.

 

 Hemen elini cebine attı adam. Hatırı sayılır bir miktar parayı uzatarak "Al" dedi. "Bununla istediğin kadar ekmek alabilirsin. Ben de nimetin şükrünü eda etmiş olurum böylece."

 

 Kızcağız elinin birini arkasına saklamış, ötekiyle parayı alırken adamın dikkatin çekti bu saklayış;

 

- Elinde bir yara bere varsa tedavi ettireyim, niçin saklıyorsun? Allah bana nimet verdi, şükrünü eda etmek için iyilik yapmam gerek, dedi.

 

 Kızcağız önce açıklamak istememişse de adamın ısrarı üzerine anlattı elinin durumunu:

 

- Ben bir yoksula ekmek vermiştim. Babam yolda rastlayıp sormuş, o da evi gösterip 'İşte oradan aldım' demiş, bizi haber vermiş. Babam eve gelince elindeki sopayla ekmek veren elime öylesine bir darbe indirdi ki, elim böylece çarpık kaldı. Göstermekten utanır oldum. Bu yüzden de evde kaldım.

 

 Bu açıklamayı dinleyen adam bağırmaya başlar:

- Komşular! Çabuk buraya gelin, ben hayalimdeki altın kalpli kızı buldum, hayat arkadaşım işte karşımda, siz de şahit olun diyerek başlar anlatmaya:

 

- Ekmeği isteyen fakir bendim. Ben o gün bir hamaldım. Demek ki elinin çarpık kalmasına ben sebep olmuşum. Hem sebep olayım hem de seni bu halinle baş başa bırakayım. Buna Allah razı olmaz.

 

- Seni görünce içimden bir sevgi selinin koptuğunu anladım, bana ekmek veren kıza ne kadar da benziyor diye düşünmüştüm. Yanılmamışım. Baban şükürsüzlük ettiğinden Allah onun dükkanını elinden alıp bana nasip eyledi.

 

- Şimdi ise imtihan sırası bana geldi, ben de aynı şükürsüzlüğe düşmek istemem. Haydi gel, nikahımızı yaptırıp birlikte babanı sıkıntıdan kurtaralım.

 

 Yola koyulurlar, ekmek veren eli sakatlayan şükürsüz babaya doğru

 

 "Şükrederseniz çoğaltırım, etmezseniz elinizden alır şükredene veririm. Şükürsüze de azabım şiddetli olur''

 



“Hatırlayın ki, Rabbiniz size şöyle buyurmuştu: ‘Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artırırım, eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.’ ” (İbrahim suresi, 7. ayet)

 

 

Celalin Penceresinden

 

 

26 Nisan 2015 Pazar

Madem Dünya Fanidir


Madem Dünya Fanidir


 

Bahsetmiştim. Arada yazılara ilham almak için Risale-i Nur okurum, demiştim.

 




Bu yazıda, çok sade olduğu için yorum yapmadan, inşallah kısa bir bölümü daha paylaşacağız.


 

                 Beşinci Mes'ele: Dünya madem fânidir. Hem madem ömür kısadır. Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur. Hem madem hayat-ı ebediye (ebedi, sonsuz hayat) burada kazanılacaktır. Hem madem dünya sahibsiz değil. Hem madem şu misafirhane-i dünyanın (dünya misafirhanesinin) gayet Hakîm ve Kerim bir Müdebbiri (düşünceli, tedbirli yaratıcısı) var. Hem madem ne iyilik ve ne fenalık, cezasız kalmayacaktır. Hem madem

 

لاَ يُكَلِّفُ اللّٰهُ نَفْسًا اِلاَّ وُسْعَهَا (Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden daha fazlasını yüklemez)

 

sırrınca teklif-i mâlâyutak (insana güç yetiremeyeceği iş) yoktur. Hem madem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır. (tercih edilir) Hem madem dünyevî dostlar ve rütbeler, kabir kapısına kadardır.

 


Elbette en bahtiyar odur ki: Dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, malayani (faydasız, boş) şeylerle ömrünü telef etmesin; kendini misafir telakki edip (kabul edip) misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin; selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye (sonsuz mutluluk diyarı cennete) girsin.

 

Bediüzzaman Said Nursi (1876-1960) , Gençlik Rehberi – Beşinci Mesele

 

Gençlik Rehberi ( 126 )

 

 

 

Celalin Penceresinden

 

 

22 Nisan 2015 Çarşamba

Allah Ağzınızın Tadını Bozmasın


Allah Ağzınızın Tadını Bozmasın


 

Başlıktaki duayı çok duyarız. Şahsen ben de çok duyar hatta amin derdim fakat bunun ne kadar değerli bir dua olduğunu bu hafta yaşayarak anladım.  

 

Pazar gecesi üşüme ve ateş başladı. (12.nisan.2015) Ateşten gece uyuyamadım sabahı zor ettim. Tabi hem idrarımı ördekle yaptırmak, hem de ateşimi düşürmek için babam hep başucumdaydı.

 

Pazartesi gecesi yine ateşten uyuyamadım. Babamın koltuğumun altına koyduğu pet şişenin ve alnıma koyduğu soğuk havlunun etkisi az oluyordu. Baba çare aramak için gece Google’a baktı.

 

Mavi buz poşeti tavsiyesini görmüş. Neyseki geçenlerde Medikalcı’dan almıştı. .Hemen bir beze sararak alnıma koydu. Birazdan 39.5 olan ateşim normale düşmüştü, bir saat uyuyabildim.

 


Allah, annem ve babamdan razı olsun, uzun ömür versin. Her namazımdaki birinci duam: “Allah’ım beni bu dünyada annemden babamdan başka bir sebebe muhtaç etme.”       

 

Sabah uyanınca hiç halim yoktu. Aslında bu hastalığım griple de birleşince ölü gibiydim, nefes alan ceset.. Ateşim yine düşmüyordu. Aile hekimimiz yoğunluktan ancak çarşambaları geliyordu.

 

Cuma günleri akıllı telefonumdan ‘Hayırlı Cumalar’ mesajı gönderdiğim 118 kişilik SMS listem var. Düşündüm, oluşan sinerjiyle belki Allah şifa verir, diye o listemden dua istedim.

 

Otuzdan fazla kişi, Allah acil şifa versin, diye mesaj attı, onlarcası arayarak dua etti. Sonuç ne mi? Üç gündür düşmeyen ve kırka yakın ateşim normale düştü, hem de grip geçene kadar birdaha hiç çıkmadı.

 

Çarşamba aile hekimimiz sevgili Dr Gülcan Alaşahin hanım geldi, kapsamlı muayene sonrasında ilaçlar verdi. İltihaplanan boğazım için antibiyotik yazmıştı. Perşembe sabah uyandım, ağzımın içi zehir gibi...

 

Annem çay getirdi. Zaten kalkamıyorum. Babam yattığım yerde içirdi, tükürdüm. Çayın tadını alamadım, sanki kuru yaprağı kaynar suya atmışsınız gibi berbat bir tad aldım.

 


Hiçbişey yiyemedim, tarhana çorba, peynir, yoğurt, köfte hiçbirşeyin tadını alamadım ve yiyemedim. Fakat açlık hissediyordum. Antibiyotiğin etki etmesi için birşeyler yemem lazımdı.

 

Babamdan tatlı istedim. Tatlıdan bir dilim yedim, o da kesti. Babam akşam şekerimi ölçtü, şekerim fırlamıştı. Çünkü aynı zamanda şeker hastasıyım elhamdülillah...

 

Ağzımda tad yoktu. Sanırım bu, antibiyotiğin yan etkisiydi. Ancak Pazar günü normale döndü çok şükür. O Cuma günü listeme şu SMSi göndermiştim.

 

“Eger yediginiz yemegin ictiginiz cayin tadini ve lezzetini alabiliyorsanız, Baskasina gerek yok binlerce sukretmelisiniz ALLAH'A...

 Hayirli cumalar”

 

Pazar günü sevgili dostum ve komşumuz Efkan Vural hocamla konuşurken konu yazılardan açıldı. Hocam, Celal, bu hafta inşallah o Cuma sms’i hakkında yaz, dedi... 

 

Gerçekten, ben yürüyemiyorum, şeker hastasıyım, grip oldum, ateşim çıktı, hepsine çok şükür sabrettim. Fakat ağzımın tadı gidince hayattan sıkıldım, ne kadar az şükrettiğimi farkettim.

 

Hergün içtiğimiz çayın ve yediğimiz yemeğin tadını ve lezzetini alabiliyorsanız, ev, araba, tablet, telefonununuz olmasını beklemeyin, sırf bunlar için bile...

 

Bile derken Küçümsemek değil, yani bunun için binlerce şükretmeli. Hatta sorsalar, niçin namaz kılıyorsun, diye. Çok rahat, Ağzımın tadı için, derim.

 

Tabi, Allah izin vermeden hiçbir şey başa gelmez. Üç şeyden gelir. Birincisi, Allah kulunun sabrederek sevaplarını artırmasını ister. Çünkü o kulunun cennette yüksek makamda olmasını arzu etmiştir. 

 

İkincisi, sevdiği kulunun günahını affetmeyi ister ki, hesap mahşere kalmasın. Çünkü hastalık sabun gibi günah kirlerini yıkar, temizler.    

 


Hastalık ve musibetin verilme sebeplerinden Üçüncüsü, kulun yaptığı maddi veya manevi zulümlere karşılık cezadır. Benimki olsa olsa ikincisidir.  

 

Bir haftadır ateş, ağrı, boğaz iltihabı sonra tad almama, kusma gibi ağır bir grip geçirdim. 12-19 nisan 2015. Şu an tam geçmedi ama iyi sayılırım. Ağzımın tadı geldi elhamdülillah

 

Allah ağzınızın tadını bozmasın.

 

 

Celalin Penceresinden

 

 

19 Nisan 2015 Pazar

Bir Kutlu Doğum Yazısı


Bir Kutlu Doğum Yazısı


 

Yarın 20 Nisan 2015 Pazartesi. Tevafuk’a bakın ki, Peygamber Efendimiz de 20 Nisan 571’de sabaha karşı dünyamızı şereflendirmiş ve o gün de bir Pazartesi günüdür. 

 


Sanırım 2008 yılıydı, üye olduğum e-mail gruplarından birinden bir mail geldi. Kutlu doğum haftasındaydık. Üniversitede İlahiyat okuyan gencin birine ait ekte bir mp3 vardı.

 

Genç kendisi bir makale yazmış ve onu seslendirmişti. Fakat mail başkasından geldiği için gencin kim olduğunu hiç öğrenemedim.

 

O kadar beğendim ki, defalarca dinledim ve makaleyi dinleyerek bilgisayarda Word’e aktardım. Sonra o mp3 ü video yaptım, youtube’a yükledim. Makaleyi birçok gruba da email attım.

 

Sanırım dolaşa dolaşa mail, Diyanet’e kadar gitmiş ki, bir Cuma hutbesinde o makaleden cümleler okundu. Allah o gençten razı olsun.

 

Şimdi, o güzel makaleyi paylaşmak istiyorum:

 

O (s.a.v) ALEMLERE RAHMET OLARAK GÖNDERİLDİ.

 


Vahyin kesilmesiyle kararan dünya ufkuna, miladi 571 yılında müjdelenen şafak doğdu. 2 Cihan efendisi, Hatem-ül enbiya, Ahmed-i Mahmud-u Muhammed Mustafa dünyaya teşrif etti.

 

Gaye ve idealden yoksun insanlık, küfrün zifiri karanlığı içerisinde boğuşup çileler çekerken, O çorak gönüllere alemlere rahmet olarak doğdu.Varlıkların iftihar kaynağı Allah'ın sevgili kulu, ufuk peygamberin kutlu doğumu, Cenab-ı Hakk'ın bizlere en büyük ihsanı ve lütfu , cihana bir muştusu...

 

Allah kendilerine, kendilerinden Allah'ın ayetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle müminlere büyük bir lütufta bulunmuştu.

 

O insanlığa gönderilmiş rahmet elçisi, O'nun yeryüzünü şereflendirmesi topyekün insanlığın da yeniden doğumu ve dirilişi.

 

Hayat O'nunla anlam kazandı, Çünkü O ilahi terbiyenin ilbiğinden geçerek insanlığa güzellikler sunan model insan, insanlığın son klavuzu, Huzur ve saadet yurdunun rehberi, Ufuk Peygamber, Kutlu Nebi, O aklın, ilmin, ahlakın, sabır ve vefanın, güçlüyken müşfik olmanın, haklıyken özveride bulunmanın, haksızlığa karşı gür sedanın, aklın ve imanın önündeki engellere karşı, yüreğini ortaya koymanın adı...

 

O'nun şan ve şerefini, izzet ve makamını, diller kalemler anlatmakla kıymet kazanır. O'nu en güzel anlatan Rabbimiz Allah'tır. Annemiz Hz. Ayşe biricik hayat arkadaşı Peygamber'imizi “O'nun ahlakı, yaşayışı Kur'an'dı” ifadesiyle özetlemektedir. O'na bakan Kur'an'ı, Kur'an'a bakan O'nu görür.

 

“ (Resulum!) Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya suresi:107). O, müjdeci, alemlere rahmet, nur saçan bir kandil. Biz insanlık O'na çok şey borçluyuz. İnsanlık gerçek medeniyeti O'nunla tanıdı, O bize yüce yaratanımız Allah'ın varlık ve birliğini, ve ebedler ülkesine seyahatimizi öğretti.

 

O bize insanı insan yapan değerleri yaşayarak gösterdi, kendimizi bilmenin ve bulmanın sevincini tattırdı. Hayat iksiri vahyin ışığını gönüllerimize O saçtı. İyiyle doğruyu, güzelle çirkini O'nun penceresinden bakarak daha berrak görme şansına sahip olduk.

 

Bu açıdan günümüz insanının O'nun örnekliğine, manevi önderliğine, O'nu tanımanın, O'nu sevmenin sağlayacağı güven ortamına, o kadar ihtiyacı varki... İnsanlığın başına gelen hertürlü şiddet ve felaketin ardında O'nun rahmet ikliminden uzaklaşma , O'nun sevgi ve merhamet esintilerini gönüllere taşıyamama vardır.

 

Yunus Emre'nin dilindeki Aşk Peygamber'ini, Mevlana'nın dilindeki Rahmet Peygamber'ini, Ahmet Yesevi'nin dilindeki Hikmet Peygamber'ini, Hacı Bektaş-ı Veli'nin dilindeki Sevgi ve Şevkat timsali Peygamber'i, yeniden keşfetmeye ve bu keşfimizi toplumun bütün katmanlarına açmaya ihtiyacımız var. O'na kim itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur.

 

Tabiatı hoyratça kullanıyoruz. Bu açıdan O'nun alem tasavvuruna, tabiat sevgisine, tabiatı okşayan mübarek elini hissetmeye ihtiyacımız var. Toplumsal dokularımız çözülmeye başladı. O'nun toplumu gergef gergef ören, sevgi ve rahmet ağını yeniden okumaya ihtiyacımız var.

 

O'nun Hz. Hatice validemizle arkadaşlık ve dostluk temeli üzerine bina ettiği aile yapısını, sevgi, ilgi ve bilgi dolu ehlibeytini okumaya, “Kadınlara hayırla muamele edin, Onların sizin üzerinizde hakları vardır.” diye haykırışını duymaya, dost, komşu ve

arkadaş olarak O'nun ortaya koyduğu örnek ilişkileri, satır satır okumaya ihtiyacımız var.

 

Bilgi, kültür, sanat ve estetiğe uymayan, yarışma ve filmlerle zihinleri, gönülleri kirletilmeye, madde bağımlılığı, satanizm ve misyonerlik gibi zararlı akımların bataklığına itilmeye çalışılan gençliğin, Sevgili Peygamber'imizin kılavuzluğuna ihtiyacı var.

 

Özellikle büyük şehirlerimizde, küçücük tebessüme, şevkatle uzanan ellere hasret, gözlerinde çaresizlik, yüreklerinde hüzün, bir umut hatırlanmayı bekleyen, çocukluklarını kaybeden sokak çocuklarına el uzatmak için, “Yetime sahip çıkan cennette benimle olacaktır.” diye haykıran Sevgili Peygamber'imizin mesajına kulak vermeye ihtiyacımız var.

 

İşçi hakkına önem veren Kutlu Nebi'nin “Yanınızda çalışanlarınız sizin kardeşlerinizdir, yediğinizden yediriniz, giydiğinizden giydiriniz. Emeklerinin hakkını, alın terleri kurumadan veriniz.” diyen çağrısını anlamaya ihtiyacımız var.

 

Kan, terör, intihar ve savaşların pençesinde inleyen dünyamızın, kin nefret ve intikamı sevgi ve muhabbete dönüştüren sevgili Peygamber'imizin sıcak soluğuna, rahmet yüklü mesajına ihtiyacı var.

 

Mekkedeyken hertürlü kötülüğe engel olmak amacıyla, erdemliler topluluğunda yer alışını, hiçbir kötülüğe bulaşmadan haksızlığa karşı mücadeleyle geçen nezih gençliğini yeniden okumaya ihtiyacımız var.

 

Ebu Kubeys dağından yaptığı çağrıyı, cahiliye toplumuyla mücadelesini, Erkam'ın evindeki toplantılarını, muhasara altına alınmasını, Habeşistana hicreti, Medineyi arayışını, Taif'te taşlanışını ve yaralar içinde “Allah'ım onlara merhamet et, çünkü onlar bilmiyorlar.” deyişini hatırlamaya ve iliklerimize kadar hissetmeye ihtiyacımız var.

 


Medine'ye hicretini, Evs ve Hazreç kabilelerinin yıllar yılı süren kavgalarına son verip, Ensar ve muhaciri birbirine kardeş kılışını anlamaya ihtiyacımız var. O'nun eğitiminden geçen ve herbiri bir yıldız, insanlığı aydınlatan birer meşale olan ashabını tanımaya ihtiyacımız var.

 

Hz. Ebubekir'in dostluğunu ve sadakatini, Hz Ömer'in hikmet ve adaletini, Hz Osman'ın iffet ve hayasını, Hz Ali'nin ilim ve cesaretini günümüze taşımaya ihtiyacımız var. Herbiri bir destan olan Bedir, Uhud, Hendek, Hayber ve Tebuk'u okuyup anlamaya ihtiyacımız var.

 

Yahudileri de içine alan Medine sözleşmesini, Necranlı hıristiyanlara Mescid-i Nebi’yi ibadet mekanı olarak tahsis edişini, Hudeybiye'de sulh için gösterdiği çabayı, Mekke'nin fethinde Ebu Sufyanı ve Amcası Hz Hamza'nın katili Vahşi de dahil herkesi affedişini, Huneyn'de aldığı ganimetleri fakirlere dağıtışını, Veda haccını, İnsanlık tarihine altın harflerle yazılması gereken Veda Hutbesini, “İnsanlar bir tarağın dişleri gibi eşittir, Hepiniz Adem'densiniz. Adem de topraktandır.” deyişini, “Kadınlara hayırla muamele edin, Onların sizin üzerinizde hakları vardır.” diye haykırışını, ve nihayet En yüce dosta gidiyorum diyerek dünyaya veda edişini......

 

Hülasa, yolunu şaşıran bütün yüreklerin Hz. Muhammed (S.a.v.) 'in kılavuzluğuna ihtiyacı var. Yoluna şaşırmamışsa da ihtiyacı var, istikamet üzere yoluna devam edebilmek için... Yoluna devam edenin de O'na ihtiyacı var, zira doya doya ilahi aşkın verdiği manevi zevki tadıp hayatın son noktasına kadar gidebilmek için...

 

Ya Rasulallah biz Sen'i çok sevdik. Sevgililerin Sevgilisi kıldık. Sahip olduğumuz, hayal ettiğimiz herşeyden çok sevdik. Çocuk, ebebeyn, eş ve hatta kendi nefsimizden bile... Sen'inle buluşan ruhumuz gerçek sevgiyi buldu, vuslata erdi. İlk günden beri gözlenen ve her daim özlenen Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem.

 

Dillerde ve gönüllerde O'nun ismi, duvarlarımızda Ravza ve Mescid-i Nebi resmi., semalarda yankılanan ezanlarda Muhammed Rasulullah.... Her ismin anıldığında dudaklarda salavat. O'nu öyle sevdik ki çocuklarımıza Ahmed, Mehmed, Mahmud ve Mustafa diyerek O'nu hatırlatacak isimler verdik. Kültürümüzde Peygamber'imize duyulan muhabbetin sembolü ve simgesi Gül adını kızlarımıza Gülben, Gülay, Gülcan, Gülşen, Ayşegül, Fatmagül, Nurgül ... diyerek Peygamber'imizin sembolü ile birleştirdik.

 

O'nu öyle sevdik ki, edebiyatımızda O'nu anlatan Naatlar, Mevlit... gibi eserler kaleme aldık. O'nun ismini levhalar halinde duvarlarımıza astık. Yunus gibi O'nun özlemiyle yandık. “Arayı arayı bulsam izini, İzinin tozuna sürsem yüzümü , Hak nasip eylese görsem yüzünü, Ya Muhammed canım arzular seni, .”

 

Peygamber'imizi sevmek, O'nu anmak, O'nu hatırlamak, daha önemlisi O'nu anlamak, O'nun temsil ettiği aşkın değerler bütününü hayatımıza yansıtabilmek, O'nu hayatımıza ışık tutan bir meşale yapabilmek...

 

İşte Peygamber'imizin dünyaya teşrif ettiği günün yıldönümünde, hafta boyunca O'na duyulan sevginin ifadesi olarak ülkemizde O'nu anlamaya dönük toplantılar, merasimler düzenlenmekte mevlitler okunmakta. Bu haftanın adı Kutlu Doğum Haftası. .

 

Ülkemizin heryanında kutlanan bu Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri heryıl artan bir coşku ve heyecanla farklı etkinlerle devam edecektir....

 

***

 

Derviş gönüllü ÜNİVERSİTELİ Gencin PEYGAMBERİMİZİ Sav ANLATAN BU MAKALESİNİ KENDİSİ FON MÜZİĞİ EŞLİĞİNDE SESLENDİRMİŞ. Acizane bu mp3’ü resimlerle video yaptık. Dilerseniz DİNLEYEBİLİRSİNİZ: (13 dk)

 


 

***

 

Anmak, hatırlamak çok güzel. Fakat sadece anmakla kalmayalım. Peygamberimiz SAV şöyle yapardı demek yerine, o sünneti hayatımızda yaşayarak gösterelim. Söylediklerimiz tesir etsin.

 


Bir de çok salavat getirelim. Biliyorsunuz Allah salavat getirmeyi ayetle emrediyor. Zaten yapmalıyız ama geçen televizyonda bir hocadan şunu dinledim:

 

Salavatın kelime anlamı desteklemek, yardım etmek demektir. Peki salavatla nasıl destekliyoruz. Allah’ım, Efendimizin şefaat dairesini genişlet, diye dua etmiş oluyoruz.

 

Ve aslında salavat getirerek şefaat edilecekler listesine adımızı yazdırmış oluyoruz, dedi.

 

“Kim sabah ve akşam bana on defa salavat getirirse, Kıyamet Günü şefaatim ona ulaşır.” (Taberani)

 

“Allahumme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”

 

Manası: Ey Allahım ! Efendimiz, büyüğümüz Muhammed'e, evladu iyaline, ashabına salatu selam eyle.(Rahmet et, selametlik ver.)

 

 

Celalin Penceresinden