Seni Çok Seviyoruz Efendimiz
SAV
Günaydın
sevgili gönül dostlarımız, güzel bir hafta geçirmeniz dileğiyle…
Allah'ın
ve Resulünün SAV selam ve bereketi üzerinize olsun.
Bu haftaki
yazımızda Peygamber Efendimizle SAV ilgili güzel bir yazı paylaşmak istiyoruz.
Çünkü Çarşamba gecesi Efendimizin SAV doğum günü, Mevlid kandilidir.
Hürriyet
Habere gore;
Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yapılan
resmi açıklamaya göre 2017 yılı dini takviminde Mevlid Kandili Gecesi 29 Kasım
çarşamba gününü 30 Kasım perşembe gününe bağlayan gece olarak belirlenmiştir.
Mevlid gecesi, İslam dininde
önemli bir yere sahip olan bir gündür. Mevlid, Arapça kökenli bir kelimedir. Manası
ise doğum zamanıdır. Yani Mevlit Kandili,
Peygamber Efendimizin SAV dünyaya
teşrif ettiği gündür.
Peygamber Efendimizin SAV doğumunu ve doğum gününde yaşananları anlatan
yapıtlara da mevlit denir. Peygamber Efendimiz SAV Hicri 12 Rebiülevvel’de dünyaya gelmiştir. Miladi olarak Peygamberimizin doğum tarihi 20
Nisan 571’dir.
Şimdi Son
Mesnevihan Hayat Nur Artıran Hocamızın “Aşk Bir Davaya Benzer” isimli kitabının
ilk bölümünden enfes bilgilerin olduğu kısa bir alıntıyı paylaşmak istiyoruz.
Sonrasında
fakir size SALAVAT ile ilgili öğrendiğim bilgiyle ilginizi çekecek bir
tespitimi paylaşmak istiyorum.
İLK YARATILAN
PEYGAMBERİMİZİN NURUDUR
Dünyevî akıl, fikir, şuur, kelam ve düşüncenin
ötesindeki bir muhabbetle Cenâb-ı Hakk’ın âli övgüsüne mazhar olan Peygamber
Efendimiz(sav) her fânî gibi yüzyıllar önce dünyamızı şereflendirmiş olsa da,
hepimiz biliriz ki kâinatta ilk yaratılan Hz. Muhammed’in(sav) nurudur. O
nurdan da tüm âlemler yaratılmıştır.
Cenâb-ı Allah’ın nurundan bir nur ile yaratılan
Efendimiz(sav) de evvel, ahir, zâhir ve bâtındır. Şu bir hakikat ki yüce
Peygamberimiz(sav) ne doğmuştur ne de bu âlemi terk edip gitmiştir. Onun nuru
daha âlemler yaratılmadan vardı. Bundan sonra da ilâhî varlığıyla hep bâki
olacaktır.
On sekiz bin âlemin Mustafası; “Levlâke levlâk, lemâ
halak-tul eflâk” hitabının sahibi olan Peygamber Efendimiz(sav) bir kudsî
hadis-i şerîfte; “Cenâb-ı Allah’ın ilk yarattığı şey benim nurumdur. Âdem çamurla
balçık arasındayken ben Peygamberdim” diye buyurmuştur.
Hz. Mevlana-Mesnevî, cilt 4, 525:
“Peygamber Efendimiz(sav) buyurmuştur ki: Ben
görünüşte maddi olarak Âdem’in neslinden gelmiş olsam da, mânâ bakımından
Âdem’in atasının atasıyım. Meleklerin Âdem’e secde etmeleri benim yüzümdendir.”
“Hakk yarattı âlemi, aşkına Muhammed’in
Ay-ü günü yarattı, şevkine Muhammed’in” Yunus Emre
Şems-i Tebrizî, Makâlât, cilt 1, sayfa 217-149:
“Bütün Peygamberlerin ‘Yâ Rabbi, beni Onun ümmetinden
kıl’ dedikleri Hz. Muhammed Mustafa’ya(sav) söz gelince hiçbir şey söyleyemem.
Çünkü Onun işi pek yücedir. Şüphe yok ki Allah, Onu kerem denizine batırıp
çıkarırken mübarek bedeninden serpilen nur damlacıklarının her birinden bir
nebi, bir peygamber yaratılmıştır. Geri kalan damlalardan da Allah velîleri,
evliyalar yaratılmıştır. Öyle ise onları birbirinden nasıl ayırabilirim? Ancak
en son gelen Peygamber, evvelkilerin hepsinden çok daha üstün derim.”
HERKESTE MUHAMMEDİ
NUR VARDIR
Yaratılış olarak Hz. Âdem insanların atası kabul
edilse de, ruh ve mânâ olarak Hz. Peygamberimiz(sav) tüm insanlık âleminin
atasıdır. Mevlîd-i Şerîf ’te bu durumu beyan eden çok güzel bir kıta
bulunmaktadır:
“Hak Teâlâ çün yarattı Âdemi
Kıldı Âdem’le müzeyyen âlemi
Mustafa nurunu alnına kodu
Bil habîbim nurudur bu dedi.”
Hakk Teâlâ insanı yarattı. Onunla bu âlemi süsledi,
güzelleştirdi. Alnına da Habîbinin nurunu koydu. İşte bu nur sebebiyle ki insan
eşref-i mahlûkat, yani yaratılmışların en şereflisi olma bahtiyarlığına erişti.
“Bil Habîbim nurudur bu dedi.” Bu mısra manevi bir gerçeği ifade ederken, aynı
zamanda çok da ciddi bir uyarı niteliğindedir.
“Ey insan, gafil olma! Alnında Habîbim dediğim
kâinatın efendisinin nurunu taşıyorsun, sende ilâhî bir emanet var. Bunun şuuru
ve idraki içersinde ol, eşref-i mahlûkat olduğunu hiçbir zaman unutma!”
Hz. Mevlânâ “Hangi milletten, hangi dinden olursa
olsun herkeste Muhammedî nur var. Meleklerin âdeme secde edişi de yine bu
Muhammedî nur sebebiyledir. Mademki herkeste Onun nuru var, hiç kimseye kâfir
deme, hiç kimseye hor, hakir bakma. Çünkü bir kişinin son nefesini nasıl
vereceğini sen bilemezsin” diye buyurmuştur.
İnsanın alnında olduğu düşünülen bu ilâhî nura inanış,
insanlık tarihi kadar eskidir. Çok kadim zamanlardan beri ezoterik düşünceler
içerisinde gelişen birbirinden oldukça farklı inanışlar, bu ilâhî nuru kendi
idrakleri, görüşleri ve düşünceleri doğrultusunda sembolize etmişlerdir.
Budistlerin “üçüncü göz,” Yahudi-Siyonist düşüncenin
“her şeyi gören göz” dediği; Hıristiyanlıkta ise “Aydınlık ruh, sonsuzlaşma,
tanrının her şeyi bilmesi” mânâsını ifade eden göz figürleri, aynı temel
düşüncenin çeşitli inanışlarda dışa yansıyan çok farklı şekilleridir.
Sonuç itibariyle, yaratılmış her insanda Muhammedî nur
vardır. İslamî mistik düşüncede ise iki kaşın ortası bu nurun merkezi kabul
edilip “gönül gözü” olarak da tasvir edilmiştir.
Çeşitli düşünce ve inanışlar bunu kendi içlerinde çok
farklı şekillerde yorumlasa da gerçek olan şu ki kâinatta yaratılan her şey
Muhammedî nurun hâyy sırrıyla bu âlemdeki varlığını sürdürebilmektedir. Hiç
şüphesiz gerçek görüş ve manevi tekâmül de ancak o nurun tecellisiyle mümkün
olacaktır.
“Gül açmaz, çağlayan akmaz, ilâhî nurun olmazsa
Söner âlem, nefes kalmaz felek manzurun olmazsa” Yaman
Dede
Hayat nur
Artıran – Aşk Bir Davaya Benzer kitabından alınmıştır.
SENİ ÇOK SEVİYORUM
YA RESULLULLAH
Yaklaşık
üç yıldan fazla zamandır bir zikir yapıyorum. Efendim zikir deyince o kafaları
sallayan insanlar aklınıza gelmesin. Zikir anmak hatırlamak demektir aslında.
Bu zikirde,
her sabah ve akşam Salavat ve Tevhid çekiyoruz.
Ben tüm
vesveselerimden kurtuldum. İçime tarifsiz bir HUZUR ve SEVGİ geldi. Çünkü sabah
akşam Rabbimizi ve Şanlı Resulumüzü SAV anıyorum. Biliyorsunuz pekçok Kuran
ayetinde, “sabah akşam Rabbinizi zikredin” , diye emir var.
Sizde içinizde
bir boşluk var ve huzuru arıyorsanız ve gerçek sevgiyi hissetmek istiyorsanız,
bu zikri yapmanızı öneririm, sabah akşam 15dk sürmüyor, isterseniz burdan
inceleyin, özellikle ziyaretçi defterine göz atın:
Bu üveys
zikrinde okuduğumuz Salavat ve La ilahe illallah’ın ne anlama geldiğini
Youtubedaki videolardan öğrendim ve içime sindi, kalbim bu zikre mutmain oldu.
Zikirdeki
La ilahe illallah = Seni çok seviyorum Allah’ım, demekmiş.
Zikirdeki
Salavat ise = Seni çok seviyorum Efendim, demekmiş.
Şimdi bu
öğrendiğim bilgi ile aklıma bir ayet geldi.
“Hiç şüphesiz, Allah ve melekleri peygambere salat etmektedirler.
Ey iman edenler, siz de ona salat edin ve tam bir teslimiyetle ona selam
verin.” (Ahzab suresi, 56. ayet)
Bu
ayetteki SALAT kelimesi yerine ÇOK SEVMEK fiilini koyup öyle okuyalım, bakın:
“Hiç
şüphesiz, Allah ve melekleri peygamberi çok sevmektedirler. Ey iman edenler,
siz de onu çok sevin ve tam bir teslimiyetle ona selam verin.”
Başta dediğim acizane ilginizi çekecek tespitim
buydu, belki de ilk kez duydunuz.
Peygamber Efendimiz SAV “Seven sevdiğine sevdiğini söylesin” buyurur.
O halde
bir salavatla sevdiğimizi ifade edelim:
ALLAHÜMME
SALLİ ALA SEYYİDİNA MUHAMMED
Seni çok
seviyoruz Efendimiz
Doğum
gününüz kutlu olsun.
Dünya
neye sâhipse, onun vergisidir hep;
Medyûn
ona cem'iyyeti, medyûn ona ferdi.
Medyûndur
o ma'sûma bütün bir beşeriyyet...
Yâ
Rab, bizi mahşerde bu ikrâr ile haşret.
Mehmet Akif Ersoy
Celalin Penceresinden