27 Kasım 2013 Çarşamba

Mesele sadece cennete girmek değil


Mesele sadece cennete girmek değil

 

   Şimdi sokağa çıkıp sorsak, Allah’a iman eden ya da inanmayan bütün insanlar bir gün ölümün kendilerine de geleceğini söylerler, değil mi?


 


Evet ölüm haktır. Buna rağmen, bizce ölenler hep ötekilerdir ve ölümü çok uzak sanırız. Kendimizce hesap yaparız ; herhalde ölünce biz cennete gideriz, deriz. Oysa evdeki hesabımız bile çarşıya uymazken

 

Geçen gün Facebook’ta NAMAZın önemini anlatan ilgili bir resmin altına yapılmış yorumları okurken bir yorum dikkatimi çekti. Bu yazıya konu oldu:

 


Yorumda “Allah mizanda kul hakkına karışmıyor. Allah’ın huzuruna vardığımızda üzerimizde hiçbir kulun hakkı yoksa eğer, Rabbim dilerse günahlarımızı bağışlar, cennetine alır.” , diyordu.  Bu yorum bence haklıdır ve doğrudur.  Ama benim bu yazıyı yazma sebebim başlıkta gizli: “Mesele sadece cennete girmek değil ki…”

 

Rabbimiz elbette sonsuz merhamet sahibidir. Anaların şefkati bile onun rahmetinin yanında denizde damladır. Tamam Rabbimiz affetti, cennete girdik, diyelim.  Ama cennet hayatı, dünya gibi sonlu değil ki. Ebedi yani sonsuz, katrilyon yıl bile sonsuzun yanında sıfırdır.

 

Ve cennette çok dereceler vardır. Rabbimiz, cennetteki derecemizi yalnızca bu hayattaki kazandığımız sevaplara göre belirliyor.

 

Dünyada bile sahip olduğumuz mal, makam, paraya göre bir mevkimiz vardır. Gecekonduda oturan fakirle, sarayda oturan kral aynı konforda hayatlarını sürdürmüyorlar, değil mi?

 


Hepimiz sahip olduklarımızla mutluyuz ve kanâât ediyoruz. Elbette cennette de yüksek dereceleri alamayan insanlar da mutludurlar. Ancak, madem cennetteki derecemiz kısacık şu hayatımızla kazanacağımız sevaplara bağlıdır.

 

NAMAZ, oruç, malımızla hayırlı işler yaparak ebedi hayatımızdaki derecemizi yükseltmeliyiz. Bir daha mı geleceksin dünyaya… :)

 

‘’Kalbim temiz, kul hakkı yemedim, hiç günah işlemedim’’ diyenleri, belki Allah eksik ibadet etseler de affedebilir ama ya affetmezse ???

 

Rabbim, konumuz ile ilgili şu örneği hatırıma getirdi:

Biz, 1982 de Ankara’ya taşındık. Hastalanmadan önce çocukken, sık sık Gençlik Parkı’na giderdik. Parkın girişi ücretli idi. Giriş ücretini verip içeri girerdik. Babamın üzerindeki para kadar içeride eğlenirdik. Çarpışan oto, dönme dolap, pamuklu şeker, lokantada yemek, havuzda kayık sefası, dondurma… vs. Babamın parası kadar parktaki şeylerden faydalanırdık.

 
Ankara- - Gençlik Parkı

Sanırım bu örneği, açıklamama gerek kalmadı. Evet anladınız, giriş ücreti cennete giriştir. Rabbim bizi affedip cennete alabilir.  Ama mesele sadece parka giriş değil, içerdeki nimetlerden faydalanmaktır. O da paramıza göredir. Cennete girdikten sonra da, faydalanacağımız nimetler ise sevabımıza göredir.

 

Dünyada parası çok olan zengindir, ahirette ise sevabı çok olan…

Kuran'da bildirilen "Allah Katında onlar derece derecedir..." (Al-i İmran Suresi, 163) ayetinden de anlaşılacağı gibi cennete girecek kimseler de yine takvalarının derecesine göre karşılık görürler.

 

Bu durumdan bir hadiste şöyle bahsedilmektedir:

“... Cenneti de amellere göre taksim ederler. (Çok ameli olan çok pay alır.)” [Ramuz el-Ehadis-1, s. 198/17]

 

Elbette ki bir kimse cennetin hangi derecesinde olursa olsun, bundan kesinlikle razı olacaktır, çünkü Allah cennetteki tüm kullarına hoşnutluk vaat etmiştir.

 

Rabbimiz samimi kullarının Kendisi'nden razı olarak cennete gireceklerini bildirir. (Beyyine Suresi, 8) Fakat nasıl ki dünyada aynı nimetten herkes farklı zevk ve lezzet alıyorsa benzer şekilde ahirette de nimetlerden alınan zevkin derecesi farklı olabilir. En doğrusunu Allah bilir.

 
Cennette istediğimiz herşey olacak. Jeep Safari de...




Allah yüksek derecelere layık olacak kullarının özelliklerini bir ayetinde şöyle bildirmektedir:

“İman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cehd edenlerin (çaba sarfedenlerin) Allah Katında büyük dereceleri vardır. İşte 'kurtuluşa ve mutluluğa' erenler bunlardır.” (Tevbe Suresi, 20)

 

Asıl mesele çok ibadet edip ebediyen kalacağımız cennetteki derecemizi yükseltmek... Sonsuz hayatımız için çalışmalı değil miyiz? Dünyaya bir kez geliyoruz.

 

 


***

Bu yazımı sevgili kas hastası Erkan Coşkun kardeşim, nam-ı diğer Dua Askeri resimlerle seslendirmiş, video olarak hazırlamış. Allah razı olsun:




 

24 Kasım 2013 Pazar

İyi geçinmek ibadettir


İyi geçinmek ibadettir

 

Ben pek televizyon izlemiyorum ama radyom hep açıktır. Cep telefonumun kulaklık girişine taktığım hoparlör ile yatağımda çeşitli radyolarda müzik ve sohbetleri dinleyebiliyorum.  

 

Geçen gün yine bir radyo programını dinlerken bir psikolog şöyle dedi: “Ben okuduğum bir Hadis-i Şerif ile hayatımın yönünü değiştirdim. O hadis şuydu, ‘İnsanlarla iyi geçinmek ibadettir’ “, demişti...

 


Ben de o an düşüncelere daldım ve bu konu hakkında bir yazı kaleme alarak faydalı olmak istedim. Bahsi geçen hadisi google’da arattım. Fakat tam metnini bulamadım çünkü Peygamberimizin SAV onbinlerce hadisi var, malesef çoğu hala kitaplarda ve internette olanlar belki % 10 dur.

 

Ben de değişik kelimelerle arattım ve benzer şu hadisi buldum:

“Allah bana farzları yerine getirmemi emrettiği gibi, insanlarla “müdara”yı, yani iyi ve güzel geçinmeyi de emretti.” Hadis (Deylemi)

 

İyi geçinen insanlar, hem sünnet sevabı, hem ibadet sevabı alırlar inşallah. Konuyla ilgili yıllar önce okuduğum bir köşe yazarının yazısı hatırıma geldi. Arattım, buldum.

 


Yazıda bir islam aliminin verdiği nasihatten bahsetti, yazıda şöyle diyordu:

 

“Onun cevabını da, Hocamızdan anladığım kadarıyla cevap vereyim. Kendimce ben bunlara "Geçim için beş nasihat" dedim.

 

1. Her şeyi görme.

2. Her şeyi duyma.

3. Empati yap, kendini muhatabının yerine koy, onu anlamaya çalış.

4. Kimseye takma, takılma. Sadece Allah'ın rızasına kilitlen, hakkını arkadaşlarına helal et, yoluna devam et.

5. Üslûbuna dikkat et, üslûbunu namusun gibi koru.

 

Biliyorum, bunları yapmak kolay değil. Olgunluk gerekiyor, sabır gerekiyor, hoşgörü gerekiyor. Ama hepsi için en hayatî unsur sevgidir. Kabul etmeliyiz ki, sevmek zordur. Allah için sevmek, sevebilmek çok büyük mertebedir.

 

Bunu yapabilen; nefsinden de, gururundan da, bütün beklentilerinden de vazgeçer. Vazgeçtikçe derinleşir. Derinleştikçe sığ görünmeye çalışır, Allah'a yaklaşır.

 

Allah bizi birbirimizle imtihan ediyor ve imtihanda başarılı olanlara mükâfat vaat ediyor. “

 

Ben acizane bu maddeleri hayatımda tatbik etmeye çalışıyorum. Bazen bildiğim bir olayı karşımdakini kırmamak ve iyi geçinmek için sanki hiç yaşanmamış gibi unutuyor, muhatabıma hiç bahsetmiyorum. Empati yapıyorum, içimden hakkımı helal ediyorum.

 

Yukarıda iyi geçinmek için ‘Herşeyi duyma’ maddesi ile ilgili büyük veli Hatem-i Asam’ın başından geçen şu olay hicri 237’de Belh’te yaşanmıştır.

 

“Huzurunda karnındaki yeli tutamayıp da kaçıran adamın utandığını anlayan şarkın büyük velisi:

 

- Evlad der, yaşlandığımdan kulağım ağır duyuyor, sesini yükselterek konuş benimle.

 

Utancından kıpkırmızı kesilen ziyaretçi ise bu defa, kusurunun işitilmediğini düşünerek rahat bir nefes alır.

 

Ne var ki, bu işitmeme örneğinden sonra Hatem’e, kusurları işitmeyen sağır Hatem manasına gelen “Hatem-i Asam” ismi verilir, tarih boyunca hep “Hatem-i Asam” diye yâd edilir Belh’in büyük velisi.”

 

Bir Hadis-i şerifte aklın zirvesi Allah’a iman olarak bildirildikten ve en değerli konuma iman konulduktan sonra bunun ardından insanları sevmek, onlar tarafından sevilmek ve onlarla hoş geçinmek zikredilmiştir.

 

“Aklın gereği,

Allah’a imandan sonra, O’nun için sevmek,

sevilmek ve insanlarla dost geçinmektir.”

(Mecmeu’z-Zevâid, 8/17; Biraz farkla, Beyhakî, Sünen, 10/109; Taberanî, el-Mu’cemü’s-Sağîr, 2/21)

 

Allah’a gönülden iman eden kimse Allah’ı daha çok tanımaya çalışır. O’nu tanıdıkça daha çok sever ve sevdikçe de O’na daha çok ve daha derin kulluk eder. Böylece hep Allah’a daha yakın olmaya çalışır.

 

Allah’a samimiyetle bağlanan böyle akıllı bir kul, ibadetlerle O’na bağlılığını gösterdiği gibi Allah’ın kulları olan insanları da Allah’tan ötürü sever ve O’nun rızası için insanlara iyilikte bulunur, onlarla dostça geçinir. Nitekim hadis-i şeriflerde;

 

“İnsanlara karşı hep güzel ahlakla muamelede bulun!” (Tirmizi, Sünen; Ahmed b. Hanbel, Müsned)

 

“Müslüman, müslümanın kardeşidir, ona zulmetmez ve ona ihanet edip yardımsız bırakmaz. Her kim, bir mü’min kardeşinin ihtiyacını görürse, Allah’da onun ihtiyacını görür.” (Buhari, Müslim) denilmiştir.

 



Allah için O’nun kullarını seven ve davranışlarını Allah’ın rızasına göre programlamış bu mü’min ve akıllı insanlar, Allah’ın bir mükafatı olarak insanlar tarafından sevilir ve sayılır. Kur’an-ı Kerim’de bu husus şöyle anlatılmıştır:

 

“Rahman Allah, iman edip salih amel yapanları (hem kendi katında, hem de mah­luklar nezdinde) sevimli kılacaktır.” (Meryem Suresi, 96)

 

 


 


 

 

20 Kasım 2013 Çarşamba

Aşk, şiddetli bir muhabbettir


Aşk, şiddetli bir muhabbettir

 

Geçen gün bir engelliler sitesinde  engelli bir kardeşim, aşk hakkında bazı sorular sormuş ve okuyanlardan yorum yapmalarını istemiş.

 


Ben de onun yazısına cevaben aşağıdaki bu yazıyı kopyaladım:


Aşk konusunda Büyük islam alimi Bediüzzaman Said Nursi diyor ki:

"Aşk, şiddetli bir muhabbettir. Fâni mahbuplara müteveccih olduğu vakit, ya o aşk kendi sahibini daimî bir azap ve elemde bırakır. Veyahut o mecazî mahbup, o şiddetli muhabbetin fiyatına değmediği için, bâki bir mahbubu arattırır; aşk-ı mecazî, aşk-ı hakikîye inkılâp eder.’’

***  Risale-i Nur Mektubat'tan...


Ben 2005’ten beri az az Risale-i Nur okuyorum. Hamdolsun belki artık % 1’ini anlayabiliyorum. Aslında ben bu yazıyı anlamanın kolay olduğunu düşündüğüm için açıklama gereği duymadım.

 

Yorumumun altına başka bir engelli kardeşim ise şunu yazmış: “Ben hiç Türkçesini anlayamıyorum açık olsa da bir de siz Türkçesini yazabilir misiniz?”

 

Ben de o kardeşimin ricası üzerine şu açıklamayı yaptım. Yukarıdaki bu sözü anlayamayanlar illaki vardır. O yüzden o açıklamayı buraya kopyalıyorum. Umarım başarılı bir açıklama olmuştur:

 

AÇIKLAMA: 

 

“Aşk tutkulu, aşırı bir sevgidir. Fani mahbuplara yani ölümlü, aciz, yaşlanan kız/erkeklere , içimizdeki yaratılıştan verilen sonsuz sevme olan AŞK duygusunu verdiğimiz zaman,

 

*** Ya o aşk , aşığı sürekli bir elemde bırakır. Çünkü içimizdeki sonsuz sevme kabiliyetini güzelliği solacak fani bir kız/erkek’e veririz. Beklediğimiz karşılığı, sevgiyi de bulamayınca acı çekeriz.

 

Adeta bu şuna benzer: Adamın KATRİLYON dolarlık serveti vardır ama bunun farkında değildir.  Bütün servetini gider harabe bir gecekonduya yatırır. Halbuki bilse servetiyle dünyadaki tüm evleri alabilir ...

 

*** Ya da o kız/erkek’in o aşırı sevgimize değmediğini anladığımız zaman , hiç ölmeyecek, Baki, sonsuz güzel bir cemali ararız. Ve sonunda o mecazi aşk, ilahi aşka dönüşür. “

 

Ben de yıllar yılı gönlümü o kızın hayaliyle avuttum. 22 yıl görmedim. Onunla bir yerde karşılaşan biri dedi ki: Celal, bir görsen şimdi, yaşlanmış, çirkinleşmiş, kilo almış...

 


Ben kitabımda anlattığım gibi ( http://celal1973kimdir.blogspot.com/ ) 2002’deki hidayetimden sonra aslında hakiki aşkın, ilahi aşk olduğunu anladım. O kız, beni ilahi aşka yükselten bir vesile idi.

 

Şimdi O’na namazlarımda iki dünyada da mutlu olması için çok dua ederim.

Meğerse, ben beşeri aşk ile ilahi aşkın stajını yapmışım...

 



 

 

17 Kasım 2013 Pazar

“Keşke Babam da bu zamanda yaşasaydı”


“Keşke Babam da bu zamanda yaşasaydı”

 

Halamın kızı Güler, evli ve Keçiören’de oturuyor. Geçen ay ikinci bebeği oldu. Geçen hafta Güler’in annesi Dursun halam ve babası Mehmet Ali Yalman eniştem Hatay Dörtyol’dan bebeği görmeye geldiler.

 

Dün (5 Kasım 2013 Salı) eniştem sağolsun, Keçiören’den bizi ziyarete Sincan’a geldi. Bu sabah kahvaltıdan sonra odamda sohbet ederken kapı çaldı. Gelen aile hekimimiz Doktor Gülcan Alaşahin idi. Çarşambaları saha çalışması olarak hastalarını evlerinde muayeneye gider. Bu hafta sıra bana gelmişti.

 

Hatırlarsınız geçenlerde -Ocak 2013’te- Dr. Gülcan hanımın samimi ilgisi ve mütevaziliği ile ilgili Aile hekimi böyle olmalı isimli bir yazı yazmıştım:

 


 

Mehmet Ali eniştem doktor Gülcan hanımın bana tansiyon, boğaz, akciğer dinleme gibi muayeneleri yaptığını görünce çok şaşırdı. Babam aile hekimimiz ayda gelir, hastasını yoklar, demiş.

 

Gülcan hanım gittikten sonra eniştem tekrar odama geldi ve ağlamaya başladı. “Keşke babam da bu zamanda yaşasaydı ve devletin bu hizmetlerinden faydalansaydı“, dedi.

 

Bildiğim kadarıyla eniştemin babası Kadir amca (Biz Kadir emmi deriz) dokuz yıl felç yattı ve 1985 başında öldü. Birkez bayramda on - onbir yaşımdayken Faik dedemle ziyarete gidip yatakta elini öpmüştüm, onu hatırlıyorum.

 

Enişteme, Kadir Emmi’yi anlatır mısın, neler yaşadı, diye sordum. Aslında hep merak ediyordum. Peki Celal sen sor, ben anlatayım, dedi ve anlattı. Şimdi kısaca özetliyorum:

 

Kadir emmigil memleketimiz Konya Ereğli’nin fakir dağ köylerinin birinde fakir bir çiftçiymiş. Son derece dürüst, merhametli olan Kadir emmi namazını kılan, ağzı dualı, çok sabırlı bir insanmış.

 

1973 yılında büyük oğlu Mehmet Ali (eniştem) askere gidince, o da fakirlik sebebiyle köyden Ereğli merkezine taşınmış. Çünkü toplam üç erkek, iki kız çocuğu varmış.

 

Köyden sattıkları ev ve tarlanın parası ile Ereğlinin kenar mahallerinin birinde bir bahçe almış. Bahçenin kenarına kerpiçten bir ev inşa etmiş. Mehmet Ali eniştem askerden dönünce halamla evlenmiş ve İskenderun Demir Çelik’e işe girmiş ve halamla oraya taşınmışlar.

 

Kadir emminin belirli bir işi ve sigortası yokmuş. İki at ve bir at arabası almış. Şehir içinde yük taşımacılığına başlamış. İşte bu at arabası, hayatının dönüm noktası olmuş.

 

Birgün bir müşteri gelmiş ve oduncudan aldığı bir ton odunu evine götürmesi için at arabasını tutmuş. Oduncu ve Kadir emmi beraber odunları at arabasına yükleyip iple sıkıca bağlamışlar.

 

Kadir emmi verilen adrese odunları götürmüş. Atların dizginlerini yere atmış. Daha at arabasından inmeden, atlar birşeyden ürkmüşler ve tepinmeye başlamışlar.

 


Kadir emmi arabanın üzerindeyken yere eğilip hızla dizginleri almaya çalışmış. O sırada atların şahlanmasıyla iki atın arasına düşmüş. Atlar hala şahlanıp tepinmekte ve at arabasında da bir ton odun yüklü... Hepsi saniyelerle olan olaylar...

 

Atlar huysuzluk yaptıkça at arabası ileri geri gitmeye başlamış. O yükü ile at arabasının tahtadan ve demir kaplı tekerleri Kadir emminin vücudunun üzerinde gezmiş. Bacak, kaburga, bel ve bir çok kemikleri kırılmış. Belden aşağısı felç olmuş.

 

İşte 1975 yılındaki o kazadan sonra Kadir emmi büyük ızdıraplar içinde dokuz yıl yaşamış. Eniştemin anlattıklarını dinlerken kendi hayatımı düşündüm de, benim yaşadıklarım dert değilmiş. Güvendiğimiz sağlığımızı, malımızı saniyeler içinde kaybedebiliriz...

 


Kadir emmi geceleri sabaha kadar ızdıraptan bağırırmış. Vücudu felç olduğu için yemek, banyo, tuvalet işini karısı Ayşe teyze ve küçük oğlu Mustafa abi beraber yapmışlar. Allah onlardan razı olsun. Namazlarımda onlara da dua ediyorum.

 

Çünkü teyzenin tekbaşına gücü yetmezmiş. Bazen Mustafa abi işe gidince, Kadir emmi ızdırap içinde, oğlunun eve dönmesini ve onu yatakta çevirmesini beklermiş. İğnelerini ise hep küçük kızı yapmış.

 

Eniştem dedi ki, Anam yatağa uzanıp hiç uyumadı. Hep yatağın başında diz çökmüş beklerdi. Çünkü anam, babamı ızdıraptan sabaha kadar bir o yana, bir bu yana döndürürdü. Sırtında sürekli yatmaktan kapanmaz derin yaralar açılmıştı. Anam bazen yatağa başını koyar, uyuyakalırdı. Eniştem anlatırken, ben de şimdi yazarken ağlıyorum.

 

Bacakları dokuz senede öyle kurumuş ki, adete kupkuru odun gibi olmuş. Yapılan iğneler son zamanlarında geri çıkıyormuş. Ve öyle kurumuş ki, kan dolaşımı olmuyormuş, Kalp vücuda kan pompalayınca bacaklara gitmeyen kan geri tepiyormuş. O da büyük bir acı veriyormuş.

 

Rahmetli Fahri amcam Ereğli SSK hastanesi müdürüydü.Doktorlarla konuşup ambulans göndererek ameliyat narkozu ve morfin yaptırmış. Kadir emminin son zamanlarında biraz dinlenmesini sağlamış. Hayır duasını almış. Allah razı olsun.

 

Eniştem daha çok şey anlattı; ben burada kısaca özetledim. Eniştem Hatay’daydı. Kimbilir bu dokuz yılda, Kadir emmiyle beraber yaşayan oğulları ve kızları neler yaşadılar?

 

Kadir emminin emekli maaşı veya sakatlık maaşı gibi geliri yokmuş. Şimdi devlet hem engelliye hem de velisine evde bakım parası veriyor. Oğulları çalışmış, aileyi geçindirmiş.

 

Bazen ilaç alacak para bulamamışlar, bazen de ilacı bulamamışlar. O yıllarda felçli bir insanı hastaneye götürüp muayene ettirmek çok zormuş, 112 ambulansta yokmuş.

 

Kadir emmi 7 Ocak 1985 karlı bir kış günü vefat etmiş. Eşi Ayşe teyze de yedi yıl sonra 1992’de böbrek kanserinden ölmüş. Biliyorsunuz amansız hastalıktan ölen inançlı müminler de şehittirler. Allah rahmet eylesin, onları cennette ayırmasın.

 




Kadir emminin çektiği acıları düşününce kendimle kıyaslıyorum da içim şükür duyguları ile doluyor. Ağrım, sızım yok. Annem ve babam benim bir dediğimi iki etmiyor. Engelli bir kişi olduğumu bana hissettirmiyorlar. Yemeğimi, çayımı kendim yiyebiliyorum. Evimde aile hekimimiz muayeneye geliyor. Emekli maaşım var. Hamdolsun bugünüme...

 

Allah bizleri cennette buluştursun inşallah. Yaşadıklarını Kadir emminin ağzından dinlemek isterim. Bu yazıyı okuyanlardan bir ricam var. Lütfen rahmetli Kadir emmi ve eşi için Besmele çekip ruhuna bir Fatiha gönderelim.

 

Celal Çelik                  Ankara  ( Konya-Ereğli )

 

13 Kasım 2013 Çarşamba

Namazlarımda birinci Duam


Namazlarımda birinci Duam

 

Babam, 8 Kasım 2013 Cuma günü ANJİYO oldu. İki damarına stend takıldı... Bir gece hastanede yattı, eve geldi, şimdi durumu iyi hamdolsun..

Önceki yazılarımdan da biliyorsunuz, Cuma günleri babam beni tekerlekli sandalyem ile mahallemizdeki girişi düz camiye cuma namazlarına götürür.

Bu Cuma (8 kasım 2013) günü sabah babamın tansiyonu yükseldi. Sabah devlet hastanesine acile gitti, ilaç vermişler, eve döndü, uzanıp dinlendi.


 

Dolayısıyla Cuma namazına gidemedim, üzülüyordum. Sonra birden acaba cuma namazını canlı veren televizyon var mı, diye aklıma geldi. Google’da araştırırken TRT Diyanet TV’nin cuma namazını canlı yayınladığını öğrendim.

Odamda uydu alıcısı yok malesef. Ben de internetten sayfasını açarak izledim. Kocatepe camisinden canlı Cuma vaazını dinledim. Hiç görmediğim Kocatepe camisinde İsmail Coşar hocanın okuduğu ezanla gözyaşına boğuldum.

Cuma Hutbesini dinledim. Teyemmüm abdesti ile oturduğum yerde laptoptan internet Tv’den imama uyarak cuma namazını kıldım, hamdolsun. İmam efendi çok güzel Kuran okudu namazda...

Bu Cumaya gidemedim ama Allah’a hamdolsun devletimiz böyle kanal açtı. Çok mutlu oldum... Cumaya gidemedim derken Rabbim Kocatepe Camiinde Cumayı kılmayı nasip etti. Binlerce hamdolsun.

 

İnşallah Kocatepe’de cemaatteki namaz kılan insanlarla beraber, Rabbim benim de namazımı kabul eder.

Babam hala kendini hiç iyi hissetmiyordu. Öğleden sonra Özel Sincan Koru hastanesi Kardiyoloji bölümünden randevu aldı. Doktor, amca kalbinde sorun var, hemen anjiyo yapacağız, demiş.

Yazdan beri aylardır sürekli bir yorgunluk, halsizlik vardı. Bu sene iyice yaşlandım artık, az yürüyünce bile hemen yoruluyorum, diyordu. Meğer kalbinde sorun varmış.

 

Babam, annemi benim yanımda bırakarak arabayla hastaneye kendisi gitti. Doktor hemen anjiyo yapmış ve iki damarına stend takmış. %80 tıkalıymış.

 

Telefonla haberi alan annem, komşumuz Efkan Vural hocamın hanımına durumu anlattı. Efkan hocam okuldan süratle eve geldi. Efkan hocam ve hanımı annemle hemen hastaneye gittiler. Annemi babama refekatçı bıraktılar.

 

Efkan hocam bizim arabayı, hanımı da kendi arabalarını eve getirdi. Efkan hocamın hanımı Hatice hanım bana yemek hazırlayıp getirdi. Yemekten sonra yatsı namazını kıldık. Efkan hocam Kuran okudu ve dua etti, ben amin dedim.  

 


Allah onlardan ebediyen razı olsun. Bizi cennette de komşu eylesin. Babam bir gece annemle hastanede kaldı.

 

Çorumdan haberi alan kızkardeşimgil Ankara’ya geldi ve yalnız kalmadım. Eniştem beni sabah namazına kaldırdı. Allah onlardan da razı olsun.

 

Allah’ın babama şifa vermesi için gözyaşıyla çok dua ettim ama ya acaba babama bişey olursa diye endişe yaşamadım. Hep Allah’a güvendim.


Bunun nedeni uzun yıllardır her namazımda, bazen baklava yiyerek ettiğim DUA’dır. Yani ağlayarak binlerce kez ettiğim dua... Allah duaları kabul eden MUCİB’dir.

 

Duam: “Allah’ım anneciğime ve babacığıma sağlıklı, hayırlı, bereketli uzun ömür ver. Ben Celal kulunu annem ve babamdan başka bir sebebe muhtaç etme. ... “ AMİN


Sanırım babacığım beni bir kaç hafta daha Cuma namazına götüremeyecek. Hamdolsun ki Diyanet TV var. Gerçi babam iyileşsin yeter ki. Ben hep laptoptan kılmaya razıyım.

 

Aslında sadece camiye gidemeyen biz engelliler değil, Kadınlarımız da bu yayından istifade edebilirler.


http://www.trt.net.tr/Anasayfa/canli.aspx?y=tv&k=trtdiyanet


Allah bu DİYANET TV televizyonunu kuran devletimizden ve emeği geçen herkesten ebeden razı olsun. Allah devletimizi kıyamete kadar payidar kılsın.

 

“Allah’ım anneciğime ve babacığıma sağlıklı, hayırlı, bereketli uzun ömür ver. Ben Celal kulunu annem ve babamdan başka bir sebebe muhtaç etme. ...

 


Allah’ım anneciğimi ve babacığımı dünyada da, ahirette de birbirinden ayırma Ya Rabbel Alemin...“

AMİN

 

Celal Çelik              Ankara  ( Konya-Ereğli )