31 Ağustos 2014 Pazar

Acele etmesek helal yoldan gelir


Acele etmesek helal yoldan gelir


 

Geçenlerde radyodan acelecilik hakkında bir sohbet dinledim. Sonra o konu hakkında araştırma yaptım ve sohbetteki kıssa yazısını kopyalayarak bu yazıyı hazırladım...

 


Sual: Acele etmek uygun mu? Daha çok hangi işlerde acele etmek gerekir?

 

CEVAP: İnsanın fıtratında acelecilik vardır. İki âyet-i kerime meali:


(İnsan aceleci [tabiatta] yaratıldı.) [Enbiya 37]
(İnsan pek acelecidir.) [İsra 11]

Acele işe şeytan karışır. İki hadis-i şerif meali:


(Acele şeytandan, teenni Rahmandandır.) [Tirmizi]
(Teenni eden isabet eder, acele eden hata eder.) [Beyheki] (Teenni, acelenin zıttıdır.)

O hâlde, işlerde acele etmemeli ve hemen karar vermemeli! Aceleyle verilen kararlara şeytan karışır. Nefsin istediği bir şey hatıra gelince şeytan, (Fırsatı kaçırma, hemen yap!) der.

 

Onun için kalbe gelen şeyi yapmadan önce, bu işten Allahü teâlâ razı mı, sevab mı, günah mı diye düşünmeli! Günah değilse yapmalı! Böylece teenni edilmiş, yani acele edilmemiş olur.

Yalnız 5 yerde acele gerekir:
1- Misafir gelince, hemen yemek vermeli,
2- Günah işleyince, hemen tevbe etmeli,
3- Namazı vakti girince, hemen kılmalı,
4- Defin işini acele yapmalı,
5- Kız veya oğlan çocuklara din bilgilerini ve namaz kılmayı öğrettikten sonra, büluğa erip de dengi çıkınca, hemen evlendirilmelidir.

 

Eşiat-ül-lemeat kitabındaki hadis-i şerifte, (Ya Ali, üç şeyi geciktirme! Namazı vakti girince hemen kıl, cenaze namazını hemen kıl! Dul veya kızı, küfvü isteyince, hemen evlendir!) buyuruldu. (Tirmizi) 


İbadetleri ve hayırlı işleri yapmakta acele etmeli. Birkaç hadis-i şerif meali:


(Ölmeden önce tevbe edin! Hayırlı işleri yapmaya mani çıkmadan önce acele edin! Allahü teâlâyı çok hatırlayın! Zekât ve sadaka vermekte acele edin! Böylece Rabbinizin rızklarına ve yardımına kavuşun!) [İbni Mace]

(Sadaka vermekte acele edin, çünkü bela sadakayı geçemez.)
[Beyheki]

(Beş şey gelmeden önce beş şeyin kıymetini biliniz:

 Ölmeden önce hayatın kıymetini,

 hastalıktan önce sıhhatin kıymetini,

 dünyada ahireti kazanmanın kıymetini,

 ihtiyarlamadan gençliğin kıymetini,

 fakirlikten önce zenginliğin kıymetini.) [Hakim]

Zekâtını vermeyen ve malını ahiret yolunda sarf etmeyen kimse, fakir olunca çok pişman olur. Bir hadis-i şerif meali: (Tesvif eden helak olur.) [Berika] (Tesvif, hayırlı iş yapmayı sonraya bırakmaktır.)

 

Yazının başlığını aldığım tarihten bir kıssa var. Birçok defalar Akra FM’de merhum Prof Dr Mahmud Esad Coşan Hocaefendinin sohbetinden dinlemiştim. Kıssa işte bu:

Prof Dr. Mahmud Esad Coşan (1938-2001)
 

************************************************

 

Yusuf AS peygamberin kıssasını biliyorsunuz. Azizin karısı Züleyha kölesi Yusufa gel yanıma diye çirkin teklif yaptı. Nefsi istemesine rağmen Yusuf AS, ben Rabbimden korkarım diye red edince, Züleyha iftira atıp zindana attırdı. Kuran’da Yusuf suresi bu kıssayı anlatır.

 

Nitekim Allah, Yusuf (as)'ı da taltif eyledi, hapisten çıkarttı da vezir eyledi. Ondan sonra da yine kaderde varmış, Zelîha Valideyle evlendirdi. Helâl yoldan oldu. Nikâhla, düğünle dernekle, normal bir şekilde oldu. Kaderde varmış, günahla olmadı, sevaplı yoldan oldu.

 

Söz sözü açıyor. Bir kitapta okumuştum, çok hoşuma gitti, size de anlatayım: Hz. Ali RA namaz kılmağa Kûfe mescidine gelmiş, atı var yanında... Hizmetçisi de var... İkisi beraber namaz kılacaklar. Orda birisini görmüşler, "Mübarek şunu tutuver!" demişler. Hayvanın yularını eline tutuşturmuş Hz. Ali Efendimiz...

 

İçeri girmişler. Namazı kılmışlar. Çıkarken kesesini çıkarmış, beş dirhem bahşiş ayırmış. Tutuverdi ya adam; eh onu taltif etmek için beş dirhem avucuna ayırmış. Verecek çıkınca...

Ama dışarıda bakmış, adam yok... Hayvan da yok... Allah Allah...

 

Biraz bakınmışlar, hayvanı bulmuşlar; öbür tarafta duruyor ama yular takımının dizginini çalmış adam, almış götürmüş. Hayvanı çalamamış ama yularını çalmış. Bu sefer elindeki parayı hizmetçisine vermiş, "Git çarşıdan bir yular al!" demiş.

 

Biraz sonra hizmetçisi bir yularla gelmiş. Aaa, bakmışlar, kendi malları olan yular... "Ne oldu?" demiş. "Yularcıya gittim almak için... Ondan aldım." demiş.

 

Az önce birisi getirmiş bunu, ona satmış. Kaça satmış? Beş dirheme satmış. "Yahu bu bizim malımız!" deyince de, "Hadi kârımı almayayım, bari hırsıza verdiğimi ver!" demiş. Beş dirhemi dükkâncıya vermiş. Dükkâncı da çalıntı malı kâr etmeden sahibine iade etmiş.

 

Beş dirhem meselesi böyle denk düşünce, Hz. Ali Efendimiz demiş ki: -Toplanmış herkes, meraklı taifesi her zaman böyle toplanır.

 

- "Ey cemaat, bakın burada büyük bir ibret var! Şimdi ben bu hırsıza cebimden beş dirhemi çıkartıp bahşiş olarak, helâlinden, gönlüm razı olarak verecektim. Sabretseydi beş dirhemi alacaktı. Ama sabretmedi, ne aldı? Gene beş dirhem aldı. Helâlinden almadı, haramından aldı. Çaldı, götürdü sattı, beş dirhemi aldı, kaçtı. Neticede beş dirhem alacaktı, beş dirhem aldı. Allah beş dirhem almasını yazmış, beş dirhem aldı.

 

Yalnız, iki yol göstermiş Allah: Bir helâl yol, bir haram yol... Sabretseydi helâlinden beş dirhem alacaktı. Sabretmedi, hırsızlık yaptı, gene beş dirhem aldı. Rızkı, nasibi beş dirhem... O günkü rızkı geldi ama helâlden gelmedi haramdan geldi. Yol iki tane ama sonuç aynı, sonuç değişmiyor." demiş.

 


Hz. Ali Efendimizin kesesine bakacak olursak, Hz. Ali Efendimizin kesesinde de değişen bir şey yok: O beş dirhemi çıkarttı, zaten bahşiş olarak verecekti. Ama niyetine göre sevap aldı.

 

Beş dirhem onun kesesinden çıktı, dükkâncının eline verilmiş oldu. Dükkâncıda da değişen bir şey yok: Ötekisine beş dirhemi verdi, satın aldı; berikisine beş dirheme sattı. Ama ne oluyor; insanlar yaptıkları işlerle ya sevap kazanıyorlar, ya günah kazanıyorlar.

 

Kader değişmiyor ama kazancın cinsine göre günah veya sevap alıyor; cennet veya cehennem oluyor, aziz ve muhterem kardeşlerim!

 

 


 

 

27 Ağustos 2014 Çarşamba

Günah işlemek ne zaman caiz olur?


Günah işlemek ne zaman caiz olur?


 

Kısa bir yorum yaparak paylaştığım hikaye ve anektodlar çok beğenildi. İşte bitanesi daha...

 

Bugünkü yazıda yıllar önce okuduğum ve etkilendiğim bir kıssayı paylaşmak istiyorum. Öncelikle bu hikayede soruya cevap veren İbrahim Edhem hazretleri hakkında minik bilgi paylaşmak istiyorum.

 

İktidarı-saltanatı bırakıp “devleti”  bulan  adam  İBRAHİM ETHEM HAZRETLERİ (K.S) 

 


Allah dostlarından olan İbrahim Ethem -kuddise sırruh-Hazretleri taç ve tahtını terk etmeden evvel Belh hükümdarı ve yeryüzünün en zengin şahsiyeti idi. Otuz adet paşasıyla sarayına girip çıkardı, mizacı da hayli sert ve haşin idi. (Belh: Afganistan'ın kuzeyinde yer alan eski bir yerleşim yeridir.)


Bir gece sarayında atlastan yapılmış yatak, yastık ve yorgan örtüleri arasında muhteşem yatağında uyuyordu. Sarayın tavanından gelen bir gürültüyle birden tatlı uykusundan uyandı. Dinledi, tavandan tıkır tıkır sesler geliyordu. Sanki damda biri vardı ve yürüyor gibiydi.

 

Hiddetle kalktı yatağından ve seslendi!
- Hey, kim var orada?
Bir ses geldi ve;
- Ben varım! dedi.
- Sen de kimsin, benim sarayımın tavanında ne arıyorsun? diye sordu.
- Devemi kaybettim de onu arıyorum.


Garip birisiydi konuşan. İbrahim Ethem -kuddise sırruh- Hazretlerinin kan beynine sıçradı, şiddetle bağırarak azarladı, tersledi o kişiyi.
- Sen deli misin, budala mısın, be adam? dedi. Haydi defol oradan, sarayın tavanında deve mi aranır?
Yukarıdaki ses alaylı alaylı karşılık vererek;
- Ya siz hükümdar hazretleri, siz akıllı mısınız? Söylesene bakayım bana, o atlas yataklarda Allah-u Teâlâ aranır mı hiç? Orada Allah-u Teâlâ bulunur mu?dedi.

 

İbrahim Ethem -kuddise sırruh-Hazretleri bundan büyük bir ders almıştı, işin hikmetini anlamıştı.


Ertesi gün ceylan avına gider. Bir ceylanı avlamak üzere peşine düşer. Fakat bir müddet koşturduktan sonra derinden bir ses, “Sen bu dünyaya av için mi geldin?” diye seslenir. Pek önemsemez. Av peşinde koşmaya devam eder. Bu sefer ses daha yakından gelir, “Uyan uyan, uyandırılmadan evvel uyan, sen bu dünyaya av için mi geldin?” der. Biraz irkilir ama avın heyecanından devam eder, çünkü ceylana çok yaklaşmıştır. Fakat titretircesine sesi şiddetli bir şekilde yine duyar; “Ey İbrahim uyan uyan, uyandırılmadan evvel uyan. Sen bu dünyaya av için mi geldin?”

 


Avın peşini bırakır, bütün debdebeli hayatını da bırakır, yolda gördüğü çobana da padişahlık kaftanını ve tacını giydirir, çeker gider. Saraya bir daha dönmez, sade bir hayat içinde ibadet ve taat ile meşgul olur.


 Allah-u Teâlâ, dostlarını böyle ayıklar ve kendine döndürmeyi murad ettiği kullarının kalbine nurunu akıtır. Herkes yatarken, sen kalkacaksın, herkes uykudayken sen uyanık olacaksın, herkes gülerken, sen ağlayacaksın. Yaratanın rahmetiyle af ve mağfiretini dileyeceksin ki O Sultan da bizleri affetsin.

 

 

GÜNAH İŞLEMEK NE ZAMAN CAİZ OLUR?

 

Belh'in gönül sultanı İbrahim (bin) Edhem'e gelen biri, halinden şikayette bulunarak der ki:

 

- Efendim, nefsimden şikayetçiyim. Günah işlememe konusunda karar alıyorum, ama yine de kararımda duramıyor günaha giriyorum. Sonra da içimden feryatlarım arşa yükseliyor, vicdan azabı çekiyorum. Bana birazcık nasihatte bulunsanız da şu vicdan azabı çektiğim günahlarımdan kurtulsam, bir daha girmesem bana azap veren bu günahlara..

 



İbrahim Edhem günaha girmemesi için adamı düşündürmek ister. Ancak bu düşünceyi sağlamak için şöyle bir yöntemi tercih eder, der ki:

 

- Fazla üzülmene gerek yoktur. Şartlarını yerine getirirsen günah ta işleyebilirsin, bir sakınca olmaz. Yeter ki şartlarını yerine getir, ondan sonra işle günahlarını!..

 

Adam şaşırır. O güne kadar kimseden duymadığı bir söz. Hayretle sorar:

 

- Ne demek günah işlemenin şartlarını yerine getirmek? Böyle şart olur mu? Şartlarını yerine getireceksin, sonra günah işleyeceksin, olabilir mi böyle bir kolaylık? İbrahim Edhem tebessüm ederek garanti verir:

 

- Sen şartlarını yerine getir, gerisine karışma. İşleyeceğin günahın vebalini ben üzerime alıyorum. Yeter ki şartlarını yerine getir.

 

Adam iyice heyecanlanır, sormadan edemez:

 

- Neymiş günah işlemenin şartları? Şunu bir anlat ta öğrenelim, ondan sonra rahatça işleyelim günahlarımızı öyleyse.

 

İbrahim Edhem de anlatır günah işlemenin vazgeçilmez üç şartını. Der ki:

 

- İçinde günah işleme duygusu başlayınca iyice düşün: Kendisine karşı günaha gireceğin Zatın bana verdiği rızkı da yemeyeceğim, de!

 


Adam düşünmeye başlar:

- Bu mümkün mü? Ben Allah'ın ihsan ettiği rızkı yemezsem neyle yaşayacağım?

 

- Öyleyse, der İbrahim Edhem, hem verdiği rızkı yiyeceksin hem de rızkını yediğin Zata karşı gelerek günah işleyeceksin, reva mı bu?

 

Adam acı bir tebessümle söylenir:

 

- Sen öteki günah işleme şartını da söyle öyleyse der, bu şartı yerine getirmem mümkün değil. İbrahim de anlatır:

 

- İçinden günah işleme duygusunu geçirirken O'nun mülkünden dışarıya çıkıp ta günahı orada işlemeyi düşün. Sonra O'nun mülküne dön.

 

 

Adam:

- Bu mümkün mü? der. Her yer O'nun mülküdür. Dışarısı yoktur ki! İbrahim de hatırlatma yapar:

 

- Öyle ise, hem verdiği rızkı yiyeceksin, hem mülkünde oturacaksın, hem de rızkını yiyip mülkünde oturduğun Zata karşı gelecek, isyan edeceksin, mert adama yakışır mı bu?

 

Adam başını sallayarak:

- Sen, der, öteki şartı söyle de, bir de ona bakalım. O da söyler:

 

- İçinden günaha yönelme arzusu geçirirken hemen düşün ve O'nun görmediği yere gitmeli, bu günahı görmediği yerde işlemeliyim, de!

 

Adam, ümitsizce dudaklarını büküp omuzlarını silker:

 

- Bu, der, ötekilerden farksız bir şart. O'nun görmediği bir yer var mı ki gidip te günahı orada işleyeyim de sonra dönüp O'nun mülküne geleyim..

 

İbrahim de sorularını şöyle sıralar:

 

- Peki, hem verdiği rızkı yemeden yaşayamayacaksın, hem mülkünden dışarıya çıkamayacaksın, hem de görmediği bir yer bulamayacaksın! Bütün bunlara rağmen yine de ona karşı gelerek günah işleyip, isyan etmekten vazgeçmeyeceksin, mert adama yakışır mı bu? Söyle bakalım?

 

Adam daha fazla bekleyemez iki elini birden yukarı kaldırarak yüksek sesle:

 

- Teslim oldum ey İbrahim, teslim! der. Ben bu günah işleme şartlarının hiç birini yerine getiremem. Öyle ise günaha hiç niyetlenmemeli, böyle bir nankörlüğe girmemeliyim. Vazgeçiyorum işlediğim bunca günahlardan. Tevbe estağfirullah! diyerek başlar tevbe, istiğfara..

 

 

Siz ne dersiniz? Bu şartları düşününce, daha sık tevbe-istiğfar etmeliyiz, değil mi?

 

Günah işlememek meleklerin özelliği. Ancak elimizden geldiğince günahsız olmaya gayret etmeli, işlediğimiz günahlardan ötürü pişmanlık duymalı ve Allah'a (c.c), bizleri affetmesi için dua etmeli, yalvarmalıyız.

 

 


 

 

24 Ağustos 2014 Pazar

Annemizi üzmeyelim


Annemizi üzmeyelim


 

Son yazıda misafirlerimiz olduğu için yeni yazı yazmaya fırsat bulamadım, demiştim. Evet hala fırsat bulamadım fakat haftada iki yeni yazı yayınlamayı hizmetim olarak görüyorum.

 

Hizmetimi aksatmamak için bu haftada bu kıssayı paylaşacağım. İsteyen nefsimle beraber hissesini alsın...

 


ANA HAKKI

 

Hazreti Peygamberimiz (s.a.s.) eshabıyla oturmuş sohbet ediyordu. Bir kadın sahabe Resulullah'ın huzuruna telaşla girerek:

 

- Ya Resûlellah! Şu anda kocam ölüm dçşeğinde, belki biraz sonra ölmüş olacak... Yalnız yanında kelime-i şehadet getirdiğimi anladığı ve kendiside getirmeye çalıştığı halde şehadet kelimesi getiremiyor. Kocamın imansız gitmesinden korkuyorum. Bu hususta bir yardımınızı bekliyorum, dedi. Hazreti Peygamberimiz:

 

- Kocan sağlığında ne gibi kötü harekette bulunurdu? diye sordu.

 

Kadın hiçbir kötü amelinin olmadığını, namazını kılıp her türlü ibadetini noksansız yerine getirmeye çalıştığını söyledi. Bu sefer Peygamberimiz:

 

- Kocanızın dünyada kimi var? diye sordu.

 

Kadın ihtiyar bir annesi olduğunu söyleyince Peygamberimz (s.a.s.) kadının kocası Alkama'nın anasını huzura çağırdı. Hazreti Alkama'nın anası, Hazreti Peygamberimizin huzuruna çıktı. Peygamberimiz SAV :

 

- Oğlun sana karşı nasıl hareket ederdi? Oğlundan memnunmusun? diye sordu. Alkamanın anası:

 

- Ya Resulullah, oğlum evleninceye kadar çok iyi muamele ederdi. Evlendikten sonra hanımını dinledi, bana hor bakmaya başladı. Hatta son zamanda evini bile ayırdı. Ben de üzüldüm, onun bu hareketine, dedi.

 

Peygamberimiz (s.a.s.) yaşlı kadına; oğlunun ölüm döşeğinde olduğunu, hakkını helâl etmediği takdirde cehennem azabı çekeceğini söylediyse de kadın:

 

- Hakkımı helâl etmem ey Allah'ın Resûlü, dedi. Alkama ise evde yatıyor, hâlâ şehadet kelimesi getiremiyordu. Hazreti Peygamberimiz, kadının annelik şefkatini harekete geçirmek için, orada bulunanlara:

 

- Bana biraz odun hazırlayın, diye emir verdi. Kadın hayretle :

 



- Odunu ne yapacaksın ya Resûlellah! diye sormaktan kendini alamadı. Çünkü o da şüphelenmişti. Peygamber Efendimiz SAV :

 

- Oğlunu yakacağım... Zira yarın cehennemde yanacağına cezasını burada çeksin, daha iyi buyurunca, kadın dayanamadı,

 

- Oğlumun gözümün önünde yanmasına razı olamam ya Resûlellah ! Ona hakkımı helal ediyorum, dedi.

 

Murat hasıl olmuştu... Hazreti Peygamberimiz, Bilâl-ı Habeşi Hazretlerini göndererek :

 

- Git bakalım, Alkama ne haldedir? buyurdular.

 

Bilâl-i Habeşi Alkam'nın yanına varıp şehadet kelimesei telkin ettiğinde, Alkama'nın dili açılmıştı :

 

- Lâ ilâhe illallâh, Muhammedün Resûlüllah, deyip ruhunu Allah'a teslim etti.

 

*Kaynak: Büyük Dini Hikayeler, İ.Sıddık İmamoğlu, Osmanlı Yayınevi*

 

 

 

 


 

 

20 Ağustos 2014 Çarşamba

İyiliğin ve kötülüğün küçüğü olmaz


İyiliğin ve kötülüğün küçüğü olmaz


 

Merhaba dostlarım, biliyorsunuz şu an yaz tatilinin en hararetli dönemindeyiz. (Ağustos 2014) Şu an kardeşlerim ve yeğenlerim Ereğli’de bize ziyaretteler...

 

Yeni yazı yazmaya fırsat bulamadım. Ne zamandır aklımda olan şu hadisi paylaşmak istiyorum. Ve yazıyı internette beğenerek okuduğum yaşanmış bir hikaye ile bitireceğim.

 


Evet önümüze çıkan her iyilik fırsatını değerlendirmeli, nolacak küçük bişey bu, boşver diyen nefsimizi dinlememeliyiz. Tabi aynı şey kötülük içinde geçerlidir.

 

Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtü vesselâm) buyurdular ki:

 

"Bir adam yolda, yürürken susadı ve susuzluğu arttı. Derken bir kuyuya rastladı. İçine inip susuzluğunu giderdi. Çıkınca susuzluktan soluyup toprağı yemekte olan bir köpek gördü. Adam kendi kendine: 'Bu köpek de benim gibi susamış.' deyip tekrar kuyuya inip, mestini su ile doldurup ağzıyla tutarak dışarı çıktı ve köpeği suladı. Allah onun bu davranışından memnun kaldı ve günahlarını affetti."

 

Resûlullah'ın yanındakilerden bazıları:

"Ey Allah'ın Resûlü! Yani bize hayvanlar (a yaptığımız iyilikler) için de ücret mi var?" dediler. Aleyhissalâtu vesselâm:

"Evet! Her 'yaş ciğer' (sahibi) için bir ücret vardır." buyurdu." [Buhârî, Şirb 9, Vudû 33, Mezâlim 23, Edeb 27; Müslim, Selâm 153, (2244); Muvatta, Sıfatu'n Nebi 23, (2, 929-930); Ebû Dâvud, Cihâd 47, (2550)]

 

2. Bir diğer rivâyette şöyle denmiştir:

 

"Fâhişe bir kadın, sıcak bir günde, bir kuyunun etrafında dönen bir köpek gördü, susuzluktan dilini çıkarmış soluyordu. Kadıncağız mestini çıkararak (onunla su çekip köpeği suladı). Bu sebeple kadın mağfiret olundu." [Müslim, Tövbe 155, (2245)]

 

3. İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah(aleyhissalâtü vesselâm) buyurdular ki:

 

"Bir kadın, eve hapsettiği bir kedi yüzünden cehenneme gitti. Kediyi hapsederek yiyecek vermemiş, yeryüzünün haşerâtından yemeye de salmamıştı." [Buhârî, Bed'ü'l-Halk 17, Şirb 9, Enbiya 50; Müslim, Birr 151, (2242)]

 

 

AÇIKLAMA:

Yukarıdaki hadislerde Peygamberimiz (asm) bir kadının bir köpeğe su vermesinden dolayı aldığı mükafat ile bir kadının kediye verdiği zarardan dolayı aldığı cezayı ifade etmektedir. Bu da gösteriyor ki küçük gördüğümüz bir amel dahi insanın kurtuluşuna vesile olabilir. Hiç bir günahı da küçük görmemek gerekir. Bir günah da insanın cehenneme gitmesine sebep olabilir.

 

Bu da bizlere gösteriyor ki hiç bir amelimizi hafife almamalıyız. Ancak her köpeğe su verenin cennete gidecek veya her kediyi öldüren cehenneme gidecektir gibi bir kayıt yoktur. Allah insanın tüm amellerini birlikte değerlendirecektir. Belki köpeğe su veren kadın bu ameliyle sevapları günahlarından ziyade olmuştur. Diğer kadının da bu seyyiatıyla günahları sevaplarını geçtiği için cehenneme gitmiş olabilir.

 

Batılıların yaşam tarzını benimseyerek islamın özü olan muhabbetten uzaklaşıyoruz. Aslında insanımız muhabbet istiyor, ilgi istiyor. Yazıyı bu hikaye ile bitiriyorum...

 

 

HİKAYE BİR KÜÇÜK İYİLİK NELER YAPIYOR ?

 

Kış günü, hava soğuk ve rüzgârlı... Yağmur bardaktan bosalırcasına yağıyor. Bir iş için Altındağ (Ankara'da) semtine gidiyorum. Yolun karşı tarafinda, sırılsıklam kenarda bekleyen bir insan dikkatimi çekiyor. Gelip geçen taksilere, minibüslere el kaldırıyor, kimse aldırmıyor. Hareketlerinden alkollü olduğu anlaşılıyor.

 

Altındağ'da işimi bitirip döndüm. Baktım bu zavallı insan soğukta hâlâ bekliyor, üstü başı ıslak. Arabamla önünde durdum ;

-- “Kardeşim, buyur seni evine gotureyim”, dedim.

Şöyle camdan yüzüme baktı, biraz mahcup bir hâlde;

 

-- “Ağabey, senin arabana binmeyeyim, alkollüyüm” dedi. "Hayır bineceksin,

bilerek durdum buyur" dedim. "Arabana istifra ederim, kirletirim, binmeyeyim" dedi. "Soğukta öleceksin" dedim ve zorla arabama bindirdim. Yağmurda sırılsıklam ıslanmış ve tir tir titriyordu.

 

Bir marketin önünden geçiyorken, “Küçük çocukların var mı?” dedim. “Var” dedi. Arabadan inerek çocuklara çikolata, bisküvi alarak; "Eve varınca çocuklara ikram edersin. Benim hediyem olsun" dedim.

 

-- "Ağabey, küçük çocuklarım var ama ben eve varınca hiç yanıma gelmezler, kaçarlar" dedi.  Niçin kaçarlar?” dedim. "Çünkü her gün böyle içip eve sarhoş giderim, bağırır, cağırır, döverim. Onun için benim eve geldiğimi görünce hepsi odalarına çekilir, yataklarına saklanır, korkudan yanıma yaklaşmazlar. "

 

Bunları duyunca çok üzüldüm ve kendisine şöyle dedim : “Bak evlâdım herkes yanlış yapabilir, hata yapabilir. Önemli olan yanlışta ısrar etmemektir. O yavrucaklar Allah'ın sana bir emaneti. Sen onların babasısın, nasıl öyle davranabilirsin? Onların, senin şefkat ve merhametine, havadan ve sudan çok ihtiyacı var.

 

Sevgi, şefkat ve merhamet onları besleyen ve büyüten en büyük gıdalarıdır. Bana söz vereceksin. Bu gün evine varınca yavrularını kucağına alacak onları sevip okşayacak, bu çikolataları kendi ellerinle yedireceksin. Tamam mı, söz mü?'” dedim.

 

-- “Tamam söz veriyorum, dediklerini yapacağım.” dedi.

 



Nihayet onun tarifiyle mahallelerden, sokaklardan geçerek kenar semtteki evine geldik. Hanımı çıkıp karşıladı, böyle bir davranış karşısında duygulandı, teşekkür etti, ısrarla eve girip çay içmemi istedi. Benim işim olduğu icin kartımı bırakıp müsaade istedim ve ayrıldım.

 

Zavallı adamcağız evine varıyor, yavrucaklar korkudan kaçacak delik arıyorlar. Baba üstünü başını değiştirip, odaya geçip oturuyor. Küçük kızcağızı kapıdan çıkarken ona sesleniyor :

 

-- “Kızım! Gel yavrum, otur yanıma.” Kızcağız saşırıp kaliyor, bu güne kadar hiç duymadığı ton ve sıcaklıkta babasının sesi. Kapıda durup kalıyor ürkek bir tavırla. Gitse mi, gitmese mi? Acaba yine bağırıp döver mi? Yatağına kaçsa mı? Derken baba tekrar yumuşak bir sesle: “Haydi yavrum gelsene, bak sana neler getirdim. Al bunları.” diyerek çikolataları gösteriyor.

 

Çocuk yavaş yavaş, korkarak babasına yaklaşıyor. Baba, yavrusunu dizine oturtuyor ve saçlarını öperek, okşamaya başlıyor. Kızcağızın ruh dunyası allak bullak oluyor. Baba sevgisi, babanın okşaması ne güzel bir şeymiş. Babanın yavrusunu öpmesi, onu yavrum diye sevmesi ne tatlı, ne sıcak şeymiş, bu şaşkınlığı yaşıyor.

 

Kim bilir ne zamandan beri böyle sıcak bir sevgiyi tatmamıştı. Hep onun hasretiyle yanıp kavrulmuştu. Bak şimdi babası ona “yavrum” diyordu, saclarını okşuyordu, bağrına basıyordu. Ne tatlı ne sıcak bir yermiş baba kucağı...

 

Bu yakınlık ve sevgiden cesaret alan kızcağız, ayağa kalkıyor, kollarını makas gibi açarak, bütün hasret ve heyecanıyla babasının boynuna sarılıyor. Bulduğumu kaybeder miyim endişesiyle “Babammm... babam... babacığımmmm. .. “ diyerek hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlıyor. O çikolatayı çoktan unutmuş, her şeyden daha tatlı babasını bulmuş, gözyaşları içerisinde ona sarılıyor, yılların açlığını gidermeye calışıyordu.

 

Zavallı adam, hüngür hüngür ağlıyor, baba kız gözyaşı seline boğuluyorlar. Bir tarafta da hıçkırıklara boğulan anne gözlerine inanamıyordu. Allah'ım sana şükürler olsun diyordu. Sonra baba ayağa kalkıyor, evdeki tüm içki şişelerini bir daha içmeme azim ve kararlılığıyla, kırıyor.

 

Bir gün mağazamda otururken, tezgahtar: “Efendim ziyaretçileriniz var”, dedi. “Gelsinler” dedim. Baktım o aile birlikte gelmişler. Kadıncağızın iki gözü iki ceşme. "Ağabey! Sen melek misin, Hızır mısın, nesin? O gün seni Allah gönderdi. Nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum.

 

O yağmurlu günde sen beyimi sarhoş haliyle yoldan alıp eve getirdin. O günden sonra dünyamız değişti. Kocam içkiyi bıraktı, Allah'a yöneldi, yavrularım baba sevgisine kavuştu, evimiz bir cennet köşesine döndü, korkularımız bitti. Buna vesile olduğunuz için Allah sizden razı olsun" diyor, gözyaşlarına boğuluyordu.

 

 

Bir güzel davranış, bir yudum sefkat ve merhamet, samimiyetle uzanan bir el, samimi bir yardım, bazen en sihirli kilitleri açıyor, sihirli bir anahtar oluyor, bir insanin hidayetine, bir dünyanın değismesine vesile olabiliyor.

 

Kalbler Allah'ın elinde. Keşke her zaman çevremizdeki insanlara birer şefkat meleği gibi davranabilsek, rahmet yüklü bulutlar gibi olabilsek. Kim bilir aynı vaziyette uzanacak bir eli, bir yudum samimiyet ve sıcaklığı bekleyen, soğukta titreyen nice gönüller vardır.