28 Nisan 2013 Pazar

Nereye gidiyoruz böyle?


Nereye gidiyoruz böyle?

Alışveriş merkezlerinde gördüğüm kimliksiz gençler, seviyesiz kız-erkek ilişkileri ve laubali konuşmaları duyduktan sonra bu yazıyı yazmak geldi içimden... Henüz Anadolu'da yaşıyorken...

    Garip Anadolum,

Sen neler yaşadın? Şu toprağın dili olsada bir konuşşa... Nice savaşlar, nice devletler, nice milletler gördün. Ne ocaklar tüttü ve ne aşklar yaşandı üzerinde...

 

Ey Anadolu! Üzerinde bugüne kadar Türk milleti kadar yüce bir millet yaşadı mı?

 

Tarihi bir inceleyin; Geçmişine ve kültürüne sahip çıkmayan inançsız toplumlar hep yok olmuşlardır. Türk milleti ne zaman zora düşse Allah bu yüce millete bir önder göndermiştir. Milli mücadele de zafer, Avrupalı medeni ! bir komutanın deyimiyle “ölmeyi en iyi beceren millet” 'in olmuştur. İnançlı Türkler için ölmek, dünya zindanından, cennette gül bahçesine girmektir.

 


150-200 yıl önce dünyanın süper gücü değimliydik? Ne oldu da böyle olduk? Ne zamanki dinimizi yanlış uyguladık, gerileme başladı. Bu gerileme hala devam ediyor. Tembel ve saygısız bir millet olduk. Nerdeyse yılın yarısı tatil.

 

Trafikte arabanın burnunu çıkarmazsanız kimse yol vermiyor. Kornalar, küfürler; şerit değiştirmek bile mümkün değil. Yayaysaniz ışık olmayan bir geçitten mümkünü yok geçemezsiniz.

 

Kimse islam dinini namaz ve oruçtan ibaret sayamaz. Bunlar kişisel görevimizdir ama birde toplumsal davranışlar yani güzel ahlak var. Hoşgörü, sevgi, temizlik, dürüstlük, saygı, ...vs dinimizin önemli kurallarıdır.

 

Yolsuzluk, torpil, tembellik, rüşvet, terör gibi kavramlar asla dinimizde yoktur. Günümüzün tabiriyle, dinde reform yapmaya gerek yok, biz dinimizin özüne dönelim yeter...

 

    Ne yazık ki bugün, geleceğimiz gençler, yavaş yavaş milli benliklerini unutuyorlar. Aslında çokta geç kaldık sayılmaz. Büyük bir inançla diyorum ki;

 

Bugün gafletle dünyaya dalmış gençlerimize, biraz tarih ve inanç tohumu atılsa, Atatürk'ün dediği gibi, damarlarındaki asil Türklük kanıyla, kısa zamanda yeşereceğine inanıyorum.

 


Avrupalı medeni! lerin gözü hala Anadolumuzdadır. Çok dikkatli olmalıyız. Ayrılıktan fayda gelmez, beraberlik ve kardeşliğimizi korumalıyız. Tarihi çok iyi bilmeliyiz.

 

Allah bu millete bir daha kurtuluş savaşı yaşatmasın.

 

Allah, Türkiye’yi kıyamete kadar korusun.

 

Celal Çelik              Ankara  ( Konya-Ereğli )

 

24 Nisan 2013 Çarşamba

Düşünüyorum O halde Varım


Düşünüyorum O halde Varım

 

Öldükten sonra dirilmeyi (Haşir) , ahirete inanmayan ya da inandığını söyleyip hazırlık yapmayanlara şaşırıyorum... Neden mi?

 

Bahar, çocukluk gibidir. Baharın sonunda ağaçlar çiçek açar ve meyve verir. Yani o çocuk genç kız olur, gelinlik giyer ve çocuğu olur.

 

Yaz mevsimi gençliğe benzer. Sonbahar ihtiyarlık gibidir. Ve nihayet kış: ölüme benzer. Kışın kar, kefene benzer...

 

Kışın iskelet gibi olan ağaçlar, yeni gelen baharla yeniden dirilir. Allah bize bu yeniden dirilme ve sonraki hayatımızı her sene ispat ediyor ve düşünmemizi ve aklımızı kullanmamızı istiyor.... Ta ki ahirette yeniden dirilişimizde itiraz hakkımız kalmasın...

 

Bunları görüyoruz ama düşünmüyoruz hayret !

Allah imanımızı artırsın...

 


******

 

(BU KISMI 2012 YAZINDA YAZMIŞTIM) Geçen hafta , akrabamız Veli abinin oturduğu apartmanda 41 yaşındaki komşusu ani bir kalp kriziyle vefat etmiş.

 

Veli abi arabasıyla hastaneye yetiştirmek istemiş. Fakat yolda giderken arka koltukta, adam eşinin kolları arasında son nefesini vermiş.

 

Veli abi diyor ki:

"Dünya boş Celal, ölüm aniden geliyor. Mühim olan ahirete hazırlanmak... Adam işte aniden gitti. Geride iki küçük evlat kaldı. Üç evi vardı, yazlığı vardı, iki arabası vardı. “

 

“…Bütün Ereğli senin olsa nolacak. Apartmanın garajında aha işte 70 bin liralık arabası yatıyor. ... Allah rahmet etsin."

 
 
 
******
 
Günümüzde bir çok müslüman, avrupalı hıristiyanlar gibi yaşıyorlar. Açık giyiniyorlar, namaz, oruç yok, cuma namazı yok, zekat vermiyorlar.
 
Söz cennete gelince sadece kendilerini cennetlik görüyorlar, samimi dindarlara geri kafalı, dini anlatanlara 'bunlar adamı dinden çıkarır' diyorlar. Sanki dini yaşıyorlar gibi...
 
Benim Ukrayna'da Maria isminde benim hastalıktan bir arkadaşım var. İncilin rusça tercümesini okuyor ve Hz İsa'nın çilelerini düşününce ağlıyor... Yemeklerden sonra ve yatarken dua ediyor. Pazar günleri eşi onu kiliseye götürüyor. Gerçi, Hz. İsa'ya (Haşa!) Allah'ın oğlu diyor, şirk koşuyor. Ama yine de bir çok kimseden daha dindar!
 
 
 

Malesef bizler müslüman olduğumuzu söylüyoruz, ama gereğini yapmıyoruz.

 

******

 
ABD’nin uzaya fırlattığı ve 8 ayda Mars gezegenine ulaşan Merak (Curiosity) adlı uzay aracı, Mars ile Dünya arasındaki 570 milyon kilometrelik yolu, saatte 21 bin 243 kilometrelik hızla sekiz ayda katetti...
 
Dünyamız samanyolu galaksisindedir. Samanyolu galaksisi içerisinde 250 milyardan fazla yıldız vardır. Bu yıldızların çoğu dünyadan yüzbinlerce kat daha büyüktür.
 
Teleskoplarla tespit edilebilen kainatta samanyolu galaksisi gibi 100 milyardan fazla galaksi vardır...

Dünya’ya en yakın yıldıza arabayla gitmeye kalksak, bu 26 milyar yıl sürerdi. [ Saatte 100 Km Hızla ]
 

 

Aman Allah'ım... Sana SECDE EDİLİR.

 

  Sevgilerimle ...

 

Celal Çelik              Ankara  ( Konya-Ereğli )

 

21 Nisan 2013 Pazar

“Ne kadarda az şükrediyorsunuz?”


“Ne kadarda az şükrediyorsunuz?”

 

Kıl dönmesi ameliyatı olduğumdan beri beş aydır hala yüzüstü yatıyorum. Yara hala kapanmadı. Allah’ın sevmediği bir yatış şekli biliyorum ama mazeretim var Rabbimizin affına sığınıyorum. Sabır ve şükürle bu uzun yatış meyveli oldu hamdolsun. Allah elliden fazla yazı yazmamı nasip etti.

 


Gaflet, Allah’ı unutmak demektir. İbadetten uzak, günah işlediğinin farkında olmayan insanlar için “Allah gafletten uyandırsın” diye dua ederiz.

 

Ama bence dindar insanlar da gafletteler. Ben kendimi dindar görmüyorum. Benim gibi namaza benzer bişey kıldığını zannedenler de, engelliler de gaflet uykusundalar.

 

Çünkü yeterince şükretmiyoruz. Şeytanın en büyük oyunu insanların şükretmemelerini sağlamaktır. Rabbimiz Kuran’da Şeytanın bu hilesini haber vererek bizi uyarıyor. Ama yine de bu uyarıyı unutup aldanıyoruz.

 

“(İblis) Dedi ki: “Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka Senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım. Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın.  (Araf Suresi, 16-17. ayetler)

 

Halbuki her an Allah’a şükür için “Elhamdülillah” demeliyiz. Nasılsın denildiğinde iyiyim hamdolsun demeliyiz. Diyoruz demesine de kalpten şükür hisleriyle dolmuyoruz. Öyle bir gafletteyiz ki sahip olduğumuz şeyleri düşünmüyoruz.

 

Yürümenin ne büyük bir mucize ve nimet olduğunu ve her an şükretmeniz gerektiğini en iyi biz engelliler biliriz. Bazen bakıyorum insanların nasıl yürüdüklerine şaşırıyorum. Önce bir ayağını kaldırıp öne atıyor. Ağırlık öbür ayağına biniyor. Dengeyi bozmadan böyle devam ediyor.

 


Hele bazen maçlarda saygı duruşunu izliyorum. İnsan kıpırdamadan dimdik ayakta duruyor. Acaba bir sopayı dimdik ayakta durdurmak için kaç dayanağa ihtiyaç olurdu. İnsanın ağaç gibi yeraltında kökleri yok. Ey yürüyebilen insanlar her ayağa kalktığınızda şükredin.

 

Ama bu mucizeye şükretmeyi Melun Şeytan bize unutturuyor. Çünkü bir şey sürekli olunca alışıyoruz ve böylece gaflete dalıp şükretmiyoruz. Hergün yediğimiz ekmeğin değerini ramazanda anlıyoruz. Aslında Rabbimizin orucu emretmesinin bir hikmeti de nimetlerin kıymetini anlamamızdır.

 

Sahip olduğumuz nimetlerin değerini anlayıp şükretmemizin bir yolu da hastane ziyaretidir. Ben emekli olduğumdan beri, pek çok kez hastanede yattım. Hastanede öyle hastalar gördüm ki halime şükrettim. Belki de bazıları da beni tekerlekli sandalyede görünce şükretmişlerdir.

 

Şikayete hakkımız yok. Bizim sahip olduklarımızı hayallerinde yaşatan nice insanlar vardır... Gözlerimin görmesine, konuşmaya ve müzik dinlemenin ŞÜKRÜNÜ NASIL YAPSAM?




Ben yürüyemediğim için üzülürken annesinin yüzünü görmeyi ve sesini duymayı hayal kuran binlerce genç var.

”Sonra onu şekillendirip ona ruhundan üfledi. Sizin için işitme, görme ve idrak duygularını yarattı. Ne kadar az şükrediyorsunuz!” (Secde suresi, 9. ayet)





Hatırlarsanız aylar önce, beş yüzyıllık ömründe hep ibadet eden bir adamın mizanda bu beş yüzyıl ibadetinin sadece bir gözüne karşılık geldiğini anlatan bir yazı göndermiştim:

 


 

Yani hakkıyla asla şükredemeyiz ama sık sık “Elhamdülillah” deyip şükür hisleriyle dolmalı ve “Estağfirullah” diyerek te bu eksik şükrümüze af dilemeliyiz. Ne kadar az şükrettiğimizi Rabbimiz bir çok ayette bildiriyor.


”Hâlbuki O, sizin için kulakları, gözleri ve gönülleri yaratandır. Ne kadar az şükrediyorsunuz!” (Mü’minûn suresi, 78. ayet)

Şükürsüzlük öyle bir nankörlüktür ki, Allah bizleri Şeytanın bu tuzaklarından korusun. Bize minik bir hediye verene defalarca teşekkür ederken, bizi yoktan vareden, böyle bir güzel ülkede yaratan, bizi ballarla, sütlerle, muzlarla, baklavalarla, böreklerle, karpuzlarla besleyen Allah’a şükredilmez mi?

 

Babam hergün beni tuvalete götürür ve vinçle klozete oturtur. Yatağıma geri getirince bazen teşekkür etmeyi unutuyorum. Ama babam yine beni hergün tuvalete götürmeye devam eder. Allah razı olsun deyince yüzünde bir gülümseme belirir. Allah şükretmesekte nimetlerini kesmiyor ama şükredince kazandığımız sevapları ahirette göreceğiz inşallah.

 

Fakir olduğu için maddi yardım yaptığımız engelli genç babamı her gördüğünde teşekkür edip içten dualar eder. Babamla onun bu samimiyetini hissediyoruz ve yeni yeni yardımlar yapıyoruz. Biz acizane böyle yaparız da sonsuz rahmet ve cömertlik sahibi Allah yapmaz mı?

 

“Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size nimetlerimi arttırırım ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, Benim azabım pek şiddetlidir.” (İbrahim Suresi, 7. ayet)

 

 
Peygamber Efendimiz SAV şöyle buyurur:

 

(Bir kimse, kavuştuğu nimeti her hatırlayışta, Allah'a şükrederse, Allahü teâlâ da, onun her şükrüne karşı yeniden sevab verir. ...) [Tirmizi]

 

(Bir nimet için Elhamdülillah diyen, nimetin şükrünü eda etmiş olur.) [Beyheki]

 

(Yemeğe Besmele ile başlayıp, sonunda Elhamdülillah diyenin, daha sofra kalkmadan günahları af olur ) [Taberani] 

 

Allah şükrümüzü artırsın. En kapsamlı şükür ve Allah’ı hoşnut etmenin en iyi yolu NAMAZ kılmaktır. Namaz bizim Allah’a karşı kulluk görevimizdir. Namaz kılarken Allah’ı sıkça anmış olup, Allah’a karşı şükretmiş oluruz.

 



Celal Çelik              Ankara  ( Konya-Ereğli )

 

 

17 Nisan 2013 Çarşamba

Yaşamayı anlamlandırma


Yaşamayı anlamlandırma

 

(BU YAZIYI 2008 DE EMEKLİ OLMADAN ÖNCE YAZMIŞTIM)

Sabah işe gelirken şunu düşündüm:

 


   Çoğumuz için hayat şöyledir: Sabah kalkmak işe gitmek, akşam eve dönüp yemek yiyip, televizyon karşısına ya da bilgisayar karşısına geçmektir; genelde böyledir, yanılıyor muyum?

 

   Şu kısacık dünya hayatında ne zaman öleceğimizi bilmemekle beraber, ortalama 60-70 yıl yaşıyoruz... Sonrası.... Ya sonsuz cennet.. ya da sonsuz azap (Allah korusun)

 

   Dünyada, tekerlekli sandalyede olmama rağmen çok mutluyum ama sıkılıyorum, sanki bişeyler eksik... Televizyonda filmler, maçlar, diziler, yeni indirdiğim mp3ler.. arabam, evim, bilgisayarım, internetim, yiyecekler… vs. sanki yine de bişeyler eksik...  İçimdeki özlem gitmiyor.

 

   Ben tam bir huzurla namaz da kılıyorum. Ama yine de sıkılıyorum. Tatiller, gezmeler, alışveriş merkezleri, sinemalar, çay bahçeleri.... Bir süre sonra alışıyorum ve tat almıyorum.

 

   Dünyada uzun bir süredir tekerlekli sandalyedeyim, üstelik Allah'a isyan etmedim, aksine çokça şükrettim. Akibetimden korkuyorum ama inşallah son nefesime kadar bu imanımı korursam, Rabbimin beni rahmetiyle cennetine almasını ümit ediyorum.

 

   Benim aklıma gelen sizin de aklınıza geliyor mu? Ya cennetteki nimetlerde alışkanlık yaparsa... Ya sıkıntı başlarsa.. (Elbette cennette bıkma olmayacağını Rabbimiz ayetle bildirmiş. Benimki sadece bir benzetme.)

 

  Geçenlerde Yunus Emre'den bir dörtlük okudum, şöyle başlıyordu :

“Cennet, cennet dediğin üç beş köşk, üç beş huri / İsteyene ver onları, Bana seni gerek seni...“ 

 

  Televizyonda bir deyim duydum, Asr-ı saadet.. yani saadet (mutluluk) yüzyılı... (Peygamber Efendi'mizin (s.a.v.) yaşadığı dönem) Peki dedim kendime, ne demek bu?.. Araştırdım. O zaman da bugünkünden de daha fazla içki, fuhuş, zulüm, haksızlık, eğlence, cehalet, amaçsız insanlar.... vs.

 

Peki neden saadet asrı?  Çünkü, O zaman diliminde Allah'ın sevgilisi, Kainatı O'nun için yarattığı iki cihan sultanı, Ahmedi Mahmudu Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi vesellem dünyayı şereflendirmişti...

 


O zaman diliminde yaşayan insanlar mutluydu. Çünkü sonsuz güç sahibi Yüce Allah'ın dünyadaki elçisini görüyorlar, konuşuyorlar, O'nunla aynı havayı paylaşıyorlardı...

 

O'nun doyumsuz sohbetini dinliyorlardı. Çünkü Allah'ın sevgilisi Efendimiz sav çok mütevaziydi. Çölden gelen bir kaba-saba, bağırarak konuşan bir bedeviyle bile sohbet ederek, cevaplayarak müslüman olmasına zemin hazırlıyordu.

 

   Dünyada en sevdiğiniz sanatçı veya beğendiğiniz ünlü biri yaşadığınız mahalleye gelecek deseler ne yapardınız? Üstelik herkesle tektek sohbet edecek deseler... (konser, imza günü, konferans,...)

 

Mesela başbakan veya mesela Tarkan bizim mahalleye konsere gelse üstelik bizim evede uğrayacağını bildirse, benimle de özel sohbet yapacak olsa... Bir ay önceden hazırlanmaya başlardım, bütün arkadaşlarıma haber ederdim.

 

Artan bir heyecanla beklerdim. İzlediğim filmlerden, yediğim yemekten zevk alırdım. Bir hafta önceden alışveriş yaparak, temiz ve güzel kıyafetler alırdım.

 

   Heyecanlı gün geldiğinde, güzel bir sohbet ve bana özel yeni besteler dinletisi, bir de üstüne beni öven sözler söyledi mi… üfff dünyayı verseler bu kadar sevinir misiniz? (Tarkan aklıma gelen sadece bir isim, çok ünlü ve beğenilen biri diye örnek verdim.)

 



   Cennette, Peygamber Efendimizin (S.a.v.) sohbetinde bulunacağız inşallah. Sıradan biri değil, Kainatı ve herşeyi yaratan Yüce Allah'ın sevgilisi...

 

Çünkü Allah O'na “Habibim” diye hitap ediyor. Yani sevgilim diyor. O'nun sohbetinde bulunmak, cennetteki bütün nimetleri anlamlandırmaz mı?

 

   Allah, bizlerin günahlarını affetsin ve cennetteki nimetlere ve Peygamber Efendimizin SAV sohbetine katılmayı nasip etsin inşallah.

 


Allah size dünyada da, ahirette de güzellik versin.

 

Celal Çelik              Ankara  ( Konya-Ereğli )

 

14 Nisan 2013 Pazar

Bu Temizliği Kim Yapıyor?


Bu Temizliği Kim Yapıyor?

 


Ben pek televizyon izlemiyorum. Ama sürekli radyo dinliyorum. Çeşitli radyolarda, bazen müzik bazen dini sohbet dinliyorum. Hatta akşamları bile yatarak televizyon yerine radyoyu açıyorum.

 

Geçen Çarşamba akşamı yattığım yerde yatsı namazını kıldıktan sonra 21:25 civarında Dost Fm’i açtım. Çınaraltı diye bir programı dinleyince takıldım kaldım. Zaten Dost Fm, uydudaki Dost Tv ile aynı yayını yapıyormuş. Sanırım Dost Fm sadece Ankara’da...

 

Şimdi o programda dinlediklerimden aklımda kalanları yazmak istiyorum:

 

Hayal edin, yüzyıllar önce yaşayan cahil bir çoban, bu yüzyıla geliyor ve evimize misafir oluyor. Diyelim ki salonda oturuyor. Oturduğu yerden mutfak görünüyor. Ve çalışmakta olan elektrik süpürgesini görüyor. Ama sadece süpürgenin borusunu görüyor. Düşünün süpüren kişiyi görmüyor.

 

Hayali bu kişiye sorsak ne oluyor orada diye; bize der ki, biri yerdeki pislikleri temizliyor. Süpürgeyi getirip göstersek ve sorsak, bu boru yapıyor olmasın?

 

Olur mu? Bu temizliği yapan bu olamaz, çünkü hayat sahibi olması lazım. Kudret sahibi olması lazım. İlim sahibi olması lazım. İrade ve hikmet sahibi olması lazım. Bu borunun ilmi yok ki nasıl temizleyeceğini bilsin. İradesi yok ki temizlik yapmayı seçsin. Bu boru canlı değil ki gücü olsun.

 


Şimdi o süpürgeyi bırakıp kainatı düşünelim. Ömrünü tamamlayan yıldızlar, kara delikler tarafından aynen bir elektrik süpürgesi gibi vakumlanıyor. Atmosferimiz, göktaşlarını ve güneşin zararlı ışınlarını eritiyor.

 

Ben küçükken düşünürdüm. Milyarlarca hayvan var, binlerce yıldır ölen hayvanların cesetleri nerede acaba? Denizde et yiyen balıklar, karada ise akbabalar, kartallar, solucanlar, karıncalar, kurtlar gibi hayvanlar temizlik işçisidir.

 

Ve toprağın yüzeyinde yapraklar ve koku yapan atıklar, dönüşüm makinesi gibi toprağa karışır. O çirkin görünüşlü gübreler ve yaprak kalıntıları bir dahaki senenin çiçek ve meyveleri olur.

İnsan vücudunda da alyuvarlar ve akyuvarlar, hücreler içindeki atık maddeleri dolaşarak temizlerler. Aynı bir çöp arabasının bütün sokaklardaki çöpleri toplaması gibi. Ve aldığımız nefes, kandaki karbondioksiti dışarı atarak kanımızı temizler.
Soluduğumuz havayı da ağaçlar fotosentezle temizler.

 

Bir arkadaşım Dikmen’de oturuyor. Akşamları Kızılay’a bakıyor. Egsoz gazlarıyla Kızılay’ın üstünü kara bir duman kaplarmış. Sabah namazında yine camdan bakarmış. Pırıl pırıl gökyüzü, yıldızlar görünürmüş. Rüzgar, geceleri şehrin üstündeki havayı temizliyor. Yağmur, her canlının su ihtiyacını karşılaması yanında aynı zamanda sokakları, bitki ve ağaçları yıkar, temizler.

 

Kainattaki bu temizliğe binlerce örnek verilebilir.

 

Akılsız, şuursuz bir hücre, rüzgar, karınca, yağmur, kara delik, bir ağaç vs... Tabi ki böyle sistemli bir temizliği kendi başına yapamaz. Demek ki, onlara temizleyin emrini veren ve bu temizliği nasıl yapacağını öğreten biri var.

 

O da sonsuz ilim, kudret, hikmet, irade, merhamet, hayat sahibi ALLAH’tır.
 

 

Sohbetin başına dönersek, o cahil kişi bile temizliği akılsız, şuursuz, iradesiz, kudretsiz, ilimsiz, hayatsız o borunun yapamayacağını söyledi. Kainattaki bu sistemli, düzenli, mermametli temizliği Allah’ın emrindeki rüzgar, yağmur, hücre, karınca, kara delik, ağaç gibi sebepler yapıyor diyenlere nasıl akıllı denebilir?

 

 
Bu âlem sarayındaki paklık, sâfilik, nuranîlik, temizlik “KUDDÜS” isminin tecellisinden geliyor. (Allah’ın 99 mübarek isminden biri)

 

Celal Çelik              Ankara  ( Konya-Ereğli )