27 Haziran 2016 Pazartesi

Ebedȋ Muhabbetin Sırrı


Ebedȋ Muhabbetin Sırrı
 


 

Bendeniz, sürekli Kur’an ve sünnet ölçüsünde hayat yaşamış/yaşayan, bütün âlimlerin sohbetlerini dinleyip, eserlerini okuyup balarısı gibi öz toplamaya gayret etmekteyim.

 

Aşağıda Büyük islam âlimi Bediüzzaman Said Nursi’nin (1876-1960) 6000 sayfalık Risale-i Nur külliyatında olan Lemalar eserinden faydalı bilgiler aktaracağız.

 


İnsanın fıtratında yaratılıştan bekaya karşı (yani devamlılık, ebedilik, ölümsüzlük) gayet şiddetli bir sevgi vardır. Yani Allah içimize bu hissi doğuştan koymuştur.

 

İnsan, sevdiği herşey için bir ölümsüzlük olduğunu düşünür, sonra sever.

 

Mesela bir eşya, bir araba, bir bahçe, bir kızı severken farkında bile olmadan onda ebedîlik hayal eder, sonra sever.

 

Ne zaman ondan ayrılacağını düşünse veya görse içten içe feryad eder.

 

Şimdi Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Lemalar adlı eserinden muhabbetle ilgili bölümü kopyalayıp bilinmeyen kelimeleri parantez içinde yazacağız; Çünkü yazıyı okuyanlar kendi idrak ölçüsünde fakirden daha ziyade anlayacaklarına eminim.

 

 

             BİRİNCİ NÜKTE: Birinci defa يَا بَاقِى اَنْتَ الْبَاقِى  (Ya Baik entel Baki) bir ameliyat-ı cerrahiye (cerrahi ameliyat) hükmünde kalbi masivadan (Allah’tan gayrı herşey) tecrid ediyor, kesiyor. Şöyle ki: İnsan, mahiyet-i câmiiyeti (İnsan iç yapısı ) itibariyle mevcudatın (yaratılmış herşey) hemen ekserîsiyle alâkadardır. Hem insanın mahiyet-i câmiasında hadsiz bir istidad-ı muhabbet dercedilmiştir. (sınırsız bir sevme kabiliyeti verilmiştir.)

 

 

Onun için insan da umum mevcudata karşı bir muhabbet besliyor. Koca dünyayı bir hanesi gibi seviyor. Ebedî Cennet'e bahçesi gibi muhabbet ediyor. Halbuki muhabbet ettiği mevcudat durmuyorlar, gidiyorlar. Firaktan (Ayrılıktan) daima azab çekiyor. Onun o hadsiz muhabbeti, hadsiz bir manevî azaba medar oluyor. (sebep oluyor)

 

 

O azabı çekmekte kabahat, kusur ona aittir. Çünki kalbindeki hadsiz istidad-ı muhabbet, (kalbindeki sınırı olmayan sevgiyi) hadsiz bir cemal-i bâkiye mâlik bir zâta tevcih etmek için verilmiş. (sınırı olmayan bir güzellik olan Allah’a sevgi için verilmiş.) O insan sû'-i istimal ederek (kötüye kullanarak) o muhabbeti fâni mevcudata sarfettiği cihetle kusur ediyor, kusurun cezasını, firakın azabıyla çekiyor. (o sınırsız sevgisini fani geçici şeylere vermekle kusur ediyor ve ondan ayrılma azabıyla cezasını çekiyor.)

 

 

       İşte bu kusurdan teberri edip (yüz çevirse) o fâni mahbubattan kat'-ı alâka etmek, (o fani sevgililerden ilgisini kesmek) o mahbublar onu terketmeden evvel o onları terketmek cihetiyle Mahbub-u Bâki'ye (Ölümsüz sevgili olan Allah) hasr-ı muhabbeti ifade eden (sevggisini ifade eden) يَا بَاقِى اَنْتَ الْبَاقِى olan birinci cümlesi: "Bâki-i Hakikî yalnız sensin. Masiva (O’ndan gayrısı) fânidir. Fâni olan elbette bâki bir muhabbete ve ezelî ve ebedî bir aşka ve ebed için yaratılan bir kalbin alâkasına medar olamaz. (sebep olamaz)" manasını ifade ediyor. "

 

***

 

Madem o hadsiz mahbubat fânidirler, beni bırakıp gidiyorlar; onlar beni bırakmadan evvel ben onları يَا بَاقِى اَنْتَ الْبَاقِى demekle bırakıyorum. Yalnız sen bâkisin ve senin ibkan ile mevcudat beka bulabildiğini bilip itikad ederim. (Herşey Allah’ın bakileştirmesi ile ebedidir.) Öyle ise senin muhabbetinle onlar sevilir. Yoksa alâka-i kalbe lâyık değiller." demektir. İşte bu halette kalb, hadsiz mahbubatından vazgeçiyor. Hüsün (güzellik) ve cemalleri üstünde fânilik damgasını görür, alâka-i kalbi keser. Eğer kesmezse, mahbubları adedince manevî cerihalar (manevi yaralar) oluyor.

 

***

 

         İkinci cümle olan يَا بَاقِى اَنْتَ الْبَاقِى o hadsiz cerihalara hem merhem, hem tiryak oluyor. Yani: يَا بَاقِى "Madem sen bâkisin, yeter; herşeye bedelsin. Madem sen varsın, herşey var."

 

 

Evet mevcudatta sebeb-i muhabbet olan hüsün ve ihsan ve kemal, (Evet bütün varlıkların sevilmesine sebep olan güzellik, iyilik ve mükemmellik,) umumiyetle Bâki-i Hakikî'nin hüsün ve ihsan ve kemalâtının işaratı (tümüyle gerçek sonsuzluğun sahibi olan Allah’ın güzellik, iyilik ve mükemmelliğine işaret) ve çok perdelerden geçmiş zaîf (zayıf) gölgeleridir; belki cilve-i esma-i hüsnanın (Allah’ın güzel isimlerinin görüntüsünün) gölgelerinin gölgeleridir.

 

 




 

 

Şimdi Ehli sünnet bir alimin güzel bir sohbetinden dinlediklerimi aktaracağım:

 

Allah, doğuştan insana sonsuz sevme kabiliyeti ve sonsuza kadar yaşama duygusu vermiştir. Fakat insanların çoğu bu duyguları yanlış kullanıyorlar.

 

Mesela biriktirdikçe mal biriktiriyor, üçüncü, beşinci evi alıyor, zekat verince mal eksilecek sanıyorlar. Velhasıl hiç ölmeyecek gibi yaşıyorlar.

 

Halbuki sonsuza kadar yaşama hissi verilmiş ki, ölümsüz bir hayata kavuşmanın yollarını arayıp bulalım.

 

Çoğumuz, ben dahil, kalbimizdeki sonsuz sevme duygusunu fani bir kız/oğlana veriyoruz.

 

Sonunda ayrıldığımızda ise teselliyi içki, sigara, arabesk şarkılar da arıyoruz.

 

İşte sevdiğimiz terkettiğinde bunun için acı çekiyoruz.

 

Zaten insanın bu özelliğinden dolayı dünyanın heryerinde arabesk türü müzikler çıkmıştır. 

 

Halbuki o sonsuz sevme kabiliyeti, bütün güzelliklerin kaynağı Baki olan Cenab-ı Hakk’ı sevmemiz için verilmiştir.

 

Şimdi bir baba düşünün, oğluna kısa bir müddet için beş milyon dolar para veriyor. 

 

Oğlu gidiyor, o paranın hepsini Murat124 arabaya yatırıyor.

 

Eve döndüğünde babası ne der, çok kızmaz mı sizce?

 

Ben kendimi bahtiyar kullardan sayıyorum. İlahi aşk yolculuğuna başladım elhamdülillah…

 

***************
 

 

             İKİNCİ NÜKTE: İnsanın fıtratında (yaratılıştan) bekaya (ebedilik, ölümsülük) karşı gayet şedid bir aşk (şiddetli bir sevgi) var. Hattâ her sevdiği şeyde kuvve-i vâhime cihetiyle (vehim, hayal duygusu ile) bir nevi beka tevehhüm eder (ölümsüz olduğu, varlığının sonu olmayacağı hissine kapılır), sonra sever.

 

 

Ne vakit zevalini (sona ereceğini, yok olacağını) düşünse veya görse, derinden derine feryad eder. Bütün firaklardan gelen feryadlar (ayrılıklardan gelen faryadlar – mesela cenaze başında-), aşk-ı bekadan (içimizdeki ebedi var olma sevgisi) gelen ağlamaların tercümanlarıdır. Eğer tevehhüm-ü beka (ölümsüz olma hissi) olmazsa muhabbet edemez.

 

***

 

Hattâ denilebilir ki: Âlem-i bekanın ve ebedî Cennet'in bir sebeb-i vücudu (cennetin yaratılma sebeplerinden birisi), şu mahiyet-i insaniyedeki (insanın içindeki) o şiddetli aşk-ı bekadan çıkan gayet kuvvetli arzu-yu beka ve beka için fıtrî (o şiddetli ebedi olma hissinden gelen kuvvetli ölümsüz olma arzusu için, her insanın yaratılıştan içten ettiği duadır ki) umumî duadır ki, Bâki-i Zülcelal (Varlığı sonsuz olan Celal sahibi Allah) o şedid sarsılmaz fıtrî arzuyu, o tesirli kuvvetli umumî duayı kabul etmiştir ki, fâni insanlar için bâki bir âlemi halketmiş (Allah o şiddetli içten gelen duayı kabul etmiştir ki sonsuzluk yurdu cenneti yaratmıştır). Hem hiç mümkün müdür ki: Fâtır-ı Kerim (Bol lütuf keremiyle yaratan Allah), Hâlık-ı Rahîm (Pek şefkatli yaratıcı Allah), küçük midenin cüz'î arzusunu ve muvakkat bir beka için (küçücük midenin fıtri duasını geçici dünya için kabul etsinde…) lisan-ı hal ile duasını hadsiz enva'-ı mat'umat-ı leziziyenin (sayısız lezzetli gıdalarla) icadıyla kabul etsin de, umum nev'-i beşerin (bütün insanların) pek büyük bir ihtiyac-ı fıtrîden (çok büyük yaratılıştan gelen ihtiyacımız) gelen pek şiddetli bir arzusunu ve küllî ve daimî ve haklı ve hakikatlı, kalli, halli, bekaya dair gayet kuvvetli duasını kabul etmesin?

 

 

Hâşâ, yüzbin defa hâşâ. Kabul etmemek mümkün değildir. Hem hikmet ve adaletine ve rahmet ve kudretine hiçbir cihetle yakışmaz.

 

***

 

       Madem insan bekaya âşıktır, elbette bütün kemalâtı(olgunluğu, kusursuzluğu), lezzetleri, bekaya tâbi'dir. Ve madem beka, Bâki-i Zülcelal'e mahsustur ve madem Bâki'nin esması bâkiyedir ve madem Bâki'nin âyineleri (sonsuz olan Allah’ın göstericileri) Bâki'nin rengini, hükmünü alır ve bir nevi bekaya mazhar olur(sonsuzlaşır).

 

***

 

Elbette insana en lâzım iş, en mühim vazife; o Bâki'ye karşı alâka peyda etmektir  (sonsuz olan Allah ile bağ kurmaktır)ve esmasına yapışmaktır (isimlerine). Çünkü Bâki yoluna sarf olunan her şey, bir nevi bekaya mazhar olur. İşte o ikinci يَا بَاقِى اَنْتَ الْبَاقِى  (Madem sen bakisin her şey baki) cümlesi bu hakikati ifade ediyor. İnsanın hadsiz manevî yaralarını tedavi etmekle beraber, fıtratındaki gayet şiddetli arzu-yu bekayı (ebedi yaşama arzusunu) onunla tatmin ediyor. (3. Lema)
 
 

 
Eğer Rabbimizin emir ve yasaklarına uygun ömür geçirmişsek,

inşallah bizi lütfuyla, keremiyle, affıyla, rahmetiyle cennetine alırsa,

orada sonsuza dek Rabbimizin Cemalini  seyretmekle müşerref olacağız inşallah.

 

Efendimizin SAV tabiriyle mehtabı seyreder gibi… 

 

 

Celalin Penceresinden

 

 

19 Haziran 2016 Pazar

Verdiği Sözü Tuttu


Verdiği Sözü Tuttu

 

Bugün babalar günü. Bu haftanın yazısını birgün önce yayınlıyoruz, bu yazıda benim elim ayağım herşeyim olan canım babacığım İsa Çelik’ten bahsetmek istiyorum.

 


Yazının sonunda Cuma namazına gitmeden önce sabah babamın beni nasıl hazırladığından bahsetmeden , Hayatımı anlattığım kitaptan alıntılar paylaşacağız:


Sabır kahramanı Anneciğim ve Babacığım

 

Sabır üç çeşittir…

 

1-) Birincisi, kaza, bela, musibetlere ve hastalıklara sabırdır. Hayır ben değil, asıl sabreden anneciğim ve babacığımdır.

 

Bu yazıda onların hayatı boyunca sabrettiği şeylerden sadece bir kısmını yazacağım. Ki neden asıl sabredenin onlar olduğunu anlarsınız inşallah.

 

Annem her zaman çok duygusaldı, hemen ağlardı. Hala da öyledir.

 

Canım anneciğim küçükken annesine, babasına sarılan arkadaşlarını gördükçe geceleri yorganın altında çok ağlamış. Anneannesine sarılıp uyurmuş bazı geceler…

 

Canım anneciğim, Peygamber Efendimiz SAV gibi hem öksüz, hem yetim büyümüş.

 

Ben annemin ilk çocuğuyum. 1993’te ilk rahatsızlandığım zamanlar annem çok üzüldü, çok ağladı. Ama ben hastalığımı/engelli oluşumu annemin açısından şöyle değerlendiriyorum:

 

Ben, Allah’ın anneme bir hediyesiyim. İnşallah annem sabrederek (anneciğim zaten bebekliğinden beri hep sabrediyor) ve bana bakarak cennette makamı çok yükselecek.

 

Babamı orta bir’de okuldan bıraktırmışlar. Babam çok zekidir. Eminim okusa iyi bir üniversite bitirirdi. Çok sevdiği onbeş yaşındaki kardeşi Celȃl’in vefat acısına sabreder.

 


Yıllarca, biz banyosu ve tuvaleti olmayan gecekonduda, babam ise Türkiye’nin onlarca vilayetinde su kuyusu açmak için çamurlar içinde karavanlarda yaşadı.

 

Babam da bazen bizim gibi gece soğuktan dışarıya tuvalete çıkmıyormuş. Ya sabır!

 

Babacığım, babasını (dedemi) kaybettikten birkaç sene sonra büyük oğlu Celȃl’in (yani benim) hastalığı başlar. Ocak 1999’da hastalığın ve işyeri stresleri ile depresyona girdim.

 

Yirmi gün hastanede beraber kaldık. Çünkü tekerlekli sandalyede idim ve hiçbir şeyi kendim yapamıyordum.  Ya sabır!

 

Babam hergün büyükşehir trafiğinde otuz kilometre (Babacığım sabah bırakıp eve dönüyordu, evde bekliyor, akşam çıkışına geliyordu, günlük 120 km) beni yıllarca işe götürdü ve getirdi. Ya sabır!

 

2010 yılında emekli olmakla rahat edeceğiz derken çalıştığım zamanları arar olduk. Mart 2011

de şeker koması ile bir aya yakın beraber hastanede yattık. 2012 sonunda da kıl dönmesi ameliyatı oldum.

 

Hastaneden eve gelince yaptıkları gibi, annem ve babam altı ay yattığım yerde ihtiyaçlarımı gördüler. Tuvalet, banyo, traş, giydirme, yemek, çay, bilgisayar… Ya sabır! Ya sabır! Ya sabır!

 




ALLAH’A SÖZ VERDİ

 

Babacığım yirmi yıldır deliksiz bir uyku çekemedi. Geceleri birkaç defa uyandırırım, (Babamın cep telefonunu uyanana kadar çaldırırım.)  lazımlık ördekle tuvaletimi yaptırır. Ya Sabır!

 

Babacığım ve anneciğim benim kıldığım namazların ve oruçlarımın sevabını aynen alıyorlar inanıyorum. Banyo, tuvalet, giyecek, yemek, çay olmadan ibadet edilmez çünkü…

 

Babacım hayatı boyunca hep sabretti. Ve hastalığımın teşhisi koyulup asla tedavisi yok, yatalak duruma kadar ilerleyecek denildiğinde 1993’te bir söz verdi. 

 

Allah’a verdiği sözü tuttu; engelli evladına sonuna kadar bakma sözünü tuttu. Yiğit oğlu yiğit aslan babacım… Allah razı olsun babacım.

 

Bu saydığım şeylerin hepsini kendi hastalıklarıyla beraber şikayet etmeden yapıyor. Babamda nefes darlığı astım, kalp, tansiyon, şeker, kolesterol, fıtık var.

 

Ya sabır! On yıldır berbere gidemiyoruz. Banyo yaptırırken saçımı sakalımı traş eder, -astım olduğu için- maraton koşucusu gibi nefes nefese kalıyor ve sırılsıklam terliyor.

 

Annem ve babam, kardeş, anne, baba acısına sabrettiler. Sakat bir evlada sadece sabırla değil, aşk ve sevgiyle kenetlendiler... Ya sabır!

 

Milyarlarca insanın içinden beni, Nuriye – İsa Çelik’in oğlu olarak, üstelik güzel Türkiye’mizin cennet diyarı Ereğli’de dünyaya gönderen Rabbimize binlerce hamdolsun.

 

2-) Sabrın ikincisi, ibadete sabırdır. Efkan hocam ve arkadaşlarım buna en iyi örnektir. Ben otururken veya yatarak teyemmüm ile namaz kılıyorum.

 

Ama onlar yıllarca, kazaya bırakmadan bir boş vakitte çeşme bulup abdest alıyorlar. Öğle tatili ve çay saatinde namaz kılıyorlar. Ya sabır!

 

3-) Sabrın üçüncüsü haram ve günahlara karşı sabırdır. Biz engellilerin sabrı kolaydır. Sağlıklı olup günah ve haramlara sabretmek gerçek yiğitliktir.

 

Ey ömrü boyunca herşeye sabreden anneciğim ve babacığım! Allah sizden ebediyen razı olsun. Allah, sevdiklerinizle birlikte size sağlıklı, hayırlı, bereketli uzun ömür versin.

 

Allah’ım, bu hastalığım varken beni annem babamdan başkasına muhtaç etme.

Allah’ım, anne ve babamı dünyada da, ahirette de birbirinden ayırma.

 

Anneciğim ve Babacığım bu sabrınızla inşallah cennette dereceniz çok yüksek olacaktır. 

 

Sizi çooookk seviyorum.

 


 

Babam, emekli olduktan sonra Ankara’da beni tekerlekli sandalyemle herhafta Cuma namazlarına götürüyordu. (Eylül 2015’te babam çok yorulduğu için artık götürmemesini istedim. TRT Diyanet TV’den Cuma hutbesini dinliyor, evde öğle namazımı kılıyorum.)

 


Bazı hacı amcalar babamı beş vakit namaz camide göremeyişlerini esprili dille eleştiriyorlardı. Sen caminin yolunu biliyor muydun, gibi… Babacığımın yüzü asılıyordu.

 

Bir gün Cuma namazına erken gittik, mahallemizin camisinin avlusunda onlara şunu anlattım, birşey söyleyemediler. Artık babamı eleştirmek biryana hep yardıma koştular.

 

Son Mesnevihan kıymetli Hayat Nur Artıran hanımefendinin “Herkes Seni Terk Etse, Aşk Terk Etmez” isimli eserinde okuduğum ibadet ile ilgili bazı tespitlerini onlara anlattım.

 

Nur hanım kitabında, ibadetleri sadece şekli olarak yapmayı yeterli bulmak çok büyük bir kayıptır, ibadetlerimizi sadece belirli kalıplar içinde sınırlamak da yanlış olur.

 

Çünkü temiz ve güzel olan her türlü hal ve davranışlarımız Hakk yanında ibadet yerine geçer, dedi.

 

Nur hanım kitabında, bu konuda Ebu’l-Hasan Harakani Hazretlerinin (962-1033) kitabından bir menkıbe paylaştı ki, onlara bu hikayeyi anlattığımda birşey söylemeden düşünceye daldılar.

 

"Hak dostu iki kardeş vardı. Her gece sırayla annelerinin hizmetiyle uğraşır, diğeri Allah'a  ibâdet ederdi.

 

Bir akşam, Allah'a  ibâdet eden kardeş, yaptığı ibâdetten, Allah’a olan aşkı ile vecde geldi, duyduğu hazdan dolayı çok memnun oldu.

 

Bu sebepten ertesi gün kardeşine; "Bu gece de anneme sen hizmet et, ben ibâdete devam edeyim." dedi. Kardeşi kabûl etti.

 

İbâdet ederken secdede uyuya kaldı ve o anda bir rüyâ gördü.

 

Rüyâsında bir ses ona; "Yeter artık gözyaşın kulum kalk, Annene hizmet eden kardeşini affettik, seni de onun hâtırı için bağışladık." deyince, genç;

 

"Ben, Allah'a  ibâdet ediyorum. Kardeşim ise anneme hizmet ediyor. Fakat beni, onun yaptığı amel yüzünden bağışlıyorsunuz. Hikmeti ne ola ki" dedi.

 

Ses ona; "Evet, senin yaptığın ibâdetlere bizim hiç ihtiyâcımız yok. Fakat kardeşinin annene yaptığı hizmetlere, annenin ihtiyâcı vardı." dedi."

 

 

EXTRA İŞ

 

Cuma günleri benim bayramımdır diyorum biliyorsunuz. Ereğli’de Cumaları babama extra iş çıkartıyorum ama hiç şikayet etmez, ben mutlu olduğum için o da sevinir.

 

Babacığım Cuma sabah namazında ördekle işettirdikten sonra akülü arabayı şarja bağlar, ben yattığım yerde namaz kıldıktan sonra biraz uyurum.

 

Sabah 9 gibi babam yatağımda oturur pozisyona getirir, annem tepsiyle kahvaltımı getirir, hasta masamda kahvaltı ve çay sonrası babacım yaptırdığı sırt dayanağı seyyar olan minik tekerli sandalyeye ayağımdan asılıp oturtur.

 

Klozet üzerine kendi icadı yaptırdığı vinç sistemi ile kaldırıp klozete oturtur. Tuvalet işi sonrası klozette otururken dişimi fırçalattırır, önüme leğen tutarak yüzümü yıkatır.

 
 
 
 

Sonra diz çöker, çorap ve ayakkabımı giydirir. Tekrar vinç ile kaldırır ve bu sefer yanaştırdığı akülü sandalye üzerine oturtur.

 

Orada ayaklarım düşmesin diye kemerle sıkıca bağlar. Annem tişört, bel çantamı giydirir. Tabi yukarıdaki işlerde babama hep yardım eder.

 

Çünkü babamda astım olduğu için nefes nefese kalıp terliyor. Ama ben babam her işi bitirdiği zaman yüksek sesle “Annecim ve Babacım ALLAAAHH sizden binlerce kez razı olsun.” Dediğimde tüm yorgunluğu gider ve gülümser.

 

Ulu Camide Cuma namazı sonrası akülü arabamla Park Site AVM’ye gelirim. Mahalle camiinden direk buraya gelen babacım engelli tuvaletinde ördekle tuvaletimi yaptırır.

 

İşte herhafta babamın yaptığı extra iş budur. Allah razı olsun.

 

******

 

Ey ömrü boyunca herşeye sabreden anneciğim ve babacığım! Allah sizden ebediyen razı olsun. Allah, sevdiklerinizle birlikte size sağlıklı, hayırlı, bereketli uzun ömür versin.

 

Allah’ım, bu hastalığım varken beni annem babamdan başkasına muhtaç etme.

Allah’ım, anne ve babamı dünyada da, ahirette de birbirinden ayırma.

 







Babacığım bu  dünyada sahip olamadın belki ama inşallah duam kabul oldu ve sonsuz eğlence, zevk, ebedi gençlik diyarı cennette, hem de Firdevs cennetinde Rabbim o çok istediğin çiftliği verecektir inşallah. Annem de çiftliğin hanımağası olacak inşallah…   
    

Iyi ki benim babamsın, Allah’a binlerce hamdolsun.  

Babalar günün kutlu olsun babacığım. Sizi çooookk seviyorum.

 

 

Celalin Penceresinden