31 Mart 2013 Pazar

İki kapılı bir Han


İki kapılı bir Han

 

           Zaman ne çabuk geçiyor, emekli olalı iki yıl olmuş bile. (BU YAZININ İLK HALİNİ HAZİRAN 2012 DE YAMIŞTIM.) Bu yaz yine memleketimiz Konya Ereğli’mizden aldığımız eve geldik. Yine yazı gördük elhamdülillah. 

 

Bu yazıda, inşallah siz dostlarıma 20 gün önce Şanlıurfa’daki kardeşimi ziyaretimizden dönerken, yolda hissettiklerimi yazacağım. Mayıs(2012) başında Ankara’dan Ereğli’ye geldik. Ereğli’de iki gün kaldıktan sonra, Şanlıurfa’daki kardeşimin ısrarlı davetine uyarak Urfa’ya gittik. Torunları yani yeğenlerimi çok özlemiştik.

 

Şehir içindeki yolculuklarda babam beni tekerlekli sandalye üzerinde hep arkaya bindirirdi. Fakat Ereğli’den Urfa uzak olduğu için, babam kucaklayarak ön koltuğa oturttu. Giderken ve gelirken yolda resimler çektim. 

 

        Allah bu dünyayı, sadece biz insanları imtihan etmek için yaratmıştır. Burası geçici bir sınav meydanıdır. Allah Kuran’da : “Hanginizin daha güzel iş ortaya koyacağını denemek için, ölümü ve hayatı yaratan O'dur. O azîzdir, gafurdur (üstün kudret sahibidir, affı ve mağfireti boldur).” (Mülk suresi 2. ayet)

 

Hepimiz biliriz ki, atamız Hz. Adem a.s. cennetten dünyaya indirildi. Ve eğer biz bu imtihanı kazanırsak yine asıl vatanımıza cennete döneceğiz. Bu yazdıklarımı arabada düşündüm. Nerden mi aklıma geldi?

 

Otobanda ilerlerken önümüzde tünel göründü. Tünele girerken 2963 metre yazıyordu. Neredeyse üç km. Tünele girdik, farlarımızı yaktık. Tünel içinde havalandırma boşlukları ve lambalar vardı. Üç km boyunca bu yazacağım şeyleri düşündüm.

 

       Ben o tünelden geçerken, tüneli dünyaya benzettim. Bu dünya tüm genişliğiyle bir tünel gibidir. Tünelden çıkınca geniş dünya ise cennet gibidir. Düşünün ki bu dünyadaki bir tünel ne kadar yer kaplar.

 

Dünya da cennetin yanında bir atom bile değildir. Aşık Veysel’in dediği gibi bu dünya, uzun ince bir yol, iki kapılı bir han… Tünelden çıkarken güneş ışığı gözümü kamaştırdı. Hani Peygamber Efendimiz SAV diyor ya, “Cennet hurilerinden birisi serçe parmağındaki yüzüğü dünyaya tutsaydı, güneş sönerdi.”

 

Gerçekten de o tüneldeki ışıkları dünyaya yani güneşe benzetirsek, tünelden çıkışa ise cennet diyebiliriz. Tünelin üstünü açsak, güneş ışığından tünelin ışıkları görünmez olur.

 


Dünyadaki bir çok insanın içindeki can sıkıntısı ise, tünelin darlığındandır. Tabi bu dünyayı ebedi sananları ben, tünelden çıkmayıp o tünele yerleşenlere benzetiyorum. Bu dünyanın geçici olduğuna inanıp ibadet eden müminler ise o boğucu tünelde havalandırma boşluklarında temiz hava alarak şarj olurlar ve can sıkıntısı yaşamazlar.

 

Önlerindeki far ışığında çıkışı bulurlar. Bu far ışığı Kuran-ı Kerim’dir. Ben de çoğumuz gibi Arapça Kuran okumayı bilmesem de, Kuran’ın Türkçe mealini defalarca sindire sindire okudum.

 


Şu günlerde bilgisayardan arapça Kur’an okumayı da öğreniyorum. Ama 2000li yılların başında manasını çok merak ediyordum acaba Allah Kur’an’da ne anlatmış diye. Köylerimizde Kur’an-ı Kerim duvarda tablo gibi asılı durur. Manasını da öğrenmek gerekir diye düşünüyorum. Mehmet Akif merhum bunu ne güzel anlatmış :

 

"İbret olmaz bize, her gün okuruz ezber de!

 

Yoksa, bir maksad aranmaz mı bu âyetlerde?

 

Lâfzı muhkem yalınız, anlaşılan, Kur'ân'ın:

 

Çünkü kaydında değil, hiçbirimiz ma'nânın:

 

Ya açar Nazm-ı Celîl'in, bakarız yaprağına;

 

Yâhud üfler geçeriz bir ölünün toprağına.

 

İnmemiştir hele Kur'ân, bunu hakkıyle bilin,

 

Ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için!"

Mehmet Akif Ersoy

 

      Allah bizi seviyor, yeter ki biz de O’nu sevelim ve günah işleyip O’nu üzmeyelim.. Allah hepimize dünyadaki imtihanımızda yardım etsin, nefsimize, şeytana uydurmasın.

 

Celal Çelik              Ankara  ( Konya-Ereğli )

 

27 Mart 2013 Çarşamba

Sevinmek istiyorsak sevindirmeliyiz


Sevinmek istiyorsak sevindirmeliyiz

 

Ben ne zaman mutlu oluyorum biliyor musunuz? Cebimde çok param olduğunda veya güzel bir araba/ev/eş sahibi olduğumda değil, karşımdaki insanı mutlu ettiğimde ben de mutlu oluyorum. Sanırım pek çoğunuz benimle aynı düşünüyorsunuz eminim.

 

Son yıllarda milletimizin cömertlik ve merhametini tüm dünyaya gösteren güvenilir bir yardım kuruluşu var. Kimse Yok mu Derneği. İyi ki de var.

 


Hani Peygamberimiz diyor ya: “Kapınıza gelen dilenci, Allah’ın size özel bir ikramıdır“ Öyle ya, biz arayıp fakiri bulmaktansa, ayağımıza geliyor ki ’Yarım hurma dahi olsa, kendinizi ateşten koruyun’ tavsiyesiyle sadaka verebilelim. Günümüzdeki dilenmeyi alışkanlık yapmış olanlardan bahsetmiyor Efendimiz SAV...

 

İyi ki Kimse Yok mu Derneği kurulmuş. Ülkemizdeki, dünyadaki yardıma muhtaç gerçek ihtiyaçlıları tespit edip sistemli ve de kalıcı yardımlar yapıyor. Filistindeki, Somalideki yetimleri nasıl bulacaktık.

 

Afrikada suyu olmayan köylere su kuyusu açtırmak, Afrikada gözleri katarakt olmuş milyonlarca insanın, yapılan ameliyatla yeniden görmesine sebep olmak, belki de bize oturduğumuz yerde, bankada duran paramızın küçük bir kısmı ile, cenneti kazandıracak.

 

Bu yazdığım şeyler benim gibi 1000 küsür tl maaşlı emekliler için zor olabilir amma biliyorum ki bu sevapları kazanmak için holding patronu olmaya da gerek yok.

 

http://www.kimseyokmu.org.tr/ sitesi incelendiğinde görülebilir ki, bu yardımları yapıp, Allah’ın izniyle sevapları almak sadece bir tık uzağımızdadır.

 

Afrika’da katarakt yüzünden binlerce insan ameliyat olabilmek için yardımlarınızı bekliyor. Sizde Afrika’nın 7 ülkesinde gerçekleştireceğimiz sağlık yardımlarınıza bağışlarınızla katılın. Kararan dünyaların aydınlanmasına vesile olun. Onların görmemesine göz göre göre izin vermeyin! Bir göz açtırma bedeli 100 dolar / 177 Türk Lirası...

 

Afrika Katarakt Kampanyasına Nasıl Yardım Edebiliriz?

1)    Kredi kartınızla,"Afrika Katarakt" kampanyasına online bağış yapabilirsiniz.

2)    Yurtdışı banka hesaplarımıza, açıklama alanına "Afrika Katarakt" yazarak EFT/Havale göndererek bağışta bulunabilirsiniz.

3)    TURKCELL, VODAFONE VE AVEA tüm hatlardan "Katarakt" yazıp 5777'ye göndererek, 5 TL bağışta bulunabilirsiniz.

 

Site incelendiğinde görürüz, pek çok yardım kampanyası devam ediyor. Mesela maddi durumunuz iyiyse, 7500 dolara Afrikada, vefat eden bir yakınınızın adı verilecek bir su kuyusu açtırır ve o yakınınıza mezarda sevap gitmesine sebep olabilirsiniz. (Bakınız Yasin suresi 12. ayet)

 


Ben emekli olduğum için Cuma namazı çıkışı verdiğimiz sadakaları saymazsak, pek yardım yapamıyorum. Ama iki-üç ayda bir 5777 ‘ye boş bir sms atıp 5 tl bağış yapıyorum.

 

Yazının bu kısmında kitabımın başlıktaki bölümünü kopyalıyorum:

 


 

Mutlu olmak güzel bir araba/iş/eş demek değildir. Bunların hepsine sahip olsak bile gerçek mutluluk karşısındaki insanın gülmesine vesile olabilmektir.

 

2002 yılındaki hidayetimden sonra yani Kuran’ı okuyup gerçeği anladıktan sonra dünyaya bakışım değişti. Ağlamanın tadına vardım. Bir kız için değil merhametten ağlamayı keşfettim. 2004 yılındaydı sanırım, işten gelince yemek, lavabo, diş fırçalama, traş işlerinden sonra babamla beraber televizyonun karşısına geçerdik.

 

Kanalları dolaşırken Stv’de Kimse yok mu isimli yardım programına takıldık kaldık. Programı İkbal Gürpınar sunuyordu. Babamla beraber her hafta o programı izler ve ağlardık. Bilenler mutlaka vardır.

 

Programda bir il yada ilçede önceden yardıma muhtaç fakir bir aile tespit ediliyor. Daha sonra o yerde oturan ve ileriki yıllarda bu aileye destek olacak bir kardeş aile ile buluşuluyor. Daha sonra fakir aileye ziyarete gidip ihtiyaçları tespit ediliyor. O ilçedeki cömert esnaftan, belediye ve kaymakamlıktan toplanan yardımlar o fakir aileye veriliyor.

 

Zaten o sevinç anında babam da ben de ağlıyoruz. Kimi zaman tepeden tırnağa bir ev eşyalarla ve gıdalarla dolduruluyor. Bazen evin çocuğuna eğitim bursu, bazen gencine iş veriliyor. Babamla çok etkilenmiştik.

 

Sanırım bir kaç kez yazın Ereğli’ye giderken yedi adet koli erzak yaptırmıştık. Her kolide en kalitelisinden zeytin, peynir, makarna, çay, şeker, yağ, pirinç, çikolata, vs... vardı. Bunları fakir akrabalarımızın evlerine bizzat giderek dağıtmıştık.

 

Ayrıca işyerinde de amirim Ender bey ve samimi arkadaşlarımla çete kurduk. Sevap çetesi :) Duyduğumuz bazı fakir engelli veya ihtiyaçlı aileleri araştırıyoruz. Daha sonra aramızda para toplayıp ulaştırıyoruz. Bir de ayrıca ramazanlarda şirketimiz biz çalışanlardan yardım toplayıp çeşitli faaliyetler yapıyor. Geçtiğimiz yıl Sincan kimsesizler yurdunun tuvaletini yaptırdı. Sonucu sunu şeklinde hazırlayıp mail atmışlardı. Yetim çocukların yüzünü görünce ağlamıştım.

 


***

 

Kitap boyunca bütün bu gibi yardım konularından bahsetme nedenim inşallah sizleri şevke getirebilmektir. Hani efendim fıkra diye anlatılır bu ama gerçeklik payı da yok değil :

Cehennemde zebaniler bir adamı ateşe atacaklar. Adam birden :

- "Durun beni ateşe atamazsınız, ben dünyadayken bir dilenciye elli kuruş vermiştim", der. Zebaniler araştırırlar gerçektende adam hayattayken bir dilenciye elli kuruş vermiştir. Düşünür, taşınır işin içinden çıkamazlar. Sonunda baş zebaniye giderler.


- "Adamın biri dünyada bir dilenciye elli kuruş vermiş, beni atamazsınız, diye bağırıp duruyor ne yapalım ?" derler. Baş zebani de:

- "Verin elli kuruşunu, atın aşağıya". :)

***

 

Hemen her hafta o programı izler ağladık. Neresi olduğunu unuttum İkbal Gürpınar ve kardeş aile yine fakir bir aileye gittiler. Eşini kaybetmiş yetmiş yaşında bir dede üç torununa bakıyordu. Anne ve babaları trafik kazasında ölmüşler. En büyük torun oniki yaşındaki kız çocuğu. İkbal Gürpınar soruyor. “ Kardeşlerine bakıyorsun ne küçük annesin sen. Peki canım okula gitmek ister miydin? Anneni özlüyor musun? “ Kız o an elini yüzüne kapatıp ağlamaya başlıyor. İkbal hanım: “ Ben senin annen oluy mu? “ diyor ve ikisi sarılıp ağlıyorlar. Tabi o an babam ve ben şıpır şıpır gözyaşı döküyoruz.

 

ALLAH, yardım eden merhametli insanlarımızdan ve yardıma vesile olan Kimse Yok mu Derneği çalışanlarından razı olsun, cennetiyle, cemaliyle müşerref eylesin.

 

Celal Çelik              Ankara  ( Konya-Ereğli )

 

23 Mart 2013 Cumartesi

Hutbe gerçek oldu


Hutbe gerçek oldu

 

Çoğunuz biliyorsunuzdur, ben 2010 da emekli oldum. Allah nasip etti hamdolsun memleketimiz Konya – Ereğli’den ev aldık. Şu an yazları Ereğli’deyiz. Ankara’dan komşumuz Efkan Vural hocamgil (Hocam diyorum kendisi lisede Müdür Başyrd.)  sağolsunlar ramazan öncesi (2012) Ereğli’ye bizi ziyarete geldiler. Beraber Ereğli’nin gezilecek yerlerini gezdik. Efkan hocam Ereğli’yi çok beğendi. Hem havası hem suyu güzel şehir.

 

Efkan hocamgil Ankara’ya dönmeden bir gün önce Cumaya rastladı. Ereğli’de Selçukluların yaptırdığı 567 yıllık Ulu Camii var. (1445 yılında Karamanoğlu Mehmet bey yaptırmış. -İstanbul fethinden sekiz yıl önce- ) Efkan hocam ve oğlu Fatihle birlikte tabi babamla beraber Ulu Camiye gittik. Ben akülü sandalyemde olduğumdan babamla cami avlusunda kıldık. Efkan hocam ve Fatih camiye girdiler.

 

Bilirsiniz, Cuma namazlarında farzdan önce hutbe okunur. Ereğli’de Ulu Camimizde Hasan Çınar hoca var. Çok iyi bir hatip. Ayetlerle ve hadislerle ve verdiği örneklerle hatırda kalacak çok güzel bir hutbe irşat etti. Uzun uzun hutbeyi anlatmayacam yalnızca bir kaç başlığını özetleyeceğim.

 

Hasan hoca, hiç bir günahı küçümsemeyelim. Yaptığımız küçük günahlar kalpte bir siyah nokta bırakır... Damlaya damlaya göl olur, imanımız gider Allah muhafaza, dedi. Hasan hocam küçük günahlara örnekler verdi.

 

Mesela dedikodu, gıybet, küsmek, eşek şakası, küfür, surat asmak, ... daha çok uzar gider... Hocam birçok misal verdi. Birinde dedi ki: Bir kazan kuru fasulye pişirdiniz. İçine bir -afedersiniz- fare düştü. Tiksindiniz değil mi?

 

Fare küçücük nolcak ki canım demez, koca bir kazan yemeği dökersiniz. İşte küçük gördüğümüz günahlar da böyledir. Fare örneğini verince naptın hocam mı dediniz, diyerek şu ayete bağladı.

 

Cenabı Hak buyuruyor ki: Hucurat suresi / 12. ayet :

 

"Ey iman edenler! Zannın bir çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir."

 

Cumadan çıkınca, Efkan hocam hutbeyi çok beğendiğini söyledi. Verdiği örnekler çok isabetli dedi. Ertesi gün Efkan hocamgili Ankaraya uğurladık.

 

Yolda giderlerken Efkan hocamı vardınız mı diye aradım. Celal hutbe gerçek oldu, dedi. Ankara’dan ertesi gün yazdığı mailin o kısmını kopyalıyorum:

 

******

 

Sevgili Celal

Ankaraya dönerken Aksaray'a 35 km uzaklıktaki IHLARA Vadisine gittik, Oradan da ÜRGÜP-(NEVŞEHİR)'e gidecektik. Hava çok sıcaktı vazgeçtik. Ihlara Vadisinde dinlenmek üzere çay demledik. Ihlara da unutulmaz bir an yaşadık, Celal Burada çok ilginç bir şey oldu:

 

TAM ÇAY İÇERKEN  FATİH'İN BARDAĞINA SİNEK DÜŞTÜ. İLK BARDAĞI İDİ, MİS GİBİ İÇEÇEKTİ, ÇAYI DÖKTÜ, YENİSİNİ DOLDURDU.

 

        Fatih’e dedim ki, oğlum dün Cuma Hutbesini hatırladın mı, hutbede verilen örnek burada gerçek oldu. İşte gördün sinek yüzünden çaydan vazgeçtin, Çayı döktük, çünkü midemiz almadı. Bunun gibi günahlar, haramlar da böyle hayatımızı ,ibadetimizi Allah korusun imanımızı yok edebilir.

 

İşte Celal, Allah'ın hikmeti Cuma Hutbesinde anlatılan gerçek  oldu. Tabiiki etkili oldu. İnşallah Fatih meseleyi anlamıştır.

 

Tekrar Her Şey için teşekkürler Allah Razı olsun.

EFKAN VURAL

 

******

 

Allah son nefesimize kadar imandan ayırmasın.

   Sevgilerimle ...

 

Celal Çelik              Ankara  ( Konya-Ereğli )

 

20 Mart 2013 Çarşamba

Dost içten olmalı


Dost içten olmalı

 

Geçenki Trabzonlular yazımda: “Allah bana 2002 de hidayet vermişti. Yıllar önce radyoda dinlediğim bir sohbette rahmetli bir alim, Efendimizin SAV bir hadisinden bahsetti. Allah kime iman verirse ona salih dostlarda nasip eder, demişti. İşte ALLAH’ın bana nasip ettiği salih dostlardan biri Efkan Vural hocamdır” demiştim.

 

Yıllarca kirada oturduktan sonra hamdolsun 1998 de kendi evimize taşındık. Yeni taşındığımız sitemizde, Efkan hocamdan başka Allah’ın nasip ettiği salih dostlarımdan biri de avukat Ali Kırmızıgül’dür. Bütün komşularımız çok iyilerdir fakat beni gerçek anlayabilen hem dost, hem komşum Efkan hocam ve Ali bey’dir.

 

Efkan hocam ile aynı apartmandayız. Fakat Ali bey yan apartmanda oturuyordu. Ali bey de benim gibi Fenerbahçe’lidir. Ali bey digiturk’e abone olmuştu. Maçları izleyebilmem için bazen dekoderi bize getirir ve annem çay ve kısır yapar, maçı beraber izlerdik. Allah razı olsun.

 

Ali bey içten, samimi dosttur. O da Efkan hocam gibi herhafta gelir sohbet ederdik. Ali bey ve ben birbirimizden habersiz, 1991 gibi Konya’da Selçuk Üniversitesinde, hemen hemen aynı dönemlerde okumuşuz. Ben iki yıllık elektronik bölümünde okurken Ali bey Hukuk fakültesinde okuyormuş. Birbirimizle karşılaşmadık fakat bazen aynı mekanlara gidermişiz.

 

Mesela, Kuru Fasulyeci Kazım Usta’ya herhafta sonu uğrar kuru fasulye yermişiz. Belki de karşılaştık ama hatırlamıyoruz. Fakat, Allah kaderde yıllar sonra bizi komşu yaptı.

 

Ali bey, -baştaki hadiste belirtildiği gibi- ergenliğinden beri her zaman imanlı olduğu için, ALLAH ona hep salih dostlar nasip etmiş. Şu anda on sekiz yıldır avukatlık bürosu UYUM HUKUK BÜROSU’nda sınıf arkadaşı ortağı ADEM ADIGÜZEL (Ali beyin babasının adı da Adem’dir) bey ile beraber çalışmaya devam etmektedirler. Allah bozmasın, nazardan korusun bu uyumlu ortaklığı…

 

Ali bey, Allah’ın bana nasip ettiği salih dostlardan olduğu gibi, inşallah ben de Ali Bey’e salih dost olmuşumdur. Ali bey’in her zaman işleri rast gitmiştir. Ben bunu baba duasına bağlıyorum. Çünkü Resulullah “sallallahu aleyhi ve sellem”, (Ana babanın evladına duası, peygamberin ümmetine duası gibidir, reddolmaz) buyuruyor.


Ali beyin babası Adem amca, arada memleketinden ziyarete gelirdi. Bir defasında açılan bir konuda babamla konuşurken şöyle demiş: “Ali’mden çok memnunum. Ali’m namaza da başladı, artık ölsem gözüm arkada kalmaz”

 

Peygamberimiz S.A.V. şöyle buyurur. "Anne veya babası vefat ettiğinde evlatlarından memnun olarak ölürse o evlatlar cennetliktir." Ali Bey'in babası oğlundan çok memnundu.

 

Ali beyin babası vefat ettiğinde, (2006) -yolculuk bana aşırı yorgunluk verse de- komşularla beraber Isparta’daki köyüne gitmiştik. Ortağı Adem bey de oradaydı. Ali bey, seksenini aşkın ADEM amcanın dokuz çocuğunun son çocuğudur. Adem amca bize çok çocuk yapma konusunda iyi bir örnektir. Son evladının da okuduğunu, işini, eşini, torunlarını görmüştür.

 

Ali bey ve değerli eşi öğretmen Hatice Hanım, babasının vefatından yıllar sonra iki çocuk daha yaptılar. Şu an Allah bağışlasın iki kız, iki erkek dört çocuğu var.

 

Yıllar sonra –sanırım 2008- çocuklar büyüyünce geniş bir ev aldılar. Bize yakına (6km) taşındılar ama giderken Ali Bey’e sarılmış ağlamıştım. Ali bey, yeni evinde bu kez LİGTV ye internetten abone oldu. Arada şifreyi bana verirdi. Oturduğum yerde laptop’tan Fenerbahçe maçını izlerdim. Allah razı olsun.


Ali bey çok yardımseverdir. Yaptığı yardımlardan bahsetmez fakat öyle bir şey yaşamış ki, yakın dostu olarak bana anlattı. Böylece gizli yaptığı yardımı öğrenmiş oldum. Ali bey bizim siteye taşınmazdan evvel Kırıkkale’de oturuyormuş. Birkaç yıl önce duymuş. Oradaki komşusu vefat edince karısı üç çocuğuyla kalakalmış. Kadın verasetle ilgili mahkemesi için Ali Bey’den yardım istemiş. Ali bey de evin parasını ödeyip icradan kurtarmış.

 

Kadın telefonda uzun uzun, içten dualar etmiş. Ali bey, o gün akşam huzurla arabasıyla bürodan eve dönerken trafik her zamanki gibi hızlı ve çok kalabalıkmış. Ali Beyin önünde giden üç  araba zincirleme olarak birbirine girince Ali bey birden frene asılmış, 20-25 cm kala çarpmadan durabilmiş. Bu sırada Ali beyin arkasından takip eden araba da ani frenle Ali beye çarpmadan durmuş. Fakat arkasındaki iki araç ona çarpmış.

 

Ali bey şaşkınlığı attıktan sonra inip bakıyor ki, önünde zincirleme üç araç birbirine girmiş ve arkasındaki üç araçta aynen birbirine girmiş. Ali bey aradan çıkmış ve evine gitmiş. Ali bey, bu kazayı hasarsız atlatmayı gündüz aldığı dualara bağlıyor.

 

Peygamberimiz SAV diyor ya: “Sadaka başa gelmiş olanı da, gelecek olan belayı da def eder.” İnşallah sizlere güzel bir örnek olsun diye anlattım.

 

Emekli olduğum zaman, altı ay emekli maaşı alamadım. Ali bey benim için SGK ya çok gitti, uğraştı. Sonunda problemin kaynağını çözdü. Hatta düzeltilen yanlışlık sayesinde, benle beraber diğer çalışanlara da 120 şer gün yatan primleri yeniden SSK’ya eklendi.

 

Ali bey, bu süreçte o kadar çok SGK ya gidip araştırıyor ki, hatta benim avukatım sanmışlar. Ali bey, ‘Ben bu işi, engelli birine hem dostum, hem komşum olarak, Allah rızası için yapıyorum, demiş. Bu problemi halledince beş gün içinde maaşım bağlandı. Ali bey, benim için çok koşturdu. Allah razı olsun.

 

Biz Sincan-Fatih’te, Ali bey ise Eryaman’da oturuyor. Arada eski mahallesine geliyor ve bana uğramadan gitmez sağolsun. Ben her Cuma Efkan Hocam, Aydın Bey ve Ali Beyi  mutlaka ararım. Ali bey bazen yoğun olsa da her zaman içten gür sesle “DOSTUUM HAYIRLI CUMALAR” diye telefonu açar Sevinirim.

 

Allah, Ali beye sevdikleri ile birlikte sağlıklı, hayırlı, bereketli uzun ömür versin. Bizleri, hep beraber Firdevs cennetinde Efendimize SAV komşu etsin.

 

Celal Çelik              Ankara  ( Konya-Ereğli )

 

17 Mart 2013 Pazar

Çanakkale Gazisi İsa dedem


Çanakkale Gazisi İsa dedem

 

Bugün 18 mart 2013 yani iki yıl sonra Çanakkale savaşı üzerinden yüz yıl geçmiş olacak.

 

Allah bütün şehitlerimize, sadece Çanakkale değil, Kurtuluş savaşı, terör şehitlerimize ve ölmüş gazilerimize rahmet eylesin.

 

Her şey Allah’ın izniyle bir kaderle belirlenmiştir. İsa dedemin Çanakkale’de dudağına gelen mermi başına gelseydi, bugün biz olmayacaktık.

 

Şimdi, İsa dedemi anlatarak başladığım kitabımdan o bölümü kopyalıyorum:

 


 

***

      Şu boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?

      En kesif orduların yükleniyor dördü beşi …….

 

diye başlıyor Mehmet Akif Ersoy “Çanakkale Şehitlerine” şiirine.    Çanakkale savaşı… Bir milletin var olma, yok olma savaşı… Anadolumuzun her köyünden binlerce genç sevdiklerini geride bırakarak cepheye koşuyordu.

 

İsa Çelik (babamın aynı isimli dedesi) genç eşini ve kızını bırakarak cepheye koşan binlerce gençten birisidir. İsa dedemin, bir taarruzda atılan bombadan sıçrayan bir şarapnel parçası ile bir gözü akar. Ayrıca dudağına yandan gelen bir mermi ile dilinin ucu kopar.  Bütün arkadaşları şehit olmuştur.

 
 

Acılarla yapayalnız gurbette bir çadır hastanesinde yirmili yaşlardaki İsa dedem bir süre tedavi görür ve sonra takma göz takılarak gazi olarak köyüne döner.

 

     Anadolunun yokluk yılları… İsa dedem çok cömert olduğundan her şeyini köylülerle paylaşırmış. Hatta civar köylerden tohumluk almaya gelirlermiş. İsa dedemin eşi Çanakkale’den döndükten birkaç yıl sonra bir hastalıktan vefat etmiş. İsa dedem minik kızı ile kalakalmış.

 

Aynı köyde Topal Meryem isimli kocası Çanakkale’de şehit olan iki çocuklu bir dul varmış. Köylülerin girişimleriyle İsa Çelik ve Topal Meryem evlenmişler. Topal Meryemin şehit eşinden yetim kızı benim anneannemdir. (Anneannem anneme lohusa iken ölür, annem de doğuştan öksüz büyür.)

 

Daha sonra İsa dedemin Topal Meryem’den bir oğlu olur. Adı Faik Çelik’tir ve benim dedem yani babamın babasıdır. Yani aslında Topal nine hem annemin anneannesi hem de babamın babannesidir.

 

Çanakkale'de yiğitce savaşıp vatana tek gözünü hediye eden İsa dedem, 1961 de bir hastalıktan vefat eder, Topal Ebeyi yalnız bırakır. (1894-1961)

 

Canım babacığım İsa Çelik. İsa ismi, babamın dedesinin adıdır. İsa dedem Çanakkale Savaşı gazisiymiş. Çanakkale Savaşı’nda bir gözünü ve dilinin yarısını kaybetmiş. Atılan bombadan sıçrayan şarapnel parçası ile bir gözü akmış. O gözü takmaymış ve yandan gelen bir kurşun dilinin ucunu götürmüş; biraz peltek konuşurmuş. Babama kuzum yerine kujum dermiş.

 
Çanakkale gazisi İsa Çelik (1894-1961) Babamın dedesi
oğlu Faik Çelik (1926-1991) Dedem
oğlu İsa Çelik (1948-...) Babam
oğlu Faik Çelik (1976-...) Kardeşim
oğlu İsa Çelik (2007-...) Yeğenim

Babamın dedesi İsa dedem, babam çocukken vefat etmiş. Babamın anlattığına göre İsa dedem hasta yatağındaymış. Köydekiler yine hasta ziyaretine gelmişler. Ve ev kalabalıkmış. İsa dedem bir ara yatağından doğrulmuş. “Hele uşaklar şu odayı bir boşaltın hele; içeri giremiyorlar” demiş.

 

Herkes odadan çıktıktan bir dakika sonra son nefesini vermiş. Bir dizi filmde görmüştüm. Şehitler son nefesini verirken, önceden şehit olanlar kollarına girip onları karşılıyorlardı. Belki de İsa dedemi de karşıladılar.

 



İnşallah ben de ölünce onları görebilirim. Annemin dedesi şehit, babamın dedesi gazi... Ne mutlu bize ! 

 

***

Allah bizleri atalarımıza layık torun eylesin inşallah...

 

Celal Çelik              Ankara  ( Konya-Ereğli )

 
 

13 Mart 2013 Çarşamba

Patron böyle olmalı


Patron böyle olmalı

 

Üniversiteyi bitirdiğim ay hastalığımın ilerlemesiyle hastaneye yatmıştım. Tedavisi olmayan bu hastalığım ile ne iş yapabilirim düşüncesi içerisindeydim. Bir gün babamın koluna girmiş yürürken Ankara Sıhhıye’deki İş ve İşçi Bulma Kurumu’nun önünden geçiyorduk. Binadan içeriye girdiğimizde duyduğum o cümle hayatımı değiştiren cümleydi:

 

Karel diye bir firma var, biz oraya 5-6 özürlü işçi gönderdik, bir kaç hafta içinde beğenmeyip çıkardılar. Bir de siz gider misiniz?”

 

Karel’de müdürle görüşürken babam ‘Benim oğlumun ingilizcesi de iyidir’, dedi. Müdür bey ”Öyle mi?” deyip, beni patrona götüreceğini söyledi. Benim, patron denince yaşlı, göbekli, kibirli biri gözümde canlandı. İçeri girince, otuzlu yaşlarda, zayıf, uzun boylu, gri pantolon mavi gömlekli talebe gibi sade giyimli birini görünce şaşırdım.

 

Müdür bey, Yaman Tunaoğlu bey deyip tanıştırdı. Elimi sıkıp oturttu. İngilizce ve elektronik bilgimi test etti. Çünkü sonradan öğrendim. Boğaziçi mezunu ve ABD’de masterını yapmış bir elektronik mühendisiymiş. Bana teknik bir ingilizce kitaptan bir sayfa okutup, tercüme etmemi istedi. Ettim ve sonuçta beni beğendiler ki yarın sabah gel başla, dediler.

 

Karel’de 1994 te çalışmaya başladım. İlk defa orada elektronik baskı devre kartlarının tasarımı işini öğrenmeye başladım. Yaman bey, yeni mezun tecrübesiz teknisyen ve mühendisleri işe alıp yetiştirirdi. Emekli olana kadar yüzlerce mühendisle tanıştım. Bir çoğu Karel’i referans gösterip yurdumuzun büyük şirketlerinde, hatta üniversitelerde öğretim üyesi olarak çalışmaya devam etmekteler.

 

Bence bu ülkemizin tecrübeli kalifiye insan yetişmesine büyük bir katkıdır. Nasıl TRT bir sunucu okuluysa, Karel’de bir mühendis okuludur.

 

Yaptığım tasarım işinde direk Yaman beyle beraber çalışıyorduk. Çünkü Yaman bey mühendis olarak bana kağıtta işi anlatıyordu, ben de bilgisayarda tasarlayıp onayına sunuyordum. O zamanlar Karel’de işçi ve mühendisler dahil elli kişi idik. Yıllar içinde Karel çok büyüdü ve sadece çalıştığım Ar-Ge kısmında bile yüz mühendis çalışıyordu.

 

Malesef 2000’li yıllarda emekli olana kadar Yaman bey’le birebir çalışamadım. Çünkü aramızda pek çok müdür vardı. Ama her gördüğünde bana selam verir, halimi sorardı.

 

1998 de bir depresyon yaşadım. (Ayrıntıları bu link’e tıklayarak kitabımdan okuyabilirsiniz: http://celal1973kimdir.blogspot.com/2012/10/hastalgm-ilerleten-stres.html ) Yirmi gün kadar babamla hastanede yattık. O süreçte Yaman bey çok destek verdi. Hastaneden çıktıktan sonrada bir ay işe gitmedim. Sanki hiç hasta olmamışım gibi maaşımı yatırdılar. Allah razı olsun.

 

Kitabımda anlattığım gibi -sanırım on yıl önce- dinimizi öğrenmeye ve Hz Muhammed SAV’in hayatını okumaya başladım. Okurken Yaman beyi düşündüm durdum. Çünkü okuduğum pek çok ahlaki davranış Yaman beyde mevcuttu.

 

Bu yüzden Peygamberimize ait sayısız ahlaki özelliklerinden, okuyunca evet tıpkı Yaman bey, dediğim birkaç özellikten bahsetmek istiyorum.

 

Hz Muhammed SAV kimseye fena söylemez, kimsenin sözünü kesmezdi. Sert değildi, yumuşak idi. Ben, Yaman beyin sinirli haline hiç şahit olmadım.

 

Peygamberimiz, Edep ve hayâ âbidesiydi. Yaman beyin işyerinde ahlaksızlığa asla tahammülü yoktu.

Peygamberimiz, İnsan severdi, Dosttu. Yaman bey arada işçileriyle öğlen tatilinde basket maçı yapardı.

 

Peygamberimiz, Çok mütevâzi idi. Vâkurdu. Yazının başında dediğim gibi Yaman bey yıllarca mavi gömlek ve gri pantolonla mütevazi giyinirdi.

 

Peygamberimiz, Boş ve lüzumsuz konuşmazdı. Karşısındakini candan dinlerdi. Fazilet sahiplerine saygı gösterirdi. Yaman bey beni dikkate alır ve bazen önerdiğim fikri desteklerdi.

 

Peygamberimiz, Cömertti, şefkatliydi, israfı asla sevmezdi. Şirketten en son Yaman bey çıkıyormuş ve açık kalan lambaları kapatıyormuş. Bana yazıcıdan çıktı alırken basılmış kağıtların temiz yüzlerine bastırmamı rica ederdi. Cimrilikten sanmayın, israfı sevmezdi. Deprem olduğunda Sakarya’ya bir kamyon erzak göndermişti.

 

Peygamberimiz, Sözünde mutlaka dururdu. Yaman beyin geleceğim deyip de gelmediğini hiç görmedim.

Peygamberimiz, Vefa abidesiydi. Yaman bey kazada ölen bir çalışanının ailesine ve çocuklarına yıllarca maddi destek verdi.

 

Peygamberimiz, Dinlemesini, söylemekten fazla severdi. Nefsine hâkimdi. Gülmesi tebessümdü. Yaman beyin kahkaha ile güldüğüne hiç şahit olmadım.

 

Peygamberimiz, Çalışmaya, ilim ve irfana, icad ve keşiflere teşvik etmiştir. İlim, hikmet çağlayanı, sabır timsaliydi. Yaman bey teknolojiyi gün gün takip eder, yenilikleri uygulardı. Şirkette bir kütüphane kurdurdu. Üstelik sadece teknik değil, roman, şiir, dünya klasikleri hertür kitap vardı.

 

Peygamberimiz, Ne yer, ne içerse hizmetçisine de aynısını verirdi, Vefat ederken son anlarında dahi "Elinizin altındakilere (hizmetçi ve işçilere) iyi davranmamızı, onların haklarını gözetmemizi ve namaza dikkat etmemizi" tavsiye buyurmuştu. Sofradan daima doymadan, yarı aç kalkardı. Yaman bey yemek sırasına geçip işçileri ve mühendisleri ile aynı yemeği yerdi. Yemek bitince boş tepsiyi kendisi mutfağa götürürdü.  

 

Peygamberimiz, Temizliğe son derece ehemmiyet verir ve riâyet ederdi. Özel işlerini kendisi yapardı. Yaman bey dışardan gelen yemeğin birgün işçilerin midesini bozması üzerine yeni bir yemek şirketi ile anlaşma talimatını verdi. Ama şartı şuydu ki, malzemeleri Karel’in aldırması, yemekleri Karel’in yemekhanesinde pişirmeleriydi. Şirketi öyle temizletirdi ki, adeta şirkette çıplak ayakla yürüseniz ayağınız kirlenmezdi. Bazen çayını, kahvesini kendi alırdı.

 

Peygamberimiz, Dünya malına asla rağbet göstermezdi, Buyurdu ki : "İşitmiyor musunuz? Sâde hayat imandandır" Kimsenin ayıbını yüzüne vurmazdı. Yaman bey yapılan hatada kasıt olmadığı sürece hoş görürdü. Yalana asla tahammülü yoktu. Yaman beyi kalabalıkta gören patron olduğunu anlayamazdı.

 

Peygamberimiz, Çok adildi. Sosyal adaleti ve kardeşlik hukukunu en güzel o uyguladı. İnsanlara madde ve mevkisine göre değil, takvâ ve ahlâkına göre değer verirdi. Yaman bey patron olmasına rağmen uzun yıllar sıradan bir arabaya bindi. Çok sadeydi, kolunda saati bile yoktu. Vefalıydı, emekli olurken bana pahalı bir saat hediye etti.


 

Bu vasıflar daha çok yazılabilir ama ben yine yazıyı kısa tutmak adına bu kadarla yetineyim. Çünkü bilirsiniz uzun yazıları pek okumuyoruz.

 

Şirketimizin Ar-Ge kısmı, 2005 te Sincan’dan Bilkent’e taşınınca Yaman bey “Celal için her kolaylığı yapın” talimatını vermiş olmalı ki, tekerlekli sandalyede muhtaç bir engelli, emekli olana kadar altı sene Bilkent’te çalışabildi. Şirket aracımızın akaryakıt masrafını karşıladı.

 

İşyerinde ise patronumuz Yaman beyin ricasıyla, -fabrikada olduğu gibi Bilkent’te de- temizlik görevlisi benimle ilgilenirdi. Yemekhaneye götürür ve yemeğimi alırdı. Günde iki kez tuvalete götürürdü. Ayrıca işyerinde çayımı mutfak görevlisi verirdi.


 

Tekerlekli sandalyede çalışmak için, bana işyerinde her tür kolaylığı sağlayan değerli patronumuz Yaman Tunaoğlu Bey’e çok teşekkür ederim. İkimizin kaderde, dünya hayatımızda yollarını kesiştiren Allah’a binlerce hamdolsun.

 

Önce herşey için Allah’a sonsuz şükürler olsun. Bana 40 yıldır öf bile demeden bakan anne-babamdan ve hoşgörülü desteği için Yaman bey’den Allah razı olsun.

 

Hz. Muhammed SAV der ki: “Ruhumu kudret altında tutan Allah'a yemin ederim ki cennete sadece güzel ahlak sahipleri girer.”

 

Allah, affı, lütfu, rahmetiyle bizleri sarmalayıp cennetine alırsa eğer, o sonsuz hayatta inşallah Yaman beyle ebedi dost oluruz.

 

Allah’ın izniyle cennette sinema gibi Karel günlerini seyredip nostalji yaşayacağız inşallah...

 

Celal Çelik              Ankara  ( Konya-Ereğli )