29 Aralık 2013 Pazar

Yeni yılınız kutlu olsun


Yeni yılınız kutlu olsun

 

Hatırlıyorum da geçen yıl bu zamanlar kıl dönmesi ameliyatından dolayı yatıyordum. Bir yıl ne çabuk geçti.

 

Evet zaman çok hızlı geçiyor. Zaten Efendimiz SAV yaşadığımız bu ahir zamanda zamanın kısalması ve vaktin değersiz hale gelmesi hakkında şöyle buyuruyor:

 

"Zaman yaklaşır. Öyle ki, yıl bir ay gibi, ay bir cuma/bir hafta gibi, hafta bir gün gibi, gün bir saat gibi, saat ise, bir anda yanıp kül olan hurma ağacının dalı gibi süratle gelip geçer. Ayrıca o zamanda bulunan insanların seviyesi -genellikle- birbirine yaklaşmış olur. Hayırlı işler yapmamakta, kötülük yapmakta insanlar aynı düzeyi paylaşmış olur." (İbn Hacer, 13/16)

 

1973 doğumluyum, yaşım kırk oldu. Bana sorarsanız kırk sene yaşamamış gibiyim. Hastalıklarım, onaltı yıl çalışıp emekli olmam, yaşadığım sevinçler, acılar herşey bir hayal gibi geçti.

 


Yani demem o ki sevgili arkadaşlarım, hızla kaçınılmaz son olan ölüme yaklaşıyoruz. Aslında klasiktir ama ben de söyleyeyim, insan geçen bir yılda neler yaptığını düşünüp, bir iç muhasebe yapmalıdır. 

 

Önümüzdeki yıl içinde ölebiliriz, her günü bu son günümüz olabilir diyerek yaşamalıyız. Ölüme hem manen hem madden hazırlıklı olmalıyız. Ben sevgili Efkan hocama vasiyet sayılabilecek bir word dosyasını gönderdim.

 

Geçen yaz Ereğli’deyken kendimi çok yorgun hissediyordum. Namazlarımı kılarken belki bu son namazım diye huşu ile kılıyordum. Sabah namazlarında baklava yiyerek (ağlayarak) dostlarıma 40-50 dakika dua ediyordum...

 

15 eylülde Ankara’ya döndük, ama ben bu seferde belki bahara yeniden Ereğli’ye dönemem diye aynen huşu ile namazlara ve duaya devam ediyorum hamdolsun...

 

Evet Efendimizin SAV dediği gibi zaman su gibi akıyor. Allah bizi bu dünyaya gönderirken elimize verilen sermayemiz, ömür dakikalarıdır. Ben yapacağım çok şeylere vakit bulamıyorum. Sermayemiz olan yıllar süratle geçiyor.  

 

Oysa daha namaza başlayacak, umreye gidecektik, apartmanımızın bahçesinde dostlarımıza ve akrabalarımıza iftar verip, yasin okutacaktık, vs...

 

Ama dostlarım henüz hayattayız, bunların hepsini de yapabiliriz. Bu yılbaşı gecesi tefekkür edelim ve yeni yıl için kararlar alalım. Yepyeni bir sayfayı daha açıyoruz...

 

Gelin içkiye, sigaraya, haramlara tövbe edelim, namaza başlayalım. Kılıyorsak daha huşu içinde kılmaya çalışalım, birbirimize bol bol dua edelim.

 

Peygamberimizin SAV hadisini biliyorsunuz: "İslâm kendinden önceki şeyleri söküp atar..." [ Taberânî ile Beyhakî ]

 

Bir ateist veya Hristiyan bir kimse Müslüman olduğunda, hayatı boyunca işlediği bütün günahları silinip sıfırlanıyor...

Bakınız bu ayette Rabbimiz ne diyor:

“Ancak şu var ki dönüş yapıp (tövbe edip) iman edenler güzel ve makbul işler işleyenler bundan müstesnadır. Allah onların kötülüklerini iyiliklere, günahlarını sevaplara çevirir. Çünkü Allah gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur). “ [Furkan suresi, 70.ayet]


Esprili dille söyleyeyim: Allah inanmayana bu kıyağı yapıyor da, tövbe eden Müslümana yapmaz mı hiç? Elbette yapar, hem de günahları resetlemekle kalmıyor, tövbesinde samimi olup tövbeli halini korursa, o günahlar sevap hanesine kaydırılıyor...

 

Bu yeni yıl için yeni kararlar alalım. Altından kıymetli ömür dakikalarımızı boşa geçirmeyelim. Günahlarımız  sıfırlansın diye samimiyetle tövbe edelim, tertemiz bir sayfa açalım.

 

Namaz, Kuran okumak, düşünmek, zikir, dua, faydalı kitaplar okumak, sohbet dinlemek gibi faydalı işlerle zamanımızı süsleyelim inşallah...

 

Bize birşey katmayan film, eğlence, dedikodu programları, diziler ve maçlarla vaktimizi tüketmeyelim. Yeri gelmişken söyleyeyim, ben haftada bir dizi film ve bir maç izlerim. Yani demem o ki, tüm zamanımızı böyle harcamayalım.

 


Ömür sermayemizden bir sene sayfası daha kapandı.

Yepyeni bir yıla başlıyoruz.

İnşallah salih ameller, hayırlı işler yaparak mutlu bir sene geçiririz...



 

 
 


Celal Çelik                    Ankara  ( Konya-Ereğli )

 


 

 


 

25 Aralık 2013 Çarşamba

Engelliler Hayat oyununun hangi ‘level’ inde?


Engelliler Hayat oyununun hangi ‘level’ inde?

 

   "Bilesiniz ki dünya hayatı bir oyun, eğlence, süs, aranızda övünme, para ve çocuk çoğaltma yarışından ibarettir. Bu, inkarcıların hoşuna giden bir bitkiyi yetiştiren bir yağmura benzer. Ne var ki daha sonra o bitki kurur, sararır ve sonunda çerçöp olur. Ahirette ise ALLAH'tan çetin bir azap, bir bağışlanma ve hoşnutluk vardır. Dünya hayatı, kandıran, geçici bir zevkten ibarettir. "   ( Hadid süresi, 20.ayet )

 

   Ben ondokuz yaşından önce rahatça yürüyüp koşabiliyordum. Ondokuz yaşında hastalığım ortaya çıktı, yavaş yavaş ilerledi ve şu an onbeş yıldır tekerlekli sandalyedeyim. Ve gittikçede ilerliyor... 

 



   Ben 2002 de "neden yaşıyoruz, bu dünyaya nerden geldik, sonuçta herkes ölecek ama nedir sonumuz, bu hayatın amacı nedir....vs?" gibi sorular sorup, cevapları Kuran-ı Kerim'de bulabilirsiniz yazan bir email üzerine gerçekten düşünmeye başladım.

 

   Kuran okumaya karar verdim. Günde 6-7 ayet okuyup aklımı çalıştırıp düşünmeye başladım. Yaklaşık altı ayda okumayı bitirdim. Tabi ki türkçe mealini...

 

   Ama şunu belirteyim, Kuran ayetlerini okurken şeytanın varlığını hissettim. Ne zaman Kuran'ı elime alsam müthiş bir esneme seansı, ağzım yırtılacak... Sanki birisi Kuran okumamı istemiyor... kim olabilir?

 

   Sonuçta namaz kılmaya başladım, Hem nefsimi, hem şeytanı yendim elhamdülillah.

 

   Ben hayatı bilgisayar oyununa benzetiyorum. Sağlıklı yani normal insanların çoğu oyunun birinci level’indedir diye tahmin ediyorum.

 

   Engelliler ise, özürlerinin zorluğuna göre, oyunun yüksek level’indedir, yani yüksek seviyesindedir.

 

   Ama bilgisayar oyunlarından da bilirsiniz, oyunda seviye arttıkça oyunu kazanmak zorlaşır. Sonuçta, level-1 de on puan olan bir hareket , yüksek levellerde bin puana kadar çıkar.

 

    Engelli kardeşlerime sesleniyorum; Kısacık dünya hayatında rahat olmayabiliriz ama şükredin, sabredin. Sağlıklı bir insanın "Çok şükür Allah'ım" demesi ile özürlü bir insanın "Çok şükür Allah'ım" demesine Allah aynı sevabı vermez. Allah adildir.
 

 

   Eğer isyan etmezsek, sabredip şükredersek, üstüne bir de ibadet yaparsak, katlamalı sevaplarımız sayesinde cennette çok yüksek makamlara ulaşacağız inşallah...

 

Celal Çelik              Ankara  ( Konya-Ereğli )

 


 

 

22 Aralık 2013 Pazar

Farzedin Ki Şu An Cennettesiniz...


Farzedin Ki Şu An Cennettesiniz...

                                                     

   Dün akşam (Bu yazıyı çalışırken 2008 de yazmıştım) babamla arabayla karanlıkta eve dönerken aklıma şöyle birşey geldi :

 

   Kıyamet kopmuş, mahşerde hesap görülmüş, cennetlikler cennete, cehennemlikler cehenneme gitmiş.

 

   Karanlıkta ilerlerken renkli ışıklar ve geniş caddelerle kendi kendime dedim ki; farzet ki ben cennete girdim ve burası cennet.

 

   Karanlıkta ilerliyoruz, yanımda babam arabayı kullanıyor. Keşke diyorum yanımda sevdiğim dostlarım ve akrabalarım da olsaydı. Ne olurdu onlar da dünyada biraz sabır edip ibadet etselerdi...

 

   Hem dünyada huzurlu olurlardı, hem de burada (cennette) sonsuza dek mutlu olurlardı ve makamları yüksek olurdu...

 

   Aslında cennette gam, üzüntü yokmuş ama ben böyle bir hayale daldım. Hiç kimsenin ve özellikle yakınlarımın ve dostlarımın cehenneme uğramasını istemem.

 

 

   Önünden dere akan bir dağevindeyiz. Yemyeşil bahçesinde rengarenk çiçekler ve ağaçlar.

 

Serin bir yaz akşamı; hafiften bu dağlık yemyeşil ormana yağmur yağıyor.

 

Toprak ve çiçeklerden mis gibi koku geliyor. Samimi dostlarımla bahçedeki çardaktayız. Masamızda çaylar, kekler ve meyveler... 

 

Dolunaylı gece ve radyodan gelen hafif nostaljik bir sanat müziği şarkısı... Sohbet edip kahkahalarla çaylar yudumlanıyor....

 

    İşte hayalimdeki cennet.  Beni seven bütün dostlarımla cennette beraber oluruz inşallah.

 

Eeee tabi önce iman ve birazda ibadet gerekir.....

 


 

Eeee tabi önce iman ve birazda ibadet gerekir.....

 
Celal Çelik              Ankara  ( Konya-Ereğli )

 


 

 


18 Aralık 2013 Çarşamba

HİKAYE: Neden salavat getiriyorsun?


HİKAYE: Neden salavat getiriyorsun?

 

BU HİKAYE İLE 2010 YILINDA BİR HİKAYE YARIŞMASINA KATILMIŞTIM. PAYLAŞMAK BUGÜNE NASİPMİŞ.

 

   Ben küçük bir fabrikada çalışan onbeş yıllık işçiyim. Fabrikada kimseyle samimi dostluk kurmadım. Belki ben iyi insanlara rastlamadım ya da insanların ahlakı bozulmuştu.

 

Pek kimseye güvenemezdim. Yalnızdım ta ki bir yıl önce işe başlayan Yusuf adlı gençle tanışıp ahbaplık kurana kadar.

 

   Yusuf çok farklıydı. Daima güleryüzlü ve nazikti. Uzaktan onu izlerdim. Fabrikadaki genç kızlar gözleriyle onu takip ederdi. Esmer çok yakışıklı bir gençti.

 

Bekar olmasına rağmen kızlara bakmaz ve başı önde hızlıca yürürdü. Günden güne bu gence içim ısınıyordu.

 

   Zamanla iyi dost olduk. Öğle tatillerinde beraber bahçedeki bankta sohbet ederdik. Her öğlen kurulmuş saat gibi “Abi bana müsade bi lavaboya gideyim.” derdi ve on - onbeş dakika gelmezdi. 

 

Öğleden sonraki çay molasında da bir bardak çayını içer ve yine lavaboya gitmek için müsade isterdi.

 

O gelene kadar bazıları dördüncü hatta beşinci çayını içerdi. Bir gün takip ettim. Kullanılmayan bir küçük odaya girdi. Beş dakika bekledim.

 

Çıkmayınca kapıyı açtım. O güleryüzlü genç iki gözü iki çeşme ağlayarak namaz kılıyordu.

 

   Ailesini sordum. Başı öne eğildi. “Abi babam yok benim. Fakir bir aileyiz. Annem beni ve kardeşimi güçlüklerle büyüttü. Artık anneme ve kardeşime ben bakıyorum abi” dedi.

 

Babası o dokuz yaşındayken trafik kazasında vefat etmiş. Genç yaşına rağmen çok olgundu.

 

   Dünyadaki ekonomik kriz ülkemize de sıçramıştı. O gün 20 mart sabahı fabrikanın kapısına bir liste asılmıştı. Krizden dolayı son bir yılda işe girmiş olanların işten çıkartıldığını bildiriyordu. Ben genç dostum için üzülüyordum.

 

Sabah kapıda beraber listeye baktık. Onun ismi yoktu. İşten çıkartılanların listesi son bir yılda çalışmaya başlayan yirmi kişi içindi. Fakat Yusuf'un adı yoktu.

 

Listede işe başlama tarihleri de vardı. Listenin başındaki kişi 22 mart girişli idi. Yusuf ise 18 martta işe başlamış. Eğer bir kişi daha çıkarsalardı o kişi Yusuf olacaktı.

 

   “Yusuf ne şanslısın” dedim.  Yusuf “Abi ben Allah’a sığınıyorum ve dua ediyorum. Şans değil abi, Rabbim beni seviyor ve koruyor inşallah” dedi. “Namaz kıldığın için mi?” dedim.

 

   “Hayır abi. Ben çok salavat getiriyorum da onun için olsa gerek” dedi. Ben “Salavat ne demek? Ağlayarak namaz kıldığın için olmasın. Neden salavat getiriyorsun?” dedim.

 

   “Abi salavat Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘e bağlılığımızın ifadesidir. Bize Allah'ın öğrettiği güzel ahlakı gösteren Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘e karşı edeptir.

 

İsmi her anıldığında salavat getirmek üzerimize borçtur.

 

Allah'ı sevdiğimizi göstermek istiyorsak, Allah'ın habibine çokca salavat getirmeliyiz. Abi salavat O'na (sallallahu aleyhi ve sellem)  dua etmektir aslında.” dedi.

 

Ben “Duaya ihtiyacı mı var?” dedim. “Hayır abi bizim ihtiyacımız var.” dedi. “Nasıl yani?” dedim.

 

   “Abi Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘in hadisinden öğreniyoruz ki; Biz bir kez salavat getirdiğimizde Allah bize on salat ediyormuş.

 

Yani bire on veriyor.  Salavat kelimesi salat kelimesinin çoğuludur. Kısaca salat "rahmetle dua etmek" demektir. Allah Kur'an-ı Kerim'de buyuruyor ki :

 


"Gerçekten Allah ve melekleri Peygambere salât ederler. Ey iman edenler! siz de ona teslimiyetle salât ve selâm edin." (Ahzab 56)  “ dedi.

 

    “Abi Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘in salavat hakkındaki pek çok hadisinden bir kaçı şöyledir :

 

“İnsanlardan bana en yakın olanı bana en çok salât getirendir…”  

 

“Her dua semâya yükselmekte güçsüzdür; bana salat edince gücüne kavuşur, yükselir (icabet makamına)”   “ dedi.

 

   “Yusuf sen ne çok şey biliyorsun. Nasıl öğrendin ?” dedim. “Abi ben ortaokul mezunuyum. Fakat rahmetli imam dedemin sohbetleriyle büyüdüm.

 

Ondan çok şey öğrendim. Bir de anacığım küçüklüğümden beri her ay camiden dini kitaplar alır, okutturur ve sonra kendisine anlattırırdı. Çünkü okuması yoktu. ” dedi.

 

   “Ben bu salavat meselesini tam anlayamadım Yusuf” dedim. “Abi haklısın ben de dedeme bu konu hakkında çok soru sormuştum.

 

Dedem de bana bir hikaye anlatmıştı. Ve konuyu anlamıştım. İstersen abi o hikayeyi sana da anlatayım” dedi. “Evet merak ettim lütfen anlat” dedim.

 

   Anadolu'da köyün birinde çocuğun birinin babası ve annesi vefat etmiş. Bu çocuk çok zekiymiş fakat evinde kaldığı dayısı, ona çobanlık yaptırmak için okuldan almış.

 

Okulun öğretmeni durumdan haberdar olunca çok sevdiği öğrencisine sahip çıkmış. Dayısını ikna edip yanına almış. Kendi çocuklarından ayırmamış. Çocuğu sevgiyle büyütüp okutmuş. Çocuk doktor olmuş.

 

Bir süre sonra takdir-i ilahi, yıllarca kendisine sahip çıkan öğretmeni vefat etmiş. Tayin olduğu yerlerde ailesini soran dostlarına, öğretmeninden bahsederken her zaman, Allah ondan razı olsun, kabri nur, mekanı cennet olsun der ve ömür boyu ona dua edermiş. İki damla gözyaşıyla...

 

   Dinimiz kolayca gelmedi. Bize bu dini getirmek için Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘in çekmediği çile kalmadı. Taif’te taşlandı.

 

Doğduğu şehirde yaşatmadılar. Ana, amca, evlat, eş acısının en derinini yaşadı. Türlü işkenceler... Bütün bir insanlığın iman derdiyle dertlendi.

 

Allah’ın en sevdiği kuluydu. Fakat dünya imtihan mekanıydı. Adeta çekecek sıkıntı kalmayınca Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘e gel yeter dediler.

 

Biz şimdi nimetler içinde yüzüyoruz. İmanı, namazı kısaca bu dini O'na (sallallahu aleyhi ve sellem)  borçluyuz. İnşallah mahşerde de şefaatiyle de cennete gireriz. Ömür boyu salavat getirsek yine de borçluyuz.  

 

   “Dedenin anlattığı hikaye bu konuyu aklıma yakınlaştırdı. Peki sen günde kaç kez salavat getiriyorsun?” dedim. “Abi saymadım. Sevgiliye verilen demetteki güller sayılmazmış.” dedi.

 

“Peki sen ne zaman salavat getiriyorsun?” dedim. “Abi her yerde” dedi. Servis minibüsünde, yemek kuyruğunda olsun, hep dudakları kıpır kıpırdı. Ben dudak tiki var sanırdım. Meğerse salavat getiriyormuş.

 

   “Salavat nasıl getirilir?” dedim. “Abi çok çeşitli salavatlar vardır. En kısa olanlardan biri şudur” dedi:

 

" Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed " anlamı : 

" Allah'ım Muhammed'e ve Muhammed evladına da rahmet et. "

 

   Ben artık hemen her haftasonu Yusuf'la birlikte geziyordum. Bu çocuğun saflığı yüreğimi ısıtıyordu. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘in hayatını ciddi merak ettim.

 

Ama bu konuda piyasada o kadar çok kitap vardı ki. Diyanet yayınevi kitaplarını tercih ettim.

 

Okudum. Okudukça ne kadar çok çileler çekmiş öğrendim. Bir de Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘in ne kadar üstün bir ahlaka sahip olduğunu farkettim.

 

O'nu (sallallahu aleyhi ve sellem)  yurdundan çıkaran düşmanlarını Mekke’yi fethedince affetmesi, Taif’te O'nu (sallallahu aleyhi ve sellem)  taşlayıp kanlar içinde bırakan azgın topluluğu affetmesi ve onlara dua etmesi beni çok etkiledi.

 

   Daima mütebessüm bir çehresi varmış. Çok nazikmiş, kalp kırmazmış. Karşılaştıklarına güleryüzle ilk önce o selam verirmiş. Daima güzel kokarmış.

 

Dişleri bembeyazmış. Temiz giyinirmiş. Yaşlılara saygılı, çocuklara merhametliymiş.

 

Namazı ağlayarak tam huşu ile kılarmış. Dünya malına önem vermez, fakirlere dağıtırmış. Babası o dünyaya gelmeden ölmüş yani doğuştan yetimmiş.

 

Öyle mütevazi yaşantısı varmış ki tüm Arabistan’a hakim olan bir devlet başkanı iken bile hasır üzerinde uyumuş. Uyanınca hasır yüzünde geçici iz yapmış. Hayatın her alanında insanlara en güzel örnek oymuş.

 

   Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘in yukarıda saydığım bir kaç özelliklerini okuyunca gözümde Yusuf canlandı. Yusuf'a bunu söylediğimde çok mahcup bir halde kafasını yere eğdi.

 

“Abi hayatım boyunca O'na (sallallahu aleyhi ve sellem)  benzemeye çalıştım. Bana bakınca eğer O'nu (sallallahu aleyhi ve sellem)  hatırlıyorsan ne mutlu bana. “ dedi.

 

   Allah’a binlerce hamdolsun beni Yusuf'la karşılaştırdı. Yusuf’un vesilesi ile Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘i tanıdım.  Yusuf’u tanıdım.

 

Gönlüm islama ısındı. Meğerse dinimizi bilmiyormuşum.

 

Altı ay hem Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘in hayatını hem de Kur’an-ı Kerim mealini okudum. Ve altı ay sonunda beş vakit namaz kılmaya karar verdim.

 

Artık Yusuf'la beraber o küçük odada namaz kılıyoruz. Servis minibüsünde, yemek kuyruğunda hatta çalışırken bile salavat getiriyorum.

 

   Yusuf beni hali ve tavrıyla çok etkiledi. Adeta uykudan uyandırdı beni. Belki de sayesinde ebedi saadete kavuşacağım Allah’ın izniyle.

 

Geçtiğimiz ay Akçay’daki yazlığımı sattım. Bir kısmı ile Yusuf’a bir daire aldım.

 

Şimdi ona uygun hayırlı bir kısmet arıyoruz. Evi verirken tek şartım vardı. “Yusuf’um anneni hayatının sonuna kadar huzurlu yaşatacaksın. Allah sana hep razı olduğu işleri yapmanı nasip etsin.” dedim.

 

Anam sağ olsaydı, bugünleri görseydi keşke. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)  yıllar sonra yaşlanmış süt annesi mescide girince ayağa kalkmış, sırtındaki cübbeyi yere sererek yer göstermiş.

 

Hayatın her alanında O'nda (sallallahu aleyhi ve sellem)  mutlaka güzel bir örnek vardır.

 

   Ne mutlu O'nu (sallallahu aleyhi ve sellem)  hayatına rehber eden genç Yusuf yüreklilere.

 

 

Celal Çelik              Ankara  ( Konya-Ereğli )