HİKAYE: Neden salavat getiriyorsun?
BU HİKAYE İLE 2010
YILINDA BİR HİKAYE YARIŞMASINA KATILMIŞTIM. PAYLAŞMAK BUGÜNE NASİPMİŞ.
Ben
küçük bir fabrikada çalışan onbeş yıllık işçiyim. Fabrikada kimseyle samimi
dostluk kurmadım. Belki ben iyi insanlara rastlamadım ya da insanların ahlakı
bozulmuştu.
Pek kimseye güvenemezdim. Yalnızdım ta ki bir
yıl önce işe başlayan Yusuf
adlı gençle tanışıp ahbaplık kurana kadar.
Yusuf
çok farklıydı. Daima güleryüzlü ve nazikti. Uzaktan onu izlerdim. Fabrikadaki
genç kızlar gözleriyle onu takip ederdi. Esmer
çok yakışıklı bir gençti.
Bekar olmasına rağmen kızlara
bakmaz ve başı önde hızlıca yürürdü. Günden
güne bu gence içim ısınıyordu.
Zamanla iyi dost olduk. Öğle tatillerinde beraber bahçedeki bankta
sohbet ederdik. Her öğlen kurulmuş saat gibi “Abi bana müsade bi lavaboya
gideyim.” derdi ve on - onbeş dakika gelmezdi.
Öğleden sonraki çay molasında da bir bardak
çayını içer ve yine lavaboya gitmek için müsade isterdi.
O gelene kadar bazıları dördüncü hatta beşinci
çayını içerdi. Bir gün takip ettim. Kullanılmayan bir küçük odaya girdi. Beş
dakika bekledim.
Çıkmayınca kapıyı açtım. O güleryüzlü genç iki
gözü iki çeşme ağlayarak namaz kılıyordu.
Ailesini sordum. Başı öne eğildi. “Abi babam yok benim. Fakir bir
aileyiz. Annem beni ve kardeşimi güçlüklerle büyüttü. Artık anneme ve kardeşime
ben bakıyorum abi” dedi.
Babası o dokuz
yaşındayken trafik kazasında vefat etmiş. Genç yaşına rağmen çok olgundu.
Dünyadaki ekonomik kriz ülkemize de sıçramıştı. O gün 20 mart sabahı
fabrikanın kapısına bir liste asılmıştı. Krizden dolayı son bir yılda işe
girmiş olanların işten çıkartıldığını bildiriyordu. Ben genç dostum için
üzülüyordum.
Sabah kapıda beraber listeye baktık. Onun ismi
yoktu. İşten çıkartılanların listesi son bir yılda çalışmaya başlayan yirmi
kişi içindi. Fakat Yusuf'un adı yoktu.
Listede işe başlama tarihleri de vardı.
Listenin başındaki kişi 22 mart girişli idi. Yusuf ise 18 martta işe başlamış. Eğer bir kişi daha
çıkarsalardı o kişi Yusuf olacaktı.
“Yusuf ne şanslısın” dedim. Yusuf
“Abi ben Allah’a sığınıyorum ve dua ediyorum. Şans değil abi, Rabbim beni
seviyor ve koruyor inşallah” dedi. “Namaz kıldığın için mi?” dedim.
“Hayır abi. Ben çok salavat getiriyorum da onun için olsa gerek” dedi.
Ben “Salavat ne demek? Ağlayarak namaz kıldığın için olmasın. Neden salavat
getiriyorsun?” dedim.
“Abi salavat
Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘e bağlılığımızın ifadesidir. Bize
Allah'ın öğrettiği güzel ahlakı gösteren Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve
sellem) ‘e karşı edeptir.
İsmi her anıldığında salavat getirmek
üzerimize borçtur.
Allah'ı sevdiğimizi göstermek istiyorsak,
Allah'ın habibine çokca salavat getirmeliyiz. Abi salavat O'na (sallallahu
aleyhi ve sellem) dua etmektir aslında.”
dedi.
Ben “Duaya ihtiyacı mı var?” dedim. “Hayır abi
bizim ihtiyacımız var.” dedi. “Nasıl yani?” dedim.
“Abi
Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘in hadisinden öğreniyoruz ki; Biz
bir kez salavat getirdiğimizde Allah bize on salat ediyormuş.
Yani bire on veriyor. Salavat
kelimesi salat kelimesinin çoğuludur. Kısaca salat "rahmetle dua
etmek" demektir. Allah Kur'an-ı Kerim'de buyuruyor ki :
"Gerçekten Allah ve melekleri Peygambere salât ederler. Ey
iman edenler! siz de ona teslimiyetle salât ve selâm edin." (Ahzab
56) “ dedi.
“Abi Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘in salavat hakkındaki pek çok hadisinden bir kaçı şöyledir :
“İnsanlardan bana en yakın olanı bana en çok salât
getirendir…”
“Her dua semâya yükselmekte güçsüzdür; bana salat edince gücüne
kavuşur, yükselir (icabet makamına)” “ dedi.
“Yusuf sen ne çok şey biliyorsun. Nasıl öğrendin ?” dedim. “Abi ben
ortaokul mezunuyum. Fakat rahmetli imam dedemin sohbetleriyle büyüdüm.
Ondan çok şey öğrendim. Bir de anacığım
küçüklüğümden beri her ay camiden dini kitaplar alır, okutturur ve sonra
kendisine anlattırırdı. Çünkü okuması yoktu. ” dedi.
“Ben
bu salavat meselesini tam anlayamadım Yusuf” dedim. “Abi haklısın ben de dedeme
bu konu hakkında çok soru sormuştum.
Dedem de bana bir hikaye anlatmıştı. Ve konuyu
anlamıştım. İstersen abi o hikayeyi sana da anlatayım” dedi. “Evet merak ettim
lütfen anlat” dedim.
“Anadolu'da köyün birinde çocuğun birinin
babası ve annesi vefat etmiş. Bu çocuk çok zekiymiş fakat evinde kaldığı
dayısı, ona çobanlık yaptırmak için okuldan almış.
Okulun öğretmeni durumdan haberdar olunca çok
sevdiği öğrencisine sahip çıkmış. Dayısını ikna edip yanına almış. Kendi
çocuklarından ayırmamış. Çocuğu sevgiyle büyütüp okutmuş. Çocuk doktor olmuş.
Bir süre sonra takdir-i ilahi, yıllarca
kendisine sahip çıkan öğretmeni vefat etmiş. Tayin olduğu yerlerde ailesini
soran dostlarına, öğretmeninden bahsederken her zaman, Allah ondan razı olsun,
kabri nur, mekanı cennet olsun der ve ömür boyu ona dua edermiş. İki damla
gözyaşıyla...
Dinimiz kolayca gelmedi. Bize bu dini getirmek için Peygamberimiz
(sallallahu aleyhi ve sellem) ‘in çekmediği çile kalmadı. Taif’te taşlandı.
Doğduğu şehirde yaşatmadılar. Ana, amca,
evlat, eş acısının en derinini yaşadı. Türlü işkenceler... Bütün bir insanlığın
iman derdiyle dertlendi.
Allah’ın en sevdiği kuluydu. Fakat dünya
imtihan mekanıydı. Adeta çekecek sıkıntı kalmayınca Peygamberimiz (sallallahu
aleyhi ve sellem) ‘e gel yeter dediler.
Biz şimdi nimetler içinde yüzüyoruz. İmanı,
namazı kısaca bu dini O'na (sallallahu aleyhi ve sellem) borçluyuz. İnşallah mahşerde de şefaatiyle de
cennete gireriz. Ömür boyu salavat getirsek yine de borçluyuz. “
“Dedenin anlattığı hikaye bu konuyu aklıma yakınlaştırdı. Peki sen günde
kaç kez salavat getiriyorsun?” dedim. “Abi saymadım. Sevgiliye verilen
demetteki güller sayılmazmış.” dedi.
“Peki sen ne zaman salavat getiriyorsun?”
dedim. “Abi her yerde” dedi. Servis minibüsünde, yemek kuyruğunda olsun, hep
dudakları kıpır kıpırdı. Ben dudak tiki var sanırdım. Meğerse salavat
getiriyormuş.
“Salavat nasıl getirilir?” dedim. “Abi çok çeşitli salavatlar vardır. En kısa olanlardan biri şudur” dedi:
" Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed "
anlamı :
" Allah'ım Muhammed'e ve Muhammed evladına da rahmet et.
"
Ben
artık hemen her haftasonu Yusuf'la birlikte geziyordum. Bu çocuğun saflığı
yüreğimi ısıtıyordu. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘in hayatını
ciddi merak ettim.
Ama bu konuda piyasada o kadar çok kitap vardı
ki. Diyanet yayınevi kitaplarını tercih ettim.
Okudum. Okudukça ne kadar çok çileler çekmiş
öğrendim. Bir de Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘in ne kadar üstün
bir ahlaka sahip olduğunu farkettim.
O'nu (sallallahu aleyhi ve sellem) yurdundan çıkaran düşmanlarını Mekke’yi
fethedince affetmesi, Taif’te O'nu (sallallahu aleyhi ve sellem) taşlayıp kanlar içinde bırakan azgın
topluluğu affetmesi ve onlara dua etmesi beni çok etkiledi.
Daima
mütebessüm bir çehresi varmış. Çok nazikmiş, kalp kırmazmış. Karşılaştıklarına
güleryüzle ilk önce o selam verirmiş. Daima güzel kokarmış.
Dişleri bembeyazmış. Temiz giyinirmiş.
Yaşlılara saygılı, çocuklara merhametliymiş.
Namazı ağlayarak tam huşu ile kılarmış. Dünya
malına önem vermez, fakirlere dağıtırmış. Babası o dünyaya gelmeden ölmüş yani
doğuştan yetimmiş.
Öyle mütevazi yaşantısı varmış ki tüm
Arabistan’a hakim olan bir devlet başkanı iken bile hasır üzerinde uyumuş.
Uyanınca hasır yüzünde geçici iz yapmış. Hayatın her alanında insanlara en
güzel örnek oymuş.
Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘in yukarıda saydığım bir
kaç özelliklerini okuyunca gözümde Yusuf canlandı. Yusuf'a bunu söylediğimde
çok mahcup bir halde kafasını yere eğdi.
“Abi hayatım boyunca O'na (sallallahu aleyhi
ve sellem) benzemeye çalıştım. Bana
bakınca eğer O'nu (sallallahu aleyhi ve sellem)
hatırlıyorsan ne mutlu bana. “ dedi.
Allah’a binlerce hamdolsun beni Yusuf'la karşılaştırdı. Yusuf’un
vesilesi ile Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘i tanıdım. Yusuf’u tanıdım.
Gönlüm islama ısındı. Meğerse dinimizi
bilmiyormuşum.
Altı ay hem Peygamberimiz (sallallahu aleyhi
ve sellem) ‘in hayatını hem de Kur’an-ı Kerim mealini okudum. Ve altı ay
sonunda beş vakit namaz kılmaya karar verdim.
Artık Yusuf'la beraber o küçük odada namaz
kılıyoruz. Servis minibüsünde, yemek kuyruğunda hatta çalışırken bile salavat
getiriyorum.
Yusuf
beni hali ve tavrıyla çok etkiledi. Adeta uykudan uyandırdı beni. Belki de
sayesinde ebedi saadete kavuşacağım Allah’ın izniyle.
Geçtiğimiz ay Akçay’daki yazlığımı sattım. Bir
kısmı ile Yusuf’a bir daire aldım.
Şimdi ona uygun hayırlı bir kısmet arıyoruz. Evi verirken tek şartım vardı. “Yusuf’um anneni hayatının sonuna kadar huzurlu
yaşatacaksın. Allah sana hep razı olduğu işleri yapmanı nasip etsin.” dedim.
Anam sağ olsaydı, bugünleri görseydi keşke.
Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)
yıllar sonra yaşlanmış süt annesi mescide girince ayağa kalkmış,
sırtındaki cübbeyi yere sererek yer göstermiş.
Hayatın her alanında O'nda (sallallahu aleyhi
ve sellem) mutlaka güzel bir örnek
vardır.
Ne
mutlu O'nu (sallallahu aleyhi ve sellem)
hayatına rehber eden genç Yusuf yüreklilere.
Celal Çelik Ankara
( Konya-Ereğli )