28 Eylül 2014 Pazar

Siz cenneti nasıl hayal ediyorsunuz?


Siz cenneti nasıl hayal ediyorsunuz?


 

Bu yazı cennet tasavvurunuzu değiştirmek ve cenneti kazanmaya teşvik içindir.

 

Çevremizdeki bazı yaşlılardan duyduğum cennet tasviri şudur: Deniz kenarında Palmiye ve Hurma ağaçlarının gölgesine oturup sohbet edeceğiz, bol bol hurma, üzüm, incir, muz... yiyeceğiz. 

 



Ah be hacı amca, senin bu cennet tasvirini duyanlar, ibadetten soğurlar; cennete gidipte napalım, dünya cennetten daha güzel, derler.

 

Oysa ne diyor Efendimiz SAV:

“Dünya müminin zindanı, kâfirin cennetidir.” (Müslim, Tirmizî)

 

Evet inanan ve Allah’a ibadet edenler cennette öyle nimetlere kavuşacaklar ki, ona nispetle bu dünya zindan gibidir. İnanmayan kafirler içinse, ahirette öyle azaplar hazırlanmış ki, ona nispetle bu dünya onlara cennet gibidir. 

 

Bunu teyid eden bir hadis’te, Katâde bin Nu'man (R.A.)’dan rivayete göre  Efendimiz SAV:

 

“Allah Cebrail'i, bana gönderdiği suretlerin en güzelinde indirdi. Cebrail a.s. şöyle dedi: "Ey Muhammed, yüce Allah sana selâm söylüyor ve şöyle buyuruyor:

 

“Ben dünyaya dostlarım için acı, bulanık, dar ve sıkıntılı olmasını vahyettim. Tâ ki, Bana kavuşmayı özlesinler. Ben dünyayı dostlarım için bir zindan, düşmanlarım için de bir Cennet olarak yarattım.” (Suyuti)

 

Rabbimiz C.C. bir Kuran ayetinde iman edip salih amel işleyen samimi müminler için hazırladığı cennet hakkında şöyle diyor:

 

“Biz dünya hayatında da, ahirette de sizin dostlarınızız. Canlarınız ne isterse, gönlünüz ne dilerse burada sizin için hazırdır. Bütün bunlar, merhamet eden ve bağışlayan Allah’ın bir ikramıdır.” (Fussılet suresi, 30-32. ayetler)

 

Cennet hakkında Efendimiz SAV bir kutsi hadis-i şerifte şöyle buyuruyor:

 

"Ben, sâlih kullarım için, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı ve hiçbir beşer zihninin tasavvur edemeyeceği mutluluklar hazırladım." (Buhâri, Tefsir 1; Müslim, Cennet 2-5)

 

Kelam ve Hadis alimlerinin tefsirlerini okumadım fakat bu hadisin düz mealinden acizane şunu anladım:

 

Yani eğer cenneti kazanabilirsek, Allah cennette canımızın istediği herşeyi, hatta hayalimizden bile geçmemiş sürpriz nimetleri verecek inşallah... Mesela, spor arabalar, yatlar, özel uçak...

 

Yani Kas hastası Galatasaraylı dostum İbrahim Oğuz ile birlikte cennette takım çıkartıp stadyumda bir FB-GS maçı oynama hayalimiz var. Ayet ve Hadislere göre bu mümkün...

 



Risale-i Nur’da okumuştum. Cennette derecesine göre herkese köşkler verilecek ama cennet hayatı sadece köşklerde geçmeyecek. Herkesin ortak kullanacağı sinema, restoran gibi umumi mekanlarda olacakmış...

 

Bu konuda, Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri şöyle diyor:


Gördüm ki, âlem-i misal, nihayetsiz fotoğraflar ve herbir fotoğraf, hadsiz hâdisât-ı dünyeviyeyi aynı zamanda hiç karıştırmayarak alıyor.


Binler dünya kadar büyük ve geniş bir sinema-i uhreviye ve fâniyâtın fâni ve zâil hallerini ve vaziyetlerini ve geçici hayatlarının meyvelerini sermedî temâşâgâhlarda ve Cennette saadet-i ebediye ashablarına da dünya maceralarını ve eski hâtıratlarını levhalarıyla gözlerine göstermek için pek büyük bir fotoğraf makinası olarak bildim.


Yine Risale-i Nur’un başka bir bölümünde de şöyle diyor:


BEŞİNCİ İŞARET:   Dünyada "El-hubbu fillah" hükmünce sâlih ahbablara muhabbetin neticesi: Cennet'te karşı karşıya kurulmuş Cennet iskemlelerinde oturup hoş, şirin, güzel, tatlı bir surette, dünya maceralarını ve kadîm olan hatıratlarını birbirine nakledip eğlendirmeleri suretinde; firaksız, safi bir muhabbet ve sohbet suretinde ahbablarıyla görüştüreceği, Kur'anın nassıyla sabittir. (Gençlik rehberi)
 
 
Cennette yaşlılık, ölüm, hastalık, tuvalet, sıkıntı, para olmayacak.

 

“Bir gün yaşlı bir kadın Resulullah’ın SAV yanına geldi ve

“Ya Resulellah! Allah’ın beni cennete koyması için dua buyur!” dedi.

Hz. Peygamber:

”Yâ ümme Fülan (ey falancanın anası)!  Şu bir gerçek ki yaşlılar cennete gitmezler” buyurdu.

 

Bunun üzerine kadın ağlayarak çıkıp gitti. Kadın gidince, Resulullah SAV: 

 

“Gidin ona söyleyin ki, kendisi yaşlı haliyle cennete girmez. Nitekim Allah (mealen) şöyle buyurdu: “Biz o kadınları, yepyeni bir yaratılışla yarattık. Böylece onları bakire kızlar kıldık.” (Vakıa suresi, 35-37. ayetler) ”  (Tirmizi, Şemail, Beyrut, ts., s.144)

 

 

Bin, milyon yıl değil, Sonsuza kadar bir gençlik, zevk ve eğlence diyarı olan cenneti, insan nasıl kaçırır, aklım almıyor. Çağımızın hastalığı iman zayıflığından...

 


Seneye yaz tatili için plan üstüne plan yapan insanlar, ölüm sonrası ebedi hayatlarını düşünmüyorlar. Gerçekten çok hayret ediyorum.

 

Aslında çok kolay; ibadetleri yap, haramları yapma. Hayatını askerlik gibi disiplin altına al. Ölümle terhis olunca Allah’ın lütfuyla cennetine gir inşallah...

 



 


 

 

24 Eylül 2014 Çarşamba

Hayatında et yemeyen insanlar


Hayatında et yemeyen insanlar


 

Sevgili gönül dostlarım. Söyleyeceğimi baştan söylemek istiyorum. Bu yazıyı size, Türkiye’de veya yurtdışında bir kurban bağışı yapmanızı teşvik etmek için yazıyorum.

 

Geçen gün radyoda bir sohbet dinledim. Etiyopya’da geçtiğimiz yıl kurban eti dağıtım organizasyonunda görev almış bir yardım kuruluşu personeli anlatıyordu.

 

Çok duygulandım, hatta ağladım. Hayatında hiç et yemeyen birinin ete kavuşma anını ve daha birçok anısını anlattı. Aklımda tutamadım fakat internetten benzer bir haber buldum:

 

Dünyanın en fakir ülkelerinden biri olan Etiyopya’daki yokluk insanlık dramına dönüştü. İstanbul Uluslararası Kardeşlik ve Yardımlaşma Derneği Başkanı Mehmet Sever, “Dünyanın en fakir ülkelerinden biri olan Etiyopya’da hayatı boyunca hiç et yememiş insanlar yaşıyor. Anneler ise açlıktan ölmesin diye gelen insanlara evlatlarını alması için yalvarıyor” dedi.

 


Bayrama çok az kaldı. Gelin inşallah bu bayram, fakir bir ülkedeki müslüman ailelere de bir kurban da biz bağışlayalım. Demek istediğim, kendi ailemiz için kurbanımızı keselim ama...

 

Maddi gücümüz varsa, bunun yanında bir kurban daha yardım kuruluşları aracılığı ile yurtdışına bağışlayalım...

 

Acizane kendim tatbik etmediğim hiçbir şeyi yazmıyorum, demiştim. Fakat maddi açıdan sıkışık olduğumuzdan 1000 tl ye sadece kendi kurbanımızı kesebileceğiz.

 

Kendim yapamazsam da, belki de hayra vesile olurum diye yazıyorum. Evet yurtdışı kurban bağışı çok ucuz, 300-600 tl civarı... Ne güzel imkanlar var günümüzde hamdolsun...

 

Oturduğunuz yerden internetten havale ile, mesela Somali’deki fakir bir aileye et ikram ediyorsunuz... Yaptığımız iyiliğin mükafatını mahşerde göreceğiz inşallah...

 

Evet haklısınız, ülkemizde de çok fakirler var. Mesela bu yaz Ereğli’de, Ulu Camii’nin avlusunda akülü sandalyemle Cuma namazındayken yanıma duran akülü arabadaki fakir dedenin hikayesi beni duygulandırdı.  

 

Otuz yıl önce çalışırken kaza geçirmiş, belden aşağısı felç ve 2006’da oğlu trafik kazasından ölmüş, tek emekli maaşıyla üç yetime bakıyormuş. Neyseki çok sevdiğim bir dostum o dedeye zekatını verdi. Allah razı olsun.

 


Sevgili gönül dostlarım, bunu şundan anlattım. Biz gittik onların fakir evine, evlerinde yemek pişiyordu, ya afrikadaki hayatında et yemeyen insanlar...

 

Evet, babam da ben de emekliyiz. Borçlar çıkınca elimize ancak 600-700 tl kalıyor. O da zaten bir ihtiyaç çıkıyor, anlamadan bitiyor.

 

Benim bu yazıdaki hedef kitlem, bu bayramda hertür masrafını çıktıktan sonra elinde fazladan 500 tl civarı kalanlardır. Bu ay, bu parayı yine birikim yapın ama dünyaya değil, ahirete...

 

İslam, vererek alma kültürünü zirveye taşımıştır. “Verebildiğimiz bizimdir” anlayışını inşa eden Güzeller Güzeli’dir SAV. Bu anlayış tariflere sığmaz bir merhamet coşkunluğudur aynı zamanda...

Bir Kurban Bayramı günü, Efendimiz SAV hane-i saadetlerine gelirler ve başımızın tacı Hz. Ayşe (r.anha) annemize sorarlar:


- Ya Ayşe, kurbanımız kesildi mi?
- Evet, ey Allah’ın Elçisi...
- Kurban etini ne yaptınız?
- Bir but hariç, hepsini dağıttık.

Bu cevap üzerine, Güzeller Güzeli SAV, vererek alma kültürünü, bir kitaplık mana taşıyan şu muhteşem ifadesiyle açıklar:


- Desene ey Ayşe, bir but hariç olmak üzere, hepsi bize kalmış... (Kaynak: Gülistan Dergisi)

 

Evet sevgili dostlar bu konuda daha çok şey yazılabilir fakat nakitten değerli olan vaktinizi almayayım. Ahiretinize yatırım yapmanız için, Sizin için internet üzerinden bu hizmeti veren yardım kuruluşlarını araştırdım:

 

1- Kızılay: Yurtiçi 650, Yurtdışı 350


 


Geçen haberlerde izledim. Kızılay bu sene konserve kavurma çıkartmış. Yardım alan aileler bu kavurmayı sene boyunca bozulmadan yiyebiliyorlar...

 

2- İHH: Yurtdışı 450


 

3- Kimse Yok mu: Yurtiçi 600, Asya-Afrika 300, Filistin 1000


 

Yazı uzamasın diye diğer derneklerin sadece isimlerini ve website adreslerini yazıyorum.  

 

4-  Deniz Feneri: http://www.denizfeneri.org.tr/



7- Ensar Vakfı: https://www.ensar.org/

8- Mehmetçik Vakfı: http://www.mehmetcik.org.tr/tr


10- Diyanet Vakfı: http://www.diyanetvakfi.org.tr/

 

 

Güzeller Güzeli SAV bir gün kendisine gelip de kalbindeki sevgisinin azaldığından ve duygulanamadığından şikayet eden bir Sahabesi’ne şu tavsiyede bulunur:


“Git, bir yetimin başını okşa...”

 



 

Bağışlarımızı şimdiden gönderelim ki, ona göre yardım kuruluşları o ülkelerde kurban temin etsinler ve et dağıtım organizasyonlarını yapsınlar inşallah...

 

Allah hayrınızı kabul ve makbul eylesin...

 

 


 

 

21 Eylül 2014 Pazar

Engelli Arap Stand-Up’çı Komedyen Kız beni ağlattı


Engelli Arap Stand-Up’çı Komedyen Kız beni ağlattı


 

Geçenlerde Facebook’ta dolaşırken ondört dakikalık bir videoya rastladım. Sürekli titreyen arap kızın harika konuşması isimli bir videoydu. Önce çok güldüm sonra neden mi ağladım?

 

Kız, Stand-up gösterisinde sık sık hastalığının ismini vurgulayıp -Serebral Palsi- (SP) dalga geçiyordu, kendiyle barışıktı. Hastalığımız benzer olmalı ki, benim gibi konuşması bozuktu...


Serebral palsi (SP), diğer adıyla beyin felci, doğum öncesinde, sırasında veya sonrasında merkezi sinir sisteminin hareket işlev alanlarının hasar görmesinden dolayı oluşan tablodur. Beynin oksijensiz kalması sonucu olabileceği düşünülmektedir.

 

Amerika’da yaşayan Filistin göçmeni ailenin kızıydı. Stand-Up gösterisine şöyle başladı:

 

Merhaba benim adım Mysoon Zayid, sarhoş değilim. Ama beni doğurtan doktor öyleydi.  Doğumda annemi altı farklı yönden, altı kere kesmiş, tabi bu arada zavallı ben de boğulmuşum. Sonuçta SP olmuşum.

 

Bunun anlamı sürekli titriyorum. Bakın... (Sandalyeden ayağa kalkıyor ve her eklemi titriyor) Shakira’nın ve Muhammed Ali’nin (Parkinson hastası) birleşimi gibiyim. (Gülüşmeler)

 


Anlatıklarına çok güldüm, bana kendi hastalığımla ilgili komik bir anımı hatırlattı:

 

Çoğunuz biliyorsunuz ben şu an tekerlekli sandalyedeyim. Ben 1994’te işe başladığımda sallanarak duvarlardan destek alarak ve babamın koluna girerek yürüyebiliyordum. Zaman içinde hastalığım ilerledi ve tekerlekli sandalye kullanmak zorunda kaldım.

 

Şimdi anlatacağım olay işe başladıktan birkaç yıl sonraydı :

 

Her sene yılbaşından bir hafta önce bir otelde, hem yeni yılı, hem de şirketin kuruluş yıldönümünü kutlamak amacıyla eğlence düzenlenirdi. Yemekler, meşrubatlar ve isteyene içki servisi de yapılıyordu. Sanırım Aralık 1997 idi. Yine böyle bir eğlenceye katıldık. Gece sonunda otelden çıkıyorduk....

 

Ben içki içmem ama hastalığımdan dolayı iki arkadaşımın kolunda yürüyüp otelden çıkarken, otelin resepsiyon görevlilerinin aralarındaki şu konuşmasını duydum :

 

" -  Yav adama bak amma içmiş. İki kişinin kolunda gidiyor. " :))

 


Evet yazıyı çok uzatmadan videodaki ağladığım kısımdan bahsetmek istiyorum.

 

Seyircilere kendisine üzülmemelerini söyledikten sonra 99 sorunum var, SP sadece birisi, dedi. Filistinliyim, müslümanım, kadınım, engelliyim ve New Jersey’de yaşıyorum diyerek izleyicileri güldürüp alkış aldı. Devamında:

 

Bu 11 Eylül’den ve politikacıların seçim kampanyalarında “Müslümanlardan nefret ediyorum” sloganını kullanmakta sakınca görmeden önceydi. Birlikte büyüdüğüm insanların inancımla bir sorunu yoktu. Ama ramazanda açlıktan öleceğimden korkuyorlardı.

 

Onlara, bana üç ay yetecek kadar yağım olduğunu açıklardım. (Kiloluydu) Bu yüzden güneşin doğuşundan batışına kadar oruç tutmak benim için çok kolaydı...

 

Işte devamında seyirciler gülüşürken ben ağladım. Çünkü, Filistinli müslüman engelli kız TV programında tüm Amerikalılara islamı, orucu ve engellileri tatlı diliyle güldürerek düşündürüyor ve sevdiriyordu.

 



Ve yaşadığı şehirde Filistinli göçmen çocuklar için bir dernek kurduğunu anlattı. İnşallah ahirette engelli olmasına rağmen yaptığı bu büyük işlerin mükafatını alacaktır. Allah razı olsun. Ona çok gıpta ettim.


 


Hani Peygamber Efendimiz SAV buyuruyor ya:

 

“Yalnız iki kişiye haset edilir. Biri, Allah’ın, mal verip hak yolunda harcamaya muvaffak kıldığı kişi; diğeri de, Allah’ın, kendisine ilim verip de onunla amel eden ve bunları başkasına öğreten (yani ilmini infak eden) kimsedir.””

 

Burada Efendimiz hasedi, gıpta manasına kullanmıştır. Gıpta manasına gelen bir diğer kelime de “tenâfüs” sözcüğüdür ki, “Felyetenâfesi’l-mütenâfisûn” (Mutaffifîn, 83/26) ayeti hayırda yarışmaya teşvik anlamıyla bunu ifade eder.

 

Yani insan, ilim sahibi birisinin ilmini neşrettiğini gördüğünde “Keşke ben de böyle olsaydım ve neşr-i hak yapsaydım!” duygu ve düşüncesiyle o kişiye gıpta ile bakabilir. Veya bir kimsenin olabildiğine serveti vardır, bu kişiye Allah, hem servet, hem de serveti değerlendirme, yani cömertlik vermiştir. O da malını tebzir derecesinde hak yolunda saçar savurur, îsâr yapar ve sehâvette bulunur. Bunu gören birisi: “Keşke benim de servetim olsaydı da böyle sarf ediverseydim” duygu ve düşüncesiyle o kişi hakkında gıpta edebilir.

 

Asr-ı Saadet’te, Ensar-ı Kiram ve Muhacirin-i izam fukarası (radiyallahu anhüm), “Ya Rasulallah! Zengin kardeşlerimiz, bizimle beraber namaz kılıyor ve oruç tutuyorlar. Ayrıca servet sahibi olduklarından infak da edebiliyorlar. Bizim ise infak edecek bir şeyimiz yok” derler. Allah Rasulü de onlara namaz tesbihatını tavsiye eder.

 

 



Hem gülmek, hem de ağlamak için Mysoon Zayid’in başından geçenleri anlattığı İngilizce olan bu videoyu Türkçe altyazılı olarak buradan izleyebilirsiniz:


 





 


 

 


 

17 Eylül 2014 Çarşamba

Üç hikaye, üç ders!


Üç hikaye, üç ders!


 

Yazı yazmaya sevgili Efkan Vural hocamın teşvikleriyle Eylül 2012’de başladım. Şu ana kadar 215 yazı yayınladım hamdolsun.

 

Biliyorsunuz haftada iki yazı yayınlıyorum. Fakat bazen misafir geliyor, bazen hastalık vs gibi nedenlerle yeni yazı yazmaya fırsat bulamıyorum.

 

Bu yüzden bazen yazılarımda hoş hikayeler paylaşacağım. Çünkü, hikaye ve kıssa en etkili ve akılda kalıcı mesaj verme yoludur.  İşte başlıkta bahsettiğim hikayeler:

 

1. Hikâye: Kavak Ağacı ile Kabak

 

Ulu bir kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar ilerledikçe bitki kavak ağacına sarılarak yükselmeye başlamış. Yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş bir hızla büyümüş ve neredeyse kavak ağacı ile aynı boya gelmiş. Bir gün dayanamayıp sormuş kavağa:

 

-Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç?

-On yılda, demiş kavak.

-On yılda mı? Diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak.

-Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak!

-Doğru, demiş kavak.

 

Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgârları başladığında kabak üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış. Sormuş endişeyle kavağa:

 

-Neler oluyor bana ağaç?

-Ölüyorsun, demiş kavak.

-Niçin?

-Benim on yılda geldiğim yere, iki ayda gelmeye çalıştığın için.

 


1. Ders: Çalışmadan emek harcamadan gelinen nokta

başarı sayılmaz. Kolay kazanılan, kolay kaybedilir. Her

işte alın teri ve emek şarttır.

 

***********************

 

2. Hikâye: En iyi Buğday

 

Her yıl yapılan 'en iyi buğday' yarışmasını yine aynı çiftçi kazanmıştı. Çiftçiye bu işin sırrı soruldu. Çiftçi:

 

-Benim sırrımın cevabı, kendi buğday tohumlarımı komşularımla paylaşmakta yatıyor, dedi.

-Elinizdeki kaliteli tohumları rakiplerinizle mi paylaşıyorsunuz? Ama neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuyorsunuz? diye sorulduğunda,

-Neden olmasın, dedi çiftçi.

 

-Bilmediğiniz bir şey var; rüzgâr olgunlaşmakta olan buğdaydan poleni alır ve tarladan tarlaya taşır. Bu nedenle, komşularımın kötü buğday yetiştirmesi demek, benim ürünümün kalitesinin de düşük olması demektir.

 

Eğer en iyi buğdayı yetiştirmek istiyorsam, komşularımın da iyi buğdaylar yetiştirmesine yardımcı olmam gerekiyor.

 


2. Ders: Sevgi ve paylaşmak en yakınınızdan başlar.

Sonra yayılarak devam eder. Kin, cimrilik, nefret

kimsenin hoşlanacağı davranışlar değildir.

 

**********************************

 

3. Hikâye: Geleceğini biliyordum…

 

Savaşın en kanlı günlerinden biriydi. Asker, en iyi arkadaşının az ilerde kanlar içinde yere düştüğünü gördü. İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar.

 

Tam siperden dışarı doğru bir hamle yapacağı sırada, başka bir arkadaşı onu omzundan tutarak tekrar içeri çekti,

 

-Delirdin mi sen? Gitmeye değer mi? Baksana delik deşik olmuş. Büyük bir ihtimalle ölmüştür. Artık onun için yapabileceğin bir şey yok. Boşuna kendi hayatını tehlikeye atma.

 

Fakat asker onu dinlemedi ve kendisini siperden dışarıya attı. İnanılması güç bir mucize gerçekleşti, asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı. Onu sırtına aldı ve koşa koşa geri döndü.

 

Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Fakat cesur asker yaralı arkadaşını kurtaramamıştı. Siperdeki diğer arkadaşı;

 

-Sana değmez demiştim. Hayatını boşu boşuna tehlikeye attın.

-Değdi, dedi, gözleri dolarak, -değdi…

-Nasıl değdi? Bu adam ölmüş görmüyor musun?

-Yine de değdi. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı. Onun son sözlerini duymak, dünyalara bedeldi benim içim.

 

Ve hıçkırarak arkadaşının son sözlerini tekrarladı:

-Geleceğini biliyordum… Geleceğini biliyordum…

 


3. Ders: Güven vermek önemlidir. Güven duymak

önemlidir. Duyulan güveni boşa çıkarmamak daha da

önemlidir.