26 Eylül 2016 Pazartesi

Bu Takım bu FB’yi yener


Bu Takım bu FB’yi yener

 

Bu yazımızda geçtiğimiz haftalardaki üç olaya kısa kısa değinmek istiyoruz. İlerde arşiv olur inşallah.

        
Bayram sonrası kadim dostum Mustafa Alkaş ve oğlu Mert ziyaretimize geldi. 16 Eylül 2016

1-) HASTA YATAĞI İLE RAHATLADIK

 

Canım Babacığım İsa Çelik’in fedakarca desteği ve büyük sabır ile onaltı sene tekerlekli sandalyede çalıştım ve 2010’da Karel Elektronik’ten elektronik baskı devre kart tasarım teknikeri olarak engelli kadrosundan emekli oldum elhamdülillah.

 

Allah’a olan sevgimizin derecesini belirlemek için, yani aslında bazı kullarının sonsuz hayat cennetteki derecelerini artırmak için Rabbimiz, müslümana son nefesine kadar musibetler gönderir, ta ki sabretsin ve sevap kazansın.

 

Fakat şunu da bilmek gerekir ki, Cenab-ı Allah’ın imtihan yoluyla bizleri denemesine, bilmesine hiç ihtiyaç yok. Yüce Yaratıcı yarattığı kulun ne olduğunu daha ruhlar alemindeyken bilir.

 

İmtihan, biz aciz kullar için gerekli. O, sadece hiç kimseye haksızlık yapılmadığını anlamamızı, görmemizi, bilmemizi ister.

 

[Bu bilgiler, son Mesnevihan (Hz. Mevlana’nın eseri Mesnevi’yi her yönüyle en iyi bilen kişi) sevgili Hayat Nur Artıran Hanımefendi’nin  “Aşk Bir Davaya Benzer” kitabından derlenmiştir.]

 

Çok şükür, Allah beni seviyor. Hamdolsun Mart 2011’de şeker komasıyla yirmi gün yoğun bakımda yattım, onbeş gün babamla serviste kaldık. Sonra bir ayda evde yattım.  

 

İşte komada ve evde, o iki aylık sırtüstü yatmam ile kıl dönmesi oluşmuş. Ancak ağrılar dayanılmaz olunca anlaşıldı ve Kasım 2012’de Kıl Dönmesi ameliyatı oldum hamdolsun.

 

Yaranın geç kapanması ile yedi-sekiz ayda hiç yataktan kalkamadım elhamdülillah. Haziran 2013’ten beri ise günde en fazla beş saat oturabiliyorum, hemen ağrı başlıyor.

 


Ancak yatakta oturma pozisyonuna babam ve annemin desteğiyle gelebiliyorum. Yıllarca, beni omuzlarına elimi atarak yürütmelerinden dolayı boyun fıtığı oluşmuştu.

 

Ben bu yazıları onlar beni her sabah kahvaltı için oturtunca yazıyorum. Ağrıyınca yine onların yardımıyla uzanıyor ve namazları yatarak kılıyorum.

 

Akşam yemeği için tekrar oturtmaya çalıştıklarında çok yoruluyorlardı. Hatta bazen kaldırmalarını istemiyordum.  Annem yattığım yerde kaşıkla yediriyordu.

 

Evet onlar epey yaşlandı, artık çabuk yoruluyorlardı. Üzülüyordum.

 

Yaz dönemi kaldığımız memleketimiz Konya Ereğli’de babam kalpten rahatsızlanınca araştırdık, hasta yatağı almaya karar verdik. Ankara’ya dönünce babam anjiyo oldu.

 

Bayram sonrası 19 Eylül 2016 akşamı yatağı getirip kurdular. İki motorlu hasta yatağının kumandasında dört buton vardır. Ayak tarafını ve baş kısmını indirip kaldırmak için…

 


Artık kendim kumanda ile oturuma gelebiliyor, ağrı başlayınca hemen yatırabiliyorum.

 


Bunu nasip eden Rabbimize binlerce hamdolsun. Çok şükür bugünüme…

 

2-) PARALİMPİK OLİMPİYAT OYUNLARI

 

7-21 Eylül 2016 tarihleri arasında Brezilya’nın Rio kentinde paralimpik olimpiyatlar yapıldı. Türkiye’yi 79 engelli sporcu temsil etti. 9 madalya kazandık.

 


Wikipedia’dan kopyaladığımız tanımın ardından çok kısa birkaç yorum yazmak istiyoruz.

 

Paralimpik Oyunlar, çeşitli engelli gruplarından sporcuların katıldığı çok sporlu etkinliktir. Orijinalindeki "paralympic" kelimesi; İngilizce, engelli anlamına gelen "paralyzed" ve "olympic" kelimelerinin birleşmesinden meydana gelir.

 

Yaz ve Kış Paralimpik Oyunları o dönemki Olimpiyatların hemen ardından yapılır. Tüm Paralimpik Oyunları Uluslararası Paralimpik Komitesi tarafından yönetilir.

 

Paralimpik Oyunlar 1948'deki az sayıda II.Dünya Savaşı İngiliz eski askerlerinin toplanmasıyla başladı, 2008'de uluslararası ikinci büyük spor yarışması haline gelmiştir.

 

Paralimpik atletlerle Olimpiyatlarda yarışan atletler aynı şartlarda mücadele etmelerine rağmen Paralimpik Oyunlarla Olimpiyat Oyunları arasına büyük bir bütçe farkı vardır. 1988 Seul Yaz Oyunları ve 1992 Albertville Kış Oyunlarından bu yana Paralimpik Oyunlar Olimpiyat Oyunları ile aynı tesislerde yapılmaktadır.

 

Maçları TRT Spor TV canlı verdi. Bazı yarışlar ağlattı, bazıları ders verdi.

 

4x400 metre tekerlekli sandalye yarışındaki dört kızımız beni ağlattı. Yarışmada 4. Olduk ama o çabayla zorlanıp tekerlekleri çevirmelerini, empati yaparak düşününce ağladım.

 


Hayret ettiğim bir başka spor ise, Gözleri bağlanmış –az görenle çok gören eşitlensin diye sanırım- görme engelli erkek milli futbol takımımızdı, gerçekten harikaydı.

 

Empati yapalım, Gözünüzü kapatın, etrafınızda dönün, ben kesinlikle yönümü bulamam.

 

Helal olsun, o halde çalım atarak kaleye gidip gol atıyorlar. Topun içindeki zil sesini takip ederek adeta topu görüyorlar. Anlamadığım konu neden kalede kalecinin olduğuydu… Zaten kale küçücük ve görmeden vuruyorlar topa…

 


Brezilya – Türkiye görme engelli futbol maçı olduğu akşam 11 Eylül 2016 Cumartesi, taraftarı olduğum Fenerbahçe’nin de maçı vardı. Kendi evimizde Bursaspor’a son anlarda 1-0 yenilmiştik.

 

Ligde 3. Haftaydı ve yeni hocamızla henüz galibiyet görmemiştik.

 

NtvSpor TV’de maçın skorunu takip edip maç bittikten sonra TRT Spor’u açtım. Görme engelli takımları maç yapıyordu. Brezilyalı oyuncular görmeden harika çalımlar atıyorlardı.

 

O an Twitter’ı açtım, FB’ye kızgınlıkla;

 

“Şu anda TRT Spor’da görme engelli milli maçımız var. Bu Brezilya vallahi FB’yi yener :)” diye tweet atmıştım.

 

3-) TARIK AKAN ÖLDÜ

 

Ben haber izlemiyorum. Hergün şehit haberi, ortadoğu’daki zulüm gören müslümanlar…

 

16 Eylül Cuma sabahı uyandığımda radyodan duyduğum haber ve Face’den okuduğum paylaşımlarla değişik duygular hissettim.

 

Üzüldüm. Tarık Akan vefat etmişti. Mavi boncuk filmindeki sahne beni hep hüzünlendirmiştir. 

 

Emel Sayın ve Tarık Akan bir masada oturmaktalar. Emel Sayın Tarık Akan’ın gözlerine bakarak “Yalnız benim için Bak yeşil yeşil” şarkısını söylüyor.

 


Bana hep, ilahi aşka yükselmeme vesile olan o aşık olduğum yeşil gözlü kızı hatırlatır.

 

Tarık Akan hakkında ölümünün ardından iyi ve kötü çok söz söylendi. Güzel yürekli insan güle güle ve islam düşmanı adam öldü, vs. deniyordu.

 

Bendeniz hakkında internetten epey araştırdım, videolar izledim.

 

Tarık Akan gerçekten çok güzel yürekliydi. Çok nazik ve mütevaziydi. Bilenler azdı, O, okul yaptırdı, kitap yazdı, kendi cebinden belgeseller çekiyor ve hiç dokunmadan gelirini derneğe bağışlıyordu.

 


Müslüman daima Hüsn-ü Zan ile olaylara bakmalıdır, yani hep olumlu düşünmelidir.

 

O, Şimdikiler gibi topluma şehvet ve kötü alışkanlık, suça teşvik gibi, bilinçaltımıza gizli mesajlar veren filmlerde asla oynamadı. Özellikle 1980 sonrası -şimdilerde TV’lerde pek oynamıyor- toplumsal sorunlara parmak basan güzel mesajlar veren filmler çekti.

 

Evet güzel gönüllü insanın ölüm sebebi akciğer kanseriydi. Allah kalbine bakmıştı.

 

"Allah sizin dış görünüşünüze ve mallarınıza bakmaz.

Ama o sizin kalplerinize ve işlerinize bakar."

 

(Müslim, Birr, 33; İbn Mâce, Zühd, 9; Ahmed b. Hanbel, 2/285, 539)

 

İmanlı kullar için Hastalık, sabun gibi günah kirlerini yıkar, temizler. İnşallah Allah’a imanı vardır ve günahları temizlenmiş olarak Rabbimize kavuşmuştur.

 

Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun.

 

 

Celalin Penceresinden

 

 

19 Eylül 2016 Pazartesi

Daha Huzurlu Yaşam İçin 30 Tavsiye


Daha Huzurlu Yaşam İçin 30 Tavsiye

 

Bu yazıda Facebook’ta okuduğum 30 tavsiyeden ve yaptığım kısa yorumlarımdan bahsetmek istiyorum izninizle. Bu tavsiyelere uyanlar mutlu bir hayat yaşar inşallah…

Canım dostum Ali Kırmızıgül ile. Eylül 2016


1* İnsanlara beklediklerinden fazlasını ver ve bu işi yaparken kibar ol.


Annem kurbanda kesemeyenler için et paylarını hep üçer dörder kilo verir.


2* En sevdiğin şiiri ezberle.


Konuşmalarımızı şiirle süslersek daha etkili olur.


3* Her duyduğuna inanma, elindekinin hepsini harcama ve istediğin kadar uyuma....


Ayette, duyduğuna hemen inanma, araştır, diyor. Çok uyumak kalbe gaflet çöktürür.


4* "Seni seviyorum" derken inanarak söyle.


Bu sözü inanarak içten söylemeliyiz, kalpten kalbe bir yol gider, yol gizli gizli…


5* Asla başkalarının hayalleriyle dalga geçme.


İnsanı yaşatan hayallerdir. Umutsuzluk haramdır, hayal kurmak umudu yeşertmektir.


6* Derinden ve inançla sev. Kırılabilirsin belki ama başka türlü de hayatını tam yaşayamazsın.


Gerçek Seven kırılsa bile asla incinmez, hakkını hep helal eder.


7* Anlaşmazlıklarla dürüstçe savaş. İsim verme.


Her zaman Efendimizi SAV örnek al, bazıları şöyle şöyle yapmasa keşke de, affet.


8* İnsanlar hakkında konuşulanlara inanıp onlar hakkında karar verme.


Bir insanı tanımak için onunla tatile çık veya ticaret yap, derler büyükler…


9* Yavaş konuş ama hızlı düşün.


Sonra pişman olmamak için düşünerek konuşmalı. Dil kılıçtan keskindir çünkü…


10* Şunu daima hatırla ki, büyük aşk veya büyük yatırım daima büyük risk taşır.


Riske girmeyen başarıya ulaşamaz. Traş olmak bile risktir.


11* Anneni ara.


Uzakta olun veya olmayın, anne ve baba arandığında çok mutlu olur.


12* Eğer kaybedersen, aklını da kaybetme.


Allah’a tevekkül edin. Eğer malını kaybettiysen sadakam olsun, inşallah bu musibet başıma gelecek kazaya siper oldu, de huzur bul…  


13* Üç "S"yi unutma: Saygı kendine Saygı başkalarına Sorumluluk tüm hareketlerin için.


Efendimiz SAV; “Kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma” buyurmuştur.


14* Küçük bir tartışmanın tüm dostluğu mahvetmesine izin verme.


Eğer dostunun bir huyunu sevmezsen hemen ondaki güzel huyları hatırla…


15* Eğer hata yaptığını fark edersen hemen onu düzeltmeye bak, bile bile devam etme.


Kuran’da Rabbimiz; Allah tevbeleri kabul eder, günahta ısrar edenleri sevmez, demiştir.


16* Telefonda konuşurken gülümse. Karşındaki sesinden gülümseyişini duyacaktır.


Tebessüm  etmek sadakadır hadisini hep hatırla…


17* Konuşmayı sevdiğin bir erkekle / kadınla evlen. Yaşın ilerledikçe sohbet her şeyden fazla önem kazanacaktır.


Sohbet baldan tatlıdır.


18* Biraz yalnız kalmaya özen göster.


Yalnız kalmak boğucu dünya işlerinden sıyrılıp yaşamın amacını düşündürür.


19* Daha fazla kitap oku, daha az TV seyret.


TV izlemek beynimizi uyuşturuyor. Kitap okumak için daha fazla zaman planlamalıyız.



20* Güzel, şerefli bir hayat yaşa. Yaşlanıp geri baktığında ikinci bir defa tadını çıkarırsın.


Ahirette işine yarayacak amellerin yoksa (okul, hastane cami, köprü, hayırlı evlat, yetiştirdiğin öğrenci, yazılan kitap, ilim) , fani dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme.


21* Yuvanda sıcak bir ortam oluşturmak için elinden geleni yap.


Sevgi, insan hamurunun mayasıdır. Mayasız un, hamur olmazsa, sevgisiz insan, insanlıktan çıkar. Bütün suç işleyen acımasızlar sevgisiz ortamda büyümüşlerdir.  



22* Sevdiklerinle tartışırken, o anı önemse, geçmişi kurcalama.


Dün gitti, ondan ders al sadece. Yarın daha gelmedi, endişelenme. An’ın kıymetini bil.


23* Bilgilerini paylaş. Bu aynı zamanda ölümsüz olmanın bir başka yoludur.


Efendimiz SAV buyurdu ki: “Bir saat ilim öğrenmek veya öğretmek, sabaha kadar ibadetten daha sevaptır.” [Deylemi]

Efendimiz SAV böyle buyuruyor.


24* Dua et. Büyük güç verir. Düşün. Daha da büyük güç verir.


Eğer acizliğimizi itiraf edip samimi gözyaşımızla Allah’a el açsak; Peygamberimiz SAV diyor ki:

 

“Eğer siz Allah'tan hakkıyla korksaydınız, kendisiyle birlikte cehaletin yeri olmayan ilmi elbette ki tahsil ederdiniz.  Şayet, siz Allah'ı layıkıyla bilmiş olsaydınız, anlasaydınız, dualarınızla dağlar yerinden oynardı.”

(Suyuti, Camius-Sağir 5:319, Hadis No:7448)


25* İşini iyi yap.


Yüce Allah şöyle buyrulmuştur: “Yaptığınızı (işinizi) güzel yapın; Allah (işini) güzel yapanları sever.” (Bakara, 2/195)

 

Hz. Peygamber (s.a.s.) de: “Allahu Teâlâ, bir iş yaptığınız zaman onu sağlam ve güzel yapmanızı sever.” (Beyhakî, Şüabü’l-İman, 4/334) buyurmuştur.


26* Yılda bir defa, daha önce gitmediğin bir yere git.


Eskiler “Tebdil-i mekanda (ortam değişikliği) ferahlık vardır” derler.


27* Eğer çok paran olursa, başkalarına yardım et. Paranın en zevkli tarafını kaçırma.


Mutlu olmanın tek yolu başkalarını mutlu etmektir.


28* Bazen istediğin bir şeyin olmaması senin için bir şanstır.


"Bazen hoşunuza gitmeyen bir şey, hakkınızda hayırlı olabilir ve hoşunuza giden bir şey de hakkınızda şer olabilir. Allah bilir siz bilmezsiniz." (Bakara suresi, 216. ayet)


29* En iyi ilişki, birbirinize olan sevginiz, birbirinize ihtiyacınızdan fazla olduğu zaman olacaktır.


Sevgi fedakarlık, emek ister. Sık sık hediyeleşin, sürprizler yapın ki sevginiz artsın.


30* Başarının gerçek olup olmadığını anlamak için karşılığında neler verdiğine bak.

 

 

Inşallah bu yazıdaki tavsiyelere uymaya çalışır ve daha mutlu ve huzurlu oluruz.

 

Bugün 19 Eylül 2016 okullar açıldı.

 

Bütün sevgili öğretmen ve tüm öğrencilere Allah’tan başarılar dileriz.

2016-2017 yeni eğitim-öğretim döneminiz hayırlı olsun.

 

 

Celalin Penceresinden

 

 

12 Eylül 2016 Pazartesi

Bir Kurban Bayramı Hikayesi


Bir Kurban Bayramı Hikayesi

 

Kurban, kelime manası olarak, yaklaşmak yani Allah'a yakınlaşmak demektir. Kurban sadece Allah'ın rızasını umarak kesilir.

 

Yüce Allah, biliyorsunuz kurban edilen bir koç karşılığında Hz. İsmail’in hayatını bağışlamıştır.

 


Kestiğimiz kurbanlar, bize, çocuklarımıza ve yakınlarımıza gelecek bela, kaza ve musibetleri de bir yıl boyunca önler.

 

Kurban bayramınızı en kalbi duygularımla kutluyorum.

Sevdiklerinizle beraber, sağlık ve afiyet içinde,  nice bayramlar geçirmenizi Cenab-ı Hakk'tan niyaz ederim...

 

YÜREK BURKAN BİR KURBAN HİKAYESİ

 

(Hikayede kurban kesemeyen bir çocuğun duyguları anlatılıyor. 90’larda maddi imkansızlıklardan dolayı kurban kesememiştik. Annem utanıyor ve et getiren komşuları delikten görünce kapıyı kardeşime açtırıyordu.)

 

Ahmet:

“–Anneciğim, Emre bize gelecek. Bu gece bizde kalacak” dedi.

 

...... Emre’nin sevdiğini bildiğim türden bir kaç çeşit yemek yaptım. Görüşmeyeli bayağı bir boy atmış, kocaman delikanlı olmuştu. Biraz oturup hal hatır sorduktan sonra yemeğe geçtik. Emre, özene bezene hazırladığım yemeklere el sürmeyince, belli etmemeye çalışsam da bozuldum.

 

Emre:

“–Teyzeciğim et var ya, ondan yemiyorum” dedi.

 

Bu söz beni daha da şaşırtmıştı. Çünkü ete olan düşkünlüğünü iyi biliyordum. Emre, bu davranışının altında bir şey aramamdan rahatsızlık duyarak,

 

"-Anlatayım teyzeciğim” dedi.

 

İlköğretim beşinci sınıfa gidiyordum o zamanlar. Biliyorsunuz Ayşe ablam da benden iki yaş büyük. İkimiz de çok başarılı sayılmayız, fakat hiç olmazsa liseyi bitirelim diye gayret ediyoruz. Bir işe girebilmek için bunun şart olduğuna inanıyoruz. Büyük hayallerimiz yok. Daha kötü günler gelmesin deyip halimize şükredenlerdeniz.

 

Depremden önce babam, inşaat kalfasıydı. Kimseye muhtaç değildik. Hatta babam yaptığı, kooperatif evlerinden bir de daireye girmişti. “Altı, yedi aya kalmaz, evimize taşınırız” diye hayaller kuruyorduk. Kaba inşaatı çoktan bitmiş, evin şekli ortaya çıkmıştı. Ben odamın duvarına asacağım süsler yaptım. Annem dantel masa örtüleri…

 

Kaç kere bakmaya gitmiş, hayalimizde aldığımız eşyaların yerini kaç kere değiştirip durmuştuk. Derken 17 Ağustos’ta korkunç bir sallantıyla uyandık. Çok şükür ne bizde ne de yakın çevremizde bir şey yoktu. Boş arsaya tüm mahalle toplandık. Biraz korku kalmıştı yüreğimizde ama güle oynaya sabahladık. Elektriklerin gelmesi ile radyo ve televizyonlardaki korkunç gerçek, yüreklerimize çığ gibi düştü.

 

Tüm ülkem gibi bu korkunç felaketin getirdiği yıkım ve kıyımla, harap olduk. Naklen izlediğimiz kurtarma çalışmalarında yaralılarla yaralandık, ölenlerle defalarca öldük. Elimizden gelen bir şey yoktu. Devlet baba, harıl harıl yaraları sarmaya çalışıyordu.

 

Bizim evimiz yıkılmadı. Kimseye de bir zarar gelmedi. Farklı yaralandığımızın farkına, yaralarımız derinleştikçe vardık. Depremle birlikte inşaatlar durmuş, babam işsiz kalmıştı. Ekonomik krizle de ikiye katlandı yokluklarımız. Televizyonlarda gördüğüm kadarıyla, bazı insanlar hiç etkilenmemişti. Bar ve pavyonlarda zil zurna sarhoş oluncaya kadar içiyor, milyarlarca lira harcıyorlardı.

 


Biz ev kirası elektrik, su ne kadar kısmaya, azaltmaya çalışsak olmuyor babamın arada bir bulduğu, tadilat işlerinden kazandığı, evi geçindirmeye yetmiyordu. Devir hesap devri deyip, telefonu kapattırdık. Ampulleri daha küçük taktık.

 

Annem bir evde 120 milyona iş bulmuştu. Babamın da eline yaklaşık o kadar geçiyordu. Fakat Kasım ayından sonra babam bir tek işe gidemedi. Kış boyunca hiç iş çıkmadı. Ümitlenerek gidiyor, üzülerek geri dönüyordu. “Çoluk çocuğum gözümün önünde aç açık kalıyor, elimden bir şey gelmiyor, keşke ölsem” gibi kötü kötü laflar edip duruyordu. İş için çalmadığı kapı kalmamıştı.

 

Ramazan bayramına bir kaç gün kalmıştı. Şubat ayının bir Pazartesi günü babam, eve sevinçle geldi. Bir iş bulmuştu. Üstelik sigortalı. “Evraklarını tamamla gel” demişler. Sevinçle haber verip uçar gibi çıktı. “Bugün yetiştirmeliyim” diyordu.

 

Bir kaç saat sonra karşı komşumuz telaşla içeri girdi. Yüzünde ürküten bir ifade vardı.

 

“–Korkmayın ama babanız küçük bir kaza geçirmiş” dedi.

 

Hastaneye gittiğimde babamın yüzü sapsarıydı. Kol ve bacağı alçıya alınmıştı. Kırmızı ışıkta süratle gelen bir araç çarpmıştı. Biz sağ oluşuna dua ederken babam, gözlerinden akan yaştan utanıyor gizlemeye çalışarak:

 

“–Neden ölmedim, yükünüzü arttırdım” diyordu.

 

Bir müddet sonra babam eve çıktı. Sobamız yanmıyordu, evimiz soğuktu. Babamın dişlerinin birbirini dövüşünü üzülerek seyrediyordum. Bir kaç komşu belediyeye telefon ederek bize kömür istemişler. Yok denilmiş. Önceden kayıt olmak gerekirmiş. Okulda da yardım dağıtılıyordu. Anneme:

 

“–Ben de isteyeyim mi?” diye sordum. Annem:

 

“–Sakın ha oğlum! Durumumuz belli; verirlerse kabul ederiz, sakın kimseden bir şey istemeyin” dedi.

 

Başka zaman ben de gurur meselesi ederdim. Ama şimdi çok farklıydı. Yakıp etrafında toplanacağımız sobaya ihtiyacımız vardı. Babam buz gibi evde nasıl hasta yatardı?

 

‘Şekersiz’ Ramazan bayramımız gelip de geçmişti bile. Şekere olan düşkünlüğüme rağmen, pek üzülmedim. Böyle küçük şeylerin üstesinden gelmeliydik. Üstelik ben erkektim. İşte tüm zorluklara rağmen hava biraz daha ısınmış, babamın kolundaki, alçı alınmıştı. Bacağı hala alçıdaydı. İşte kurban bayramı da gelmişti. İçimden oniki daire var bizim apartmanda, birçoğu da kurban kesecek.

 

Nasılsa bize de verirler; Annem sevdiğim et yemeklerinden pişirir, diyordum. Ben pencereden seyrederken, karşıdaki boş arsada, kurbanlar kesildi, yüzüldü, leğenler dolusu evlere taşındı. Her kapı çalışında, ‘kurban payı’ diye koştum. Her kapı açılışında, evlerde kavrulan etlerin mis kokuları evimizin içine kadar davetsiz yayıldı. Bir tek pay gelmedi.

 

Babaannem köyden telefon açmıştı. Komşu evinden konuşurken, sesim ona iyi gitmemişti. Israr ve telaşla sordu: ‘Baban mı kötüleşti?’ diye.

 

“–Yok” dedim. “Bize kurban payı vermediler.”

 

Yaz aylarında babaanneme giderdik. Adına ‘Güccük’ dediği bir kara ineği, beş altı da tavuğu vardı. ‘Güccük-müccük ama sütü iyi” derdi. Sağarken ona türküler söylerdi. “Bu sene kısır, inşallah seneye kuzulayacak” diye ümit ederdi.

 


“–Deden, ihtiyar nasıl dursun katıksız” derdi. Bir tas ayran içti mi başka bir şey istemezmiş.

 

Bayramın üçüncü günüydü. Sabah erkenden kapı çalındı. Babaannemdi! Koşup karşıladık. Ağlayarak sarıldı bizlere. “Kuzularım, kuzularım” diyordu. Size çok et getirdim. Evinde ne varsa hemen hepsini kapıp gelmişti.

 

Buzdolabını tıka basa etle doldurduk. Ablam acele acele doğradı. Etlerin pişerken çıkardığı cızırtılardan saldığı mis gibi kokular, iki gündür kabaran iştahımı daha da körüklüyordu. Ağzım sulanarak dolanıp durdum ocağın etrafında. Sofra beklemeye tahammülüm kalmamıştı. Çatalı alıp batırdım. Üfürerek ağzıma alıyordum ki, babamın, babaanneme:

 

“–Ah anam ahh! Neden kestin güccük ineği? Ağzınız kuruya kaldı” diyen sözleri çalındı kulağıma.

 

Midemin kalkıp, başımın döndüğünü hissettim. Elimdeki çatalı bırakıp koşarak dışarı çıktım. Dedemin katığı, babaannemin umudu, türküler yakarak sağdığı Güccük, benim canım et istedi diye mi kesilmişti? Sofra kurulduğunda kolumdan çekip ısrarla oturttular. Yine batırdım çatalı isteksiz ve utanarak. Boğazıma bir şeyler tıkanıyordu. Gözümden yaşlar boşaldı. Ne oldu neyin var diye sordukları telaşlı sorularına

 

“–Dişim çok ağrıyor, dişimmm…!” diye karşılık verdim.

 

BİR BAYRAM ANIM

 

Hiç unutmuyorum, rahmetli Faik Çelik dedem (1926-1991) seksenlerde bir bayram sabahı, Ereğli’nin kürt mahallesindeki bir eve göndermişti. Çok perişan evin tahta kapısını açan fakir kadın, elimdeki et poşetini görünce dedeme çok içten dualar etmişti.

 


Zira evde henüz et kokusu yoktu, 4-5 küçük çocuk sevgiyle bana bakıyordu. Bir ramazan arefesinde de, yine bu sokaktaki başka bir eve üç-dört çift çocuk ayakkabısı getirdiğimi hatırlıyorum.

 

Hayatta kimsenin kalbini kırmayan dedemin, kalbinde asla kin, nefret, haset yoktu. Aksine çok merhametliydi ve herkesi çok seviyordu.

 

Allah rahmet eylesin. Yattığı yer nur, mekanı cennet, cennetteki makamı yüksek olsun.

 

***

 

Kurbanda en çok hatırlanması gerekenler, evlerine hiç et girmeyen fakirlerdir.

Onları da hatırlayalım ki bayram tüm müminlerin bayramı olsun.


Her kapı çalındığında kulak kabartan hasta ve engellileri ziyaret ederek sevindirelim ve makbul olan dualarını alalım.

 


Yazımızı kısa bir şiirle bitiriyoruz:

 

Ya ağlamasın hiç kimse

Ya da gülmesin şu her zaman gülenler

Ya kimse de olmasın para denen illet

Ya da paylaşmasını öğrensin paralı millet

Ya kimse söylemesin sevdiğini

Ya da yapsınlar şu asıl sevginin tarifini

Ya şu bayramlar hiç yaşanmasın

Ya da bayramlarda et yemeyen kalmasın...

 

 

Celalin Penceresinden