29 Temmuz 2019 Pazartesi

Mesnevi Okumaları – 54 – İçini Düzeltki Sıkıntı Gelmesin


Mesnevi Okumaları – 54 – İçini Düzeltki Sıkıntı Gelmesin   

 

Merhaba sevgili gönül dostlarımız,

Yüce Allah’tan hayırlarla dolu güzel bir HAFTA geçirmenizi niyaz ederiz.

 

Allah'ın, Resulünün SAV ve de sevdiklerinin selam ve bereketi üzerinize olsun.

 

Efendim bu hafta yine Hz Mevlana’nın asırlardır Hak aşıklarının gönlüne ılık meltemler estiren Hikmet pınarı bir Kuran tefsiri olan eşsiz eseri Mesnevi’den alıntılara devam ediyoruz.

 


Şimdi yine sözü çok uzatmadan 54. Mesnevi yazısına başlamak istiyoruz:

 

 

RÜZGAR NEDEN TERS ESTİ?

 

Süleyman(a.s.)'ın küçük bir kusuru yüzünden rüzgârın ters esmesi.

 

® Rüzgâr, bir gün Hz. Süleyman'ın tahtına ters esti. Süleyman; "Ey rüzgâr" dedi. "Ters esme!"

 

® Rüzgâr da; "Ey Süleyman!" dedi. "Sen de çarpık yürüme; çarpık yürüyünce, benim de ters esmeme kızma!"

 

® Allah; ders alalım da insafa gelelim, doğruluktan ayrılmayalım, birbirimize haksızlık yapmayalım diye, teraziyi biz insanların arasına koydu.

 

® Cenâb-ı Hakk buyurmuştur ki: "Sen, terazide tartılacak şeyi eksiltirsen, ben de, sana verdiğimi eksiltirim; bana karşı doğru olursan, ben de sana öyle olurum!"

 

® Rüzgâr ters estiği için Süleyman'ın başındaki tacı da eğrildi. Böylece onun sultanlığı sarsıldı, aydınlık gündüzü gece gibi karardı.

 

® Hz. Süleyman; "Ey tâç!" dedi. "Başımda eğri durma! Ey sultanlık güneşi olan tâç; başımda doğru dur, başka yöne meyletme!"

 

® Süleyman eliyle tacı doğrulttukça tâç yine eğilmekteydi.

 

® Tam sekiz defa tacı doğrulttu; tâç da eğrildi. Süleyman dedi ki: "Ey tâç; bu hâl nedir? Artık eğrilme!"

 

® Tâç tekrar dile geldi de; "Ey güvenilir, inanılır kişi!" diye cevap verdi. "Sen beni yüz kere doğrultsan, yine doğrulmam! Sen eğri gittikçe ben de eğrilirim!"

 

® Bunun üzerine Hz. Süleyman içini düzeltti, gönlüne gelen nefsanî istekleri gönlünden attı.

 

© Süleyman doğrulunca tâç da doğruldu ve istediği gibi başında durdu.

 

 

SANA NE GELİRSE KENDİNDENDİR

 

® Bu defa Hz. Süleyman, tacı kendi isteği ile eğriltti, fakat tâç eğri durmadı; kendiliğinden doğruldu ve tam tepesinde karar etti.

 

® O büyük Süleyman, sekiz defa tacı eğriltti, tâç yine de başında doğruluyor, doğru duruyordu.

 

® Derken tâç dile geldi de; "Ey pâdişâhım!" dedi. "Övün; mademki kanat açtın, çırpındın, kanatlarındaki tozu toprağı silktin, artık mânâ âlemine yüksel!

 

® Buradan ileri gitmeme; bu işteki gayb perdelerini, gizlilik perdelerini yırtmama izin yok!

 

© Elinle ağzımı kapa da beğenilmeyecek, sevilmeyecek bir söz söylemeyeyim!

 

® Sana da dertten, kederden, gamdan ne gelirse, onları kimseden bilme, kendinden bil!"

 

® Ey gafil; sen de dışmdakilerle kötü olmuş, onlarla uğraşıyorsun da, içindeki en büyük düşman olan nefsinle dost olmuşsun, onunla hoş geçiniyorsun!

 

® Senin asıl düşmanın nefsin olduğu hâlde sen onu şekerle besliyor, sonra tutuyor, dışında bulunan herkesi töhmet altma alıyor, onları suçlu-yorsun!

 

® Sen de Firavun gibi körsün, kör gönüllüsün; bu yüzden can düşmanınla hoş geçiniyorsun da, suçsuzlan aşağılamaktasın!

 

® Ne vakte kadar Firavun gibi suçsuzlan öldüreceksin de, suçla, suçlularla dolu olan bedenini okşayacaksın?

 

® Aslında Firavun'un aklı, başka pâdişâhların akıllarından üstün ve fazla idi; fakat Allah'ın hükmü, takdiri, onu akılsız ve gönlü kör bir hâle ge tirmişti.

 

® Allah bir kimsenin gönül gözüne, gönül kulağına mühür vurursa, o kişi Eflatun bile olsa hayvanlaşır!

 



 

DÜŞÜNCELER

 

Mesnevi’nin 4. Cildindeki bu bölümde Hz Mevlanamız, başımıza gelen sıkıntıların, içimizin suizan kötü düşüncelerle kirlenmesinden kaynaklandığını beliirtti,  Allah ondan razı olsun.

 

Muhterem Hayat Nur Artıran hocamızın “Aşk Bir Davaya Benzer” isimli kitabındaki Düşüncenin Önemi bahsinde bu hikaye geçmektedir.

 

Aklımızdan geçen, karşımızdaki insan hakkındaki kötü düşünceler suizan olarak adlandırılır. Bu kötü düşünce yani suizan, cezası gereken bir günahtır ve kul hakkıdır.

 

Mümin insana bu suizan günahının cezası, musibet sıkıntı olarak dünyada gelir, ahirete kalmasın diye. Hz Mevlana o yüzden içini düzelt, diyor.

 

Yani suizan yerine hüsnüzan edersek, herşeyi iyiye yorarsak, Allah bize ne diye bela versin?

 

Hz. Şefik Can dedemizin tercümesinden alıntılar yapmama izin veren, Rahmetli Şefik Can Hocamızın talebesi, yaşayan son Mesnevihan muhterem Hayat Nur Artıran Hanımefendiye çok teşekkür ederiz.

 

Bu yazıdan tek gayemiz Allah rızası için faydalı olmak inşallah.

 

Cenabı Allah Mesnevi’yi okuyup anlamayı ve uygulamayı cümlemize nasip etsin.

 

 

Celalin Penceresinden

 

 

22 Temmuz 2019 Pazartesi

Hutbe gerçek oldu


Hutbe gerçek oldu

 

Facebook’ta her şey arşivleniyor ve hergün bize “anı” diye geçtiğimiz yıllardaki paylaşımlarımızı hatırlatır. Bende ordan esinlendim, ara ara eski yazıları güncelleyip tekrar paylaşmak istiyorum. Aşağıdaki olay yedi yıl önce Temmuz 2012’de yaşanmıştır.

 

Çoğunuz biliyorsunuzdur, ben 2010 da emekli oldum. Allah nasip etti hamdolsun memleketimiz Konya – Ereğli’den ev aldık. Şu an yazları Ereğli’deyiz. Ankara’dan komşumuz Efkan Vural hocamgil (Hocam diyorum kendisi lisede Müdür Başyrd.)  sağolsunlar ramazan öncesi (2012) Ereğli’ye bizi ziyarete geldiler. Beraber Ereğli’nin gezilecek yerlerini gezdik. Efkan hocam Ereğli’yi çok beğendi. Hem havası hem suyu güzel şehir.

 

Efkan hocamgil Ankara’ya dönmeden bir gün önce Cumaya rastladı. Ereğli’de Selçukluların yaptırdığı 567 yıllık Ulu Camii var. (1445 yılında Karamanoğlu Mehmet bey yaptırmış. -İstanbul fethinden sekiz yıl önce- ) Efkan hocam ve oğlu Fatihle birlikte tabi babamla beraber Ulu Camiye gittik. Ben akülü sandalyemde olduğumdan babamla cami avlusunda kıldık. Efkan hocam ve Fatih camiye girdiler.

 

Bilirsiniz, Cuma namazlarında farzdan önce hutbe okunur. Ereğli’de Ulu Camimizde Hasan Çınar hoca var. Çok iyi bir hatip. Ayetlerle ve hadislerle ve verdiği örneklerle hatırda kalacak çok güzel bir hutbe irşat etti. Uzun uzun hutbeyi anlatmayacam yalnızca bir kaç başlığını özetleyeceğim.

 

Hasan hoca, hiç bir günahı küçümsemeyelim. Yaptığımız küçük günahlar kalpte bir siyah nokta bırakır... Damlaya damlaya göl olur, imanımız gider Allah muhafaza, dedi. Hasan hocam küçük günahlara örnekler verdi.

 

Mesela dedikodu, gıybet, küsmek, eşek şakası, küfür, surat asmak, ... daha çok uzar gider... Hocam birçok misal verdi. Birinde dedi ki: Bir kazan kuru fasulye pişirdiniz. İçine bir -afedersiniz- fare düştü. Tiksindiniz değil mi?

 

Fare küçücük nolcak ki canım demez, koca bir kazan yemeği dökersiniz. İşte küçük gördüğümüz günahlar da böyledir. Fare örneğini verince naptın hocam mı dediniz, diyerek şu ayete bağladı.

 

Cenabı Hak buyuruyor ki: Hucurat suresi / 12. ayet :

 

"Ey iman edenler! Zannın bir çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir."

 

Cumadan çıkınca, Efkan hocam hutbeyi çok beğendiğini söyledi. Verdiği örnekler çok isabetli dedi. Ertesi gün Efkan hocamgili Ankaraya uğurladık.

 

Yolda giderlerken Efkan hocamı vardınız mı diye aradım. Celal hutbe gerçek oldu, dedi. Ankara’dan ertesi gün yazdığı mailin o kısmını kopyalıyorum:

 

******

 

Sevgili Celal

Ankaraya dönerken Aksaray'a 35 km uzaklıktaki IHLARA Vadisine gittik, Oradan da ÜRGÜP-(NEVŞEHİR)'e gidecektik. Hava çok sıcaktı vazgeçtik. Ihlara Vadisinde dinlenmek üzere çay demledik. Ihlara da unutulmaz bir an yaşadık, Celal Burada çok ilginç bir şey oldu:

 

TAM ÇAY İÇERKEN  FATİH'İN BARDAĞINA SİNEK DÜŞTÜ. İLK BARDAĞI İDİ, MİS GİBİ İÇEÇEKTİ, ÇAYI DÖKTÜ, YENİSİNİ DOLDURDU.

 

        Fatih’e dedim ki, oğlum dün Cuma Hutbesini hatırladın mı, hutbede verilen örnek burada gerçek oldu. İşte gördün sinek yüzünden çaydan vazgeçtin, Çayı döktük, çünkü midemiz almadı. Bunun gibi günahlar, haramlar da böyle hayatımızı ,ibadetimizi Allah korusun imanımızı yok edebilir.

 

İşte Celal, Allah'ın hikmeti Cuma Hutbesinde anlatılan gerçek  oldu. Tabiiki etkili oldu. İnşallah Fatih meseleyi anlamıştır.

 

Tekrar Her Şey için teşekkürler Allah Razı olsun.

EFKAN VURAL

 

******

 

Allah son nefesimize kadar imandan ayırmasın.

 

   Sevgilerimle ...

 

Celal Çelik                  Ankara  ( Konya-Ereğli )

 

 

15 Temmuz 2019 Pazartesi

Mesnevi Okumaları – 53 – Cebri İnancına Kapılma


Mesnevi Okumaları – 53 – Cebri İnancına Kapılma   


Merhaba sevgili gönül dostlarımız,

Yüce Allah’tan hayırlarla dolu güzel bir HAFTA geçirmenizi niyaz ederiz.


Allah'ın, Resulünün SAV ve de sevdiklerinin selam ve bereketi üzerinize olsun.





Efendim bu hafta yine Hz Mevlana’nın asırlardır Hak aşıklarının gönlüne ılık meltemler estiren Hikmet pınarı bir Kuran tefsiri olan eşsiz eseri Mesnevi’den alıntılara devam ediyoruz.


Şimdi yine sözü çok uzatmadan 53. Mesnevi yazısına başlamak istiyoruz:



ALLAH’IN EN GÜZEL ESERİ GÖNÜLDÜR


Gül bahçesinde Cenâb-ı Hakk'ın kudretini, san'atını, yaratma gücünü düşünen sûfî.


• Sûfînin biri, manevî neşe bulup, içinin açılması, gönlünün ferahlaması için, güllerle dolu bir bahçeye gitmiş, bir köşeye çekilmiş, yüzünü dizine koymuş, sûfîcesine murakabeye dalmıştı.


• O sûfî murakabe esnasında gönlüne kapanmış, derinlere dalmıştı. Anlayışsız bir kişinin, onun uyur gibi hâlinden canı sıkıldı da;


• "Ne uyuyorsun?" dedi. "Gözünü aç da güllere, üzüm çubuklarının hâline, çiçek açmış ağaçlara, yeşermiş çimenlere bak.


• Allah'ın emrini duy. Cenâb-ı Hakk Kur'ân'da ‘Allah'ın rahmet eserlerine bakınız.' diye buyurmuştur. Sen de başını dizin den kaldır da, şu rahmet eserlerine yüzünü çevir."641


Mesnevi’nin Farsçadan dilimize çevrilmiş en güzel tercümesi olan bu kitapta Sertarik Mesnevihan Hz. Şefik Can (1909-2005) dedemiz bu beyitle ilgili sayfanın altına şu dipnotu yazmış:


641' Burada Rûm Sûresi'nin şu mealdeki 50. âyetine işaret var:

"Allah'ın rahmet eserlerine bak. Yeryüzünü, ölümünden sonra nasıl diriltti? Şüphe yok ki o, ölüleri de her hâlde tekrar diriltecektir. O her şeye hakkıyla kadirdir."


• Sûfî; "Ey kendi hevâsına kapılmış kişi." dedi. Allah'ın en güzel eseri gönüldür. Gönüldedir. Dışarda bulunanlar ise ancak eserlerin eserleridir.


• Bağlar, bahçeler, çiçekler, güller, bütün yeşillikler canın tâ içindedir. Dışarda gördüğün güzellikler, onların akar sularda görünen akisleri, hayâlleri gibidir.


• Su içinde görülen o ağaçlar, suya akseden hayalî bir bağdır. Onlar suyun güzelliği ile, berraklığı ile oynar dururlar.


• Asıl bağlar, bahçeler, çiçekler, meyveler gönüldedir. Ama onların hoş akisleri, hayâlleri, şu topraktan meydana gelen, şu balçığa vurmuştur.


• Eğer bu dünyada gördüğün, bağlar, bahçeler, gönül alemindeki neşe selvisinin aksi olmasaydı, Cenâb-ı Hakk bu hayâl âlemine 'aldanma yurdu' demezdi.642


Yine Şefik Can dedemiz sayfanın altına bu beyitle ilgili şu dipnotu yazmış:


642 Bu beyitte Âl-i İmrân Sûresi'nin şu mealdeki 185. âyetine işaret var:

" Herkes ölümü tadar. Yaptıklarınızın karşılığı muhakkak kıyamet gününde tastamam verilecektir. O vakit kim o ateşten uzaklaştırılıp cennete sokulursa, artık o muhakkak muradına ermiş olur. Bu dünya hayatı aldanma metâmdan başka bir şey değildir."


• 'Bu aldanış, gönlü tam manâsıyla ilâhî tecellîye mazhar olan kâmil in sanın kalp ve ruhundan akseden hayâli, hakîkat sanmaktan ileri gelir. .


• Bütün bu aldanan kişiler gördükleri hayâlin güzelliğine dalarak, "burası cennettir" zannına kapılmışlar da bu aksi seyre gelmişlerdir.


• Onlar bağların, bahçelerin aslından (yâni velîlerden) kaçıyorlar da bir hayâle bağlanıp kalıyorlar.


• Bir gün bu gaflet uykusu sona erip de uyanınca (yâni ölüm gelip çatınca), gözleri açılıp hakîkati görürler. Görürler ama, son nefeste o görüş ne işe yarar, ne faydası var?


• Bu yanlış görüşe kapılanlar, kıyamete kadar mezarlıkta "Eyvahlar olsun" diye feryâd edip dururlar.


• Ne mutlu o kişiye ki, ölümden önce öldü de, onun ruhu bu bağın hakikatinden koku aldı.



CEBRİ İNANCINA KAPILMA


Aklını başına al da, benliğe kapılma;.

"Rabbimiz, biz nefsimize zulmettik." de

ve Hakk'ın takdirine boyun eğ, ona uy!


© Ey yüzü nurlu kişi, büyük babandan, yâni Hz. Âdem'den ders al. O İblis gibi benliğe kapılmadı da "Rabbimiz, biz nefsimize zulmettik." diye buyurdu.


® Hz. Âdem, şeytan gibi, Allah'a; "Ben senin takdirin gereği emrine uymadım." demedi, işlediği suça bahane aramadı. Hile bayrağını yüceltmedi.


® Fakat İblis Allah ile bahse girişti. "Benzim kıpkırmızı idi. Onu sen sararttın. Yâni ben, güzel, şerefli bir melek idim, beni sen çirkinleştirdin, beni sen kötüleştirdin." dedi.


© Rengim, senin verdiğin renktir. Beni boyayan sensin, suçumun temelini de sen attın, beni uğradığım âfete sen uğrattın, benim yüzüme lanet damgasını vuran da sensin."


® Ey Hakk yolunda yürüyen kişi, aklını başına al da; "Rabbim, sen beni aldattın, sen beni azdırdın." âyetini oku (cebrî inancına kapılma), pek öyle eğri, büğrü söyleme.


® Ne vakte kadar cebr ağacına çıkacaksın da, kendi ihtiyarını, cüz'î irâdeni,. yapma gücünü bir tarafa atacaksın, onu inkâr edeceksin?


® O İblis ve onun soyu sopu gibi, sen de, Allah ile bahse girişmede ve savaşmadasın.


© Eteklerini toplayıp isteye, dileye gönül hoşluğu ile isyana koşuyor, günâhlar işliyorsun, sonra yaptığın kötülükleri ilâhî takdire dayıyorsun. Bu işler zorla olur mu?


© O kadar istekle, kim kötülüğe, yol azıtmaya gider? Kim günâha koşar?


® Yirmi kişi sana nasîhat etse, öğüt verse, o işin kötülüğünü söylese, sen o yirmi kişi ile de savaşa girişirsin.


® "Doğru yol ancak budur. Adam olmayanlardan başka kim beni kınayabilir?" dersin.


® Cebr altında olan ve zorla iş yapan kişi, nasıl böyle söyler? Yolsuz bir insan nasıl böyle savaşır?


® Nefis yollarında yürürken irâden elindedir. Dilediğini, hoşuna gideni yaparsın. Fakat aklının ve vicdanının istediği şeyde direnir; "İrâdem elimde değil, ihtiyarım yok ki yapayım." dersin.



DÜŞÜNCELER


Mesnevi’nin 4. Cildindeki bu bölümde Hz Mevlanamız, ilk kısımda insanların Allah dostlarında kaçmaması gerektiğini güzel bir anlatımla açıkladı,  Allah ondan razı olsun.


İkinci kısımda bazı müslümanların saplandığı cebri inancının yanlışlığını anlattı.


( Cebri inancı; Bazı sözde mutasavvıflar insana nisbet edilmesi gereken her şeyin Allah'a ait olduğunu, aslında insanların iradeleri ve tercih yapma imkânları bulunmadığını, cebir altında olduklarını iddia ederek kişilerin sorumluluğunu ortadan kaldırmışlardır. Bunlar, "Biz kapı gibiyiz, hareket ettiren olursa hareket ederiz" derler. Bu görüşte olanlar aslında sapık olup mutasavvıf görünen kimselerdir.

Kaynak:Diyanet İlmihali )


Hz. Şefik Can dedemizin tercümesinden alıntılar yapmama izin veren, Rahmetli Şefik Can Hocamızın talebesi, yaşayan son Mesnevihan muhterem Hayat Nur Artıran Hanımefendiye çok teşekkür ederiz.


Bu yazıdan tek gayemiz Allah rızası için faydalı olmak inşallah.


Cenabı Allah Mesnevi’yi okuyup anlamayı ve uygulamayı cümlemize nasip etsin.



Celalin Penceresinden


8 Temmuz 2019 Pazartesi

Hastalar Risalesinin Kerameti


Hastalar Risalesinin Kerameti   

 

Eğitimci yazar Arif Arslan’ın anlattığı gerçek bir hikayeye göre, 1970li yılların sonunda, Ege üniversitesi Tıp Fakültesinde sağlık elemanı olarak çalışan İsmail isimli bir genç, şiddetli bir hastalığa yakalanır. Günden güne erimekte, ağrıları çekilmez bir hâl almaktadır. Üzün bir muayene ve tetkiklerden sonra doktorlar, ölümcül bir hastalığa yakalandığını görürler. Fakat kendisine söyleyip üzmemek için şöyle derler:

 

Fazla merak edilecek bir hastalığın yok. Sen git, ye iç, gez eğlen, keyfine bak. Çalışmana gerek yok. İzinli sayılacaksın. Tabiî maaşını da alacaksın. Akıl erdiremez buna İsmail. Hem fazla merak edilecek bir durumu yoktur, hem de izin verilmekte, yeyip içip gezmesi istenmektedir.

 

Demek müthiş bir derdim var ki, bana söylemiyorlar. Yaptıkları tavsiyelere bakılırsa, ben devasız bir derde düştüm der kendi kendine.

 

Hastalığını bildiğine inandığı bir hemşireye yalvarır, ısrar eder:

 

Ne olur söyleyin, benim ne hastalığım var? diye sorar.

 

Hemşire ısrarlara dayanamaz ve söyler:

 

Sen ölümcül bir hastalığa yakalanmışsın. İyileşmen mümkün değil. Hastalık çok ilerlemiş. Üç ay ömrün var.

Şiddetli bir üzüntü sarar İsmaili. Madem üç ay ömrü vardır, hazırlıklara
şimdiden başlamalıdır.

 

Hemen Mezarlıkbaşı semtine gider ve orada havlu, kumaş satan Y. Pekmezciden kefen bezi ister. O da şaka olsun diye:

 

Hayrola, kefeni kime alıyorsun? Ölümü düşünmek iyidir, ama sen çok gençsin, der.

 

Kendime alıyorum, diye cevaplar İsmail. Doktorlar üç ay ömrümün olduğunu söylediler. Çaresiz bir hastalığa yakalandım.

 

Ölümün ve hayatın sadece Allah’ın iradesine bağlı olduğunu, hastalığı da, şifayı da ancak Onun verdiğini bilen Y. Pekmezci, ona Bediüzzaman Hazretlerinin Hastalar Risalesi isimli eserini hediye ederek şöyle der:

 

Madem üç ay sonra öleceksin, al şunu oku. Öleceksen imanlı öl. Kim bilir bu yaşa kadar sana faydası olmayan nice işe zamanını harcadın. Zaten küçük bir kitap, al oku.

 

O anda kefen bezi almaktan vazgeçen İsmail, deniz kenarına gider ve kitabı okur. Okudukça moral bulduğunu, hafiflediğini, içini bir sevinç ve mutluluğun kapladığını görür. Bir kez okumakla yetinmez, defalarca okur. Hatta evde canı sıkıldıkça ve yatmadan önce tekrar tekrar aynı kitabı mütalâa eder.

 


Artık hastalandığına üzülmez. Nefis muhasebesi yapar. Hatta ölüme ilgi duyar, imanlı öleceği için mutlu olur. Ölünce Allaha ve Peygamberimize (a.s.m.) kavuşacağını düşünerek sevinir.

 

Aradan birkaç ay geçer. Ona üç ay ömür biçen doktorlar hayret içindedir. Yapılan muayene ve tetkiklerde hastalıktan eser kalmadığını görürler.

 

Olamaz böyle bir şey. Bu bir mucize, diyerek şaşkınlıklarını ifade ederler.

 

Sen ne yaptın ki, bu ağır hastalıktan kurtuldun?

 

Cebinden Hastalar Risalesini çıkarır:

 

Siz nasıl karşılarsınız bilemem. Ama ben o günden beri bu kitabı okudum. Çok rahatladım ve moral buldum, der.

 

Doktorlar:

 

Gerçekten dediğin gibiyse bu kitabı bütün hastaların odasına bırakmak gerekir. Çünkü bir hastanın iyileşmesinde psikolojik tedavinin önemi büyüktür, diyerek ilgi gösterirler.

 

Aradan altı ay geçer. İsmail evlenecektir. Fuar Düğün Salonunda düğünü vardır.

 

Bu mutlu gününde, kendisini hayata döndüren zatı unutmaz ve ona da davetiye gönderir. Ancak o müsait olmadığı için gidemez.

 

İki yıl sonra ise, kefen almayı düşündüğü dükkâna eşi ve iki çocuğuyla gelir.


İlk çocuk kucakta, ikincisi ise henüz doğmamıştır. Selâm verir girer ve:

 

Ben size kırgınım. Hayata dönmesine vesile olduğunuz adamın düğününe gelmediniz, diye şaka ederek kendisini tanıtır. Sevinç içinde, gülerek sohbet ederler.

 

****

 

AÇIKLAMALI HASTALAR RİSALESİ KİTABIM

 

Ben Friedreich Ataksisi (FA) denen dengesiz yürüme ile başlayan ve sürekli ilerleyen bir gen hastasıyım. Öyle ilerlediki şu an 46 yaşında yatalak engelliyim.

 

Onbeş yıl önce internetten hastalığımın ortalama yaşam süresi 35-50 yaş arası okumuştum. Ve hikayedeki gibi Hastalar Risalesi okuyunca engelli olmama, hasta olmama sevinmiştim. Bu minik kitabı defalarca okuyup huzur bulmuştum.

 

2018’de Egemen Yayınları sahibi Fahrettin Yüksel beyin desteğiyle, hastalara moral olsun diye Açıklamalı Hastalar Risalesi olan “Tüm Hastalara Deva Kitabı” nı yayınladık.

 

Bu kitaptaki 25 Devayı faydalı olmak için internette yayınladık.

 

Şimdi birkaç devadan alıntılar yapmak istiyoruz, devamını tıklayıp okuyabilirsiniz:

 

İKİNCİ DEVA

 

Ey sabırsız hasta! Sabret ve şükret. Senin bu hastalığın, ömür dakikalarını birer saat ibadet hükmüne (geçerli ibadet haline) getirebilir.

 


 

DÖRDÜNCÜ DEVA

 

Ey şekvâcı (şikayetçi) hasta! Senin hakkın şekvâ değil, şükürdür, sabırdır. Çünkü senin vücudun ve âzâ ve cihazatın, (bedenin ve el, ayak, göz, kulak gibi organların) senin mülkün değildir. Sen onları yapmamışsın, başka tezgâhlardan satın almamışsın. Demek başkasının mülküdür. Onların mâliki, mülkünde istediği gibi tasarruf eder. (Senin vücudunun asıl sahibi olan Allah, organ ve cihazlarına dilediğini yapar.)

 


 

SEKİZİNCİ DEVA

 

Ey âhiretini düşünen hasta! Hastalık, sabun gibi, günahların kirlerini yıkar, temizler. Hastalıklar keffâretü'z-zünub (günahların kefareti-günahların affedilmesine vesile) olduğu Hadis-i Sahih’le (doğruluğu kesin Hadis-i Şerif ile) sabittir.

 


 

ONBEŞİNCİ DEVA

 

Ey âh ü enîn eden (ah çekip inleyen) hasta! Hastalığın suretine (dış görüntüsüne) bakıp ah eyleme; mânâsına (derin anlamına) bak, oh de. Eğer hastalığın mânâsı güzel birşey olmasaydı, Hâlık-ı Rahîm (sınırsız merhamet sahibi olan herşeyi yaratan Allah) en sevdiği ibâdına (kullarına) hastalıkları vermezdi. Halbuki, hadis-i sahihte (doğruluğu kesin olan Peygamberimizin sözü) vardır ki,

 


 

ONYEDİNCİ DEVA

 

Ey hastalık vasıtasıyla hayrat (hayırlar-iyilikler) yapamamaktan şekvâ eden hasta! Şükret. Hayrâtın en hâlisinin (iyi, temiz) kapısını sana açan, hastalıktır. Hastalık mütemadiyen (daima, sürekli olarak) hastaya ve lillâh için (Allah için) hastaya bakıcılara sevap kazandırmakla beraber, duanın makbuliyetine (kabul edilmesi için) en mühim bir vesiledir.

 


 

YİRMİİKİNCİ DEVA

 

Ey nüzul (inme-felç) gibi ağır hastalıklara müptelâ olan kardeş! Evvelâ sana müjde ediyorum ki, mü'min için nüzul mübarek sayılıyor. Bunu çoktan ehl-i velâyetten (Allah dostlarından) işitiyordum, sırrını bilmezdim. Bir sırrı şöyle kalbime geliyor ki:

 


 

YİRMİBEŞİNCİ DEVA

 

Ey hasta kardeşler! Siz gayet nâfi (faydalı) ve her derde devâ ve hakikî lezzetli kudsî (kutsal) bir tiryak (ilaç) isterseniz, imanınızı inkişaf ettiriniz (geliştiriniz). Yani, tevbe ve istiğfar (Allah’tan bağışlanma dileme) ile ve namaz ve ubudiyetle (kullukla), o tiryak-ı kudsî (kutsal ilaç) olan imanı ve imandan gelen ilâcı istimal ediniz (kullanınız).

 


 
 
 
Cenâb-ı Hak sizlere şifa versin, hastalıklarınızı keffâretü'z-zünub (günahlarınızı affettiren kefaret) yapsın. Âmin, âmin, âmin.

 

AMİN, amin, amin inşallah.

 

"Dediler: Bizi buna eriştiren Allah'a hamd olsun; yoksa Allah hidayet etmeseydi, biz kendiliğimizden buna erişemezdik. Gerçekten Rabbimizin peygamberleri bize hakkı getirdiler."

 

A'râf Sûresi, 7:43.

 

Evet hastalık vererek beni gafletten uyandırıp imanla şereflendiren Allah’a sonsuz hamdolsun.  

 

 

Celalin Penceresinden