HER Pazartesi HAYATA Celal'in Penceresinden SEVGİYLE bakarak yazdığımız yeni bir köşe yazısını yayınlıyoruz... Hayat sevince sevilince güzel...
"Derdimi seviyorum, Derdimi Vereni de seviyorum. Biliyorumki Derdimi veren de beni seviyor. SEVEN SEVDİĞİNİN NAZINI ÖLÇÜYOR. SEVİLEN ÇEKMESİNDE NEYLESİN... " (Hz. Mevlana)
Allah insanlara bazı
duyguları doğuştan verir. Ve bu duygularımız bizler büyüdükçe
bizlerle beraber büyürler.
Mesela kıskançlık,
haset, düşmanlık, tutku, aşk, hırs, inatçılık, öfke gibi duygular insanlara imtihan için verilmiştir.
Hepimiz bu duygularımızı
kontrol altına almalı ve bu duyguları asıl verilme amacına uygun
kullanmalıyız ki imtihanı kazanabilelim.
Futbolcular yeni sezon
öncesi bir ay kampa girip antrenman yaparlar. Adeta kaslarını terbiye ederler
ve bir yıl maçlarda doksan dakika rahat koşarlar.
Fıtratımızda doğuştan
yaratılan bu duyguları doğru kullanmamız için, Rabbimiz bizi yılın bir ayı
kampa alıyor ve nefsimizi oruçla
terbiye ediyoruz.
Bu duygular doğru
kullanılmadığı zaman ise özellikle evlilik hayatında birçok sorunlar ortaya
çıkıyor. Bir erkek eşini kıskanıyor, ama eşi de açık giyiniyor.
Eşler Kuran’ı hakem ederek yaşarsa, mutlu bir aile
olur.
Bazen eşler inatçı
oluyorlar. Eşlerin her ikisi de ille benim dediğim olacak diye inatlaşıyorlar.
Oysa karşılıklı oturup kırıcı olmadan tartışsalar anlaşacaklar. Şeytanın en
sevindiği şey karı kocanın arasını bozmaktır.
İnsanlar, inatçılık
duygusunu yanlış kullanıyorlar. Oysaki inatçılık şeytana karşı olmalıdır.
İçki içmemek,
müstehcen yayınlara bakmamak, yalan söylememek gibi günah ve haramlara karşı
inat etmeliyiz.
Mesela sabah namazına
kalkma konusunda şeytanla inatlaşmalıyız.
İNAT ETME duygusunu
doğru kullanan insanlar, cenneti kazanmaya daha yakındır.
O halde eşine karşı
inadı bırak ; Harama karşı inadı bırakma !
" - Kardeşim dünyaya bir kere
geliyoruz. Ye, iç, gez, eğlen, ... hayatın tadına bak. Dünyaya bi daha mı
gelecen?"
Bu cümle çok tanıdık ve hoş geldi değil mi?
Bu cümle insanları aldatmak için, şeytanın
fısıldadığı en güzel cümlesidir...
Aslında bir yönüyle doğrudur. Çünkü dünyaya
bir kere geliyoruz. Doğru olmayan ise,
dünyaya eğlence, gezme, yeme, içmeye geldiğimizdir.
Evet dünyaya birkez geliyoruz, Yani
sonsuz azaptan kurtulmak ve sonsuz gençlik ve eğlence olan cennet
hayatını kazanmak için sadece bir tek hakkımız var.
Kısacık dünya hayatında sonsuz cennet
hayatını kazanmaya çalışıyoruz. Ah keşke!
dememek için hala şansımız var. Çünkü hayattayız.
Ölümü ve hayatı veren Allah, bizim bu
dünyadaki imtihanımızı istediği an sonlandırabilir. Yani akşama ölebiliriz. Ölenler hep ihtiyar mı?
Madem
ölüm kaçınılmazdır, o halde ölüme hazırlanmak lazımdır.
Evet Kuran'da
Allah bazı haram ve yasaklar koymuştur. Bakalım, kim bunlara uyuyor veya kim
(sanki) inadına uymuyor, diye sınav oluyoruz...
Ama
haram olan şeyler çok azdır. Helal daire keyfe kafidir...
Mesela, içki haramdır. Allah'ın yasaklarının
hepsinin pekçok hikmeti vardır.
İçki,
insanın aklını kaybetmesi ve ne yaptığının farkına varmaması, çevreye zarar
vermesi gibi sonuçları olabilen kötü bir alışkanlıktır.
Evet Allah içkiyi yasaklamıştır, ama helal
daire keyfe kafidir. Çay, ayran, ıhlamur, kahve, kola, gazoz, şalgam, meyve
suyu, soda, su ... vs.
İçki içmediği için ölen insan olmaz ama
içki içerek sefil olarak ölenler çoktur.
Allah'ın
son ve geçerli dini islam'da belirttiği yasaklarının pekçok hikmetleri vardır...
Hikmet="Allah'ın insanlarca anlaşılamayan
amacı. Gizli neden."
Merhaba sevgili dostlarım, Bu hafta ne yazayım diye düşünürken ilahi aşk maceramın yine böyle bir
ramazanda başladığı hatırıma geldi.
Belki yazılarımı okuyanlardan bir kişinin bile olsa kafasında
bir ışık yanabilir düşüncesi ile hayatımı anlattığım kitabımdan bir bölüm
kopyalıyorum.
***
Sanırım 2002 yılının ekim ayı
idi. Stresli bir çalışma ortamında çalışırken bir e-mail aldım. Birtakım sorular vardı ve cevapları Kuran-ı Kerim'de
bulabilirsiniz diyordu.
“Yaşamın amacı nedir? Ölen insanlar nereye gidiyor? Cennet,
cehenneme kimler, nasıl gider? Dünya hayatının değersizliği... Kalpten yapılan
bir tövbe ile günahsız yaşama başlanacağı... vs...” gibi sorulardı.
Ramazana bir hafta vardı. Eğer varsa günahlara tövbe-istiğfar edip Kuran okumaya karar verdim. Zaten
Ağustos 2002 de tövbe etmiş sigarayı da bırakmıştım. (Yaptığım bir hesaba göre
on bin dolar civarı parayı yıllarca sigaraya yatırmışım... Sağlığıma yaptığı
zararı saymıyorum bile... )
Ramazan da bir
ay orucu sadece ve sadece Allah benden razı olsun diye tuttum... Aslında oruç
tutmakta zorlanıyorum. Çünkü şimdilerde sıcakta oruç tutunca hiç can kalmıyor.
Patates çuvalı gibi oluyorum.
Ama 2002 yılında ramazan kış günlerindeydi. Oruç çok zor
gelmemişti.
Elhamdülillah Allah bana
İslamın kapılarını açtı. Çünkü Allah, kendisine adım atana yürüyerek gelirmiş.
Yürüyene koşarak gelirmiş. Evet öyle diyor Efendimiz SAV. Aslında Allah herkese hidayet vermek istiyor.
Sadece kendisini (c.c) hatırlamamızı, sevmemizi ve önemlisi O’na samimi
olmamızı istiyor. Yeter ki O’nun kapısına gelip tokmağa dokunalım.
Mesela, “Mü’min erkekler ve
kadınlar gözlerini haramdan korurlar”
(Nur suresi 30. 31. ayetler) ayetini okuyunca sokakta veya televizyonda
olsun, çıplaklık içeren hiç bir şeye bakmama, yönümü çevirme, televizyonda
kanal çevirme kararı aldım.
O zamanlar film izlemeyi seviyordum. Genelde bütün filmlerde bir
müstehcen sahne oluyordu. Mesela birileriyle birlikte aynı filme bakarken
kanalı değiştirmiyordum. Ama gözlerimi
kapatıyordum.
Ve o sahneye bakmadığım için filmin konusunda kaçırdığım bir nokta
olmuyordu. Şimdilerde 2002 öncesi
hayatım için “Cahiliye dönemim” diyorum.
Çocukluğumuzda bir oyun vardı: Lades. Çoğunuz hatırlarsınız. Oyunun
amacı karşımızdaki insanın bu oyunu unutup unutmadığını test etmekti.
Karşımızdaki kişiye birşey verirdik. O da "aklımda"
derdi.
Yemek yemeye veya bir işe başladığım zaman "Bismillahirrahmanirrahim"
diyorum. Bu kelime her işe başlarken Allah'ın aklımızda olduğunu, bizi heran
gözetleyen meleklere beyan etmektir. Yapacağımız yada başlayacağımız bir işte
Allah'ın yardımını istemektir.
Yani Allah'ın hazinelerinin kapısının
anahtarı Bismillah'tır. Nöbetteki askerler insanlara parola sorar. Veya
internette bir email hesabımıza şifre girerek ulaşırız. Kuran-ı Kerim'in
sırlarını açan anahtar ise Bismillah'tır...
Bismillah ile başlanan her
iş bereketli ve hayırlıdır. Çünkü Allah'ın yardımı ve koruması vardır.
Peygamber Efendimiz SAV diyor ki: Birşeye başlarken Bismillah demeyi unuttuğunuz zaman,
aklınıza geldiği anda:
“Bismillahi fi evvelihi ve
ahirihi”
deyin.
Yani
türkçesi: “Başına da, sonuna da
Bismillah”
Peygamber
Efendimiz SAV buyuruyor ki: ”Yemeğe
Besmele ile başlayıp, sonunda Elhamdülillah diyenin, daha sofra kalkmadan
günahları af olur.” [Taberani]
Amerikan
sinemasının ruhlu, şeytanlı korku filmlerinden midir bilmem ama gençken ölüden
ve mezardan çok korkardım. Ölüm, çok soğuk bir kelime.
Düşünsenize
tüm sevdiklerinden, eşinden, çocuklarından, kankandan ayrılıyorsun.
Ama
ölüme çare yok, bütün hayat sahibi canlılara Allah bir ömür tayin etmiştir.
Vadesi dolan her insan ölmektedir ve ölecektir.
Tahkiki iman’a
ulaşma yoluna girdikten sonra Bediüzzaman’ın
Risale-i Nur kitaplarını okumaya
başlamıştım. Orada ölümü o kadar güzel anlatmış ki, ölüm, imanlı müslümanlar için bir nimettir. Diyor ki:
***
“ Ölüm,
sureten göründüğü gibi dehşetli değil. Çok risalelerde gayet kat'î, şeksiz,
şübhesiz bir surette, Kur'an-ı Hakîm'in verdiği nur ile isbat etmişiz ki:
Ehl-i iman için ölüm,
vazife-i hayat külfetinden bir terhistir;
hem dünya meydanındaki imtihanda, talim ve talimat olan ubudiyetten (kulluktan) bir paydostur;
hem öteki âleme gitmiş yüzde doksandokuz ahbab ve akrabasına kavuşmak için bir vesiledir;
hem hakikî vatanına ve ebedî makam-ı saadetine girmeye bir vasıtadır;
hem zindan-ı dünyadan bostan-ı cinana (cennet bahçelerine) bir davettir;
hem Hâlık-ı Rahîm'inin fazlından, kendi hizmetine mukabil ahz-ı ücret etmeye bir nöbettir.
Madem ölümün
mahiyeti hakikat noktasında budur; ona dehşetli bakmak değil, bilakis rahmet ve
saadetin bir mukaddemesi nazarıyla bakmak gerektir.
Hem
ehlullahın bir kısmının ölümden korkmaları, ölümün dehşetinden değildir. Belki
daha fazla hayır kazanacağım diye, vazife-i hayatın idamesinden kazanacakları
hayrat içindir.
Evet ehl-i
iman için ölüm, rahmet kapısıdır.
Ehl-i dalalet
için, zulümat-ı ebediye kuyusudur. “
(25. Lema - Hastalar Risalesi 9. Deva )
***
Eskiden
ölü görünce korkardım. Ama aslında ölüden değil, diriden korkulması gerektiğini
öğrendim. Öyle insanlar tanıdım ki, vefasız, ahlaksız, kaba, küfürbaz, hain,
menfaatçi, yalaka, vs...
Ölü
beden milyon yılda geçse kıpırdayamaz, seni dövemez; konuşmaz, kalbini kırmaz.
Ölüden değil, asıl diriden korkmak gerek.
Ben
ölümden, Bediüzzaman’ın yukarıda saydığı nimetlere kavuşacağım için
korkmuyorum. Çünkü elhamdülillah imanlıyım. Fakat kalpler Allah’ın elinde. Korkum ölümden değil, bu imanımı
kaybetmekten...
O yüzden
her namazımda Peygamber Efendimizin SAV
ettiği duayı çok tekrarlarım: “Ey
kalpleri eviren çeviren Allah’ım! Kalbimi dininde sabit eyle.“
Namazlarımda
Kuran’da geçen Hz Yusuf’un duasını da çok ederim: “Allah’ım müslüman olarak canımı al ve beni salih kullarının arasına
kat“
Salih
kullardan olursam eğer, ölünce kabirdeki berzah
aleminde benden önce ölmüş tüm iyi kullarla görüşebileceğim.
Düşünsenize
Hz Yusuf’un ne kadar güzel olduğunu bizzat göreceğim. İlk insan Hz Adem’le
tanışacağım. Hz Ebubekir, Hz Ömer, Hz Osman, Hz Ali RA ve “Sen olmasaydın,
kainatı yaratmazdım“ hitabının muhatabı biricik Efendimiz Muhammed Mustafa SAV ile görüşeceğim inşallah...
İnsan
ölümden neden korksun ki... Barış Manço orada, Neşet Ertaş orada, Faik dedem,
babannem, anneannem, Celal amcam orada...
Çanakkale
gazisi olan babamın dedesi İsa dedemle tanışıp anılarını dinleyeceğim inşallah.
Ve
en önemlisi, bütün lezzetlerin fevkinde Cenab-ı Allah’ın cemalini göreceğim. ÖLMEDEN GÖRÜLMÜYOR ARKADAŞLAR.
Bu
yazıdan sonra inşallah toplu intihar vakaları görülmez :)))
Allah
hepimizi kabire imanlı giren salih kullarından eylesin...
Ben 2002’de yine böyle bir ramazan ayında
günahlara tövbe ederek Kuran’ın Türkçe
mealini okudum ve hakiki manada oruç tutmaya başladım.
Böylece Allah kalbimde iman nurunu yaktı ve her gün okuduğum yazı
ve dinlediğim sohbetlerle imanım arttı ve artık hamdolsun Tahkiki İman’a ulaşma yolundayım.
Nedir bu Tahkiki İman diye sorarsanız:
Bizler hamdolsun müslüman bir ana babadan doğduk. Ezan sesleri ile
büyüdük. Ama hepimizin imanı “Taklidi
iman”
Yani ana, babadan, çevreden ve okulda öğrendiğimiz bilgiler ile gönüle
inmemiş bir iman. Yani çoğumuzun bildiği, dinimiz islam, kitabımız Kuran,
peygamberimiz Hz. Muhammed SAV,
Bedir, Uhud savaşı, vs... yani taklidi bir
iman
Tahkiki iman ise, bütün
bunları çok iyi bilmekle kalmayıp
düşünen, aklını, mantığını kullanıp araştırarak sorgulayan ve gerçeği bulan imandır.
Hidayete erdikten birkaç yıl sonra emekli olduğum şirkette öğle
molasında ateist bir mühendis
arkadaşla sohbet ederken namaz konusu açılınca dedi ki:
- “Sen bana dini, namazı anlatacağına şu konuda bana bir cevap ver:
Allah’ın varlığını,
Kuran’ın Allah’ın sözleri olduğunu, Hz Muhammed’in peygamber olduğunu bana
ispat et, delil göster. “
O an cevap veremedim. Sonraları radyoda dinlediğim sohbette imanın
çeşitlerini anlattılar. Anladım ki, benimki taklidi bir iman. Çok okumalıydım.
İnternette yaptığım araştırmalar sırasında Bediüzzaman’a ait Risale-i Nur karşıma çıktı. Risale-i
Nur’un dili biraz ağırdı. Yapılan tavsiye ile Youtube’da “Uğur Akkafa”
ve “Fatih Yağcı” isimli gençlerin
tatlı dilli Risale-i Nur sohbetlerini izledim.
Tahkiki imana ulaşma yoluna bu sohbetleri dinleyerek girdim. O
ateist arkadaş işten ayrıldı, görüşemedik ama o sorulara cevabımı yine de yazmak
istiyorum. Belki blog sayfamdan okur.
Şimdi Fatih Yağcı kardeşimin bir televizyon programında 2 dakikada
Allah’ın varlığını ispat ettiği ilkokul talebelerinin bile anlayabileceği pilot kalem videosunu izleyelim:
Bir pilot kalemde sanat var. Kapağı, mürekkebi, üzerindeki yazılar,
renkler... vs. Bunu yapan biri var, değil mi?
Peki bir pilot kalem bile kendi kendine olamazsa, ondan milyon kat
daha sanatlı olan insan, (bu sistemler, dokular, görme, duyma...)
nasıl kendi kendine olur?
Tamam Allah’a inandın diyelim, fakat peygambere nasıl inanacaksın
değil mi?
Ben bu konuda Risale-i Nur’da pek çok şey okudum. Ama pek çok delilden
sadece Kuranı Kerim’in Allah’ın kitabı
olduğu ispat edilirse otomatikmen bu peygamberliğine delil olmaz mı?
Kuranı Kerim’in Allah kelamı olduğunun bir kaç ayetle izah eden
sohbet. Vaktiniz müsait olunca izleyebilirsiniz:
Kuran’ı Kerim 1400 yıl önce peygamberimize nazil olmuştur. Ve Peygamberimizden
SAV bu yana 1400 yıldır tek bir
harfi değişmemiştir.
Kuran’da öyle bir edebi belagat uslübu vardır ki, ilk defa okuyan
veya dinleyenler hayran kalıyor. Böyle üstün bir belagat insan sözü olabilir
mi? Okuma yazma bilmeyen, yani ümmi biri (Hz
Muhammed SAV) yazabilir mi?
Kuran’daki pek çok ilmi örnekler sadece günümüzün bilimiyle ortaya
çıkmıştır.
Mesela ALLAH kıyametten sonra tekrar diriltmeyi (HAŞİR) anlattığı ayette:
“İnsan, kemiklerini kesin olarak
biraraya toplamayacağımızı mı sanıyor? Evet, parmak uçlarını dahi düzenlemeye
gücümüz yeter.“ ( 75 Kıyamet Suresi 3-4.
ayetler )
Peygamberimiz'in yaşadığı dönemin insanları
için parmak uçları önemli bir şey ifade etmezdi. 1856 yılında Genn Ginsen
adında bir İngiliz, parmak uçlarındaki çizgilerin her insanda farklı olduğunu
keşfetti. 1856 yılına kadar insanlar parmak ucunun önemli özelliğinden haberdar
değillerdi.
Tarih boyunca yaşamış tüm insanların parmak
ucunun farklı olduğunun anlaşılmasıyla, parmak ucunun adeta bir kimlik kartı
olduğunun farkına varıldı.
Kuran’da binden fazla bilimsel mucize ve
gelecekten haber veriliyor. (Fatih
Yağcı’nın sohbetinde dediği gibi)Eğer
ateistlerin dediği gibi Haşa! Muhammed (SAV) onu uydursaydı tek bir yanlış
çıkacak ayetle getirdiği din ve peygamberliği iptal olurdu.
Böyle mucize bir kitap insan sözü olamaz.
Çünkü 1400 sene önce bu gerçekleri ancak Allah bilebilir. Ayrıntılı okumak
isterseniz inceleyebilirsiniz: