29 Haziran 2014 Pazar

Stresin çözümünün 5 esası


Stresin çözümünün 5 esası


 

Hayatımı Anlattığım Kitabım’da ayrıntıları anlatmıştım. Büyük bir depresyon geçirmiştim ve 1999’da, babacığımın refakatinde yirmi gün hastanede yatmıştım...

 

Ben, o zaman ilaçla düzeldim. Fakat yıllarca o depresyonun etkisinden kurtulamadım. Aslında depresyon denilen şey, insanın şeytanın vesveselerinin etkisine girmesidir.

 


Geçen Tvde bir psikolog, depresyon tamamen düzelmez, tekrar edebilir, dedi. Doğrudur, şeytan o insanı nasıl ve hangi vesveselerle üzeceğini bildiği için, tekrar tekrar saldırabilir.

 

Acizane şöyle düşüyorum: Şeytan bir insana, o insanın merhametli bir kalbi olduğu için, dolayısıyla gelecekte hidayete ermesin, doğruyu bulmasın, diye vesvese verir, bunalıma sokar...

 

Hamdolsun, şeytanın tuzağı tersine döndü ve 2003’te Allah kalbimdeki iman ışığını yaktı. Ve 11 yıldır, şeytanın vesveselerini sürekli artan bu imanımla bertaraf ettim.

 


Sevgili Mevlevi Hayat Nur Artıran hocamızdan şu anektodu bir yazımda anlatmıştım:

 

İzleyenlerden gelen bir soruda izleyici içten gelen seslerden sordu ve çözüm istedi. Nur hocam, İçimizden gelen bizi huzursuz eden sesler şeytanidir, dedi.

 

Bunlar şeytani vesveselerdir ve arı sürüsüne benzer. Kaçtıkça kovalarlar. Arı sürüsünden kurtulmanın yolu suya dalmaktır. Arılar suya giremezler.

 

Tasavvufta suyun manası zikirdir. Vesveseden kurtulmanın çaresi Allah’ı zikretmektir. İlla ZİKİR, ZİKİR, ZİKİR... Ayette Rabbimizin dediği gibi:

 

“Eğer şeytandan gelen bir vesvese seni dürterse hemen Allah’a sığın. Çünkü O, her şeyi işitir, her şeyi mükemmel tarzda bilir.” (Fussilet suresi, 36. ayet)

 

Zikir sadece ele tesbih alıp Allah Allah Allah ... demek değildir. Zikir, anmak, hatırlamak demektir.

 

Namaz zikirdir, Kuran okumak, dua etmek, dini kitap okumak, dini sohbet dinlemek, hatta dini film izlemekte zikirdir.

 

Keşke ben de bu programı ilk hastalandığım zamanlar izleyebilseydim. Kitabımda anlattığım gibi vesveselerle depresyona girip 1999’da hastanede yatmazdım. “

 


Evet ben bu depresyonu Allah’ın izniyle namazla yendim. Geçen facebook’ta rastladığım şu paylaşım aslında benim 11 yıldır şeytanla nasıl ve ne ile mücadele ettiğimi özetliyor:

 

"OSMANLIDA STRESİN ÇÖZÜMÜNÜN 5 TEMEL ESASI:"

 

1-     Er-rızku al’allah: Rızkı veren Allah’tır. Başkasının önünde eğilme.

 

Şeytan şunu vesvese ederdi: Seni işten atarlar, aç kalırsın...

 

2- Tevekkeltü al’allah: Allah’a dayan.

 

Param çok diye güvenme... Ağaca yaslanma çürür, insana güvenme ölür...


3- Ya Nasip: Canını sıkma eğer nasipse olur.

 

Çok istediğimiz şey olmuyorsa bir hayır vardır. Bu hastalık benim için ceza değil, cenneti kazandıracak bir sabır imtihanıdır.


4- Ya Sabır: Sabretmeyi bil, vaktinden önce bahar gelmez.

 

Sabretmeyi bu hastalıkla öğrendim. Allah sabredenlerle beraberdir, ayeti ışığım oldu.

 

     5- Bu da geçer ya hû: Unutma! Zenginlik de fakirlik de, hastalık da sağlık da, mutluluk da, başarı da başarısızlık da... Hepsi geçicidir. Hatta hayat bile…

 

14 yıl okul , 16 yıllık çalışma , 4 yıl emeklilik (2014-şu an) hayatı, aylarca hastane ve komadaki günler rüya gibi geldi, geçti...

 

 

Bu imtihan dünyasında, hastalıklarda, kazalarda, zenginlikte, şöhrette, güzellikte, mutlulukta, makamda, fakirlikte, açlıkta, sevinçte, beden sağlığımızda her şey geçicidir...

 

 


 

 

25 Haziran 2014 Çarşamba

Burnu yere sürtülsün


Burnu yere sürtülsün


 

Yazıyı yayınladığım bugün, 25 Haziran 2014 Çarşambadır ve Allah nasip ederse cumartesi günü ramazanın ilk orucunu tutacağız inşallah...

 

Yazları üç-dört ay kaldığımız Ereğli’mizde, akülü sandalyem ile Cuma namazlarına gidebiliyorum hamdolsun. Çünkü Ereğli düz bir alana kurulmuş sakin bir şehirdir.

 


Geçtiğimiz Cuma (20.haz.2014) , yine tarihi Ulu Camiine gittim. Camiinin geniş avlusunda, akülü sandalyemin üzerinde, minarenin gölgesinde namazımı kılıyorum...

 

Her Cuma olduğu gibi, namazdan önceki Cuma vaazını, yine Ereğli Müftüsü sevgili Yusuf Eseroğlu hocam verdi. Konu ise, yaklaşan ramazan ve günahlarımızdı...

 

Yarım saati geçkin vaazın bence kilit noktası, Yusuf hocamın söylediği bir hadisteki üç kişi idi. Öyleki caminin içindeki binlerce insanı bilmiyorum ama avludaki yüzlerce insan ve ben kafamızı önümüze eğip düşüncelere daldık.

 

(Birisi şu) Bir kişi ki, ramazan gelmiş, oruç tutmamış, namaz kılmamış, sadaka, zekat vermemiş, dolayısıyla günahlarını affettirmiş olarak bayrama erişememiş; işte o kişiye yazıklar olsun, o kişinin burnu yere sürtülsün...

 

Müftü bey önce, ramazanın öneminden bahsedip; ramazanda tutulan bir gün orucun, bir sene boyunca tutulan oruçtan (ramazan dışında) sevapça daha üstün olduğunu belirttiler.

 

Yukarıdaki Hadis-i Şerif’teki Yusuf hocamın anlattığı, rahmetten uzak kalan ve burnu yere sürtülen üç kişiyi aklımda tutamadım, fakat şimdi internetten araştırdım:

 

Kendine Yazık Eden Üç Kişi: Bir hadis-i şerifte anlatılır ki:

 

“Peygamber Efendimiz bir keresinde minbere çıkıyordu. Merdivenden yukarı çıkarken birinci basamakta "amin!" dedi. İkinci basamakta yine "amin!" dedi. Üçüncü basamakta bir kere daha "amin!" dedi.

 

Hutbeden sonra, sahabe efendilerimiz :

"Bu sefer senden daha önce duymadığımız bir şeyi duyduk yâ Rasûlallah! Eskiden böyle yapmıyordunuz, şimdi minbere çıkarken üç defa "amin" dediniz. Bunun hikmeti nedir?" diye sordular.

 

Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdular: :

"Cebrâil aleyhisselam geldi ve ‘Anne-babasının ihtiyarlığında onların yanında olmuş ama anne-baba hakkını gözetmemiş, onlara iyi bakarak mağfireti yakalama gibi bir fırsatı değerlendirememiş kimseye yazıklar olsun, burnu yere sürtülsün onun!' dedi, ben de 'amin!' dedim.

 

Cebrâil, 'Yâ Rasûlallah, bir yerde adın anıldığı halde, Sana salât ü selâm getirmeyen de rahmetten uzak olsun, burnu yere sürtülsün!' dedi, ben de ‘amin' dedim.

 

Ve son basamakta Cebrâil, ‘Ramazana yetişmiş, Ramazanı idrak etmiş olduğu halde Allah'ın mağfiretini kazanamamış, afv ü mağfiret bulamamış kimseye de yazıklar olsun, rahmetten uzak olsun o!' dedi, ben de ‘amin' dedim."

 

(bk. Buharî, el-edebu’l-müfred- 1419/1998, Riyad- 1/338;   Taberanî-evsat- h. no: 8994; Bezzar, h. no: 1405; Mecmau’z-zevaid, 10/164)

 

 

Cuma namazı bitince giriş kapısına yanaştım. Birisinden rica edip, imam odasındaki müftü beyi dışarı çağırdım. Hemen ayakkabısını giyip, yine o tevavusuyla geldi ve kucakladı, Ereğli’ye hoşgeldin Celal kardeşim, dedi.

 

Yazıları takip edenler bilir, Yusuf hocamla 2012 yazında tanışmıştık ve bunu bir yazıda anlatmıştım. ( http://celal1973.blogspot.com.tr/2013/01/buyuklerde-buyuklugun-alameti-tevazu.html )  Yusuf hocam, yazıları yayınlamam konusunda o gün bana izin verdi, Allah razı olsun.  

 

Ben yukarıdaki hadiste geçen rahmetten uzak olan kulların içinde olmaktan çok korkuyorum. Biliyorum hepiniz, hem şeker hem de Friedreich ataksisi hastası olduğum için, sana farz değil, oruç tutma, fidyesini ver, diyorsunuzdur.

 

Fakat biliyor musunuz ki, Allah şöyle buyuruyor:

 

“Oruç sayılı günlerdedir. Sizden her kim o günlerde hasta veya yolcu olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutar. Oruç tutamayanlara fidye gerekir. Fidye bir fakiri doyuracak miktardır. Her kim de, kendi hayrına olarak fidye miktarını artırırsa bu, kendisi hakkında elbette daha hayırlıdır. Bununla beraber, eğer işin gerçeğini bilirseniz, oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır. “ (Bakara suresi, 184. ayet)

 

Evet ben tutmakta -heleki bu sıcaklarda- epey zorlanıyorum. Fakat karar aldım. Allah nasip ederse ilk ve son gün, bir de pazartesi ve Perşembe günleri zor olsa da oruç tutacağım...

 

Kalan yirmi gün içinse fidye vereceğim inşallah... (Her gün için en az 10 lira)

 

(BU TUTACAĞIM ORUCU RİYA OLUR DİYEREK YAZMAYA ÇEKİNDİM, AMA SONRA ÖRNEK OLURUM İNŞALLAH, DÜŞÜNCESİYLE YAZDIĞIMI SİLMEDİM.)

 

İnşallah huzurlu, hayırlı, ibadet aşkıyla dolu, bereketli bir ramazan geçiririz ve hata, günahları affolunmuş, tertemiz kullar olarak bayrama kavuşuruz inşallah...

 

 


 

 

22 Haziran 2014 Pazar

Yatarak Nasıl NAMAZ kılıyorum?


Yatarak Nasıl NAMAZ kılıyorum?

 

Geçen yıl bir yazımda, ‘Engelliler namazdan muaf mı’ sorusuna, Konya Ereğli Müftüsü çok kıymetli sevgili Yusuf Eseroğlu hocamın verdiği cevabı anlatmıştım.

 

***

“...   Geçenlerde Cuma namazından çıkınca Ulu Caminin imam odasında Ereğli müftüsü sevgili Yusuf Eseroğlu hocamızla oturduk, sohbet ettik.

 

   Engelli olmana rağmen namazını kılıyorsun, Kardeşim seni tebrik ederim, dedi. Hocam, dedim, Engelliler namazdan muaf mı?

 

    Ahh Celal kardeşim, sağlıklı insanlar namazını kılmazken, sen beş vakit namazını kılıyorsun diye tebrik ettim.

 

Namaz kılmak engelli ve sağlıklı aklı başında olan bütün insanlara farzdır.

 

    Kuran-ı Kerim’de Cenab-ı Hak yetmişten fazla ayeti kerime’de namazı emretmiştir. Ve engelliysen, hastaysan namazını kılmana gerek yok diye hiç bir ayet yoktur.

 

   Ama şu vardır ki, engelli veya hastayken namaz kılmanın çok kolaylıkları vardır. Sen teyemmüm abdesti ile tekerlekli sandalyede namazını kılıyorsun. Değil mi? Dinimizde bahane aramak yoktur, kolaylık vardır.

 

    Siz engelliler zor şartlarınıza rağmen namazınızı kılıyorsunuz ya, sizler normal sağlıklı insanlar -ın kıldığı namazlardan aldıkları sevaptan- daha fazla sevap alıyorsunuz.

 

   Mesela biri engelli, biri sağlıklı iki işçi aynı işte çalışıyorlar. Devlet engelliye zorluklara rağmen -evde oturmayıp- çalıştığı için erken emekli olma hakkı vermiştir.

 

    Sen de onaltı yıl zorlukla çalıştın ve devletimiz sana sanki otuz yıl çalışmışsın gibi emekli olma hakkı verdi. Değil mi Celal kardeşim?

 

    İnsanlar engelliye böyle haklar verirse, Allahu Teala zorluğuna rağmen ibadetine devam eden imanlı kullarına daha çok mükafat vermez mi?

 

    Bir rahatsızlığı yüzünden ayakta namaz kılmakta zorlanan ve nasıl namaz kılacağını soran bir sahabeye Peygamberimiz (S.A.V.) :

 

“Namazını ayakta kıl, eğer buna gücün yetmezse oturarak, buna da gücün yetmezse yaslanarak kıl.” buyurmuştur.

 

   Yani hastayız ve özürlüyüz diye namazı kılmamaya asla cevaz vermemiştir.

 

   Yusuf hocam ben engelliyim diye dünyadaki bu imtihandan muaf değilim değil mi?

 

Biz engelliler de bazen şeytan ve nefsin tuzaklarına kapılıyoruz. Fakat hemen vakit giriyor, namaz imdadıma yetişiyor.

 

   Evet aferin Celal kardeşim, bak zaten Cenâb-ı Hak buyuruyor:

   “…Namazı da dosdoğru kıl! Gerçekten kâmil mânâda kılınan namaz, fahşâdan (çirkinlik, edebsizlik, fuhşiyâttan) ve münkerden (dînin ve akl-ı selîmin tasvib etmediği herşeyden insanı) men eder.” (Ankebut suresi, 45.ayet)

 

    İslâmın beş şartından ikincisi namaz kılmaktır. İnsanların ilk görevi, Allah'ın varlığına ve birliğine, Hazreti Muhammed SAV'in peygamberliğine inanmaktır.

 

    Yani İmandan sonra farzların en önemlisi namazdır.  ... “

 


 
***

Geçen yılki bu yazımdan sonra bana ulaşan pekçok engelli kardeşim şunu dedi: Abi, ben de namaza başlamayı çok istiyorum ama bazı sorunlarım var, ne tavsiye edersin, dediler.

 

Mesela bir kardeşim, kas hastasıyım, ellerimi bile çok zor kullanıyorum. Ben nasıl abdest alıp namaz kılacağım, abi yardım et, kılmayı çok arzuluyorum, dedi.

 

Ben, sevgili dostum ilahiyatçı Efkan Vural hocamın bana öğrettiği teyemmüm abdesti bilgilerini ve sağlıkları elvermiyorsa, gerekirse sırtüstü veya yan yatarak da namaz kılınabileceklerini aktardım.  

 


Tahminim iki yıl önce, Efkan hocam teyemmüm abdestini anlattığı ve uygulamalı teyemmüm videosu yapmış ve Youtube’a koymuştuk. Sanırım epey insan faydalandı. İzlenme sayısı üçbine yaklaştı.   (  http://www.youtube.com/watch?v=nMv0SZoQUyQ ) 

 

Bu kış, yine Efkan Vural hocamın anlatımı ve bendenizin uygulamalı gösterimiyle babacım video çekmişti. Videoda engellilerin yatarak nasıl namaz kıldığını uygulamalı göstermiştik.

 

Fakat o videoda dışardan çok ses karıştığı için, Efkan hocamın anlattığı giriş kısmını kestim ve yeğenim İrem’in bugün çektiği yatarak namaz kılış videosunu birbirine ekledim. (17 Haz 2014)

 

“Engellinin Yatarak Teyemmümle NAMAZ kılışı” ismiyle Youtube’a yükledim.

 


 
 
 

 

Allah, Efkan Vural hocamdan değerli Ereğli müftümüz Yusuf Eseroğlu hocamdan ebediyen razı olsun. Onlar farketmese de, Facebook’tan bana ulaşan pekçok engelli kardeşimi NAMAZla buluşturdular.

 


İnşallah 3 dk’lık bu videoyu da izleyen,

tüm engelli kardeşlerim NAMAZ’ın yatarak kılınışı konusunda

ve tüm sağlıklı kardeşlerim de NAMAZIN ÖNEMİ konusunda

kendileri için örnek ve ibret alırlar.

 


 

 


 

 

18 Haziran 2014 Çarşamba

Aklın nuru Kuran’dır


Aklın nuru Kuran’dır


 

Öncelikle Manisa Soma’daki maden faciasında hayatını kaybeden tüm madencilerimize Allah’tan rahmet diliyoruz. Günlerdir haberlerde gördüğümüz kafasında fenerli baret olan madenci resmi, fakirinize bu yazı için fikir sağladı.

 


Allah, biz insanları dünyaya, nefis ve şeytanla mücadele ederek hangimizin daha güzel işler yapacağımızı sınamak için göndermiştir.


“İnsanların hangisinin daha güzel amel yaptığını deneyelim diye şüphesiz biz yeryüzündeki şeyleri ona bir zinet yaptık.”
(Kehf Suresi, 7. Ayet)


“Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz. Ancak bize döndürüleceksiniz.”
(Enbiyâ Suresi, 35. Ayet)

 

Allah bize akıl ve vicdan denen iki alet vermiştir. Onları doğru şekilde çalıştırırsak imtihanı kazanabiliriz. Çünkü akıl, iyi ile kötüyü birbirinden ayırmaya yarayan bir cihazdır.

 

Akıl doğuştan her insana boş verilir. Fakat yıllar içinde öğrenerek ve çalıştırarak geliştiririz. Sıfır arabanın motoru kullanıldıkça açılıyorsa, aklımızda çalıştırdıkça gelişir.

 

Allah’ın yapmamızı emrettiği bütün ibadetler, aslında biz insanlara hem bedenen, hem ruhen çok faydalıdır. Peygamberimiz SAV onun için “Allah katında bir saat tefekkür, bir sene nafile ibadetten hayırlıdır.” buyurmuştur ki aklımızı çalıştırıp geliştirelim.

 

Vicdan ise, hem iyiyi kötüden ayırabilen, hem de iyilik etmekten lezzet alan ve kötülükten elem duyan manevî histir.  Vicdan: İnsan ruhunun en ileri bilgi kaynağıdır.

 

O, bir şeye “evet” dedi mi, onu ne akıl yalanlayabilir, ne de duyu organları... Vicdanın diğer adı kalptir. Bazen kötü insanlar için kara vicdanlı veya kalpsiz deriz... 

 


Midemizin, gözümüzün ve kulağımızı gıdası ayrı ayrıdır. Gözün gıdası güzel manzaralar, kulağın ise seslerdir. Aynen öyle de aklın gıdası ile kalbin gıdası da farklıdır.

 

Aklın gıdası ilim, mantık, bilim ve fenlerdir. Kalbin gıdası ise sahibini bulmak onu tanımaktır; tesbihtir, NAMAZdır, DUAdır, ibadettir. Biri eksik oldu mu, insan da eksik olur.

 

Kalbinin gıdasını vermeyip aç bırakan, fakat aklının gıdasını tam veren birisi vicdanını zamanla öldürür. Ve Allah, o insan iradesini bu yönde kullanmadığı için nihayet kalbini mühürler.

 

Mesela dahi bir bilgisayar mühendisi olabilir ama bu aklını internetten banka dolandırmakta kullanır. Veya uzman operatör doktor olur fakat organ mafyasına çalışır.

 

Akıl ne kadar doğru beslenirse beslensin, Akılın önünü görebilmesi için ışık gerekir ki, akıl öğrendiği ilimleri o ışık vasıtasıyla değerlendirip bir sonuca ulaşabilsin.

 

İnsanın kalbi vahiy kaynağından beslenmiyorsa gerçeği bulamaz. Akıl, vicdanın emrindedir. Bu yüzden, Allah insanların aklını doğru kullanmaları için kutsal kitapları indirmiştir.

 

Baştaki benzetmeye gelirsek: Madenciler karanlıkta başlarında o ışıkla önlerini görüyorlar. İnsan da şu karanlık dünyada Kuran’ın nuruyla bakarsa ileriyi görebilir.

 

Yani aklımızın ışığı Kuran’dır. Kuran’ı anlayarak okuyan insan geleceği görür, yani nereden geldik, neciyiz, ne için yaşıyoruz, nereye gidiyoruz, ölüm yokluk mudur gibi sorulardan kurtulur, emin olur.

 


Geçen yılki yazıda, Nöroloji uzmanı olan tıp doktorunun fakirinize neler dediğini anlatmıştık:

 


 

Ondokuz yaşındayken, hayatımızın baharında bendenize: “Sen asla çalışamazsın, hiçbir iş yapamazsın, bu senin iyi günlerin, ilerde yatalak olacaksın... vs. ”, dedi.

 

     Allah bizi bu dünyaya bir plan dahilinde göndermiştir. Allah her gün, bir karıncanın bile rızkını verirken, yarattığı en üstün varlık olan biz insanı unutur mu? Hiç kimse okulda öğrendiği bilgilerle, kesin hüküm vermemelidir.

 

İnsanlar önyargılı bilgilerle hemen karar veriyorlar. Allah’ın bizim hakkımızda bir kader planı olduğunu unutuyorlar.

 

Allah bana çalışabilmem için her sebebi hazırlamıştı. Hastaneden çıktıktan altı ay sonra 1994 te, tesadüf zannettiğim sebeplerle beni özel şirketteki işime kavuşturdu. Toplam on altı sene çalıştım ve hamdolsun 2010 da emekli oldum.

 

Babam o gün, o doktoru dinleseydi, ben bugün belki de hala evde yatıyor olacaktım ve asla emekli olamayacaktım. Bana böylesine güzel bir kader çizen Allah’a binlerce şükür olsun, hamdolsun.

 

Beni her gün arabayla işe götürüp getiren ve benim elim, ayağım, her şeyim olan annem ve babamdan Allah ebediyen razı olsun.

 

Şu an emekliyim, Ankara’da evde annem babam ve ben yaşamaktayız.



Yaşamak her şeye rağmen çok güzel