28 Ocak 2019 Pazartesi

Gülpembe’sine Kavuştu


Gülpembe’sine Kavuştu

 

Merhaba sevgili gönül dostlarımız,

 

Allah'ın, Resulünün SAV ve de sevdiklerinin selam ve bereketi üzerinize olsun.

 

Bugün 28 Ocak 2019. Zaman öyle hızla geçiyorki. 2019’a gireli bir ay geçti, daha dün yılbaşıydı. Evet, Bu Cuma 1 Şubat 2019. Barış Manço’nun 20. vefat yıldönümü…

 


Yirmi yıl önce Barış Manço’nun vefat ettiği gün doktora gideceğimiz gündü. 2017’de Egemen Yayınları’ndan çıkan “İçimizdeki Bitmeyen Özlem” kitabımız 7. bölümde anlatmıştık, paylaşmak istiyoruz:



Ocak 1999’da babamla birlikte yirmi gün hastanede yatmıştık ve psikolojik tedavi almıştım. İşyerindeki stresler, hastalığımı kabullenememe, aşk acısı gibi nedenlerle depresyona girmiştim.  

 


 

Ankara SSK Dışkapı Hastanesinde kalırken babam bugünkü kadar olmasa da epey zorlanmıştı. Çünkü ramazandaydık, oruçtu. Şimdi on yıldır (2017) beni vinçle kaldırıp klozete oturtuyor.

 

O zamanlar (1999) çok şükür ayağımı basabiliyordum. Sandalyeden klozete geçiyor ve ayakta birkaç saniye durabiliyordum.

 

Böylece babam eşofmanı indiriyor, klozete oturuyordum. Ve yattığım yerde zorlansa da kıyafetlerimi giydiriyordu. Ben herşeyimle yardıma muhtacım.  

 

Orada da çok ağır ilaçlar verdiler. İlaçlar hastalığımı ilerletmişti. Birgün kan tahlili için başka bir kliniğe gönderdiler. Babam tekerlekli sandalyemi iterek götürdü.

 

Orada onlarca engelli insan vardı.

 

Birisinin bacağı kesik, birisi elinde bastonu görme engelli, birisi ağzından salyalar akan ve sürekli gülen bir zihinsel engelli, birisi benim gibi tekerlekli sandalyede ama çok sinirli...

 


Çok şaşırmıştım ve o an halime çok şükrettim. Dikkatimi elinde üç veya dört yaşında spastik ve aynı zamanda zihinsel engelli çocuğunu taşıyan genç bayan çekti.

 

Yüzünden gergin ve mutsuz olduğu belli oluyordu. Yaşlı, sakallı bir amca bunu hissetmiş olacak ki o bayana dedi ki: “Maşallah kızım, kucağında bir melek taşıyorsun.” 

 

Gerçekten de o çocuk günahsız ve asla da günah işlemeyecek bir melekti. O an kadının gülümsemesini görmeliydiniz...

 

 


 

Hiç unutamam bir gün hastane odasında yatağımda oturuyordum. Pencereden sokakta koşuşturan insanları seyrediyordum. Kapı çalındı.

 

İşyerinden laboratuvardaki amirim Ender Altın bey ve bütün arkadaşlar ziyaretime gelmişlerdi. Nasıl mutlu oldum anlatamam.

 


Bütün iş arkadaşlarımdan Allah razı olsun. Moralim yerine geldi.

 

Özellikle Süha Can arkadaşım benimle işyerinde de çok ilgilenirdi. Bazen öğle tatillerinde kıkır kıkır gülerek koluma girer, yemekhaneye inerdik. Çünkü yaptığı esprilerle beni güldürürdü.

 


Süha benim gerçek dostlarımdan biridir. Bazı akrabalarım bile beni aramazdı.

 

Süha, Almanya’da çalışan babası Ali Can amcaya (Türkiye’ye kesin dönüş yaptıktan kısa süre sonra emekliliğin keyfini yaşayamadan 2014’te Adana’da vefat etti. Allah rahmet etsin, mekanını cennet eylesin.) özel tertibatlı bir tekerlekli sandalye getirtmiş.

 

Süha, 2001’de Karel’den ayrılıp Adana’da ailesinin yanına gitti. Şimdi orada çalışıyor. Şirketten ayrılırken çok ağlamıştım. O da ağladı.

 

Babasının getirdiği o tekerlekli sandalyeyi arabayla Adana’dan Ankara’ya bize getirmişti. O gece bizde kaldı. Yine esprileriyle çok güldürdü.

 

Allah ona sevdikleriyle beraber sağlıklı uzun ömür versin. Günahkarız ama Allah’ın affı ve lütfuyla inşallah cennete girersek sonsuza kadar dost oluruz...

 

Hastanede birden arkadaşları görünce çok sevindim. Özlemişim onları.

Bana, Celȃl çabuk gel, çizilecek kartlar seni bekliyor, dediler.

 

Hastaya bu tür moraller ilaçlardan daha etkili oluyor.

 

 

Unutamadığım aşkım yİne aklıma geldİ

 

Ramazan bayramına üç gün kala ilaçlara evde devam ederiz, diyerek izinle hastaneden çıktık.

 

Eve gelince odama geçtim, yatağıma oturdum ve televizyonu açtım.

Eski bir türk aşk filmi vardı.

 

Ahmet Özhan ve Sibel Turnagöl’ün başrolünde oynadığı Hafız Yusuf Efendi isimli filmdi.

 

Konakta büyüyen genç kız babasına rica eder, Ahmet Özhan sık sık konağa gelerek musiki dersleri vermeye başlar. Zamanla Hafız Yusuf Efendi ve Handan birbirine aşık olur.

 


Ama imkansız aşktır. Koskoca Osmanlı Paşasının kızıyla, basit bir müzisyenin aşkı.

 

Paşa bu aşkı duyar, şiddetle karşı çıkar ve görüşmelerini yasaklar. Kız üzüntüden verem olur… Neyse neticeyi yazmayayım, çünkü hala arada yayınlanıyor.   

 

Evet, Unutamadığım aşkım yine aklıma geldi.

Filmin müziğinin de etkisiyle hıçkıra hıçkıra ağlamıştım.

 

İlaçların hem hastalığımı ilerlettiğini hissediyordum. Hem de uyuşturduğu için yine babamla münakaşa ederek bıraktım. Hastaneyede dönmem, demiştim.

 

Babam tekrar depresyona girmemden korkuyordu.

 

Bayramdan sonra yine Gazi Üniversitesindeki başka bir doktordan randevu aldı.

 

 


 

Hiç unutmuyorum. 1 şubat 1999… Doktora gideceğimiz gün sabah televizyonu açtık.

 

Sabah haberlerindeki dinlediğim haberle gözyaşına boğuldum. Çalan müzik Gülpembe şarkısıydı. Çünkü Barış Manço’nun öldüğünü haber veriyordu.

 

İlk defa bir sanatçı için ağladım. Küçükken tek kanallı televizyonda yediden yetmişyediye programıyla büyümüştük. Dünyayı onunla biz de gezdik.

 

Gülpembe şarkısının sözleri Barış Manço’ya aitmiş. Haberlerde Barış Manço’nun eski bir röportajından bir bölüm yayınladılar. Sunucu soruyordu:

 

“Efendim Gülpembe şarkısını kimin için yaptınız?” Barış Manço’yu bilirsiniz. Biraz hızlı konuşur. “Haa Gülpembe benim babannem.” demişti.

 

Ben de kendi babannemi hatırladım. Barış Manço tam bir İstanbul beyefendisiydi.

 

Hem Barış Manço’yu, hem babannemi, hem de Gülpembe şarkısının sözlerini düşününce gözlerim yaşlarla doldu.

 


Rahmetli Barış Manço, söylediği  “İnsanların ilk öğrenmesi dil, tatlı dildir.” sözünü yaşamında ve şarkılarında herzaman uygulamış ve hepimize hala örnek olmaktadır.

 

Barış Manço’da göçtü gitti bu dünyadan... Bazen şarkılarını dinlerken sözlere dikkat ediyorum. Ne ibretlik sözler... Ne büyük sanatçı... Ne büyük bir kayıp ülkemiz için. 

 

Öldüğüm zaman babannem, dedem, amcam, İsa dedemle karşılaşmayı çok istiyorum. Tabi ki bir de Barış Manço’yla sohbet etmeyi çok isterim. Allah rahmet eylesin. Nur içinde yatsın.

 

Namazlarımda yıllardır rahmetli Barış Manço ve Neşet Ertaş’a dualar ediyorum… 

 

 

Celalin Penceresinden


 

21 Ocak 2019 Pazartesi

Mesnevi Okumaları – 43 – Hz. Hamza Neden Ölümden Korkmuyordu?


Mesnevi Okumaları – 43 – Hz. Hamza Neden Ölümden Korkmuyordu?


Merhaba sevgili gönül dostlarımız,

Yüce Allah’tan hayırlarla dolu güzel bir HAFTA geçirmenizi niyaz ederiz.


Allah'ın, Resulünün SAV ve de sevdiklerinin selam ve bereketi üzerinize olsun.





Efendim bu hafta yine Hz Mevlana’nın asırlardır Hak aşıklarının gönlüne ılık meltemler estiren Hikmet pınarı bir Kuran tefsiri olan eşsiz eseri Mesnevi’den alıntılara devam ediyoruz.


Şimdi yine sözü çok uzatmadan 43. Mesnevi yazısına başlamak istiyoruz:



HZ. HAMZA NEDEN SAVAŞA ZIRHSIZ GİRDİ?


Hz. Hamza'nın zırhsız savaşa girmesi.


® Hz. Hamza, ömrünün sonlarında, düşman saflarına zırhsız girer, kendinden geçmiş hâlde savaşa atılırdı.


® Göğsü, kolları, bedeni açık, yâni zırhsız bir hâlde kendini düşman safına, kılıçların önüne atardı.


© Halk; "Ey peygamberin amcası! Ey saflar yaran arslan! Ey yiğitler pâdişâhı! Sen Allah'ın buyruğunda, 'Kendinizi tehlikeye atmayın.' 361 âyetini okumadın mı?


361 Bakara Sûresi 195.ayetine işaret var.


® O hâlde neden savaş meydanında, kendini böyle tehlikeye atıyorsun?" diye sordular.


® "Sen genç iken, sağlam iken, gücün kuvvetin varken düşman safına zırhsız girmezdin.


® Şimdi ihtiyarladın, zayıf düştün, belin büküldü ama, tedbirsiz olarak düşmana atılıyorsun.


® Hiç bir şeye aldırmıyorsun. Bir kılıç ve bir mızrakla savaşa giriyor, sanki kendini imtihana çekiyorsun.


® Kılıç duygusuzdur, ihtiyara saygı göstermez, acımaz; kılıçta, okta insanı ayırdetmek hassası yoktur."


® Bir şeyden haberleri olmayan dostlar, onun durumuna üzülenler, gayret ve sevgilerinden ötürü, ona böyle öğüt veriyorlardı.


® Hz. Hamza dedi ki: "Ben genç iken, ölümü bu dünyaya veda etmek gibi görürdüm.


® Ölüme doğru kim isteyerek gider? Ejderhanın önüne kim çıplak çıkar?


® Fakat Hz. Muhammed'in nuru sayesinde ben şimdi bu fânî dünyaya bağlı ve ona boyun eğen değilim.


® Ben duyguların ötesine çıkıyorum da, hakikat şahının ordugâhını, Hakk nuru ve askerleri ile dolu görüyorum.


® O ordugâhda çadırlar çadırlara bitişmiş, ipler iplere sarılmış. Allah'a şükürler olsun ki beni gaflet uykusundan uyandırdı.


® Ölüm kimin gözünün önünde tehlike olarak görülürse 'Kendinizi tehlikeye atmayın.' âyeti onun içindir.


® Fakat birisinin nazarında ölüm, hakikat kapısının açılmasına sebep o-lursa, ona; 'Haydin, çabuk ölün.' emri gelir.


® Ey ölümü görenler; uzaklasın, kaçışın, sakının. Ey haşri, dirilmeyi görenler; çabuk olun, buraya koşuşun.


® Ey Allah'ın lûtfunu görmüş olanlar; ferahlanın, içiniz rahatlasın. Ey kahır görenler; siz de üzülün, dertlenin."



ÖLÜMÜ NASIL GÖRÜYORSAK ÖLÜM BİZİ ÖYLE KARŞILAR


Oğul, herkesin ölümü kendi rengindedir.


® Kim ölümü Yûsuf gibi güzel gördü ise, canını feda etti. Ölümü kurt gibi gören sapıtır, doğru yoldan çıkar.    


® Oğul, herkesin ölümü kendi rengindedir. İnsanı Allah'a kavuşturduğunu düşünmeden ölümden nefret edenlere, ölüme düşman olanlara, ölüm korkunç düşman gibi görünür. Ölüme dost olanların karşısına da dost gibi çıkar.


® Ayna beyaz yüzlü Türk'ün karşısında hoş renklidir. Siyah bir zencinin önünde ise, simsiyahtır.


® Ey ölümden korkup kaçan can, işin aslını, sözün doğrusunu istersen, sen ölümden korkmuyorsun, sen kendinden korkuyorsun.


® Çünkü ölüm aynasında görüp ürktüğün, korktuğun, ölümün çehresi değil, senin kendi çirkin yüzündür. Senin ruhun bir ağaca benzer. Ölüm ise o ağacın yaprağıdır. Her yaprak ağacın cinsine göredir.


® O yaprak iyi ise de, kötü ise de, senden bitmiş, çıkmıştır. Nasıl ki hoş olsun, hoş olmasın, senin gönlüne gelen, her hayâl, her düşünce senden, senin kendi varlığından gelmiştir.


® Eğer sana bir diken batmış ise, bir dikenle yaralanmış isen, o dikeni sen dikmişsindir. Eğer ipekli elbise içinde isen, o kumaşı sen kendin dokumuşsundur.



DÜŞÜNCELER


Mesnevi’nin 3. Cildindeki bu bölümde Hz Mevlanamız, ölümden korkmanın aslı kendi amellerimizden korkmamızdır, biz iyi isek ölümde bize güzel görünür. bunu  anlattı. Allah ondan razı olsun.




Şefik Can dedemizin tercümesinden alıntılar yapmama izin veren, Rahmetli Şefik Can Hocamızın talebesi, yaşayan son Mesnevihan sevgili Hayat Nur Artıran Hanımefendiye çok teşekkür ederiz.


Bu yazıdan tek gayemiz Allah rızası için faydalı olmak inşallah.

Cenabı Allah Mesnevi’yi okuyup anlamayı ve uygulamayı cümlemize nasip etsin.



Celalin Penceresinden


14 Ocak 2019 Pazartesi

Damda Deve Aranır mı?


Damda Deve Aranır mı?

 

Gerçek kulluğa vâsıl olabilmek için dünyânın fânî yaldız, şâşaa ve gel-geç sevdâlarından uzakta kalmak bir zarûrettir. Nitekim İbrahim bin Ethem Hazretleri’nin takvâ yoluna meyletmesi için başına geçen menkıbe…

 

Mevlânâ -kuddise sirruh-, fenâ mertebesine kavuşabilmenin sırrının mutlak teslîmiyette olduğunu şu şekilde ifâde eder:

 

“Deniz suyu, kendisine bütünüyle teslim olan ölüyü başı üstünde taşır. Diri olan ve en ufak tereddüdü bulunan ise, denizin elinden nasıl sağ kurtulur? Aynı şekilde «Ölmeden evvel ölünüz.» sırrı ile beşerî sıfatlardan soyunarak ölürsen, esrâr denizi seni baş üzerinde gezdirir.”

 

İnsanın yaratılış gâyesi, kulluk ve Rabb’in bilinmesidir. Eşyânın ve hakîkatin derinliğine inebilmenin sırrı, mârifet okyanusundan bir şebnemciğe olsun kavuşabilmekle başlar.

 


DAMDA DEVE ARANIR MI?

 

Gerçek kulluğa vâsıl olabilmek için dünyânın fânî yaldız, şâşaa ve gel-geç sevdâlarından uzakta kalmak bir zarûrettir. Nitekim İbrahim bin Ethem Hazretleri’nin takvâ yoluna meyletmesi, şöyle bir ihtar neticesindedir:

 

Bir gece yarısıydı. İbrahim bin Ethem, tahtının üzerinde uyuyakalmış olarak yatmaktaydı. Birden sarayının damında müthiş bir gürültü ve patırtı çıktı. Yüksek sesle bağırışıp çağrışmalar gittikçe çoğaldı ve en-nihâyet sultânı uyandırdı.

 

Sultan İbrahim bin Ethem, hızla yerinden doğrularak dama doğru haykırdı:

 

“–Kim var orada? Gecenin bu saatinde damda ne yapıyorsunuz?”

 

Derinden bir cevap geldi:

 

“–Kaybolan devemizi arıyoruz sultânım!”

 

İbrahim bin Ethem hiddetle seslendi:

 

“–Damda deve aranır mı bre ahmaklar?!.”

 

Bu seferki cevap çok mânidar ve irşad niteliğindeydi:

 

“–Ey İbrahim bin Ethem! Sen damda deve aranmayacağını biliyorsun da, sırtındaki ipekli elbiseler, başındaki tâc, elindeki kırbaç ve oturduğun tahtla Hakk’ı arayıp bulamayacağını bilmiyor musun?!.”

 

Bu hâdise, İbrahim bin Ethem’in rûhunda uzun zamandır başlamış bulunan mânevî med-cezirleri sıklaştırdı. Onu kararsız ve şaşkın bir hâlde bıraktı. Fakat sultan, yine de eski hayâtından tamamen kopamadı.

 

Ancak İbrahim bin Ethem’in mûtâdı olan avcılık tiryâkiliğinde karşılaştığı ikinci mânevî işaret ve îkazdır ki, onu hakîkî bir Hak yolcusu eyledi. Bu av mâcerâsı şu şekilde vukû bulmuştur:

 

CEYLAN MENKIBESİ “AVCI İKEN AV OLMAK”

 

İbrahim bin Ethem Hazretleri, bir gün ava çıkmıştı. Bir ceylanın arkasından koştu. O kadar ki, askerlerinden tamamen uzaklaştı. Atı kan-ter içinde kalmıştı. Fakat İbrahim bin Ethem, ceylanı avlamakta kararlı olduğu için bu koşturmacadan vazgeçmedi. Tam ceylanı köşeye sıkıştırmıştı ki, o nârin ve güzel hayvan hâl lisânıyla:

 

“–Ey İbrahim! Sen bunun için yaratılmadın. Allah, seni, beni avlaman için mi yoktan var etti? Hem beni avlasan ne kazanacaksın? Bir cana kıymaktan başka ne elde edeceksin?” dedi.

 

İbrahim bin Ethem, bu sözleri duyunca, yüreğine öyle bir kor düştü ki, o anda kendisini atından yere attı. Sahrâlara doğru koşmaya başladı. Bir müddet sonra etrafına baktığında kocaman sahrâda bir çobandan başkasını göremedi. Hemen yanına gidip yalvardı:

 

“–Ne olursun, şu üzerimdeki mücevherleri, pâdişahlık elbiselerimi ve silâhlarımı benden al da senin giydiğin abayı bana ver! Kimseye de bir şey söyleme!” dedi.

 

Çobanın şaşkın bakışları arasında abayı giydi ve gözden kayboldu. Çoban onun arkasından; «Pâdişâhımız delirmiş olmalı!» diyordu. Oysa İbrahim bin Ethem, delirmemiş, bilâkis aklı başına gelmişti. O, ceylan avına çıkmış, ancak Allah Teâlâ, onu bir ceylan ile avlamıştı.

 

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Mesnevî Bahçesinden BİR TESTİ SU, Erkam Yayınları

 

******************

 

Merhaba sevgili gönül dostlarımız,

 

Allah'ın, Resulünün SAV ve de sevdiklerinin selam ve bereketi üzerinize olsun.

 

Bu hafta size bu menkıbe ışığında naçiz yorumlarımızı paylaşmak istiyoruz:

 

 

BENİ AVLAYAN CÜMLE

 

2003 yılında Allah hidayet verdi, düşünerek Kuran Meali okudum. Peygamberimizin hayatını okudum, binlerce sohbet dinledim. Allah iman ışığımı parlattı.

 

2006 yılında teyemmüm abdestiyle beş vakit namaza başladım. Herkese, ilahi aşk benimkisi diyordum çünkü namazlarımı ağlayarak kılıyordum.

 

2011’deki Şeker komasından sonra yatalak oldum. Yattığım yerde sırtüstü teyemmümle namazlarımı kılıyordum ama hep bir eksiklik hissediyordum.

 

2016 yılında ilahi aşk yolunda yol arkadaşım Hülya Keleş Hanımla tanıştık. O bana geceleri teheccüd namazı kılmamı bir video ile tavsiye etti.

 

Videodaki Muhiddiyn Arabi’nin bir cümlesi, İbrahim Ethem Hazretleri gibi beni etkiledi, avladı.

 

“Allah’ı sevdiğini iddia eden ve gece teheccüd vakti uyuyan kimse yalancıdır.”

 

İki yıldır teheccüd namazı kılıyorum ve teheccüd vakti ettiğim pekçok duam kabul edildi. Beni Hülya hanımla karşılaştıran Allah’a binlerce hamdolsun.

 

Bu benden kaynaklı değil, Rabbimizin lütfu, çünkü buyurmuşki:

 

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

 

(Allahü teâlâ, seher vakti her gece, “İstiğfar eden yok mu, onu mağfiret edeyim. İsteyen yok mu, istediğini vereyim, duasını kabul edeyim” buyurur.) [Müslim]

 

Allahü teâlâ iyileri överken, (Onlar seher vaktinde istiğfar eder) buyuruyor. (Zariyat 18)

 

“Beni (Allah’ı) sevdiğini iddia edip seher vakti uyuyan kimse yalancıdır.” (Muhyiddin İbni Arabi)

 

Evet bu cümle beni sarstı; Çünkü, sabah namazını kaçırmadığım için herkese çok şükür ilahi aşktayım, derdim. Oysaki Seher vaktiydi önemli olan…

 

 

TEHECCÜD NAMAZI HAKKINDA AYET VE HADİS

 

Teheccüd namazı çok faziletli bir namazdır. Kur'an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde teheccüd namazı kılmaya teşvik edilmiş ve bu namazı kılanlar övülmüştür. Yüce Rabbimiz geceleyin kalkıp teheccüd namazı kılanlar hakkında şöyle buyurur:

"Onların yanları yataklarından uzaklaşır (teheccüd namazı kılmak için yataklarından kalkarlar), korkarak ve umarak Rablerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıktan (hayır için) harcarlar. Yaptıklarına karşılık olarak onlar için gözlerini aydınlatıcı ne güzel (nimetlerin) saklandığını hiç kimse bilmez." (es-Secde, 32/16-17).

Ebû Hureyre (r.a)'dan rivâyet edilen bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurmuştur:

"Geceleyin kalkıp namaz kılan ve karısını uyandırarak ona da kıldıran, şayet kalkmak istemezse yüzüne su serpen erkeğe Allah rahmet eder, (günahlarını bağışlar). Yine geceleyin kalkıp namaz kılan ve kocasını uyandıran, kalkmak istemezse yüzüne su serpen kadına da Allah rahmet eder (günahını bağışlar)." (Ebû Davûd, Salâtü'tTatavvu', 18).

Hadis-i şerif insanı teheccüd namazı kılmaya teşvik ettiği gibi, aile fertlerini kaldırıp onlara da bu faziletli namazı kıldırmaya teşvik etmektedir.

 

 

 

 

Celalin Penceresinden


 

7 Ocak 2019 Pazartesi

Mesnevi Okumaları – 42 – Cana Geleceğine Mala Gelir


Mesnevi Okumaları – 42 – Cana Geleceğine Mala Gelir


Merhaba sevgili gönül dostlarımız,

Yüce Allah’tan hayırlarla dolu güzel bir HAFTA geçirmenizi niyaz ederiz.


Allah'ın, Resulünün SAV ve de sevdiklerinin selam ve bereketi üzerinize olsun.




Efendim bu hafta yine Hz Mevlana’nın asırlardır Hak aşıklarının gönlüne ılık meltemler estiren Hikmet pınarı bir Kuran tefsiri olan eşsiz eseri Mesnevi’den alıntılara devam ediyoruz.


Şimdi yine sözü çok uzatmadan 42. Mesnevi yazısına başlamak istiyoruz:



KAYBETTİĞİMİZ ŞEY İÇİN ÜZÜLMEYELİM


Kaybettiğin bir şey için sakın üzülme; iyi bil ki, o kaybettiğin şey, başına gelecek bir belâdan seni kurtaracaktır.


® Ansızın hiç beklenmeyen kötü bir iş, bir belâ gelip çatınca aklını başına al da, yeise düşme, paniğe kapılma, cesur ol, iyi zanda bulun. İyiye yormaya çalış.


© Başkalarının o belâlı işin korkusundan benizleri sararsa bile, sen kâr zamanında da, zarar zamanında da gül gibi gül, tebessüm et.


® Dikkatle bak, gör ki: Gülün yapraklarını bir bir koparsan da, o yine gülmeyi bırakmaz, yapraklarının da rengi solmaz.


® Gül sana der ki; "Dikenle beraber bulunduğum için, neden gama düşeyim? Kendimi kedere salayım? Zâten gülmeyi, o kötü huylu dikenin arkadaşlığına katlandığım için kazandım, onun yüzünden elde ettim." 346


Mesnevi’nin Farsçadan dilimize çevrilmiş en güzel tercümesi olan bu kitapta Sertarik Mesnevihan Hz. Şefik Can (1909-2005) dedemiz bu beyitle ilgili sayfanın altına şu dipnotu yazmış:


346 Cenâb-ı Hakk, peygamberleri gayba ait bazı gizli işlerden haberdar eder. Fakat bu biliş daimî değildir. Şeyh Sa'dî hazretleri Gülistan'da. buyurur ki:


"Adamın biri, oğlunu kaybetmiş olan Yâkub(a.s.)'a der ki: 'Ey kalbi aydınlık ve akıllı ihtiyar! Yûsuf un gömleği kokusunu Mısır'dan gelirken duydun da, neden Kenan diyarında ve yanı başındaki kuyuda onun varlığını hissetmedin?'


Hz. Yâkup: 'Bizim hâlimiz, çakan şimşek gibidir, bazen görünür, bazen kaybolur.' cevabını verdi." Hz. Mevlâna bir rubaisinde şöyle buyurur:


"Arkadaşı ile hoş geçinen arkadaşsız kalmaz, müşterisi ile uzlaşan tacir de iflâs etmez. Ay geceden ürkmediği, karanlıklardan kaçmadığı içindir ki nûrlandı, ışık saçmaya başladı. Gül de o güzel kokuyu diken ile hoş geçindiği için kazandı."


© Allah'ın takdiri gereğince, bir şey kaybedersen üzülme, şunu iyi bil ki o kaybettiğin şey senden bir belâyı giderir.  





TASAVVUF NEDİR?


® Tasavvuf nedir? diye bir büyüğe sordular. "Sıkıntı, gam ve keder zamanında gönlün ferah, huzur içinde olmasıdır." cevabını verdi.347


Yine Şefik Can dedemiz sayfanın altına bu beyitle ilgili şu dipnotu yazmış:


347 Sûfî büyükleri tasavvuf kelimesini türlü türlü tarif etmişlerdir. Tarifteki bu çeşitliliğin sebebi, soranların kabiliyeti ve anlayışlarının farklı olmasındandır. Meselâ; Şeyh Ebû Muhammed el-Cerîrî:


"Tasavvuf her türlü iyi ahlâk ile ahlâklanıp, her nevî kötü ahlâktan uzaklaşmaktır." demektedir.


Hz. Cüneyd-i Bağdadî ise; "Tasavvuf öyle bir hâldir ki, onda beşeriyet ahvâli yok olur, gider." diye tarif etmiştir. Hz. Mevlâna bu beytinde tasavvufun, işlediği konuya ait bir yönünü belirtmiştir ki, o da Şeyh Gâlib merhumun; "Âşıkta keder neyler, gam halk-ı cihanındır." görüşüdür.


® Cenâb-ı Hakk: "Kurt gelse de, koyunu yese bile kaybettiğiniz şeyler için mahzun olmayınız." diye buyurdu.348


348 Hadîd Sûresi'nin 22-23. âyetine işaret edilmektedir.



CANA GELECEĞİNE MALA GELİR


® Çünkü başa gelen o belâ, büyük belâları giderir; o ziyan daha çok ziyanlara engel olur.


® Aslında bir ziyana uğramak, bir çok ziyanları giderir. Bizim bedenlerimiz de, mallarımız da, canlarımız da feda olsun. Çünkü biz, can ile var olduk, can ile yaşıyoruz. Biz candan ibaretiz.349


Yine Şefik Can dedemiz sayfanın altına bu beyitle ilgili şu dipnotu yazmış:


349 Yâni canımıza gelecek belâ, bedenimize, malımıza gelir. Nitekim, evlerde bardak, Fincan gibi şeyler kırılınca; "Ziyanı yok, gelecek belâyı def eder." derler ki, doğru bir sözdür.


Onun için insan bir musîbete, bir belâya uğrayınca, onun daha büyük bir felâketten emân olduğunu düşünmeli ve kazaya razı olmalıdır.


® Pâdişâhların huzurunda bir gazaba, öfkeye uğrayınca malını verir, canını kurtarırsın.


® Bunu bildiğin hâlde, kazaya, kadere karşı neden bilgisizlik malını, mal sahibinden yâni Allah'tan kaçırmaya çalışıyorsun? 350


Yine Şefik Can dedemiz sayfanın altına bu beyitle ilgili şu dipnotu yazmış:


350 Yoksullara sadaka vermek de, malını verip başını kurtarmak gibidir. Sadaka hak kında bir çok âyet ve hadîs-i şerif vardır. Meselâ; Bakara Sûresi'nin 261. âyeti gibi.


Bazı hadîsler de şöyle: "Sadaka belâyı defeder ve ömrü uzatır." "Sadaka vermek, Allah'ın öfkesini teskin eder." "Sadaka imansız gitmeyi önler."



DÜŞÜNCELER


Mesnevi’nin 3. Cildindeki bu bölümde Hz Mevlanamız, başımıza gelen belanın canımıza gelecek bir belayı önlediğini anlattı. Allah ondan razı olsun.


Evet Mesnevi 3. Ciltte devamında Hz Mevlana, Hz Musa ile hayvanların dilini öğrenmek isteyen bir adamın hikayesini paylaşıyor; Cana gelecek bela mala gelir, sözünü hafızalarımıza iyice yerleştiriyor.  


Hikayede hayvanların dilini öğrenen adam çiftliğindeki horoz ve köpeğin konuşmalarını dinliyor. Sırayla eşeğin, atın ve kölenin öleceğini öğrenen adam ölmeden gidip pazarda satıyor, ziyandan kurtuldum diyor.


En sonunda kendisinin öleceğini öğrenen adam çaresiz Hz Musa’ya koşuyor. Meğer o hizmetkar hayvanlarının kaybı onun canına gelecek belanın önlenmesi içinmiş.


Şefik Can dedemizin tercümesinden alıntılar yapmama izin veren, Rahmetli Şefik Can Hocamızın talebesi, yaşayan son Mesnevihan sevgili Hayat Nur Artıran Hanımefendiye çok teşekkür ederiz.


Bu yazıdan tek gayemiz Allah rızası için faydalı olmak inşallah.

Cenabı Allah Mesnevi’yi okuyup anlamayı ve uygulamayı cümlemize nasip etsin.



Celalin Penceresinden