23 Mayıs 2016 Pazartesi

Zahmette Rahmet Vardır


Zahmette Rahmet Vardır

 

Geçenlerde bir sabah radyoyu açtığımda Sezen Aksu’nun “Eskidendi” isimli şarkısıyla güne başladım. Dinlerken sürekli eskiyle bugünü kıyas ettim ve bu yazı şekillendi kafamda…

 

“Eskidendi Çok Eskiden”;

 

Hani erken inerdi karanlık

Hani yağmur yağardı inceden

Hani okuldan, işten dönerken

Işıklar yanardı evlerde

Hani ay herkese gülümserken

Mevsimler kimseyi dinlemezken

Hani çocuklar gibi zaman nedir bilmezken

 

Hani herkes arkadaş

Hani oyunlar sürerken

Hani çerçeveler boş

Hani körkütük sarhoş gençliğimizden

Hani şarkılar bizi henüz bu kadar incitmezken

Eskidendi, eskidendi, çok eskiden

 

Şimdi ay usul, yıldızlar eski

Hatıralar gökyüzü gibi

Gitmiyor üzerimizden

Geçen geçti, geçen geçti

Hadi geceyi söndür kalbim

Şimdi uykusuzluk vakti

Gençlik de, geceler gibi, eskidendi.


Söz: Murathan Mungan
Müzik: Atilla Özdemiroğlu

 

SU TAŞIRDIK

 

Konya Ereğli’den 1982’de Ankara’ya taşındık. Yedi yıl Etimesgut’ta gecekonduda oturduk. O zamanlar çeşme suyu çok kireçliydi, içilmezdi. Şimdiki gibi damacana sular da yoktu.

 

Etimesgut semtinde Atatürk’ün getirttiği temiz pınar çeşmesinden hergün bidonlarla eve su taşırdık. On-oniki yaşımda evin büyük çocuğu olarak bu görev bana verilmişti.

 

ÖDEV YAPMAK

 

Okul ödevlerimizi yapmak için koca koca Meydan Larus gibi ansiklopedilerden faydalanırdık. Hatta bazen zorlu ödevlerimiz için haftasonu kütüphanelere gider, araştırırdık.

 


Verilen her ödev, bizler için öğrenme ve etüd etme -mevcut ansiklopedi veya kütüphaneleri kullanarak- sonrasında sentez ederek yazıya dökme süreçlerini kapsardı. Dolayısıyla öğrenilen bilgiler dağarcığımızda kalıyordu.

 

Şimdi gençler Google’a tıklayarak anında bilgiye ulaşıyor ve hiç zahmet çekmiyorlar. O yüzden de kitap okuyup araştırmıyorlar ve bilgiler çok çabuk unutuluyor.

 

Tabi bir de bizim zamanımızdaki ansiklopediler bir uzman kurul tarafından titizlikle hazırlanıp onaylanıyordu. Şimdi Google’da bir konu aratsak yüzlerce farklı bilgi çıkıyor. Nasıl güveneceğiz…

 

TELEFONLA ARAMAK

 

Seksenlerde Babam Ereğli’deki dedemgili aramak için PTT’ye yürüyerek gider, kuyruğa girerdi. Jeton alır ama bu seferde telefon kulübesi önünde tekrar kuyruğa girerdi. Yani kısacık bir telefon konuşması saatlerini alırdı.

 

Yine seksenlerde Bekir dayımın hanımı rahmetli Fadime yengemin (ölüm: Mart 2013) köyde yazın hergün çamaşır yıkadığını hatırlıyorum. Çünkü altı çocuğu vardı.

 

Odun ateşi yakarak kazanla su kaynatıyor; bakır leğen içinde elinde tektek çitileyerek yıkıyor, sıkıyor ve avludaki ipe asıyordu. Yani çamasır yıkamak 3-4 saati buluyordu.

 

TEBRİK KARTLARI

 

1992’de üniversitedeyken kampüsten Konya şehir merkezine giderdik. Kırtasiyeden tebrik kartları ve zarf alırdık.

 

Sevdiklerimiz için bu kartların arkasına tektek bayram kutlama mesajı yazar; sonra zarfların üstüne adreslerini yazardık. PTT’de kuyruğa girer ve zarflara pul yapıştırırdık.

 

O zamanlar üç samimi dostumla beraber tebrik kartları yollamak için bir saat yol giderdik. Fakat bu uzun iş bize keyif verirdi. 

 





Konya Alaaddin Tepesinde çay ve lokantada etliekmek eşliğinde keyifli sohbet ederdik.

 

Şimdi ise Whatsupp ve SMS ile zahmetsiz saniyesinde tebrikleşiyoruz.

 

MEKTUPLAŞMAK

 

Günümüzde teknolojinin gelişmesiyle birlikte iletişim çok hızlandı. Şimdiki gençler aşk duygusunu tam yaşayamıyor. Aşk özlemektir. O özlemle hayaller kurmaktır.  Biz farklı şehirlerde oturuyorduk. Seksenlerde ev telefonları vardı ama en iyi iletişim mektup yazmaktı.

 

Biz birbirimize mektup yazardık. Ruhunun derinlik ve inceliklerini öğrenmek için satır satır o mektupları defalarca okurdum. Yüzünün güzelliğiyle başladı ama sonra ruhunun güzelliğine de aşık oldum…

 

Gençler artık hiç özlemiyorlar, gündüz buluşuyorlar, akşam görüntülü konuşuyorlar. Evlenince aşk çabuk bitiyor ve malesef boşanma ve tabi analı babalı yetimler…

 

1987’te Yükseliş Koleji ortaokul kısmında okurken Din Kültürü öğretmenimizin sorusunu ve cevabını hiç unutmuyorum.

 

O zamanınkileri saydı. Bütün bu teknolojik gelişmeler ve sürekli yeni icatlar ne için olabilir, diye sormuştu. Sonra yanıtı kendi verdi, İnsanın daha rahat yaşaması için, demişti.

 

Evet şimdi artık çok rahatız ve eskiden zahmetle yapılan işler hiç zamanımızı almıyor.

 

Geçenlerde sevgili Hayat Nur Artıran Hanımefendinin attığı bir tweette şunu görmüştüm:

 

“İnsan daha kendini tanımadan bilmeden, çok muazzam bir teknolojiye ulaştı; Bu insanlık alemi için çok büyük bir tehlikedir !” ( Dr. Alexis Carrel )

 

SONUÇ

 

“Rahat zahmette; zahmet rahattadır” cümlesi, Müslüman halkımızın yüz yıllardır Kur’ân’a dayandırarak söyleyegeldiği bir özlü sözdür. Bu atasözü, Kur’ân-ı Hakim’in, “Elbette güçlükle berâber şüphesiz bir kolaylık vardır. Gerçekten güçlükle beraber şüphesiz kolaylık vardır” (İnşirah suresi, 5-6) âyetlerini tefsir ediyor.

 


Zorluklar ne kadar dayanılmaz da olsa, gerek doğrudan Allah’ın takdir ettiği musibetlerde olsun, gerekse olumlu netice almak için gösterilen verimli ve özverili çalışma esnasında olsun; çekilen her zorlukta; 1- Dünyevî, 2- Uhrevî olmak üzere iki büyük kolaylık vardır.

 

1-Dünyevî kolaylık; başarıdır, verimliliktir, kalitedir, olgunluğa ermektir, kemâl kazanmaktır, sevilmektir, sayılmaktır, el üstünde tutulmaktır, bol kazançtır, berekettir.

 

Meselâ özveri ile işine sarılan ve işinde alınteri döken şahıs, zorluğu, sıkıntıyı ve zahmeti göğüslemiş olur. Fakat bu zorluğun arkasında:

 

1- Çalışma zevkini tatma. 2- Başarı zevkini tatma. 3- İnsanlara hizmet verme ve memnun etme zevkini tatma. 4- Kazanma zevkini tatma. 5- İnsanlarca sevilmek ve sayılmak zevkini tatma. 6- Olgunlaşma ve kemale erme zevkini tatma. gibi dünyevî kolaylıklar görmektedir. 

 

2-Zorlukların neticesinde gelen uhrevî kolaylığa gelince: Bu, Allah’ın izniyle ve takdiriyle gelen yüksek feyiz ve sevapla birlikte, Allah’ın rızasına, Cennetine, cemaline, sonsuz nimetlerine, hadsiz mükâfatlarına ve ebedî hazinelerine ulaşmaktır.

 

Rahatın zahmette oluşu bu geniş mânâları ifade eder. Katlanılan zahmetler, çekilen sıkıntılar ve göğüs gerilen zorluklar, neticede hem dünyada, hem âhirette sonsuz rahatlık, doyulmaz huzur ve ebedî saadet kazandırıyorsa, elbette baş göz üstüne denmeli ve katlanmalıdır.

 

BİR HİKAYE

 

Şimdi konuyu daha iyi anlamamızı sağlayacak bir hikaye ile yazımızı bitiriyoruz:

 

Bir gün, kırlarda gezintiye çıkan bir adam, kenara oturduğu otlardan birinin dalında , küçük bir kozanın varlığını fark etti.

 

Koza ha açıldı ha açılacak gibiydi. Adam , bunun bir kelebek kozası olduğunu tahmin ediyordu. Böyle bir fırsat bir daha ele geçmez diye düşündü; ve bir kelebeğin dünya yüzü gördüğü ilk dakikalara şahit olmak istedi.

 

Dakikalar dakikaları kovaladı , saatler geçmeye başladı , ama henüz kelebeğin küçük bedeni o delikten çıkmadı. Sanki , kelebeğin dışarı çıkmak için çaba harcamaktan vazgeçmiş olabileceğini düşündü. 

 


Sanki kelebek elinden gelen her şeyi yapmış da , artık yapabileceği bir şey kalmamış gibi geldi ona.

 

Bu yüzden , kelebeğe yardımcı olmaya karar verdi: cebindeki küçük çakıyı çıkarıp kozadaki deliği bir cerrah titizliğiyle büyütmeye başladı. 

 

Böylece , bir-iki dakika içinde kelebek kolayca dışarı çıkıverdi. Fakat bedeni kuru ve küçücük , kanatları buruş buruştu.

 

Adam kelebeği izlemeye devam etti; çünkü kanatlarının her an açılıp genişleyeceğini ve narin bedenini taşıyacak kadar güçleneceğini umuyordu.

 

Ama bunlardan hiçbiri olmadı. Kelebek , hayatinin geri kalanını , kurumuş bir beden ve buruşmuş kanatlarla yerde sürünerek geçirdi. Ne kadar denese de , asla uçamadı. 

 

Adamın bütün iyi niyetine ve yardımseverliğine rağmen anlayamadığı şey , kozanın kisitlayiciliginin ve buna karşılık kelebeğin daracık bir delikten dışarı çıkmak için gereken çabanın , Allah'ın kelebeğin bedenindeki sıvıyı onun kanatlarına göndermek ve bu sayede kozanın kisitlayiciligindan kurtulduğu anda onun uçmasını sağlamak için seçtiği bir yol olduğuydu. 

 

Bu gerçeği öğrendiğinde , hayat boyu unutamayacağı bir şey de öğrenmişti:

 

Bazen , hayatta tam olarak ihtiyaç duyduğumuz şey , çabalardır. Eğer Allah , hayatta herhangi bir çaba olmadan ilerlememize izin verseydi , o zaman , bir anlamda sakat kalırdık .

 

Olabileceğimiz kadar güçlenemezdik o zaman . Ve asla uçamazdık.. 

 

 

Celalin Penceresinden

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder