15 Şubat 2015 Pazar

İman Bir Bağdır


İman Bir Bağdır


 

Sevgili ilahiyatçı okul yöneticisi dostum Efkan Vural hocam fakirinize sık sık, bir Hadis-i Şerif’ten işaretle der  ki; “Celal sen çok iyi bir ilim taşıyıcısısın” 

 

Bu yazıda inşallah iman konusunda yine Bediüzzaman Said Nursi’nin eseri Risale-i Nur’dan fakirinizi çok etkileyen bir bölümü paylaşmak istiyorum.

 

Biliyorsunuz yapılan hayırlı işlerin ve ibadetlerimizin kabul olmasının birinci şartı İMAN’dır. Allah’a inanmayan bir insanın yaptığı hayırlı işlerin Allah katında hiçbir değeri yoktur.

 


Biryerde insanlar kavgaya tutuşmuşlar. İki adam kavgayı durdurmak için koşuyorlar. Birinci adam defalarca durun yapmayın dese de kimse dinlemiyor.

 

İkinci adam ise sadece birkez Durun! deyince kavgayı kesiyorlar. Çünkü o kıyafeti üzerinde olan bir polismiş. Polis’te diğeri gibi aciz bir insan, ama o gücünü devletten alıyor.

 

Aşağıda geçen İMAN bir intisaptır, bağdır dediği şey işte budur.

 

Başlıkta geçen İMAN bir insanın kalbinden çıkarsa ne olur, aşağıda onu paylaşacağım.

 

 

Yirmiüçüncü Söz - Birinci Mebhas (Kısım)

 

        İmanın binler mehasininden (güzelliğinden) yalnız beşini "Beş Nokta" içinde beyan ederiz.

 

                 Birinci Nokta: İnsan, nur-u iman (iman nuru) ile a'lâ-yı illiyyîne (cennette en yüksek dereceye) çıkar; Cennet'e lâyık bir kıymet alır. Ve zulmet-i küfür (inkar karanlığı) ile, esfel-i safilîne (cehennemin en alt tabakası) düşer; Cehennem'e ehil (olacak) bir vaziyete girer. Çünki iman, insanı Sâni'-i Zülcelal'ine nisbet ediyor; (Allah’a yakınlık sağlıyor) iman, bir intisabdır. (bağdır) Öyle ise insan, iman ile insanda tezahür eden san'at-ı İlahiye ve nukuş-u esma-i Rabbaniye itibariyle bir kıymet alır. (insan iman ile ortaya çıkan ilahi sanat ve Allah’ın isimlerinin nakışları ile bir değer kazanır) Küfür, o nisbeti kat'eder. (İnkar o bağı keser) O kat'dan san'at-ı Rabbaniye gizlenir. (O bağın kopmasıyla insandakiilahi sanat gizlenir) Kıymeti dahi yalnız madde itibariyle olur. Madde ise, hem fâniye, hem zâile, (tükenen) hem muvakkat bir hayat-ı hayvanî (geçici bir canlı hayatı gibi) olduğundan, kıymeti hiç hükmündedir.

 

        Bu sırrı bir temsil ile beyanı edeceğiz. Meselâ: İnsanların san'atları içinde nasılki maddenin kıymeti ile san'atın kıymeti ayrı ayrıdır. Bazan müsavi, (eşit) bazan madde daha kıymettar, (kıymetli) bazan oluyor ki; beş kuruşluk demir gibi bir maddede beş liralık bir san'at bulunuyor. Belki bazan, antika olan bir san'at, bir milyon kıymeti aldığı halde, maddesi beş kuruşa da değmiyor. İşte öyle antika bir san'at, antikacıların çarşısına gidilse, hârika-pişe ve pek eski hünerver san'atkârına nisbet ederek (harika ve becerikli o eski sanatkarına bağlayarak) o san'atkârı yâd etmekle ve o san'atla teşhir edilse, bir milyon fiatla satılır. Eğer kaba demirciler çarşısına gidilse, beş kuruşluk bir demir bahasına (değerine) alınabilir.

 

        İşte insan, Cenab-ı Hakk'ın böyle antika bir san'atıdır ve en nazik ve nazenin bir mu'cize-i kudretidir ki; (zarif ve nazlı kudret mucizesidir ki) insanı, bütün esmasının cilvesine mazhar ve nakışlarına medar (insanı, bütün isimlerinin tecellisine vesile) ve kâinata bir misal-i musaggar (küçültülmüş örnek) suretinde yaratmıştır.

 

        Eğer nur-u iman, içine girse, üstündeki bütün manidar nakışlar, o ışıkla okunur. O mü'min, şuur ile okur ve o intisabla (o bağ ile) okutur. Yani: "Sâni'-i Zülcelal'in masnuuyum (sanat eseriyim), mahlukuyum, rahmet ve keremine mazharım" gibi manalarla insandaki san'at-ı Rabbaniye tezahür eder. Demek Sâni'ine intisabdan (sanatçıya bağ kurmaktan) ibaret olan iman; insandaki bütün âsâr-ı san'atı izhar eder. (sanat eserlerini ortaya çıkarır) İnsanın kıymeti, o san'at-ı Rabbaniyeye (Allah’ın sanatı) göre olur ve âyine-i Samedaniye (Allah’ın Samed ismine ayna olmak) itibariyledir. O halde şu ehemmiyetsiz (değersiz) olan insan, şu itibarla bütün mahlukat (yaratılmışlar) üstünde bir muhatab-ı İlahî (Cenab-ı Hakk’ın hitap ettiği) ve Cennet'e lâyık bir misafir-i Rabbanî (Allah’ın misafiri) olur.

 

***

                                                            

        Eğer kat'-ı intisabdan (bağı koparmaktan) ibaret olan küfür (Allah’a inanmamak, imansızlık) , insanın içine girse; o vakit bütün o manidar nukuş-u esma-i İlahiye (Allah’ın isimlerinin nakışları) karanlığa düşer, okunmaz. Zira Sâni' (sanatla yaratan Allah) unutulsa, Sâni'a müteveccih (dönük) manevî cihetler (maddi olmayan yönler) de anlaşılmaz. Âdeta baş aşağı düşer. O manidar âlî (ince manalı yüksek) san'atların ve manevî âlî nakışların çoğu gizlenir. Bâki kalan ve göz ile görülen bir kısmı ise; süflî esbaba (basit sebeplere) ve tabiata ve tesadüfe verilip, nihayet sukut eder. (değerini kaybeder) Herbiri birer parlak elmas iken, birer sönük şişe olurlar. Ehemmiyeti yalnız madde-i hayvaniyeye bakar. Maddenin gayesi ve meyvesi ise; -dediğimiz gibi- kısacık bir ömürde hayvanatın en âcizi ve en muhtacı ve en kederlisi olduğu bir halde yalnız cüz'î (kıymetsiz, pek az) bir hayat geçirmektir. Sonra tefessüh (alçaklaştırma) eder gider. İşte küfür, böyle mahiyet-i insaniyeyi (insanın aslını esasını) yıkar, elmastan kömüre kalbeder. (dönüştürür)

 

(Bediüzzaman Said Nursi / Risale-i Nur Külliyatı – Sözler – 23.Söz – Birinci Mebhas – Birinci Nokta)

 

 

 

 

Celalin Penceresinden

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder