29 Mart 2016 Salı

Rabbimizi Nasıl Tanırız?


Rabbimizi Nasıl Tanırız?

 

Geçenlerde babam oturma odasında biriyle telefonla konuşuyordu. Yüksek sesle konuştuğu için konuşmaları dinlemiştim.

 

Telefondaki kişi hastasına Celal’in dua etmesini istiyordu. Babam tabi eder, Celal herkese dua ediyor, hem engellilerin duasını Allah hemen kabul eder, dedi.

 

Telefonu kapatınca söylemek için yanıma geldi. Tabi ederim baba ama neden engellilerin duası makbuldur biliyor musun, dedim. Hayır neden, dedi.

 

Normal günlerde bir annenin çocuğuna muamelesi nasıldır? Bazen bağırır, bazen terlik :) , Ama çocuğu hastalandığında annenin varolan o şefkati coşar.

 

Battaniyelerle üstünü örtmeler, sıcak tarhana çorbaları, hatta çocuğun canı bişey istese, annesi, kar da yağsa koşa koşa markete giderek alır. Değil mi?

 

İşte annelere o şefkati veren Rabb-i Rahim’imiz, kuluna hastalık verdiğinde, kulu da güzelce sabreder ve şükrederse, rahmeti coşar ve dualarını geri çevirmez.

 

“Nefsini bilen Rabbini bilir.” diye meşhur bir söz var bilirsiniz. Yani insan kendisinde olan özellikleri tanırsa, Allah’ın vasıf, hal ve sıfatlarını tanımış olur. Nasıl mı?

 


ENE

 

Büyük islam alimi Bediüzzaman Said Nursi’nin “Ene Zerre Risalesi” diye bir eseri var.

 

Orada Ene’yi anlatmış; Ene denilen şey, benlik, ego, nefis denen içimizdeki şeydir.

 

“Biz emaneti göklere, yere, dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten kaçındılar. Zira sorumluluğundan korktular, ama onu insan yüklendi. İnsan (bu emanetin hakkını gözetmediğinden) cidden çok zalim, çok cahildir.”  (AHZÂB suresi - 72. ayet)

 

Ve Bediüzzaman, bu ayeti tefsir ederek ENE’nin her insana doğuştan bu dünyada emaneten verilen şey olduğunu anlatıyor.

 

O emanetin verilmesinin nedeni

 

Ene, gizli hazineler olan Cenab-ı hakkın isimlerini keşfetmemiz için bir anahtar, kainatın açıklaması zor gizli sırlarını açan müthiş bir anahtardır.  

 

Yani kısaca dersek, o ene bize Allah’ı tanımamız için verilmiştir. Hayırda kullanırsak Rabbimizi tanıyoruz. Şerde kullanırsak cehennem kapılarını bize açacak bir anahtar da olabiliyor.

 

Hepimiz gurur, benlik, enaniyet yapmamak için bir gayret sarfetmişizdir. Ama hiç tahmin ediyor muydunuz, bu enaniyet Allah’ın isimlerini açan bir anahtar olacak?

 

Bediüzzaman diyor ki: Rabbimiz insanın eline emanet olarak (evet emanet, ahirette geri alınacak, cennette enaniyet olmayacak) bir ENE vermiştir. O ene’yle Rabbimizin vasıf, sıfat, özelliklerini ve ilahi hallerini anlayabiliyoruz.

 

O ene, bir vâhid-i kıyasî’dir. Bir kıyaslama birimidir. Yani ENE, bir ölçü birimidir. Fakat aslında ene’nin bir varlığı yoktur.

 

Mesela geometredeki ölçüler gibidir. Bir metre, meridyen, kilo, kilometre. Bu ölçüler gerçekte hayalidir. Meridyen diye bir madde var mı?

 

Ene’ye örnekler

 

Ene’de hayali bir ölçü birimidir. Nasıl ki ben şu evin sahibiyim, Rabbim de şu kainatın sahibidir diyerek bir kıyas yapıyoruz. Ama bu sahibiyetlik hayalidir.

 

Çünkü Allah Malik-ül Mülk’tür. Yani mülkün asıl sahibi Cenab-ı Hak’tır. Eğer sahibi biz olsaydık, ev, araba, altın, vs mezara götürürdük.

 

Mesela Rabbimiz Kuran’da ben herşeyi görürüm diyor. Bizdeki görme olmasaydı, bu ayetten hiçbir şey anlamayacaktık. Göz şimdi ne işe yaradı? Rabbimizin Basir (Herşeyi gören Allah) ismini açan bir kıyas birimi oldu.

 

Ben nasıl görüyorum, Rabbim de, Ben herşeyi görürüm, diyor. Ucundan da olsa görmenin nasıl olduğunu anlayabiliyoruz.

 

Ben nasıl ki bu evi inşa ettim, içini dizayn ettim. Rabbim de şu dünya evini inşa edip düzenlemiş, deriz ve hakeza, bunun gibi...

 

Ben insanlara ikram etmeyi, iyilik yapmayı, güzel ve temiz olan herşeyi seviyorum, içimdeki sevgi, cömertlik, sabır, affetmek, dostluk, gurur, iffet, adalet, şefkat, merhamet, aşk, şiddet, öfke gibi binlerce duygular;

 

Mühendislik, doktorluk, mimarlık, aşçılık, ressamlık, yöneticilik, amirlik, siyaset, öğretmenlik gibi binlerce kabiliyetler aslında Rabbimizi tanımak için bize emanet verilen bu ENE’nin mahiyetindendir.

 

Yani bize verilen bu ölçücükler ile Rabbimizi tanıyoruz ve seviyoruz. Rabbimiz Kuran’da ben Alim’im diyor. Ben mesela elektronik teknikeriyim. Ben binlerce bilimden sadece elektroniğin -o da çok az kısmını- biliyorum.

 

Rabbimizin atomun çekirdeğinden galaksilere kadar bütün ilimleri bilen Alim isminin nasıl olduğunu anlayabildim. Yani kendimin bilmesinden kıyasladım.

 

Bir insan ENE’yi sahiplenirse

 

Allah’ın insanları bu dünyaya göndermesinin gayesi ve hikmeti üçtür. Rabbini tanımak, O’na iman etmek ve ibadet etmektir.

 

Allah’a iman etmek için O’nu tanımamız gerek. İnsan tanıdığı şeye inanır. İşte O’nu tanımamız için de her insana ALLAH, emanet bir ENE vermiştir.

 

Eğer insan, eneyi doğru kullanırsa ahsen-i takvime çıkar, cennet müjdesine nail olur. Enenin bir kıyaslama birimi olduğunu ve yani o hayali sahipliğinin aslında Rabbini tanıtmak için olduğunu bilir ve kulluğunu yaparsa eneyi doğru kullanmış olur.

 

Ama emanet verilen o ENE’nin yaratılış hikmetini unutup asıl vazifesini terketse, kendini asıl sahip zannetse, o vakit emanete hıyanet etmiş olur.

 

O ENE çocukken ince bir tel iken mahiyeti bilinmezse, insan büyüdükçe gittikçe kalınlaşır. İnsan vücuduna yayılır. Koca bir ejderha gibi insanı yutar.

 

Enaniyet’in anlamı, herşeyi kendinden bilmektir. Ben yaptım, ben ettim, ben kazandım, vs. diyen şirk’e düşer. Ve şirk (Allah’a icraatinde ortak koşma) Allah’ın asla affetmeyeceği suçtur ve ebedi cehenneme gider.

 

İşte cehennemin Top Ten’lerinden firavunlar, nemrutlar, ebu cehiller, içlerinde Enaniyeti öyle büyütmişler ki, adeta baştan aşağı ENE olmuşlar. Firavun biliyorsunuz, ben sizin en yüce Rabbinizim, demişti. (Naziat suresi 24)

 

Evet söz aynı yere geldi: “Nefsini bilen Rabbini bilir.”

 

Bir annenin itaatkar sevimli evladı hastalandığında, şefkatinden onun her isteğini yapması gibi, Allah’ın da, engellilik verdiği sabreden ve şükreden kulunun duasını neden kabul ettiğini kendimizle karşılaştırarak anladık.

 

Benim Kuran’da heran doğruluğunu hissettiğim ve huzur veren bir ayet var:

 

“… Eğer şükrederseniz nimetlerimi arttırırım…” (İbrahim suresi, 7. Ayet)

 

Geçen dostum Süha Can Facebook’ta küçük oğlunun resmini paylaşmış ve şunu yazmış:

 

“Yeni aldığım bu oyuncağa o kadar sevindi ki, durup durup baba çok teşekkür ederim, seni çok seviyorum, diyor. Onu sevindirmek için yeni sürpriz hediyeler var aklımda, canım oğlum.”

 

İşte insan böylece, kendisindeki duygular ile kıyas ettiğinde, o ayette Rabbimizin neden şükredince nimetleri artıracağını daha iyi anlıyor inşallah…

 
Dostum Süha Can oğlu Ali Deniz'le

Allah, bizi kendisini tanıyalım ve gerektiği gibi kulluk edelim diye yaratmıştır. Bu, Asıl maksada ulaşabilmek için en önemli gayemiz, İslâmiyet'i öğrenip yaşamaktır. Bunun içinde önce Rabbimizi tanımalıyız…

 

Bu konuyu burada kesiyorum, zira yazı çok uzadı.

 

Ben bazen bir yazıya başlayıp bir saat neyi ve nasıl yazayım diye düşünüyorum. Yazıyı yazan kalem, bir sebeptir. İnsan da düşünen canlı bir sebeptir.

 

Nasıl ki yazıyı kalem yazdı, demiyorsak; yaptığımız hiçbir işe ben yaptım gibi sahip çıkmamalıyız ki şirk olmasın. Allah nasip ediyor demeliyiz.

 

Burada benim yorumum veya katkım yoktur. Ben sadece Bediüzzaman hazretlerinin 30. söz eserinden öğrendiklerimi yazdım. Allah ondan razı olsun.

 


Bana bu yazıyı nasip eden Rabbimize hamdolsun. Allah bizleri enaniyetten korusun ki şirke düşmeyelim.

 

 

Celalin Penceresinden

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder