Hastalar Risalesi – Üçüncü Deva 3/25
Bu Çarşamba 10 Mayıs 2017 engelliler haftası başlıyor. (10-16
Mayıs)
Ben çok şanslıyım. Piyango bana çıktı. Dünyada 7 milyar,
Türkiye’mizde 80 milyon insan var. belki 50-100 binde bir görülen Friedreich
Ataksisi (FA) hastalığını Allah bana verdi.
Sabredip aktif şükrediyorum. (ibadetle) Bunun için canım FA
hastalığım bana mahşerde şahitlik edecek inşaAllah… Hastalık konuşur mu
dediniz, okuyalım.
Araf suresi 172. Ayetle belirtildiği gibi, daha dünyaya gelmeden
ruhlar alemi, Kalubela’da biz Allah’a söz verdik; Evet Sen bizim Rabbimizsin,
Sana aşığız, dedik.
Hz. Mevlana’ya göre herkes o aşkla dolu halde dünyaya gelir. Sonra
günahlar, haramlarla kirlenen insanın gönlünü gaflet bulutu sarar ve
ölmeyeceğini sanarak dünyaya dalar, verdiği sözü unutur.
Sonra kalbi güzel insanlara birden hastalık gelir, onları gafletten
uyandırır.
ALLAH’A OLAN AŞK İSPAT GEREKTİRİR
(Efendim aşağıdaki kısa yazı son Mesnevihan (Hz.
Mevlana’nın eseri Mesnevi’yi her yönüyle en iyi bilen kişi)
sevgili Hayat Nur Artıran Hanımefendi’nin “Aşk Bir Davaya Benzer” isimli
kitabından alıntıdır.)
(Mesnevi, cilt 3, 4008): “Aşk bir
davaya benzer, cefa çekmek de davanın tanığıdır. Tanığı olmayan her dava
mutlaka kaybedilir. Ben, cefaya uğrayıp kemale ereceği ve safa bulacağı zaman
kaçan, sonra da safa, huzur dileyen kişinin aklına şaşarım.
Zamanın kadısı senden
tanık isterse, sakın ona incinme. Cefayı, kederi, ıstırabı güleryüzle karşıla,
onları bağrına bas da hakikat definesini elde et. Çünkü onlar, senin aşkının
tanıklarıdır.”
Sonuç itibariyle, Aşk bir davaya benzer, çünkü tüm ruhlar ‘beli’
demekle aşıklık iddiasına giriştiler. Dolayısıyla Yüce Yaratıcı’ya kul
olduklarını iddia ettiler.
İddia ise ispat gerektirir, bir şeyi ispat etmek için de mutlak
şahit isterler. O nedenle acı, ıstırap ve kederlerimiz ilahi aşkımızın
şahitleri sayılmıştır.
Elest bezminde verdiğimiz kul olma sözünü tasdik etmek, aşk
iddiamızı yaşayarak ispat etmek tümüyle, Muhammed (sav) ümmetine yakışır bir
ahlak güzelliği içerisinde yaşamaktır.
Cenab-ı Hakk’ın kaza ve cevasına rıza göstermektir.
Eğer bu dünya mahkeme salonu ise, tanıkları acı, ıstırap ve
beladır. Kişinin maddi ve manevi tüm hal, tavır ve davranışlarına göre
tanıkların mahiyeti ve özelliği de değişecektir.
Evet canım hastalığım FA ve Şeker hastalığım mahşerde şahitlerim
olacak inşallah. Şahitliğin delili işte bu ayeti kerimedir.
“Bugün (Mahşer) biz onların ağızlarını mühürleriz; (günahtan ve sevaptan yana) kazandıklarını, elleri bize söylemekte, ayakları
şahitlik etmektedir.” (Yasin suresi, 65. ayet)
***
Efendim büyük islam alimi Rahmetli Bediüzzaman Said Nursi’nin (1876-1960) eşsiz eseri Risale-i Nur Külliyatında yer alan Hastalar Risalesi
yazılarının üçüncüsü ile devam ediyoruz. Önce buyrun orjinal yazıyı okuyunuz,
sonrasında kısa açıklamamızı okuyalım:
ÜÇÜNCÜ DEVÂ
ÜÇÜNCÜ DEVA: Ey
tahammülsüz hasta! İnsan bu dünyaya keyif sürmek ve lezzet almak için
gelmediğine, mütemadiyen (devamlı)
gelenlerin
gitmesi ve gençlerin ihtiyarlaması ve mütemadiyen (devamlı) zeval (kaybolup gitme, ölüm) ve firakta (ayrılık) yuvarlanması şahittir.
Hem insan, zîhayatın (hayat sahibi yaratılmışların) en mükemmeli, en yükseği
ve cihazatın (organların) en zengini, belki
zîhayatların (canlıların) sultanı hükmünde iken,
geçmiş lezzetleri ve gelecek belaları düşünmek vasıtasıyla, hayvana nisbeten en
edna (basit, değersiz) derecede, ancak kederli
ve meşakkatli (sıkıntılı,
zahmetli) bir hayat geçiriyor.
Demek insan bu dünyaya
yalnız güzel yaşamak için ve rahatla ve safâ ile ömür geçirmek için
gelmemiştir. Belki azîm (büyük
ve değerli) bir sermaye elinde bulunan insan, burada
ticaret ile ebedî, daimî bir hayatın saadetine çalışmak için gelmiştir.
Onun eline verilen
sermaye de ömürdür. Eğer hastalık olmazsa, sıhhat ve âfiyet gaflet verir,
dünyayı hoş gösterir, âhireti unutturur. Kabri ve ölümü hatırına getirmek
istemiyor. Sermaye-i ömrünü bâd-ı hava boş yere sarf ettiriyor. (Hastalık olmasa insan, Nefis rüzgarına kapılıp
ömür sermayesini boşa harcar.)
Hastalık ise, birden
gözünü açtırır. Vücuduna ve cesedine der ki: "Lâyemut (ölümsüz) değilsin, başıboş değilsin, bir vazifen
var. Gururu bırak, seni Yaratanı düşün, kabre gideceğini bil, öyle
hazırlan."
İşte hastalık bu nokta-i
nazardan (bu bakış
açısından) hiç aldatmaz bir nâsih (nasihatçi) ve ikaz edici bir mürşiddir. (yol gösterici rehber) Ondan şekvâ (şikayet) değil, belki bu cihette (bu yüzden) ona teşekkür etmek, eğer fazla ağır gelse
sabır istemek gerektir.
KISA BİR YORUM
Efendim acizane bendeniz bir ilim aktarıcısıyım. Aşağıdaki yorumları
yıllardır dinlediğimiz sohbetlerden süzdük inşallah. Yani fakirin hissesi
yoktur.
Bu Devada büyük islam alimi Bediüzzaman Said Nursi (1876-1960) hazretleri
diyor ki:
Ey tahammülsüz hasta diye başlıyor. Devaların başındaki hitap aslında o
devanın fihristi oluyor. Yani mesela bu devada Bediüzzaman, hastanın
hastalığına neden tahammül edemediğini açıklayıp çözüm yolunu bildirecek.
Evet hastanın neden tahammül edemediği ilk cümleden anlaşılıyor. İnsan bu dünyaya keyif
sürmek ve lezzet almak için gelmediğine,
Evet çoğu hasta ve engelli bu yüzden hastalığını kabullenmekte
zorlanıyor.
Çünkü bakıyor herkes sağlıklı; geziyor, eğleniyor, evleniyor gibi
düşüncelerle hayata sadece zevk sürmek için geldiğimizi sanıyor, diyor
Bediüzzaman ve…
Ve bu düşüncenin yanlışlığını şahit getirerek belirtiyor. Sürekli gençlerin
yaşlanması ve sürekli ölümlerin olması, insanın hayata sadece lezzet için
gelmediğine şahittir, diyor. Yoksa neden ölelim ki…
Eğer hasta insan sürekli geçmişi düşünürse, (eskiden sağlıklı iken hersene
denize giderdim gibi mesela) ve sürekli geleceği düşünürse (hastalığımın
sonu nolacak, ölür müyüm acaba)
Böyle yaparsa hayvandan daha değersiz olur ve sıkıntılı hayat yaşar diyor.
Çünkü Allah insanı en güzel şekilde yaratmıştır, yaratılmışların sultanıdır,
böyle yapmasın demek istiyor Bediüzzaman Hazretleri…
Sonra hayatın gayesini açıklıyor. İnsan bu dünyaya ticaret yapmak için
gelmiştir. Sonsuz bir hayatı burada kazanacak, diyor. Ne verecek ne alacak?
Allah her insana dünyaya gelirken bir sermaye vermiştir. Bu sermaye ömür
dakikalarıdır. Bu sermaye ile ticaret yapacak ve sonsuz cennet hayatı kazanacak.
Yani, beş dakikasını harcayıp namaz kılacak, karşılığında belki yüzlerce
sevap alacak.
İnsan hiç hasta olmasa ve hep sağlıklı olsa, bu gayesini unutup gafletle
dünyaya dalar, ahireti unutur. Çünkü Allah insanı, unutmaya meyilli
yaratmıştır.
Bu gafletin neticesi ölümden korkar ve ölümü hatırlamamak için nefsin
arzularına kapılır ve ömür dakikalarını oyun, eğlence, haram ve günahlarla boş
yere tüketir.
İnsan hastalandığında aslında ne kadar aciz, zayıf, güçsüz olduğunun
farkına varır. Gafletle dünyaya daldığını, hasta olması bildirir. Çünkü hiç
ölmeyecek gibi yaşıyordu.
Böylece hasta insan, bir ibadet olan ‘ölümü düşünmeyi’ aklından hiç
çıkarmaz ve ölüm sonrası, yani asıl hayat ahiret hayatını kazanmak için ömür
dakikalarını ibadetle harcar.
İşte ticaret budur. Ömür dakikalarımızı verip cenneti satın alıyoruz. Allah
öyle merhametliki, ömrümüzü O verdi zaten, sadece irademizi serbest bıraktı.
Ki özgür irademizle ibadeti seçelim inşallah. Aslında Allahu Teala
ibadetimizin şekline değil, kalbimizin temizliğine ve gayretimize bakıyor.
Ve Hz. Bediüzzaman son cümlede Allah’a şükret ki, sana hastalık verdi,
diyor.
İşte
hastalık bu nokta-i nazardan (bu bakış
açısından) hiç aldatmaz bir nâsih (nasihatçi) ve ikaz edici bir mürşiddir. (yol gösterici rehber) Ondan şekvâ (şikayet) değil, belki bu cihette (bu yüzden) ona teşekkür etmek, eğer fazla ağır gelse sabır istemek
gerektir.
***
Bu yorumla birlikte Hastalar Risalesi Üçüncü Deva’yı bu linkten istediğiniz
zaman okuyabilir ve bu linki çevrenizdeki engelli veya hasta dostlara iletebilirsiniz:
Evet bunun için, Bu hastalık bana Allah’ın hediyesidir. Çünkü Hz. Mevlana,
Allah sevdiği kuluna dert verir, Firavun’un birkez bile başı ağrımadı, der.
Bugünüme binlerce elhamdülillah ! …
Celalin Penceresinden
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder