30 Temmuz 2018 Pazartesi

Namaz Kılan ve Kılmayan Adamın Hikayesi


Namaz Kılan ve Kılmayan Adamın Hikayesi

 

Merhaba sevgili gönül dostlarımız,

 

Allah'ın, Resulünün SAV ve de sevdiklerinin selam ve bereketi üzerinize olsun.

 


Bendeniz sık sık Bediüzzaman Said Nursi (1878-1960) Hazretlerinin Risale-i Nur kitaplarını okurum. Efendim FA hastalığım ilerledi, artık kitap tutup sayfa çevirecek gücüm kalmadı.

 

Neyseki Akıllı telefonuma yüklediğim “Risale-i Nur Okuma Programı” uygulaması ile müsait oldukça okuyorum. Risale dili biraz ağır, ama artık iyice aşina olup anlayabilirim elhamdülillah.

 


Geçen namaz kılarken çok büyük huzur duydum, gözyaşlarım şıpır şıpır damladı. Keşke tüm dostlarım bu huzuru yaşasa diye geçti ve aşağıdaki yazı aklıma geldi, paylaşmak istiyorum:

 

 

BİR HÜKÜMDAR İKİ HİZMETÇİSİNİ İKAMET ETMELERİ İÇİN GÜZEL ÇİFTLİĞİNE GÖNDERMESİ


Namaz, ne kadar kıymettar ve mühim hem ne kadar ucuz ve az bir masraf ile kazanılır hem namazsız adam ne kadar divane ve zararlı olduğunu, iki kere iki dört eder derecesinde kat’î (kesin)  anlamak istersen şu temsilî hikâyeciğe bak, gör:

 

Bir zaman bir büyük hâkim, iki hizmetkârını (hizmetçisini), her birisine yirmi dört altın verip iki ay uzaklıkta has ve güzel bir çiftliğine ikamet etmek için gönderiyor. Ve onlara emreder ki: “Şu para ile yol ve bilet masrafı yapınız.

 

Hem oradaki meskeninize lâzım bazı şeyleri mübayaa ediniz. (satın alınız) Bir günlük mesafede bir istasyon vardır. Hem araba hem gemi hem şimendifer (tren)  hem tayyare (uçak)  bulunur. Sermayeye göre binilir.”

 

İki hizmetkâr, ders aldıktan sonra giderler. Birisi bahtiyar idi ki istasyona kadar bir parça para masraf eder. Fakat o masraf içinde, efendisinin hoşuna gidecek öyle güzel bir ticaret elde eder ki sermayesi birden bine çıkar.

 

Öteki hizmetkâr bedbaht, serseri olduğundan istasyona kadar yirmi üç altınını sarf eder. Kumara mumara verip zayi eder, bir tek altını kalır. Arkadaşı ona der: “Yahu, şu liranı bir bilete ver. Tâ bu uzun yolda yayan ve aç kalmayasın.

 

Hem bizim efendimiz kerîmdir, belki merhamet eder, ettiğin kusuru affeder. Seni de tayyareye bindirirler. Bir günde mahall-i ikametimize (ikamet edeceğimiz yere)  gideriz. Yoksa iki aylık bir çölde aç, yayan, yalnız gitmeye mecbur olursun.”

 

Acaba şu adam inat edip o tek lirasını bir define anahtarı hükmünde olan bir bilete vermeyip muvakkat (geçici)  bir lezzet için sefahete (eğlenceye)  sarf etse; gayet akılsız, zararlı, bedbaht olduğunu, en akılsız adam dahi anlamaz mı?
 

 

HİKAYENİN SEMBOLLERİ NELERDİR?

 

İşte ey namazsız adam ve ey namazdan hoşlanmayan nefsim!

 

O hâkim ise Rabb’imiz, Hâlık’ımızdır. (Yaratıcı Allah)  O iki hizmetkâr yolcu ise biri mütedeyyin, (dindar) namazını şevk ile kılar; diğeri gafil, namazsız insanlardır. O yirmi dört altın ise yirmi dört saat her gündeki ömürdür. O has çiftlik ise cennettir. O istasyon ise kabirdir.

 

O seyahat ise kabre, haşre, ebede gidecek beşer yolculuğudur. Amele göre, takva kuvvetine göre, o uzun yolu mütefavit (farklı)  derecede katederler. Bir kısım ehl-i takva, berk gibi (şimşek gibi)  bin senelik yolu bir günde keser.

 

Bir kısmı da hayal gibi elli bin senelik bir mesafeyi bir günde kateder. Kur’an-ı Azîmüşşan, şu hakikate iki âyetiyle işaret eder.

 

O bilet ise namazdır. Bir tek saat, beş vakit namaza abdestle kâfi gelir.

 

Acaba yirmi üç saatini şu kısacık hayat-ı dünyeviyeye sarf eden ve o uzun hayat-ı ebediyeye bir tek saatini sarf etmeyen; ne kadar zarar eder, ne kadar nefsine zulmeder, ne kadar hilaf-ı akıl (akla zıt, akılsızca)  hareket eder.

 

Zira bin adamın iştirak ettiği bir piyango kumarına yarı malını vermek, akıl kabul ederse halbuki kazanç ihtimali binde birdir. Sonra yirmi dörtten bir malını, yüzde doksan dokuz ihtimal ile kazancı musaddak (tasdik edilmiş)  bir hazine-i ebediyeye vermemek; ne kadar hilaf-ı akıl ve hikmet hareket ettiğini, ne kadar akıldan uzak düştüğünü, kendini âkıl (akıllı)  zanneden adam anlamaz mı?

 

Halbuki namazda ruhun ve kalbin ve aklın büyük bir rahatı vardır. Hem cisme de o kadar ağır bir iş değildir. Hem namaz kılanın diğer mubah dünyevî amelleri, güzel bir niyet ile ibadet hükmünü alır.

 

Bu surette bütün sermaye-i ömrünü, âhirete mal edebilir. Fâni ömrünü, bir cihette ibka eder. (Fani ömrünü bir yönüyle ebedileştirir.)

 

(Bediüzzaman Said Nursi, Risalei Nur, Sözler, Dördüncü Söz)

 

***

 


ALLAH hepimizi namazını huşuyla kılan salih kullarından eylesin inşallah.

 

 

Celalin Penceresinden

 

 

23 Temmuz 2018 Pazartesi

Mesnevi Okumaları – 30 – Ölümsüzlük Ağacını Arayış


Mesnevi Okumaları – 30 – Ölümsüzlük Ağacını Arayış

 

Merhaba sevgili gönül dostlarımız,

Yüce Allah’tan hayırlarla dolu güzel bir HAFTA geçirmenizi niyaz ederiz.

 

Allah'ın, Resulünün SAV ve de sevdiklerinin selam ve bereketi üzerinize olsun.

 
Yeğenlerim Ceren Azra Kaan ile - 16 Temmuz 2018 Erwğli

Efendim bu hafta yine Hz Mevlana’nın asırlardır Hak aşıklarının gönlüne ılık meltemler estiren Hikmet pınarı bir Kuran tefsiri olan eşsiz eseri Mesnevi’den alıntılara devam ediyoruz.

 

Şimdi yine sözü çok uzatmadan 30. Mesnevi yazısına başlamak istiyoruz:

 

 


ÖLÜMSÜZLÜK AĞACINI ARAYIŞ

 

Meyvesinden yiyenin ölmeyeceği bir ağacı arayış

 

• Bir bilgin masal olarak dedi ki: "Hindistan'da bir ağaç vardır.

 

• Kim o ağacın meyvesinden yerse, ne ihtiyarlar, ne de ölür."

 

® Bir pâdişâh bu sözü sâdık bir dostundan işitti. O ağaca, meyvesine âşık oldu.

 

® Dîvan adamlarından bilgili birisini, o ağacı bulmak ve meyvesinden getirmek için Hindistan'a gönderdi.

 

• Adam o ağacı bulmak için Hindistan'da ve çevresinde yıllarca dolaştı durdu.

 

® Bu istenen şeyi elde etmek için şehir şehir gezdi; ne ada, ne dağ, ne de ova bıraktı.

 

 O ağacı kime sordu ise, sorulan kimse onun sakalına güldü. "Böyle bir ağacı arayan delidir." dedi.

 

® Çok kimse de şaka ederek onun ensesine vurdular da; "Sen şu dünya dertlerinden kurtulmuş, muradına ermiş, saf bir kişisin." dediler.

 

• "Senin gibi gönlü temiz, saf bir kişinin bu araştırması boş olur mu? Lâf olsun diye hiç arar mısın?"

 

® Bu şekilde onunla alay etmeleri, eğlenmeleri de ona başka bir tokat oluyordu. Bu manevî tokat, onu maddî tokattan daha çok sarsıyordu.

 

© Alay ederek onu övüyorlar; "Ey azîz varlık!" diyorlardı "Filân yerde çok ulu bir "ağaç vardır.

 

® O ormanda yemyeşil, pek yüce, yaygın, her dalı kalın bir ağaç vardır."

 

• Pâdişâhın adamı herkesten bir çeşit haber duyuyor ve o ağacı bulmak için çok gayret sarfediyordu.

 

® Adam Hindistan'da yıllarca dolaştı. Pâdişâh da ona mallar, paralar gönderiyordu.

 

® O gurbet diyarında bir çok yorgunluklara katlandı. Nihayet bıktı, usandı ve ağacı aramaktan âciz kaldı.

 

® Çünkü ona aradığından hiç bir iz görünmedi; boş bir haber peşinde koştu durdu.

 

® Böylece onun ümit ipliği koptu ve aradığını artık aramaz oldu.

 

• Geriye dönmeye, pâdişâhın yanına varmaya karar verdi. Hem ağlıyor, gözyaşı döküyor, hem de durmadan yol alıyordu.

 

© Pâdişâhın adamının ümitsizliğe düşüp memleketine dönerken yolda konakladığı yerde, kerem sahibi, kutupluğa ermiş bir şeyh vardı.

 

• 'Garip adam ümitsiz bir hâlde; "Ben o kutbun huzuruna gideyim. Onu ziyaret ettikten sonra yine yola düşerim." dedi.

 

• "Belki onun duası benim yoldaşım olur. Çünkü gönlümün arzu ettiği şeyden ümîdi kestim."

 

® Gözü yaşlı olarak şeyhin huzuruna vardı. Bulut gibi gözyaşı yağdırıyordu.

 

• "Şeyhim!" dedi "acımanın ve esirgemenin tam zamanı. Ümitsizim; lütfetmenin, iyilik etmenin vakti bu saattir."

 

 

ÖLÜMSÜZLÜK AĞACI ASLINDA NEYMİŞ?

 

• Şeyh; "Açık söyle!" dedi. "Ne derdin var? Bu ümitsizlik nedendir? İstediğin ne idi? Ne yapmak istiyordun? Neye yüz tutmuştun?"

 

® "Pâdişâhlar pâdişâhı, bir ağaç bulmak için beni seçti." dedi.

 

® "Dünyada eşi pek zor bulunur bir ağaç varmış. Onun meyvesinde âb-ı hayat gizli imiş.

 

® O ağacı yıllarca aradım. Sarhoşların alayından, beni maskara yerine koymaktan başka hiç bir belirtisini bulamadım."

 

® Şeyh güldü ve ona dedi ki: "Ey gönlü temiz, saf kişi! Bu ağaç, bilgili kişilerdeki bilgi ağacıdır. Yâni bilgi sahibindeki bilgidir.

 

® O bilgi ağacı, çok büyük, çok yüksek, çok yayvandır. Allah'ın uçsuz bucaksız, her şeyi kaplayan büyük denizinden meydana gelmiş bir 'âb-ı hayat'tır.

 

© Ey hiç bir şeyden haberi olmayan kişi! Sen surete, görünüşe kapılmışsın da, bilgi ağacını bayağı ağaç sanmışsın. O yüzden de o ağacın dalından meyve koparamamışsın.667

 

Mesnevi’nin Farsçadan dilimize çevrilmiş en güzel tercümesi olan bu kitapta Sertarik Mesnevihan Hz. Şefik Can (1909-2005) dedemiz bu beyitle ilgili sayfanın altına şu dipnotu yazmış:

 

667 Sevgili Peygamberimiz Efendimiz; "Cennet ağaçlarından bir ağaca rastladığınız zaman, onun gölgesinde oturun ve yemişinden yiyin!" diye buyurmuş. Sahabeden birisi; "Yâ Resûlallah! Cennet ağacına biz hayatta iken nasıl rastlıyabiliriz? Yâni bu hal bize bu dünyada nasıl mümkün olur?" diye sormuş.

 

Peygamber Efendimiz de bu soruya cevap olarak; "Gerçek bir bilgine rastladığınız zaman cennet ağaçlarından bir ağaca rast gelmiş olursunuz." diye buyurmuş. Dikkat edersek, bu hadisle Resû-lullah Efendimizin ilme ne kadar kıymet verdiği bir kere daha belirmiş olur.

 


® O bilgiye, bazen ağaç, bazen güneş, bazen deniz, bazen de bulut adı verilir.

 

9 Aslında o tektir, fakat yüzbinlerce eseri var, yüzbinlerce belirtisi vardır. Belirtilerinin en değersizi, en aşağısı da ölümsüz bir ömürdür.

 

© O, bilgi olarak tektir, ama binlerce eseri, izi olduğu için, o tek bilginin sayısız adı var. '  ' s

 

© Bir adam senin baban olur, ama o bir başka birinin de oğludur.

 

® Bir başkasına kahırdır, düşmandır, başka birisine ise lûtuftur, iyiliktir.

 

© Bir tek insan olduğu hâlde onun yüzbinlerce adı vardır. Onun bir vasfını bilen, diğer vasıflarına karşı kördür.

 

® Kim onu bir ad olarak ararsa, bir ada takılıp kalırsa, senin gibi ümitsizliğe düşer, perişan olur gider.

 

© Sen, bu ağaç adına ne diye sarılıp kalırsın, ne diye muradına eremiyor, talihsiz oluyorsun?

 

© "İlim (=bilgi) Hakk'ın sıfatlarındandır. Sen addan geç de sıfatlara bak: O sıfatlar seni zâta götürsün, yâni seni Hakk'a ulaştırsın.

 

® Halkın ayrılığa, aykırılığa düşmesi ad yüzündendir, mânâya ulaşan rahat eder.

 

 

DÜŞÜNCELER

 

Hz. Mevlanamız, Mesnevi’nin 2. Cildinin bu bölümünde gerçek alimlerin sözlerinin abı hayat yani hayat suyu olduğunu ve o bilgilerin bizi Allah’a ulaştıracağını anlattı,  Allah ondan razı olsun.

 

Şefik Can dedemizin tercümesinden alıntılar yapmama izin veren, Rahmetli Şefik Can Hocamızın talebesi, yaşayan son Mesnevihan sevgili Hayat Nur Artıran Hanımefendiye çok teşekkür ederiz.

 


Bu yazıdan tek gayemiz Allah rızası için faydalı olmak inşallah.

Cenabı Allah Mesnevi’yi okuyup anlamayı ve uygulamayı cümlemize nasip etsin.

 

 

Celalin Penceresinden

 

 

16 Temmuz 2018 Pazartesi

Hikaye: Dürüstlük Kazandırır


Hikaye: Dürüstlük Kazandırır


Merhaba sevgili gönül dostlarımız,


Allah'ın, Resulünün SAV ve de sevdiklerinin selam ve bereketi üzerinize olsun.


Biz üç kardeşiz. Üçümüz de dürüst ve doğruyuz, iyi kalpliyiz elhamdülillah. İnsan karakterinin çoğunluğu anne babadan gelen genlerle belirlenir diyor araştırmalar.


Annesiz ve babasız büyüyen, dünyalığa önem vermeyen annemin, ve iyi kalpli cömert, dürüst babamın merhametli kalpleri genlerden bize geçmiş. Bir de doğru eğitimle perçinlenince…  


Biz üç kardeş hiç yalan nedir bilmeyiz. Annemden para isteyince aç cüzdandan al derdi, üçümüzde almaz, cüzdanı anneme getirir, onun vermesini isterdik. Bu eğitimle büyüdük.


Böyle anne babayı bize nasip ettiğin için Sana sonsuz hamdolsun Allah’ım.


Yeğenlerim de bu dürüstlükle büyüyorlar elhamdülillah.




Efendim bu hafta Radyo 7’de Talha Bora Öge, namı diğer Gölge’nin anlattığı çok hoşuma giden dürüstlük hakkında bir hikayeyi paylaşmak istiyorum.


Dürüstlük her zaman kazandırır Allah’ın izniyle. Şimdi o hikayeyi okuyalım:



DÜRÜSTLÜK KAZANDIRIR: HİKAYE

Gencin birisi Kâbe'de hep, "Ey doğruların yardımcısı olan Allah’ım, Ey haramdan sakınanların yardımcısı olan Allah’ım, Sana hamdü sena ederim" diye dua eder.


Bu durum herkesin dikkatini çeker.  Birisi, (Neden hep aynı duayı yapıyorsun, başka bir şey bilmiyor musun?) der. O da anlatır:


-7-8 sene önce yine Kâbe'de iken içi altın dolu bir torba buldum. Tam 1000 altın vardı. Içimden bir ses Bu altınlarla, şunları şunları yaparsın diyordu.


Hayır dedim kendi kendime, bu benim değil, başkasının malı, kullanmam haram olur dedim.


Bu sırada birisi, "şöyle bir torba bulan var mı?" diye bağırıyordu.


Çağırdım onu, nasıl bir torbaydı, içinde ne vardı diye sordum.


Torbayı tarif etti ve içinde 1000 altın vardı dedi. Al öyleyse torbanı diyerek verdim. Adam torbayı açıp içinden bana 30 altın verdi.

Pazara gittim. Temiz yüzlü genç bir esiri överek satıyorlardı. Gencin temizliği dikkatimi çekti.


Yanlarına gittim, bu köle için ne istiyorsunuz dedim. 30 altın dediler.


Adamdan aldığım 30 altını verip genci satın aldım. Bir iki yıl geçti.


Genç çok çalışkan, çok edepli idi. Onu aldığıma çok memnun olmuştum.


Bir gün onunla giderken karşıdan iki üç kişi geliyordu.. Genç bana dedi ki,


-Efendim, ben Fas emirinin oğluyum. Bu gelenler babamın adamları. Beni buldular. Senden beni satın almak isterler. Sen iyi bir insansın, onlara 30 bin altından aşağıya satma dedi.


O kişiler yanıma geldi, bu esiri bize satar mısın dediler. Satarım dedim. 60 altın verelim dediler. Olmaz dedim. Iyi ama araştırdık sen bunu 30 altına almadın mı? Biz sana iki mislini veriyoruz dediler. Öyleyse gidin pazardan alın dedim.


Artıra artıra 20 bin altına kadar çıktılar. 30 binden aşağı olmaz dedim.


Çaresiz kabul ettiler. Altınları verip, genci alıp gittiler. Ben o 30 bin altınla işyerleri açtım, ticaret yaptım, daha çok zengin oldum.


Bir gün bana arkadaşlar, "çok zengin bir ailenin iyi bir kızı var. Babası yeni vefat etti. Onunla seni evlendirelim" dediler. Ben de "olur" dedim.


Nikah kıyıldı. Deve yükleri çeyizini getirdiler. Çeyiz arasında bir torba dikkatimi çekti.


Kıza, "bu nedir" dedim. "Içinde 970 altın var, babam Kâbe'de bunu kaybetmiş, bulan gence 30 unu vermiş. Kalanını da bana hediye etti, çeyizine koyarsın dedi".


Demekki bulduğum altınlar benim rızkım imiş, vermese idim haram yoldan gelecekti, simdi helal yoldan yine bana geldi.


Bana yardım edip haramlardan koruyan, nice nimetler ihsan eden yüce Rabbime hamd ederim.


***


Bu hikayeyi Radyo 7 programcısı Talha Bora Öge’den dinleyebilirsiniz:




***


“Kalbi dürüst olmadıkça kulun îmânı doğru olmaz. Dili doğru olmadıkça da kalbi doğru olmaz.” ( Hadis-i Şerif ) (Ahmed, III, 198)


“Acı da olsa, doğruları söyleyiniz.” ( Hadis-i Şerif )


Takdirden ötesi yok... Nasipten ötesi yok...


Kaan ile dayısı - 13 Temmuz 2018 Ereğli 


Celalin Penceresinden


9 Temmuz 2018 Pazartesi

Mesnevi Okumaları – 29 – Allah’a Yaklaştıran Makamı Ne İle Kazandı?


Mesnevi Okumaları – 29 – Allah’a Yaklaştıran Makamı Ne İle Kazandı?

 

Merhaba sevgili gönül dostlarımız,

Yüce Allah’tan hayırlarla dolu güzel bir HAFTA geçirmenizi niyaz ederiz.

 

Allah'ın, Resulünün SAV ve de sevdiklerinin selam ve bereketi üzerinize olsun.

 

Efendim bu hafta yine Hz Mevlana’nın asırlardır Hak aşıklarının gönlüne ılık meltemler estiren Hikmet pınarı bir Kuran tefsiri olan eşsiz eseri Mesnevi’den alıntılara devam ediyoruz.

 


Şimdi yine sözü çok uzatmadan 29. Mesnevi yazısına başlamak istiyoruz:

 

 

DERVİŞİN  GÖNLÜ KIRILINCA

 

Gemide hırsızlıkla suçlanan bir dervişin kerametleri

 

® Bir gemide bir derviş vardı. Yükü ve eşyası yoktu. İyi huylarından, mertlik ve insanlıktan bir yastığa dayanmıştı.

 

® Gemide bir kese altın kayboldu. Derviş ise o sırada uyumuştu. Herkesi aradılar, biri de o dervişi gösterdi.

 

® Ve; "Şu uyuyan fakiri de arayalım." dedi. Para sahibi, derdinden onu da uyandırdı.

 

® "Bu gemide" dedi "bir kese altın kayboldu. Herkesi aradık, sen de aranmaktan kurtulamazsın!

 

® Hırkanı çıkar, soyun da, sende halkın şüphesi kalmasın."

 

® Derviş; "Ya Rabbî!" dedi. "Şu adî kişiler senin kulunu suçlu buluyorlar, fermanını eriştir!"

 

® Dervişin gönlü kırılınca o anda denizin her tarafından

 

® Yüzbinlerce balık başını çıkardı. Her birinin ağzında çok kıymetli iri bir inci vardı.

 

® Evet o denizden yüzbinlerce balık baş gösterdi. Her birinin ağzında bir inci vardı ama ne inci...

 

® O incilerden her biri bir memleket haracı değerinde idi. Allah tarafından gönderiliyordu. Ortak malı değildi. Kimsenin o incilerde hakkı yoktu.

 

® Derviş balıkların ağzından bir kaç inci alıp geminin ortasına attı. Kendisi de sıçrayıp havada iskemleye oturur gibi oturdu.

 

® Padişahların tahtlarına oturdukları gibi bağdaş kurmuş, havada oturuyordu. Gemi de onun önünde gitmede idi.

 

® Gemidekilere seslenerek dedi ki: "Haydi gidin; gemi sizin olsun Hakk benim olsun! Bu fakir hırsız da sizinle beraber bulunmasın!

 

® Bakalım bu ayrılıktan kim zararlı çıkacak? Ben Allah'a yakın, halktan uzak olmakla hoşum.

 

© O, ne beni hırsızlıkla suçlar, ne de beni kusurlarımı açığa vuran birisinin eline bıkakır."

 


 

BU MAKAMI NEDEN VERDİLER?

 

® Gemide bulunanlar; "Ey büyük varlık! Sana bu yüce makamı ne yüzden verdiler?" diye seslendiler.

 

® Derviş onlara yaptıklarını hatırlatmak için; "Yoksula iftira etmek, değersiz bir şey için Hakk'ı incitmek yüzünden verdiler." dedi.

 

® "Hâşâ, Allah korusun, yoksula iftira ettiğim için değil, mânâ sultanlarına saygı gösterdiğim için verdiler. Yoksullara karşı da hiç kötü zanna kapılmadım.

 

® O latîf ve nefesi hoş yoksullar yok mu; "Abese" Sûresi onları yüceltmek için geldi.651

 

Mesnevi’nin Farsçadan dilimize çevrilmiş en güzel tercümesi olan bu kitapta Sertarik Mesnevihan Hz. Şefik Can (1909-2005) dedemiz bu beyitle ilgili sayfanın altına şu dipnotu yazmış:

 

651 Abese Sûresi'nin nazil olmasına sebep; Peygamberimiz'in müezzinlerinden Abdullah bin Ümm-i Mektûm (r.a.) zaman zaman Resûlullah Efendimizin yanına gelir; "Ya Resûlallah! Allah'ın sana öğrettiklerinden bana da öğret!" diye yalvarırdı. Peygamber Efendimiz de; o saf adamı kırmaz, tatlılıkla bütün sorularına cevaplar verirdi.

 

 Bir gün Kureyş'in ileri gelenlerinden bir kaç kişi Peygamberimiz'in yanında bulunuyorlardı. Hz. Peygamber de; "Bunlar belki imana gelirler." diye ümide kapılmıştı. Bu sırada anadan doğma kör olan müezzin Abdullah ibn-i Ümm-i Mektûm yine geldi. Kör olduğu için Resûlullah'ın yanında kimlerin bulunduğunu bilmiyordu. Bundan dolayı her vakitki ricasını tekrarladı.

 

Misafirler yanında bu yersiz sorudan Peygamber'in canı sıkıldı. Başını öte tarafa çevirdi. Bunun üzerine Abese Sûresi'nin başında bulunan iki âyet nazil oldu. "Resûlullah a'ma geldi diye yüzünü buruşturdu ve başını çevirdi."

 

Hz. Mevlâna bu beyitte o âyetlere işaret etmektedir. Bu hâdiseden sonra ne zaman Resûlullah Efendimiz Abdullah ibn-i Ümm-i Mektûrri'u görse; "Ey kendisi için Rabbim'in bana çıkıştığı zât, merhaba!" diye buyururlardı.

 

® Onların yoksulluğu dünyalık için, dünyaya sarılmak için değildir. Dünyada Hakk'tan başka hiç bir şeyi olmadığından, onlar yoksulluğu benimsemişlerdir.652

 

Yine Şefik Can dedemiz sayfanın altına bu beyitle ilgili şu dipnotu yazmış:

 

652 Fânî olan bütün varlıklar, zengin bile olsalar, sûfîler nazarında fakirdirler.

 

® Allah'ın yedinci gök hazînesine emîn kıldığı, o manen çok üstün olan kişileri, ben nasıl olur da suçlu bulurum, onları töhmet altına alırım?

 

 

NEFİS ŞÜPHECİDİR

 

® Suçlu görülen "nefis"tir; yoksa şerefli olan "akıl" değildir. Töhmet altındaki "duygu"dur; latîf "nûr" değil!

 

® Nefis şüphecidir, onun başına vur! O ancak sopadan, vurulmaktan, dövülmekten anlar. O belge, delil, hüccet getirmekle yola gelmez! 653

 

Yine Şefik Can dedemiz sayfanın altına bu beyitle ilgili şu dipnotu yazmış:

 

653 Hz. Mevlâna bu beyitte; "Nefis sûfıstâî âmed mîzeneş" diye buyurmuştur. "Sûfistâî" (=sofist) kelimesi; Yunanca bir felsefî görüşü ifade eder..Biz burada bu felsefî görüşü şüpheci diye aldık. Çoğu tercümelerde de böyle alınmıştır. Bu görüşte olanlar her şeyden şüphe ederler.

 

Derler ki: "Şaşı biri iki görür. Bir şeyden uzak olan, onu küçük görür. Gemide bulunan kimse kıyıdakilerini yürür gibi görür." Bunlar duygularımızın bizi aldattıklarına inanırlar. Bunlara göre, eşyanın hakikatini anlamak, tesbit etmek imkânsızdır. Bu sebeple eşyanın hakikatini inkâr ederler ve dolayısıyla her şeyden şüphelenirler. Hatta şüphelerinden de şüphelenirler.

 

İstanbul'un ilk kadısı Hızır Bey'in oğlu ve Fâtih'in hocası olan Sinan Paşa, gençliğinde nasılsa bu "sofistler" yâni şüpheciler inancına kapılmış. Bir gün babası ile yemek yerken Hızır Bey; "Sinan! O derece sapıklığa düştün ki, şu önündeki sahanın bakır olduğundan şüphe edeceksin." demiş. Sinan da; "Evet; biz bakır gördüğümüz halde onun başka bir şey olması ihtimâli vardır." deyince Hızır Bey sahanı yakalamış ve oğlunun başına vurmuş, ve; "Şimdi bakır olduğunu anladın mı?" demiş

 

® Şüpheci mucizeyi görür, o anda hak olduğunu kabul eder. Sonra da; "O gördüğüm bir hayâl idi." der.

 

® "O şaşılacak şey gerçek olsaydı, onun görünüşü, gece gündüz her vakit görülürdü, kaybolmazdı."

 

® Mucize manen temiz olan, kirlilikten arınmış bulunan kişilerin gözlerinde kalır. Hayvan gözünde onun ne işi var?

 

® O .şaşılacak şey, yâni mucize, baş gözümüzdeki görme duygusundan utanır, arlanır; tavus kuşu daracık kuyuda durur mu?

 


® Sakın bana; "Çok söylüyor." deme! Söyleyeceklerimin ancak yüzde birini söylüyorum; söylediklerim de kıl gibi çok ince konulardır.

 

 

DÜŞÜNCELER

 

Hz. Mevlanamız, Mesnevi’nin 2. Cildinin bu bölümünde insanı Allah’a yaklaştıran şeyin yoksulları sevmek ve mana sultanlarına saygı olduğunu bu hikayeyle öğretti.  Allah ondan razı olsun.

 

Şefik Can dedemizin tercümesinden alıntılar yapmama izin veren, Rahmetli Şefik Can Hocamızın talebesi, yaşayan son Mesnevihan sevgili Hayat Nur Artıran Hanımefendiye çok teşekkür ederiz.

 

 
2018 yaz dönemini geçirmek için Ankara'dan memleketimiz Konya Ereğli'ye geldik - 7 Temmuz 2018 Ctesi
 
Ereğli'deki geniş odam - 8 Temmuz 2018 Pazar
 

 


Bu yazıdan tek gayemiz Allah rızası için faydalı olmak inşallah.

Cenabı Allah Mesnevi’yi okuyup anlamayı ve uygulamayı cümlemize nasip etsin.

 

 

Celalin Penceresinden