31 Aralık 2014 Çarşamba

Yeni yılınız kutlu olsun


Yeni yılınız kutlu olsun

 

Bugün miladi 2014 yılının son günü. Yarın inşallah miladi yeni bir yılın 2015'in ilk günü.

 

Yılbaşına özel yeni bir yazı yazayım diye araştırırken, geçen yıl, yeni  yıl ile ilgili yazdığım yazıyı okudum.

 

Ve daha güzel yazamam deyip, virgülüne dokunmadan aynen yayınlamaya karar verdim.

 

Kıyamete bir adım daha yaklaştık. Hz. Mehdi çağına girmek üzereyiz. İnşallah bir sonraki yazı bu konuda olacak.

 

İŞTE GEÇEN YILIN YENİ YIL YAZISI:

 

Hatırlıyorum da geçen yıl bu zamanlar kıl dönmesi ameliyatından dolayı yatıyordum. Bir yıl ne çabuk geçti.

 

Evet zaman çok hızlı geçiyor. Zaten Efendimiz SAV yaşadığımız bu ahir zamanda zamanın kısalması ve vaktin değersiz hale gelmesi hakkında şöyle buyuruyor:

 

"Zaman yaklaşır. Öyle ki, yıl bir ay gibi, ay bir cuma/bir hafta gibi, hafta bir gün gibi, gün bir saat gibi, saat ise, bir anda yanıp kül olan hurma ağacının dalı gibi süratle gelip geçer. Ayrıca o zamanda bulunan insanların seviyesi -genellikle- birbirine yaklaşmış olur. Hayırlı işler yapmamakta, kötülük yapmakta insanlar aynı düzeyi paylaşmış olur." (İbn Hacer, 13/16)

 

1973 doğumluyum, yaşım kırk oldu. Bana sorarsanız kırk sene yaşamamış gibiyim. Hastalıklarım, onaltı yıl çalışıp emekli olmam, yaşadığım sevinçler, acılar herşey bir hayal gibi geçti.

 


Yani demem o ki sevgili arkadaşlarım, hızla kaçınılmaz son olan ölüme yaklaşıyoruz. Aslında klasiktir ama ben de söyleyeyim, insan geçen bir yılda neler yaptığını düşünüp, bir iç muhasebe yapmalıdır. 

 

Önümüzdeki yıl içinde ölebiliriz, her günü bu son günümüz olabilir diyerek yaşamalıyız. Ölüme hem manen hem madden hazırlıklı olmalıyız. Ben sevgili Efkan hocama vasiyet sayılabilecek bir word dosyasını gönderdim.

 

Geçen yaz Ereğli’deyken kendimi çok yorgun hissediyordum. Namazlarımı kılarken belki bu son namazım diye huşu ile kılıyordum. Sabah namazlarında baklava yiyerek (ağlayarak) dostlarıma 40-50 dakika dua ediyordum...

 

15 eylülde Ankara’ya döndük, ama ben bu seferde belki bahara yeniden Ereğli’ye dönemem diye aynen huşu ile namazlara ve duaya devam ediyorum hamdolsun...

 

Evet Efendimizin SAV dediği gibi zaman su gibi akıyor. Allah bizi bu dünyaya gönderirken elimize verilen sermayemiz, ömür dakikalarıdır. Ben yapacağım çok şeylere vakit bulamıyorum. Sermayemiz olan yıllar süratle geçiyor.  

 

Oysa daha namaza başlayacak, umreye gidecektik, apartmanımızın bahçesinde dostlarımıza ve akrabalarımıza iftar verip, yasin okutacaktık, vs...

 

Ama dostlarım henüz hayattayız, bunların hepsini de yapabiliriz. Bu yılbaşı gecesi tefekkür edelim ve yeni yıl için kararlar alalım. Yepyeni bir sayfayı daha açıyoruz...

 

Gelin içkiye, sigaraya, haramlara tövbe edelim, namaza başlayalım. Kılıyorsak daha huşu içinde kılmaya çalışalım, birbirimize bol bol dua edelim.

 

Peygamberimizin SAV hadisini biliyorsunuz: "İslâm kendinden önceki şeyleri söküp atar..." [ Taberânî ile Beyhakî ]

 

Bir ateist veya Hristiyan bir kimse Müslüman olduğunda, hayatı boyunca işlediği bütün günahları silinip sıfırlanıyor...

Bakınız bu ayette Rabbimiz ne diyor:

“Ancak şu var ki dönüş yapıp (tövbe edip) iman edenler güzel ve makbul işler işleyenler bundan müstesnadır. Allah onların kötülüklerini iyiliklere, günahlarını sevaplara çevirir. Çünkü Allah gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur). “ [Furkan suresi, 70.ayet]


Esprili dille söyleyeyim: Allah inanmayana bu kıyağı yapıyor da, tövbe eden Müslümana yapmaz mı hiç? Elbette yapar, hem de günahları resetlemekle kalmıyor, tövbesinde samimi olup tövbeli halini korursa, o günahlar sevap hanesine kaydırılıyor...

 


Bu yeni yıl için yeni kararlar alalım. Altından kıymetli ömür dakikalarımızı boşa geçirmeyelim. Günahlarımız  sıfırlansın diye samimiyetle tövbe edelim, tertemiz bir sayfa açalım.

 

Namaz, Kuran okumak, düşünmek, zikir, dua, faydalı kitaplar okumak, sohbet dinlemek gibi faydalı işlerle zamanımızı süsleyelim inşallah...

 

Bize birşey katmayan film, eğlence, dedikodu programları, diziler ve maçlarla vaktimizi tüketmeyelim. Yeri gelmişken söyleyeyim, ben haftada bir dizi film ve bir maç izlerim. Yani demem o ki, tüm zamanımızı böyle harcamayalım.

 


Ömür sermayemizden bir sene sayfası daha kapandı.

Yepyeni bir yıla başlıyoruz.

İnşallah salih ameller, hayırlı işler yaparak mutlu bir sene geçiririz...




BİZ YENİ YILDAN BİRŞEY İSTEMEYİZ,


BİZ HERŞEYİ  ALLAH’TAN BEKLERİZ...

 

 


Sevgilerimle... Celal ÇELİK

 

(Kışın Ankara - Yazları Konya Ereğli)

 

 


 

 
 

28 Aralık 2014 Pazar

Hastalık Şifadır


Hastalık Şifadır


 

Efendim blog sayfamın girişinde şunu okumuşsunuzdur: “Bu hastalık bana Allah'ın hediyesidir.” Bu sözü belki tam olarak anlayamamış olabilirsiniz.

 

Bu ifade Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin "Hastalar Risalesi" isimli eserinde geçen bir tabirdir.

 

Öncelikle aşağıda bu ifadenin geçtiği bölümü aktaracağız, sonra da yazının başlığını açıklayan bir menkıbe paylaşacağız. 

 

“Ey hastalıktan şekvâ (şikayet) eden biçare adam! Hastalık bazılara ehemmiyetli bir definedir, gayet kıymettar bir hediye-i İlâhiyedir. Her hasta, kendi hastalığını o neviden tasavvur edebilir.” (Hastalar Risalesi, ON ÜÇÜNCÜ DEVÂ)




İşte sözünü ettiğimiz  hikaye, Şeyh Lütfullah Efendi 'ye aittir, Balıkesir erenlerindendir.

Lütfullah Efendi (ölüm 1488) bir sohbetinde;
- Çocuklar, Allahü teâlâ, sıkıntılı halde yapılan duayı kabul eder, buyurdu.

Ve ekledi:
- Mesela hastanın duası makbuldür. Onun için hastalık nimettir bir bakıma.

Talebenin biri kalktı.
- Efendim, “Hastalık nimettir” dediniz. Yanlış duymadık değil mi?

Mübarek zat gülümsedi:
- Evet evladım. Hastalık nimettir, ama sabretmek şartıyle. Hastalık istenmez. Bilakis hasta olmamak için tedbir alınır. Ama buna rağmen gelirse, sabredilir. Büyükler, “Hastalıkta şifa vardır” buyurmuşlardır.

Genç talebe bir daha şaşırdı:
- Hastalıkta şifa mı vardır hocam?

- Evet yavrum. Hasta, hastalığından dolayı şikayet etmez ve sabrederse, günahları affolur. Ayrıca çok da sevap kazanır. Sonra hastanın kalbi kırık olur, duaları makbuldür. Hasta, günah işlemeyi düşünemez. Şifa vermesi için Allah’a yalvarır daima.

Ve ekledi:
- Hem sonra hasta, ölümü daha çok hatırlar. Ahireti düşünür, günahlarına tövbe eder. Bu yüzden Allah’a daha yakın hisseder kendini...

Şöyle bitirdi:
- Bütün bunlar şifadır işte. Manevi şifa, kalb için şifa...

 



 
******
 
"Bazen hoşunuza gitmeyen bir şey, hakkınızda hayırlı olabilir ve hoşunuza giden bir şey de hakkınızda şer olabilir. Allah bilir siz bilmezsiniz." (Bakara suresi, 216. ayet)
 
Bu hastalık bana Allah'ın hediyesidir.
 
 
Celalin Penceresinden
 

 

24 Aralık 2014 Çarşamba

Boşuna NAMAZ kılmayalım


Boşuna NAMAZ kılmayalım


 

Geçen haftaki yazımda ilahi aşktan bahsetmiştim. Herkes sevdiğimi sevsin, cennette cemalini görsün diye, her yazıda namaza davet ettiğimi belirtmiştim.

 

Her Cuma sabahı telefon rehberimdeki 110 kişiye, haftaiçinde hazırladığım bir Hayırlı cumalar SMS’i gönderiyorum. Maksadım hem düşündürmek, hem de Cuma’larını tebrik etmek...

 

Acizane bendeniz her Cuma H. Nur Artıran hocama da mesaj çeker, cumasını tebrik ederim.

 

İşte bu yazıda inşallah, geçen haftaki mesajıma cevap yazan sevgili Hayat Nur Artıran hocamızın mesajının hatırlattıklarından bahsedeceğim. Önce, buyrun geçen haftaki o mesaj:

 

“ Namazsız ömür sigortasız iş gibidir.
Çalış çalış, sonu hüsran.
SGKsıza dünyada emeklilik ve ikramiye olmaz.
Peki Ya Türkiyede hergün ölen TUIKe göre ortalama 1043 kişiden, beş vakit namazsız ölen 730 kişi ahirette ne yapar??
HAYIRLI CUMALAR... Celal ”

 

Sevgili Hayat Nur Artıran hocamız bu mesaja şu cevabı yazmış:

 

“Sevgili Celal Kardeşim Namazı kılan, fakat sırrıyla da yaşayan kullardan olmayı dileriz. Çünkü namazın ifade ettiği hal-ü ahval içinde olmadiktan sonra malum egilip doğrulmanın kimseye faydası yok. Inşallah diyor gönülden selam sevgiler sunuyorum.”

 


Nur Hocamın vurguladığı şey aslında çok çok önemliydi. Fakirin anladığı şey şuydu: Namazın ifade ettiği hal-ü ahval içinde olmak, güzel ahlak sahibi olmaktır.

 

Yani namazını kılıp yalancı, iftiracı, zinakar, dedikoducu, kibirli, aldatıcı, cimri, küfürbaz, vs. olan birinin namaz kılması, dibi delik kovayı çeşmenin altına koymasına benzer...

 

Bu da, Nur hocamın dediği, namazın ifade ettiği hal-ü ahval içinde olmadıktan sonra eğilip kalkmanın kimseye faydası yok, sözünü doğrular.

 

Yani, Namazın ifade ettiği Hal-ü Ahval’de olmazsak boş yere NAMAZ kılmış oluruz.

 

Gerçi eğilip doğrulmak da bir spordur. Çünkü şartlarını yerine getirmeden oruç tutanlar için Peygamber Efendimiz SAV,  kazandıkları sadece beden sağlığı için aç kalmaktır, demiştir.

 

“Nice oruç tutanlar var ki, aç kalmaktan başka bir kazançları yoktur. Ve yine nice namaz kılanlar var ki, yorgunluktan başka namazından elde ettiği bir şey yoktur.” (İbn Mace, Sıyam,21)

 

Nur hocamın vurgulağı hakikat Maun suresini hatırlattı ki; Cenab-ı Hak, namazın ifade ettiği hal-ü ahval içinde olmayanların, islam dinini yalan sayanlardan olduğunu bildiriyor.

 

 
 

 

MAUN SURESİ
ANLAMI
 
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın adı ile
1. Eraeytellezî yukezzibu bid-dîn.
1.Dini yalanlayanı gördün mü?
2. Fezâlikellezî yedu’ul yetîm.
2.İşte o yetimi itip kalkar
3. Velâ yehuddu alâ taâmil miskîn.
3.Yoksulu doyurmaya teşvik etmez.
4. Feveylun lil-musallin.
4-5.Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar
5. Ellezînehum. An-salâtihim sahûn.
6. Ellezînehum yurâûne
6.Onlar namazlarıyla gösteriş yaparlar
7. ve yemneûnel mâûn.
7.Ufacık bir yardıma bile engel olurlar.

 

 

Malumunuz, uzun yazıları okumaktan sıkılıyoruz. O yüzden Sevgili Hayat Nur Artıran hocamızın duası ve bir ayetin mealiyle yazımızı bitiriyoruz. 

 

“Sevgili Celal Kardeşim, Namazı kılan, fakat sırrıyla da yaşayan kullardan olmayı dileriz.”

 
 



“(Ey Resulüm!) Kitaptan sana vahyolunanı oku,

namazı da dosdoğru gereğine uygun olarak kıl!

Çünkü namaz (doğru ve şuurlu eda edildiği taktirde),

insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar.

Allah'ı zikretmek ise muhakkak en büyük (ibadet)tir.

Allah, yaptıklarınızı bilir.”     (Ankebut suresi, 45. ayet)

 

 

Celalin Penceresinden

 

 

21 Aralık 2014 Pazar

Neye Güveniyoruz?


Neye Güveniyoruz?


 

Bu yazıda inşallah samimi bir şekilde sizlere bazı düşüncelerimi yazmak istiyorum.

 

Ben alışveriş merkezlerinde, sokaklarda, televizyonlarda olsun yurdumuzun insanlarının, özellikle gençlerin bu laubaliklerine şaşırıyorum. Laubali sözünü bilerek kullandım.

 


Hani bilirsiniz ki bir öğretmen, derste konuyla ilgisi olmayan söz ve tavırlar yapan öğrencisine, laubalilik yapma, diye kızar ya. Ben de dine, cehenneme karşı ilgisiz, duyarsız insanlara laubali diyorum.

 

O insanların acaba güvendiği birşey mi var? Oysa müslüman, hayatını hep korku ve ümit arasında dengede tutmalıdır... Onları, o şiddetli ateş azabından kurtaracak neleri var?

 

Fakire bazen diyorlar; Celal, sen hayatın boyunca hep sabrettin, şükrettin, namazını kılıyorsun? Cennetliksin. Ama yemin ediyorum ben bu imanımı kaybetmekten çok korkuyorum.

 

Çünkü o kovulmuş kibirli şeytan bu imanımızı kaybetmemiz için çok hücum ediyor. Dün dua listeme ağlayarak içten dular ettim. Amin dedim, gözyaşımı daha silerken hemen fısıldadı:

 

Aferin bana, keşke herkes ben gibi birbirine dua etse, gibi bir kibir geldi. Hemen Allah’a sığındım. Radyoda bir alim, minnacık bir kibir, dağ gibi sevabı yıkar, dedi...

 

Evet ben ibadetlerimin kabul edildiğini bilmiyorum. Zaten Efendimiz SAV bazılarının namazlarının ahirette yüzlerine fırlatılacağını söylüyor. Allah korusun, bilemiyorum...

 

Dünyada güvendiğimiz zengin veya makam sahibi bir tanıdığımız olur, torpil yapar. Ama ahirette cehennemden kurtulmak için, takva içinde yaşamamız gerekmez mi? 

 


Evet ben imanımı kaybedip imansız ölmekten çok korkuyorum. Çevremizde bazı tanıdıklarımız var. Bir zamanlar beş vakit namazlı, sakallı iken şimdi ateistler... Nasıl korkmayayım?    

 

Çünkü Cenab-ı Hak buyuruyor ki:

 

İbrahim, bunu oğullarına da tavsiye etti. Yakup da öyle yaptı (ve onun da oğullarından son dileği şuydu:) -Ey oğullarım, Allah sizin için bu dini seçti. Öyleyse, siz de ancak müslüman olarak can verin! (Bakara suresi, 132. ayet)

 

Evet imanımı kaybetmekten korkuyorum. İmanla ölsem bile namazlarımın yüzüme çarpılmasından korkuyorum. Fakat bu imanımla ruhumu teslim edebilirsem, birşey var ki, kurtuluşum adına ümitliyim. 

 

Ben, Allah’ı (C.C.), Habibi Edibi Muhammed Mustafa’sını SAV, ve Habibi’nin SAV Ebubekir’ini, Ömer’i, Osman’ı, Ali’si, Hasan’ı, Hüseyin’i, Fatıma’sı, Aişe’sini, (R.Anhum) ... Hepsini çok seviyorum.

 

Enes b. Mâlik (r.a.)’den rivâyet edilmiştir. Bir adam Rasûlullah (s.a.v.)’e gelerek:

 

Ey Allah’ın Rasûlü kıyamet ne zaman kopacaktır? Diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.), namaza kalktı ve namazını bitirince; “Kıyametin kopmasını soran kimse nerededir? Buyurdu. Adam: Benim Ey Allah’ın Rasûlü dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.):

 

“Kıyamet için ne hazırladın?” buyurdu. Adam: “Kıyamet için fazla namaz ve oruç hazırlayamadım fakat ben Allah’ı ve Rasûlünü seviyorum” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

 

“Kişi sevdiğiyle beraberdir, sende sevdiğinle beraber olacaksın buyurdu. Müslümanların Müslüman olmaları dışında bu söze sevindikleri kadar başka bir şeye sevindiklerini görmedim.”  (Ebû Dâvûd, Edeb: 113; Müslim, Birr: 50, Tirmizî: Bu hadis sahihtir.)

 

Evet hayatımızı hep takva içerisinde geçirmeliyiz. Takva, Allah’a duyulan derin saygı ve korkudur. Takva, günah ve haramlara düşmemek için hep tedbirli yaşamaktır.  

 

Hz. Ömer takvayı soran birine şöyle der:

 

“Takva, dikenli bir tarlada elbisesi yırtılmasın, ayağına diken batıp ayağını kanatmasın diye dikkatli yürümektir. ”

 

Acizane bendeniz de, günah ve haramlara bulaşmamak için yemek, içmek ve ağzımdan çıkan her söze dikkat ederek takvalı olmaya çalışıyorum ki, Allah’ın sevgisini kaybetmeyeyim.

 


Bunu şöyle açıklayabiliyorum; Allah kısmet etti hamdolsun, kıymetli Mevlevi Yazar Hayat Nur Artıran hocamla telefonla sohbet ederek tanıştık.

 

Bendeniz onunla telefonla konuşmalarımızda ve gönderdiğim SMS’lerdeki kelimelere çok dikkatli oluyorum ki, onu kırıp dostluğunu kaybetmeyeyim...

 

İnsanlar, dostunu kırmamak için bu kadar dikkat ederken, onsekiz bin alemin Rabbi Allah’ı kırmış olmaktan hiç çekinmiyorlar ne yazık ki...

 

Allah’ın yap dediği ibadetleri yapmıyorlar. Mesela namaz kılmıyorlar.

Allah’ın yapma dediği haramları işliyorlar. Mesela içki içiyorlar.

 

 

Celalin Penceresinden

 

 

17 Aralık 2014 Çarşamba

Şeb-i Arûs - Beni Yaşatan Aşk’tır


Şeb-i Arûs - Beni Yaşatan Aşk’tır


 

Bugün 17 Aralık Şeb-i Arûs. Yani Hz. Mevlana’nın (1207-1273) Hakk’a kavuştuğu gün... Bu yazıda Şeb-i Arûs ve ilahi aşk’tan bahsedecek ve yazının sonunda bu başlığı anlayacaksınız.

 


Bendeniz, Aşk Eri Hz. Mevlana’mızın Hakk’a kavuştuğu zamandan tam yediyüz yıl sonra 1973’te dünyaya gelmişim. Hayatımın özeti, O’nun dediği gibi; Hamdım, Piştim, Yandım'dır.

 

Evet hamdım, bir çift yeşil gözün aşkıyla yıllarca, hasretle ızdırap çektim. Bu aşkla pişerek Leyla Leyla diye aradım ve sonunda Baki sevgili Mevla'yı buldum.

 

Şimdi Mevla'ya kavuşacağım günün hasretiyle yanmaktayım.

 

Evet hamdolsun şimdi ilahi aşkla yanıyorum. Peki nasıl anlayacağız ki, diyorsunuz. Bugüne kadar ki 242 yazımda sözü hep Sohbet-i Canan’a bağladım.

 

Yani, sürekli Allah ve Efendimiz’den SAV bahsettim. Nasıl ki önceden her konuştuğum kişiye hep o kızdan bahsederdim.

 

Şimdi ise, herkes sevdiğimi sevsin, secdede O'nunla buluşsun, cennette cemalini görsün diyerek her zaman NAMAZA davet ediyorum.

 


Hz. Mevlânâ Celaleddin ölüm gününü “Şeb-i Arûs”  “Sevgiliye kavuşma”, “Hakk’a vuslat”, “Düğün günü” saymıştır.

 

Sevgili dostum Efkan Vural hocama her zaman dediğim gibi, ölümüm vuslatım, yani sevgiliye kavuşma anımdır... Bunun için öldüğümde ağlamayınız.


Hz. Mevlânâ, “Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde arama, arif kişilerin gönlündedir bizim mezarımız. Burada ölüm (olarak) tezahür ediyorsa da orada doğumdur” der.

 

Yine Rabbine, “Ölmek şeker gibi tatlı bir şey, canı sen aldıktan sonra seninle olunca da tatlı candan da tatlıdır, ölüm” şeklinde seslenir. Böylelikle ölüme bir başka açı kazandırır. (Alişan Özattila, Hak Aşığı Mevlânâ Celâleddin, 180-181).


Gerçekte iki türlü ölüm vardır. Birincisi, nefsi (egoyu) feda ederek oluşan “manevî ölüm”. Yani Hz. Peygamber (s.a.s.)’in “Ölmeden evvel ölünüz” emrince “Hak’ta yok olmak” anlamındadır. Bu ölüme, “ilk vuslat” adını da verebiliriz. İkinci ölüm ise, “fizikî ölüm”dür.
 

 

Şeb-i Arûs, canın beden kafesinden kurtularak aslına döndüğü, katrenin denize, can ummanına erdiği an. Ki bu an “vuslat gecesi” olarak isimlendiriliyor. (Feyzi Halıcı, Mevlânâ Sevgisi, 20).

Mevlânâ’da Vuslat Anlayışı

Hz.
Mevlânâ, “Herkes ayrılıktan bahsetti, bense vuslattan” der. Kendinin ölüm ve vuslat anlayışını, Kur’an-ı Kerim’in bir âyetinin ışığı altında tetkik edip anlamak mümkündür:

“Her nefis ölümü tadacaktır. Sonra ancak bize döndürüleceksiniz(Ankebût suresi, 57).

Âyette geçen “dönmek” kelimesi, Allah’a kavuşulacağını, “vuslatı” açık bir ifadeyle “müjdelemekte”dir. Bu müjdeyi benimseyen, ona sımsıkı sarılan Hz. Mevlânâ, ölümü bir ayrılık değil, bir vuslat olarak kabul eder.


Mevlânâ hazretlerinin temel referans kaynakları Kur'ân-ı Kerim ve Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemdir. 

 

Bir yazımda geçen Hz. Mevlânâ’nın aşk tanımı:

 

Aşk, arapça "ışk" kökünden gelir ve sarmaşık anlamına gelir. Aşk tohumu kimin gönlüne düşerse, sarmaşık gibi kişinin gönlünü, varlığını sarıp sarmalar.

 

Aşk ateşi de kimin gönlüne düşerse, o diğer bütün duyguları yıkıp yakar. Âşık olan kişi dünyayı sevdiceği ile görür. Âşık olan kişi yok olur, geriye sadece sevgili kalır.

 

"Aşk Nedir? Aşk dileği, isteği yapıp yapmama arzusunu, iradeyi bütünüyle terk etmektir." Hz. Mevlânâ

 

 “AŞK = İbadet, şükür, kanaattir."

 

Aşk arapça bir kelime olup, Ayn, Şın ve Kaf harflerinden oluşur. Mevlânâ, Ayn ibadet, Şın şükür ve kaf harfinin de kanaati işaret ettiğini söylemiştir ki, ilahi aşk için olmazsa olmazlardır.


Kanaat edebilmek için şükür, şükredebilmek için ise, ibadet olması lâzımdır.

Hüsn-ü zan ile yapılan her güzellik Hak katında ibadettir.

Aşk sevgiliyi memnun etmektir, biz ancak kanaat ettiğimiz zaman Allah'tan razı olabiliriz.

 

Efendim bendeniz engelli olduktan sonra çok büyük depresyonlar yaşadım. Öyle ki aklımı bile yitirebilirdim. Bu depresyonları AŞK’la yendim.

 


Ne zaman bunalsam hayallere dalıyordum. Aşık olduğum o kızla birlikte bir ırmak kenarında ve bir ağaç gölgesinde oturuyoruz.

 

O, ağaca yaslanmış, benimse başım onun dizlerinde... O başımı okşarken, ben onun yeşil gözlerinde kaybolmuşum.

 

Şimdi o beşeri aşk, ilahi aşka dönüştü. ‘Hayatımı Anlattığım Kitabım’da anlatmıştım. Şu an konuşma ve yazılarımda konuyu hep Sohbet-i Canan'a getiriyorum.

 

Şimdi yatalağım ama çok şükür bugünüme. Rabbimin hediyesi bu hastalık...  

Derdimi de, derdimi vereni de çok seviyorum.
 

Insanı yaşatan AŞK'tır.

 

 

Celalin Penceresinden