30 Mayıs 2016 Pazartesi

Neden Kuran’da Ebu Leheb’in ismi anıldı?


Neden Kuran’da Ebu Leheb’in ismi anıldı?

 

Sevgili dostum ilahiyatçı yazar Efkan Vural hocama bu yazıyı sorduk. Celal, Sen iyi bir ilim taşıyıcısısın, aynı zamanda yorumların da çok güzel, sakıncası yok, dedi.

 



Bu yazıda dört adet naçiz yorumumuzu paylaşmak istiyoruz:

 

BİRİNCİ YORUM

 

Bendeniz her perşembe akşamı Türkçe Mealli Yasin suresi videosu izlemeye gayret etmekteyiz. Meali her okuduğumuz zaman değişik bir şey farkediyoruz. 

 



Yasin suresi 4. ayette Rabbimiz Peygamber Efendimize SAV hitaben diyor ki;


-Ala sıratım mustegıym. Yani, Sen dosdoğru yol üzerindesin.

Bir defasında şunu farkettik:


Biz her Fatiha suresi okuduğumuzda; ihdinas sıratel mustegıym, deriz.


(Allah'ım) Bizi dosdoğru yol üzerine ilet.

Aslında biz her Fatiha okuduğumuzda şöyle dua etmiş olmaz mıyız?

“Allah'ım bizi Peygamber Efendimizin SAV ahlȃkıyla ahlȃklandır.”   Amin...  

 

İKİNCİ YORUM

 

Celalin Penceresinden bakarak acizane ikinci yorumumuz ise şöyledir:

 

Biliyorsunuz Peygamber Efendimizin SAV iki erkek, dört kız toplam altı çocuğu vardır. Efendimiz, Hz. Fatıma dışındaki beş evladını kaybetmiş, kendi elleriyle kabre koymuştur.

 


Efendimizin SAV evlatlarını kaybetmesi elbet çok acıdır, ama hayra yorup iyimser bakarsak:

 

Efendimiz SAV Hakk’a yürümeden önce yaşarken, tüm çocuklarının annesi eşi Hz. Hatice (R.a) annemizi ve iki oğlu, üç kızı, beş çocuğunu ahirete göndermiştir.

 

Efendimiz SAV, Dünya, bir yolcunun bir ağaç gölgesinde dinlenmesi gibi geçicidir, der.

Yine bir Hadiste, İstemez misin Ya Ömer, Dünya onların, ahiret de bizim olsun, buyurmuştur.

 

Allah, Habibi Muhammed Mustafa’sının SAV ahirete gözü arkada gitmesini istememiş sanki…  

 

Çünkü Efendimiz SAV Allah’ın bildirmesiyle ilerde Hz. Hüseyin’in şehit edileceğini öğrenmişti.

Efendimizin SAV vefatından önce Hz. Fatıma ile konuşması yorumumuzu güçlendirdi.

 

Resulullah (s.a.v), hasta yatağında iken kızı Fatîma ona geldi.

Allah Resulü, ona:

 

“Hoş geldin, kızım! dedi. Onu sağ tarafına oturttu.

 

Hz. Ayşe annemiz şöyle der: ‘Resulullah(s.a.v):

 

— Fatîma kızım! Bana doğru eğil, dedi. Fatîma, Ona doğru eğildi. Bir süre onunla fısıldaştı. Sonra Fatîma, Ondan ağlayarak doğruldu.

 

Allah Resulü, tekrar ona: ‘bana doğru eğil!’ dedi.  Fatîma yine eğildi. İkinci kez de fısıltıyla Onunla konuştu. Bu defa Hz. Fatîma, Ondan gülümser bir halde ayrıldı.”

 

Hz. Fatîma, bu fısıldamanın hakikatini ancak Resul-i Ekrem (s.a.v)’in vefatından sonra açıkladı ve dedi ki:

 

— Birincide: “Cebrail, bana Kur’an’ı her yıl bir defa okuturdu. Bu yıl ise iki defa okuttu.” dedi.

 

— Baba! Bu ne anlama geliyor?

 

— Sanıyorum bu sene, benim yaşamımın son senesi olacak.

 

Bu durum Fatîmat’uz- Zehra’yı sarsar ve o, çok üzülür. Gözleri yaşarır.

Akabinde Allah Resulü sözlerini şöyle tamamlar:

 

— Ve sen kızım! Benim ailemden ilk kişi olarak bana sen kavuşacaksın.

 

Cennet hanımefendisi Hz. Fatîma, Resulullah’ın vefatından altı ay sonra (Hicretin 11. yılında Ramazan ayının dördünde Salı gecesi) vefat etti.

 

 

Annem ve babamında endişesi, bizden sonra Celal’e kim bakacak…

 

ÜÇÜNCÜ YORUM

 



Bendeniz, yatalak engelliyim, babam yatağım üstünde oturuma getirince, oturarak,
fakat eğer yatıyorsam da, (ki genelde yatıyorum) sırtüstü yatarak,


teyemmüm abdesti ile NAMAZlarımı kılıyorum.

 

Bazen aklıma geliyor, acaba Allah kabul ediyor mu diye...

Evet ediyor şüphem yok, yoksa içime böylesine huzur vermezdi.

 

Hem, Bakara suresi 286. ayette ;

"Allah bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar." diyorsun Rabbim;
Benim ancak buna gücüm yetiyor.

 

DÖRDÜNCÜ YORUM

 

Bu son yorumum yazının başlığıdır. Yani, neden Kuran’da Ebu Leheb’in ismi anıldı?

 

Evet Ebu Leheb’in ismi anıldı. Çünkü namazlarda ve diğer zamanlarda Tebbet suresi okuyan müslümanlar, Rabbimize o anları yeniden hatırlatıyor ve Rabbimizin O’na öfkesi yineleniyor.

 

Bu yorumu, “Nefsini bilen Rabbini bilir” hadisince babamın bir halinden etkilenerek yaptık.

 



Birgün babacığım bir devlet bankasında sıra numarası alır, beklemeye başlar. Fakat sıra birtürlü gelmez. Görevli, sırası gelmese de bankoya gelen herkesin işini yapmaktadır.

 

Babam memura gider, durumunu sitem ederek şikayet eder. Fakat o sırada başka bir memur; Beyfendi istemiyorsan bu bankaya gelme, der. O an babamın öfkesi kabarır.

 

“Sen kimsin, bu bankanın sahibi misin, ben vatandaşım, bu banka benim” diye sinirlenerek bağırır ve yetkililerle sözlü münakaşa eder.  

 

Babacım yıllarca bu olayı konu haksızlıktan açılınca herkese bahseder. Fakat her defasında, o anları tekrar yaşıyor gibi sinirlenir ve o memura söylediği sözleri bağırarak anlatır.

 

Ebu Leheb, Peygamber Efendimizin SAV öz amcasıdır. Fakat islama girmek bir yana, en büyük islam düşmanıdır; hertürlü haince tuzaklarla Efendimize SAV çok eziyet çektirdi.

 

Öylesine hainlikler etmişlerki, Efendimizin SAV aleyhine yıllarca çirkin iftiralarla çok karapropaganda yaptığını; karısının da Efendimizin SAV yürüyeceği o toprak yollara dikenler serptiğini, tarihçiler anlatırlar.

 

Evet Kuran’da Ebu Leheb’in ismi anıldı. Çünkü namazlarda ve diğer zamanlarda Tebbet suresi okuyan müslümanlar, Rabbimize o anları hatırlatıyor ve Rabbimizin O’na öfkesi yineleniyor.

 

Çünkü Rabbimiz Erhamür-Rahimin’dir. Merhametlilerin en merhametlisi…

 

Müslümanlar “Tebbet yeda Ebi Lehebin ve Tebb” (Ebu Leheb’in elleri kurusun, kurudu da), dedikçe, Habibine SAV ettiği eziyetleri tekrar hatırlıyor, Rabbimizin öfkesi yineleniyor ve merhamet etmiyor, azabını artırıyor.

 

Tebbet suresi bir mucizedir. Çünkü Ebu Leheb daha yaşarken cehennemlik olduğu bildirildi.

 


Mucize aslında şudur:

 

Rabbimiz onun alevli ateşe yaslanacağını, dolayısıyla kafir olarak öleceğini bildirdi.

 

Kaskatı kalbi nefret ve kin dolu islam düşmanı Ebu Leheb, eğer yalandan da olsa islamı kabul ettiğini söyleseydi, Kuran ayetini geçersiz yapabilirdi Haşa!

 

Tebbet Suresi

Okunuşu
Bismillahirrahmânirrahîm.
1- Tebbet yedâ ebî lehebin ve tebb
2- Mâ eğnâ anhü mâlühû ve mâ keseb
3- Seyeslâ nâren zâte leheb
4- Vemraetühû hammâletelhatab
5- Fî cî dihâ hablün min mesed

 

Anlamı
Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle.


1- Ebu Leheb'in elleri kurusun/kahrolsun. Zaten kurudu/kahroldu.
2- Ona ne malı fayda verdi, ne de kazandığı.
3- O, bir alevli ateşe yaslanacak.
4- Karısı da odun hamalı olacak!
5- Gerdanında fitillisinden bir ip olduğu halde.

 

 

Allah bizi Efendimizin SAV sünnetine uyan rızasına erdirdiği salihlerden eylesin.

 

 

Celalin Penceresinden

 

 

23 Mayıs 2016 Pazartesi

Zahmette Rahmet Vardır


Zahmette Rahmet Vardır

 

Geçenlerde bir sabah radyoyu açtığımda Sezen Aksu’nun “Eskidendi” isimli şarkısıyla güne başladım. Dinlerken sürekli eskiyle bugünü kıyas ettim ve bu yazı şekillendi kafamda…

 

“Eskidendi Çok Eskiden”;

 

Hani erken inerdi karanlık

Hani yağmur yağardı inceden

Hani okuldan, işten dönerken

Işıklar yanardı evlerde

Hani ay herkese gülümserken

Mevsimler kimseyi dinlemezken

Hani çocuklar gibi zaman nedir bilmezken

 

Hani herkes arkadaş

Hani oyunlar sürerken

Hani çerçeveler boş

Hani körkütük sarhoş gençliğimizden

Hani şarkılar bizi henüz bu kadar incitmezken

Eskidendi, eskidendi, çok eskiden

 

Şimdi ay usul, yıldızlar eski

Hatıralar gökyüzü gibi

Gitmiyor üzerimizden

Geçen geçti, geçen geçti

Hadi geceyi söndür kalbim

Şimdi uykusuzluk vakti

Gençlik de, geceler gibi, eskidendi.


Söz: Murathan Mungan
Müzik: Atilla Özdemiroğlu

 

SU TAŞIRDIK

 

Konya Ereğli’den 1982’de Ankara’ya taşındık. Yedi yıl Etimesgut’ta gecekonduda oturduk. O zamanlar çeşme suyu çok kireçliydi, içilmezdi. Şimdiki gibi damacana sular da yoktu.

 

Etimesgut semtinde Atatürk’ün getirttiği temiz pınar çeşmesinden hergün bidonlarla eve su taşırdık. On-oniki yaşımda evin büyük çocuğu olarak bu görev bana verilmişti.

 

ÖDEV YAPMAK

 

Okul ödevlerimizi yapmak için koca koca Meydan Larus gibi ansiklopedilerden faydalanırdık. Hatta bazen zorlu ödevlerimiz için haftasonu kütüphanelere gider, araştırırdık.

 


Verilen her ödev, bizler için öğrenme ve etüd etme -mevcut ansiklopedi veya kütüphaneleri kullanarak- sonrasında sentez ederek yazıya dökme süreçlerini kapsardı. Dolayısıyla öğrenilen bilgiler dağarcığımızda kalıyordu.

 

Şimdi gençler Google’a tıklayarak anında bilgiye ulaşıyor ve hiç zahmet çekmiyorlar. O yüzden de kitap okuyup araştırmıyorlar ve bilgiler çok çabuk unutuluyor.

 

Tabi bir de bizim zamanımızdaki ansiklopediler bir uzman kurul tarafından titizlikle hazırlanıp onaylanıyordu. Şimdi Google’da bir konu aratsak yüzlerce farklı bilgi çıkıyor. Nasıl güveneceğiz…

 

TELEFONLA ARAMAK

 

Seksenlerde Babam Ereğli’deki dedemgili aramak için PTT’ye yürüyerek gider, kuyruğa girerdi. Jeton alır ama bu seferde telefon kulübesi önünde tekrar kuyruğa girerdi. Yani kısacık bir telefon konuşması saatlerini alırdı.

 

Yine seksenlerde Bekir dayımın hanımı rahmetli Fadime yengemin (ölüm: Mart 2013) köyde yazın hergün çamaşır yıkadığını hatırlıyorum. Çünkü altı çocuğu vardı.

 

Odun ateşi yakarak kazanla su kaynatıyor; bakır leğen içinde elinde tektek çitileyerek yıkıyor, sıkıyor ve avludaki ipe asıyordu. Yani çamasır yıkamak 3-4 saati buluyordu.

 

TEBRİK KARTLARI

 

1992’de üniversitedeyken kampüsten Konya şehir merkezine giderdik. Kırtasiyeden tebrik kartları ve zarf alırdık.

 

Sevdiklerimiz için bu kartların arkasına tektek bayram kutlama mesajı yazar; sonra zarfların üstüne adreslerini yazardık. PTT’de kuyruğa girer ve zarflara pul yapıştırırdık.

 

O zamanlar üç samimi dostumla beraber tebrik kartları yollamak için bir saat yol giderdik. Fakat bu uzun iş bize keyif verirdi. 

 





Konya Alaaddin Tepesinde çay ve lokantada etliekmek eşliğinde keyifli sohbet ederdik.

 

Şimdi ise Whatsupp ve SMS ile zahmetsiz saniyesinde tebrikleşiyoruz.

 

MEKTUPLAŞMAK

 

Günümüzde teknolojinin gelişmesiyle birlikte iletişim çok hızlandı. Şimdiki gençler aşk duygusunu tam yaşayamıyor. Aşk özlemektir. O özlemle hayaller kurmaktır.  Biz farklı şehirlerde oturuyorduk. Seksenlerde ev telefonları vardı ama en iyi iletişim mektup yazmaktı.

 

Biz birbirimize mektup yazardık. Ruhunun derinlik ve inceliklerini öğrenmek için satır satır o mektupları defalarca okurdum. Yüzünün güzelliğiyle başladı ama sonra ruhunun güzelliğine de aşık oldum…

 

Gençler artık hiç özlemiyorlar, gündüz buluşuyorlar, akşam görüntülü konuşuyorlar. Evlenince aşk çabuk bitiyor ve malesef boşanma ve tabi analı babalı yetimler…

 

1987’te Yükseliş Koleji ortaokul kısmında okurken Din Kültürü öğretmenimizin sorusunu ve cevabını hiç unutmuyorum.

 

O zamanınkileri saydı. Bütün bu teknolojik gelişmeler ve sürekli yeni icatlar ne için olabilir, diye sormuştu. Sonra yanıtı kendi verdi, İnsanın daha rahat yaşaması için, demişti.

 

Evet şimdi artık çok rahatız ve eskiden zahmetle yapılan işler hiç zamanımızı almıyor.

 

Geçenlerde sevgili Hayat Nur Artıran Hanımefendinin attığı bir tweette şunu görmüştüm:

 

“İnsan daha kendini tanımadan bilmeden, çok muazzam bir teknolojiye ulaştı; Bu insanlık alemi için çok büyük bir tehlikedir !” ( Dr. Alexis Carrel )

 

SONUÇ

 

“Rahat zahmette; zahmet rahattadır” cümlesi, Müslüman halkımızın yüz yıllardır Kur’ân’a dayandırarak söyleyegeldiği bir özlü sözdür. Bu atasözü, Kur’ân-ı Hakim’in, “Elbette güçlükle berâber şüphesiz bir kolaylık vardır. Gerçekten güçlükle beraber şüphesiz kolaylık vardır” (İnşirah suresi, 5-6) âyetlerini tefsir ediyor.

 


Zorluklar ne kadar dayanılmaz da olsa, gerek doğrudan Allah’ın takdir ettiği musibetlerde olsun, gerekse olumlu netice almak için gösterilen verimli ve özverili çalışma esnasında olsun; çekilen her zorlukta; 1- Dünyevî, 2- Uhrevî olmak üzere iki büyük kolaylık vardır.

 

1-Dünyevî kolaylık; başarıdır, verimliliktir, kalitedir, olgunluğa ermektir, kemâl kazanmaktır, sevilmektir, sayılmaktır, el üstünde tutulmaktır, bol kazançtır, berekettir.

 

Meselâ özveri ile işine sarılan ve işinde alınteri döken şahıs, zorluğu, sıkıntıyı ve zahmeti göğüslemiş olur. Fakat bu zorluğun arkasında:

 

1- Çalışma zevkini tatma. 2- Başarı zevkini tatma. 3- İnsanlara hizmet verme ve memnun etme zevkini tatma. 4- Kazanma zevkini tatma. 5- İnsanlarca sevilmek ve sayılmak zevkini tatma. 6- Olgunlaşma ve kemale erme zevkini tatma. gibi dünyevî kolaylıklar görmektedir. 

 

2-Zorlukların neticesinde gelen uhrevî kolaylığa gelince: Bu, Allah’ın izniyle ve takdiriyle gelen yüksek feyiz ve sevapla birlikte, Allah’ın rızasına, Cennetine, cemaline, sonsuz nimetlerine, hadsiz mükâfatlarına ve ebedî hazinelerine ulaşmaktır.

 

Rahatın zahmette oluşu bu geniş mânâları ifade eder. Katlanılan zahmetler, çekilen sıkıntılar ve göğüs gerilen zorluklar, neticede hem dünyada, hem âhirette sonsuz rahatlık, doyulmaz huzur ve ebedî saadet kazandırıyorsa, elbette baş göz üstüne denmeli ve katlanmalıdır.

 

BİR HİKAYE

 

Şimdi konuyu daha iyi anlamamızı sağlayacak bir hikaye ile yazımızı bitiriyoruz:

 

Bir gün, kırlarda gezintiye çıkan bir adam, kenara oturduğu otlardan birinin dalında , küçük bir kozanın varlığını fark etti.

 

Koza ha açıldı ha açılacak gibiydi. Adam , bunun bir kelebek kozası olduğunu tahmin ediyordu. Böyle bir fırsat bir daha ele geçmez diye düşündü; ve bir kelebeğin dünya yüzü gördüğü ilk dakikalara şahit olmak istedi.

 

Dakikalar dakikaları kovaladı , saatler geçmeye başladı , ama henüz kelebeğin küçük bedeni o delikten çıkmadı. Sanki , kelebeğin dışarı çıkmak için çaba harcamaktan vazgeçmiş olabileceğini düşündü. 

 


Sanki kelebek elinden gelen her şeyi yapmış da , artık yapabileceği bir şey kalmamış gibi geldi ona.

 

Bu yüzden , kelebeğe yardımcı olmaya karar verdi: cebindeki küçük çakıyı çıkarıp kozadaki deliği bir cerrah titizliğiyle büyütmeye başladı. 

 

Böylece , bir-iki dakika içinde kelebek kolayca dışarı çıkıverdi. Fakat bedeni kuru ve küçücük , kanatları buruş buruştu.

 

Adam kelebeği izlemeye devam etti; çünkü kanatlarının her an açılıp genişleyeceğini ve narin bedenini taşıyacak kadar güçleneceğini umuyordu.

 

Ama bunlardan hiçbiri olmadı. Kelebek , hayatinin geri kalanını , kurumuş bir beden ve buruşmuş kanatlarla yerde sürünerek geçirdi. Ne kadar denese de , asla uçamadı. 

 

Adamın bütün iyi niyetine ve yardımseverliğine rağmen anlayamadığı şey , kozanın kisitlayiciliginin ve buna karşılık kelebeğin daracık bir delikten dışarı çıkmak için gereken çabanın , Allah'ın kelebeğin bedenindeki sıvıyı onun kanatlarına göndermek ve bu sayede kozanın kisitlayiciligindan kurtulduğu anda onun uçmasını sağlamak için seçtiği bir yol olduğuydu. 

 

Bu gerçeği öğrendiğinde , hayat boyu unutamayacağı bir şey de öğrenmişti:

 

Bazen , hayatta tam olarak ihtiyaç duyduğumuz şey , çabalardır. Eğer Allah , hayatta herhangi bir çaba olmadan ilerlememize izin verseydi , o zaman , bir anlamda sakat kalırdık .

 

Olabileceğimiz kadar güçlenemezdik o zaman . Ve asla uçamazdık.. 

 

 

Celalin Penceresinden

 

 

16 Mayıs 2016 Pazartesi

Beş Sayfa da Çok mu?


Beş Sayfa da Çok mu?

 

Babası, okumayı iyice öğrendikten sonra çocuğunu karşısına aldı ve dedi ki:

 

- Artık günde elli sayfa kitap okumanı istiyorum.

- Elli sayfa çok babacım, hergün buna dayanamam.

- Peki kırk sayfa oku.

- Kırk sayfada çok babacım.

- O zaman otuz sayfa oku, tamam mı?

- Valla baba, otuz sayfaya da güç yetiremem.

 

İndire indire beş sayfaya indiriyor. En son çocuk kabul ediyor.

 
- E bari beş sayfa olsun oku!

- O zaman tamam, Hergün beş sayfa okuyabilirim, peki babacım.

 

- Sözünü tutar, hergün beş sayfa kitap okursan eğer, sana yazın sürprizlerim olacak.

 

Aslında babanın niyeti, çocuğuna günde enaz beş sayfa kitap okutmaktır.

Ama elli sayfa ile başlayıp nihayet çocuğunu beş sayfa kitap okumaya razı ediyor.

 

Eğer çocuğa başta beş sayfa oku deseydi, belki de çocuk onu gözünde büyütüp bir sayfaya düşürtecekti… Böyle olunca, o beş sayfa kolay geliyor ona…

 

Ve çocuk büyüyüp yıllar sonra iyi bir yazar olduğunda babasının neden ısrarla kitap okuttuğunu anlıyor.

 




Evet, Yukarıdaki söyleşi şu Hadisi Şerifi aklımıza yaklaştırdı:

 

Miraç Gecesi'nde namazın farz oluş şekli ve elli vakitten beş vakte indirilişi hususunda Peygamber Efendimiz (asm) ile Hz. Musa (as) arasında vukû bulan hâdise, hem Buharî’de, hem de Müslim’de rivayet edilmektedir.

Hâdise özetle şöyle cereyan eder:

 

Resul-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.) Hz. Cebrail’in refâkatinde Mekke’den ayrılıp semâya yükselir. Önce Hz. Âdem’le, daha sonra Hz. İdris, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. İbrahim’le görüşür. Cenab-ı Hakk'ın yüce katından dönüşünde ise Hz. Musa ile karşılaşır. Bu sohbeti Peygamber Efendimiz şöyle anlatırlar:

 

“O zaman Allah ümmetime elli vakit namaz farz kıldı. Bu farziyeti yüklenerek döndüm. Derken Mûsâ Aleyhisselâma rast geldim.

“Mûsâ (a.s.) bana, ‘Rabbin ümmetine neleri farz kıldı?’ diye sordu.
“Onlara, ‘Elli vakit namaz farz kıldı’ dedim.


“Musa (a.s.) bana, ‘RAbbine dön de şefaat et, zira ümmetin buna tâkat getiremez.’ dedi.


“Bunun üzerine Rabbime Mürâcaat ettim. Allah Teâla şatrını (bir kısmını) indirdi. Ben yine Mûsâ’nın (a.s.) yanına dönerek durumu kendisine haber verdim: ‘Bir kısmını indirdi’ dedim. O yine, ‘Rabbine mürâcaat et, zira ümmetin tâkat getiremez’ dedi.


“Ben yine Rabbime mürâcaat ettim. Alah Taâla kalanından bir kısmını indirdi. Mûsâ Aleyhisselâmın yanına yine döndüm. O tekrar, ‘Rabbine dön, zira ümmetin buna dayanamaz’ dedi. Bir daha müracaat ettim.


“Allah Teâla, ‘Onlar beştir, yine onlar [sevap itibariyle] ellidir. Benim nezdimde hükm-ü kaza değişmez’ buyurdu.


“Musa’nın yanına döndüm. O yine, ‘Rabbine dön’ dedi.”
“Ben de, ‘Artık, Rabbimden utanır oldum’ dedim.” (
Müslim, İman: 263)

 

 

Beş vakit namaz, islamın 11. Yılında, yani -çocuğun okumayı güzelce öğrendikten sonra olması gibi- iman kalplerde iyice pekişince Miraç’ta farz kılınmıştır.

 

Bu benzetmeyi Dost TV’de programcı eğitimci yazar Seyfettin Bulut’tan dinlemiştim.

 


Artık şu beş vakit namazı da kılmazsak, Allah’a çok mahcup oluruz.

Evet, Abdestle birlikte günde sadece bir saatimizi alır.

 

Babanın çocuğuna kitap okutması gibi, namazda biz kulların faydasınadır.

 

Cenab-ı Allah’ın bizim namazımıza hiç ihtiyacı yoktur. O bizi çok seviyor…

 

Namaz, dünyada hem bedenen, hem ruhen, hem ahlaken, ve elbet ahirette bize faydalıdır.

 

***

 

Yıllar önce işyerimde, Skype isimli chat programı kullanmıştım. Birgün Endenozya’dan Lydia isminde bir kadınla tesadüfen karşılaştık, ingilizce sohbet etmiştik.

 

Yazdıklarından çok etkilenmiştim ve o sıralarda açılan bir yarışmaya katılmıştım.

 

Regaip’te tövbe etti, Berat’ta beraat etti

 

(Bu hikaye ile 2009’da bir hikaye yarışmasına katılmıştım.)

 


Endonezya'nın başkenti, Jakarta şehri,

 

Bay Pitasari, yıllardır içki batağındaydı. İçtiğinde sürekli karısını dövüyor ve aşağılıyordu. Dünyalar sevimlisi ilkokula giden, çok zeki ve duygusal Abdurrahman isminde çocukları vardı.

 

Endonezya'nın ikiyüzelli milyon nüfusunun %90'ı müslüman olmasına rağmen, her ülkede olduğu gibi Bay Pitasari'de içki batağındaydı.

 

Tüm kazancını içkiyle harcıyordu. Öksüz ve yetim eşi Leyla hanım mütedeyyin (dinine bağlı) bir hanımdı ve sürekli eşine düzelmesi için dua ediyordu.

 

Birgün küçük Abdurrahman okuldan geldi. Sürekli ağlıyordu. Teneffüsteyken birisi, çantasından, öğretmen istediği için, annesinden alıp getirdiği dergi parasını çalmıştı. Babası yaklaşık türk parasıyla beş TL olan bu parayı tekrar vermedi, azarladı ve üstelik kızarak tokatta attı.

 

Küçük Abdurrahman odasına çekildi, bütün gece ağlayarak –annesi dua etmenin faydalarını anlattığı için- babasının ıslah olması için Allah'a dua etti.

 

Bir yılda beş kandil vardır. Mevlid kandili dışındaki diğer dört kandil, mübarek üç aylar dediğimiz Recep, Şaban, Ramazan ayları içindedir. 

 

Üç ayların başında, yani Recep ayının ilk cuma gecesi Regaip kandili; Yine recep ayının 27. gecesi Miraç kandili; Şaban ayının 15. gecesi Berat kandili, ve son olarak Ramazan ayının 27. gecesi ise, bin aydan hayırlı olan Kadir gecesidir.

 

Üç aylara girmeye dört gün vardı. O gece yağmurluydu, Bay Pitasarı yine sarhoş bir şekilde eve geldi ve yorgun bir halde yatağa sızdı kaldı.

 

Gece rüyasında öldüğünü ve kefenli halde kabire konduğunu gördü, müthiş azaplar ve ateş... Rüyada yalvarıyor ve dünyaya tekrar gönderilirse iyi insan olacağını söylüyordu. 

 

Kan ter içerisinde uyandı. Sanki rüya değil gerçekti. Çok korktu. İki gün etkisinden kurtulamadı. Tabii bu iki gün hiç içki içmedi.

 

Sürekli bir düşünce halindeydi. Eşi de bu garip hallerine bir anlam veremiyordu, çünkü konuşmuyordu, birtür iç hesaplaşma yapıyordu.

 

   Regaip kandili,

Televizyonda, bugün üç aylara girildiğini ve üç ayların her yıl Allah'ın açtığı af panayırı olduğunu anlattılar. Zaten niyetine almıştı. O akşam anlatılanların da etkisiyle eşinden kendisini af etmesini istedi ve içki içmeye tövbe etti. 

 

İki gün sonra, Regaip kandili gecesinde saatlerce ağlayarak Allah’tan af talep etti. Ve o gece sabaha kadar islam ilmihali kitabını okudu, ağladı.

 

Ertesi sabah boy abdesti alıp cuma namazına gitti. O ne müthiş duyguydu , insanlar temiz kıyafetler giymiş, dedeler torunlar elele, insanların yüzünde tebessüm...

 

Günlerce islam hakkında ve Peygamberimizin SAV hayatı hakkında, sünnetleri hakkında birçok kitap okudu. Bu arada eşi Leyla hanım çok mutluydu ve eşine en sevdiği yemekleri pişiriyordu.

 

   Miraç Kandili,

Öğrendiği kadarıyla, miraç gecesinde Peygamberimiz SAV alemler ötesine gidip bizzat Cenabı Allah'ı, cennet ve cehennemi gözleriyle görmüştü.

 

Yine miraç gecesi Allahu Teala müslümanlara beş vakit namazı farz kılmıştı. O gece beş vakit namaz kılmaya karar verdi. İlk kıldığı namaz ise o gecenin sabahındaki, sabah namazı idi.

 

Kimseye eğilmeyen başlar Allah'a eğiliyor ve yere kapanıyordu. Camide zengin-fakir, güzel-çirkin, işçi-patron herkes eşitti.

 

   Berat kandili,

Onsekiz gün sonra Berat kandili geldi. Televizyonda anlatıları dinleyince mahkemeleri hatırladı. Bazen hakim bey suçluyu affediyor ve kişi beraat ediyordu. 

 

Üç ayların başında tövbe ettiğini, miraç kandilinde namaza başladığını hatırladı. Acaba günahları affedilmiş miydi? Yine ağlayarak dua etti ve gece yarısı uyuyakaldı.

 

Rüyasında nur yüzlü bir zat geldi; Elindeki diploma benzeri kağıdı uzattı.

 

Dedi ki: "Senin samimi ve içten tövbeni Allah kabul etti, günahlardan beraat ettin. Haydi gönül huzuruyla gir ramazana ve bin aydan hayırlı Kadir gecesini değerlendirip ramazan bayramında, bayram gibi bayram yap."

 

Leyla hanım mutluluktan Allah'a teşekkür etmek için, mahallelerindeki bir çok yoksul aileye ve yetim çocuğa yardım etti.

 

Abdurrahman o kadar mutluydu ki babasıyla her cuma namazına gidiyor ve namazdan sonra dondurmacıya gidiyorlardı...

 

***

 

Ne mutlu ki, Allah heryıl üç ay af panayır sergisini açıyor... Ben affedilmem demek, Allah'ın sonsuz affediciliğine hakarettir. Allah Kur'an'da bildirmiş, bütün günahları, içten yapılan bir tövbeyle affedeceğini beyan etmiş. 

 

Belki diğer kandillerde uyanmadık, dizi izleyerek veya sadece televizyonda edilen duaya amin deyip bir fatiha okuyarak kandili değerlendirdik.

 

21 Mayıs 2016 Cumartesiyi Pazara bağlayan gece Berat kandilidir.

 

Önce kendi nefsime söylüyorum; Gelin bu gece samimi olarak tövbe edelim, Helal olan şeyler mutlu olmaya yeter, harama girmeye lüzum yoktur.

 

İnsanı diğer varlıklardan ayıran en önemli özellik okumak... Bu gece Kur'an'ın türkçe mealinden biraz okuyup düşünmeye ne dersiniz?

 

Kandiller hayatımızı sorgulamamız ve yeni kararlar almamız için özel fırsat geceleridir.

 


Berat kandilinizi şimdiden kutlarız…

 

 

Celalin Penceresinden