Zahmette Rahmet Vardır
Geçenlerde bir sabah radyoyu açtığımda Sezen Aksu’nun
“Eskidendi” isimli şarkısıyla güne başladım. Dinlerken sürekli eskiyle bugünü kıyas ettim ve bu yazı şekillendi
kafamda…
“Eskidendi Çok Eskiden”;
Hani erken inerdi karanlık
Hani yağmur yağardı inceden
Hani okuldan, işten dönerken
Işıklar yanardı evlerde
Hani ay herkese gülümserken
Mevsimler kimseyi dinlemezken
Hani çocuklar gibi zaman nedir bilmezken
Hani herkes arkadaş
Hani oyunlar sürerken
Hani çerçeveler boş
Hani körkütük sarhoş gençliğimizden
Hani şarkılar bizi henüz bu kadar incitmezken
Eskidendi, eskidendi, çok eskiden
Şimdi ay usul, yıldızlar eski
Hatıralar gökyüzü gibi
Gitmiyor üzerimizden
Geçen geçti, geçen geçti
Hadi geceyi söndür kalbim
Şimdi uykusuzluk vakti
Gençlik de, geceler gibi, eskidendi.
Söz:
Murathan Mungan
Müzik: Atilla Özdemiroğlu
Müzik: Atilla Özdemiroğlu
SU
TAŞIRDIK
Konya
Ereğli’den 1982’de Ankara’ya taşındık. Yedi yıl
Etimesgut’ta gecekonduda oturduk. O zamanlar çeşme suyu çok kireçliydi,
içilmezdi. Şimdiki gibi damacana sular
da yoktu.
Etimesgut
semtinde Atatürk’ün getirttiği temiz pınar çeşmesinden hergün bidonlarla eve su
taşırdık. On-oniki yaşımda evin büyük çocuğu olarak
bu görev bana verilmişti.
ÖDEV
YAPMAK
Okul ödevlerimizi yapmak için koca koca Meydan Larus gibi ansiklopedilerden
faydalanırdık. Hatta bazen zorlu ödevlerimiz için haftasonu kütüphanelere
gider, araştırırdık.
Verilen
her ödev, bizler için öğrenme ve etüd etme -mevcut ansiklopedi veya kütüphaneleri kullanarak- sonrasında sentez ederek
yazıya dökme süreçlerini kapsardı. Dolayısıyla öğrenilen bilgiler
dağarcığımızda kalıyordu.
Şimdi
gençler Google’a tıklayarak anında bilgiye ulaşıyor ve hiç zahmet çekmiyorlar. O
yüzden de kitap okuyup araştırmıyorlar ve bilgiler çok çabuk unutuluyor.
Tabi bir de bizim zamanımızdaki ansiklopediler bir
uzman kurul tarafından titizlikle hazırlanıp onaylanıyordu. Şimdi Google’da bir
konu aratsak yüzlerce farklı bilgi çıkıyor. Nasıl güveneceğiz…
TELEFONLA
ARAMAK
Seksenlerde Babam Ereğli’deki dedemgili aramak
için PTT’ye yürüyerek gider, kuyruğa girerdi. Jeton alır ama bu seferde telefon
kulübesi önünde tekrar kuyruğa girerdi. Yani kısacık bir telefon konuşması saatlerini alırdı.
Yine
seksenlerde Bekir dayımın hanımı rahmetli Fadime yengemin (ölüm: Mart 2013) köyde yazın hergün
çamaşır yıkadığını hatırlıyorum. Çünkü altı çocuğu vardı.
Odun ateşi
yakarak kazanla su kaynatıyor; bakır leğen içinde elinde tektek çitileyerek
yıkıyor, sıkıyor ve avludaki ipe asıyordu. Yani çamasır yıkamak 3-4 saati
buluyordu.
TEBRİK
KARTLARI
1992’de
üniversitedeyken kampüsten Konya şehir merkezine giderdik. Kırtasiyeden tebrik
kartları ve zarf alırdık.
Sevdiklerimiz
için bu kartların arkasına tektek bayram kutlama mesajı yazar; sonra zarfların
üstüne adreslerini yazardık. PTT’de kuyruğa girer ve zarflara pul
yapıştırırdık.
O zamanlar
üç samimi dostumla beraber tebrik kartları yollamak için bir saat yol giderdik.
Fakat bu uzun iş bize keyif verirdi.
Konya Alaaddin
Tepesinde çay ve lokantada etliekmek eşliğinde keyifli sohbet ederdik.
Şimdi ise
Whatsupp ve SMS ile zahmetsiz saniyesinde tebrikleşiyoruz.
MEKTUPLAŞMAK
Günümüzde
teknolojinin gelişmesiyle birlikte iletişim
çok hızlandı. Şimdiki gençler aşk duygusunu tam yaşayamıyor. Aşk özlemektir. O özlemle hayaller
kurmaktır. Biz farklı şehirlerde
oturuyorduk. Seksenlerde ev telefonları vardı ama en iyi iletişim mektup yazmaktı.
Biz birbirimize mektup
yazardık. Ruhunun derinlik ve inceliklerini öğrenmek için satır satır o
mektupları defalarca okurdum. Yüzünün güzelliğiyle başladı ama sonra ruhunun
güzelliğine de aşık oldum…
Gençler
artık hiç özlemiyorlar, gündüz buluşuyorlar, akşam görüntülü konuşuyorlar. Evlenince aşk
çabuk bitiyor ve malesef boşanma ve tabi analı babalı yetimler…
1987’te
Yükseliş Koleji ortaokul kısmında okurken Din Kültürü öğretmenimizin sorusunu
ve cevabını hiç unutmuyorum.
O zamanınkileri saydı. Bütün bu teknolojik gelişmeler ve sürekli yeni icatlar ne için
olabilir, diye sormuştu. Sonra yanıtı kendi verdi, İnsanın daha rahat yaşaması için, demişti.
Evet şimdi
artık çok rahatız ve eskiden zahmetle yapılan işler hiç zamanımızı almıyor.
Geçenlerde sevgili
Hayat Nur Artıran Hanımefendinin attığı bir tweette şunu görmüştüm:
“İnsan
daha kendini tanımadan bilmeden, çok muazzam bir teknolojiye ulaştı; Bu
insanlık alemi için çok büyük bir tehlikedir !” ( Dr. Alexis Carrel )
SONUÇ
“Rahat
zahmette; zahmet rahattadır” cümlesi, Müslüman
halkımızın yüz yıllardır Kur’ân’a dayandırarak söyleyegeldiği bir özlü sözdür.
Bu atasözü, Kur’ân-ı Hakim’in, “Elbette güçlükle berâber şüphesiz bir kolaylık
vardır. Gerçekten güçlükle beraber şüphesiz kolaylık vardır” (İnşirah suresi, 5-6) âyetlerini tefsir
ediyor.
Zorluklar ne kadar dayanılmaz da olsa, gerek
doğrudan Allah’ın takdir ettiği musibetlerde olsun, gerekse olumlu netice almak
için gösterilen verimli ve özverili çalışma esnasında olsun; çekilen her
zorlukta; 1- Dünyevî, 2- Uhrevî olmak üzere iki büyük kolaylık vardır.
1-Dünyevî kolaylık; başarıdır,
verimliliktir, kalitedir, olgunluğa ermektir, kemâl kazanmaktır, sevilmektir,
sayılmaktır, el üstünde tutulmaktır, bol kazançtır, berekettir.
Meselâ özveri ile işine sarılan ve işinde
alınteri döken şahıs, zorluğu, sıkıntıyı ve zahmeti göğüslemiş olur. Fakat bu
zorluğun arkasında:
1- Çalışma zevkini tatma. 2- Başarı zevkini
tatma. 3- İnsanlara hizmet verme ve memnun etme zevkini tatma. 4- Kazanma
zevkini tatma. 5- İnsanlarca sevilmek ve sayılmak zevkini tatma. 6- Olgunlaşma
ve kemale erme zevkini tatma. gibi dünyevî kolaylıklar görmektedir.
2-Zorlukların neticesinde gelen uhrevî kolaylığa gelince: Bu, Allah’ın izniyle ve takdiriyle gelen yüksek feyiz ve sevapla
birlikte, Allah’ın rızasına, Cennetine, cemaline, sonsuz nimetlerine, hadsiz
mükâfatlarına ve ebedî hazinelerine ulaşmaktır.
Rahatın zahmette oluşu bu geniş mânâları ifade
eder. Katlanılan zahmetler, çekilen sıkıntılar ve göğüs gerilen zorluklar,
neticede hem dünyada, hem âhirette sonsuz rahatlık, doyulmaz huzur ve ebedî
saadet kazandırıyorsa, elbette baş göz üstüne denmeli ve katlanmalıdır.
BİR HİKAYE
Şimdi
konuyu daha iyi anlamamızı sağlayacak bir hikaye ile yazımızı bitiriyoruz:
Bir gün, kırlarda gezintiye çıkan bir adam, kenara oturduğu
otlardan birinin dalında , küçük bir kozanın varlığını fark etti.
Koza ha açıldı ha açılacak gibiydi. Adam , bunun bir kelebek
kozası olduğunu tahmin ediyordu. Böyle bir fırsat bir daha ele geçmez diye
düşündü; ve bir kelebeğin dünya yüzü gördüğü ilk dakikalara şahit olmak istedi.
Dakikalar dakikaları kovaladı , saatler geçmeye başladı , ama
henüz kelebeğin küçük bedeni o delikten çıkmadı. Sanki , kelebeğin dışarı
çıkmak için çaba harcamaktan vazgeçmiş olabileceğini düşündü.
Sanki kelebek elinden gelen her şeyi yapmış da , artık
yapabileceği bir şey kalmamış gibi geldi ona.
Bu yüzden , kelebeğe yardımcı olmaya karar verdi: cebindeki küçük
çakıyı çıkarıp kozadaki deliği bir cerrah titizliğiyle büyütmeye başladı.
Böylece , bir-iki dakika içinde kelebek kolayca dışarı çıkıverdi.
Fakat bedeni kuru ve küçücük , kanatları buruş buruştu.
Adam kelebeği izlemeye devam etti; çünkü kanatlarının her an
açılıp genişleyeceğini ve narin bedenini taşıyacak kadar güçleneceğini
umuyordu.
Ama bunlardan hiçbiri olmadı. Kelebek , hayatinin geri kalanını ,
kurumuş bir beden ve buruşmuş kanatlarla yerde sürünerek geçirdi. Ne kadar
denese de , asla uçamadı.
Adamın bütün iyi niyetine ve yardımseverliğine rağmen anlayamadığı
şey , kozanın kisitlayiciliginin ve buna karşılık kelebeğin daracık bir
delikten dışarı çıkmak için gereken çabanın , Allah'ın kelebeğin bedenindeki
sıvıyı onun kanatlarına göndermek ve bu sayede kozanın kisitlayiciligindan
kurtulduğu anda onun uçmasını sağlamak için seçtiği bir yol olduğuydu.
Bu gerçeği öğrendiğinde , hayat boyu unutamayacağı bir şey de
öğrenmişti:
Bazen , hayatta tam olarak ihtiyaç duyduğumuz şey , çabalardır.
Eğer Allah , hayatta herhangi bir çaba olmadan ilerlememize izin verseydi , o
zaman , bir anlamda sakat kalırdık .
Olabileceğimiz kadar güçlenemezdik o zaman . Ve asla
uçamazdık..
Celalin Penceresinden
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder