27 Nisan 2017 Perşembe

Mesnevi Okumaları - 14


Mesnevi Okumaları - 14

 

Sevgili gönül dostlarımız,

 

Ocak 2017’de başladığımız Mesnevi yazılarının ondördüncüsünü yazıyoruz. Birkaç gün önce birinci cildi bitirdik. Mesnevi altı cilttir. Şimdi ikinci ciltten bazı güzel beyitler paylaşmak istiyoruz:

 


GÖNÜL AYNASI

 

Gönül aynası dünya sevgisi tozundan, nefsânî arzulardan temizlenir, pâk ve sâf bir hâle getirilirse, orada su ve toprak nakışlardan başka şeyler görürsün.

 

Kendi kendime dedim ki, eğer ben güzel isem, bu güzelliğim ondan, onun lûtfundandır. Güzel değilsem, zâten çirkinler bile bana gülerler.

 

Bunun çâresi, kendime bakmamdır. Ona lâyık değilsem, ben seni hiç alır mıyım? diye bana güler.

 

Sertarik Mesnevihan Şefik Can’ın (1909-2005) bu beyiti dipnotunda şöyle açıklamış:

 

Bir kimse Hakk'ın nazarında makbul bir kişi olup olmadığını anlamak için kendine bakmalı ve gönlüne danışmalıdır. Eğer kalbinde Allah'a karşı bir hayranlık, bir sevgi duyuyorsa, kendisinin de Allah tarafından sevildiğini anlamalıdır. Gönlüne o hayranlığı, o sevgiyi veren kimdir? O sevgiyi uyandıran Allah'tır. Çünkü bir hadis-i şerifte aynen şöyle buyrulmaktadır:

 

"Bir kimse, Allah tarafından sevilip sevilmedi ğini anlamak için, kendi gönül durumuna baksın. Eğer, o kul Allah'ı gönlünde manen buluyorsa, hissediyorsa, Allah'ın yarattığı eserlerde onun güzelliğini, yaratma gücünü görüp de hayran oluyorsa, Allah da onu sevmektedir. Çünkü, kul Allah'ı ne kadar severse, Allah'da o kulu, o kadar sever." {Mesnevi Şerhi, Ankaravî Hazretleri, c. II, s. 35, 1289).

 

ALLAH BAZEN DUAMIZI NEDEN KABUL ETMEZ?

 

Bir yılancının başka bir yılancıdan yılan çalması

 

Bir hırsız, bir yılancıdan bir yılan çaldı, ahmaklığından onu ganimet saydı.

 

Yılancı, bir baş belâsından, zehirli yılandan kurtuldu. Yılan da, kendini çalanı inlete inlete öldürdü.

 

Sonra yılanın sahibi, hırsızın zehirlenip öldüğünü görünce; "Bizim yılan onu temizlemiş." dedi.

 

"Canım onu bulmayı, yılanı ondan almayı istiyordu. 'Yılancıyı bulayım da yılanımı geri alayım.' diye duâ ediyordum.

 

Allah'a şükürler olsun ki, o duâ kabul edilmedi. Yılanımın çalınmasını ben ziyan sanıyordum, hâlbuki o bana kâr oldu."

 

Nice dualar vardır ki, duâ edenin aleyhinedir. Onun ziyanına ve helakine sebeb olacak bu duaları, pâk ve mukaddes olan Allah, kereminden, merhametinden dolayı kabul etmez.

 


İNSAN ÖNCE KENDİ ÖLÜSÜNÜ DİRİLTMEYİ İSTEMELİ

 

îsâ (a.s.)'ın yol arkadaşının ondan kemikleri diriltmesini istemesi

 

Ahmakın biri Hz. îsâ'ya yol arkadaşı oldu. O, yolda yürürlerken derin bir çukur içinde kemikleri görünce;

 

"Ey yol arkadaşım!" dedi. "Ölüleri diriltmek için okuduğun o mübarek, o yüce adı...

 

Bana da öğret de, ben de yararlı bir insan olayım, ben de ölülerin kemiklerini dirilteyim."

 

Hz. îsâ; "Sus!" dedi. "O iş senin yapacağın iş değildir. O ad senin nefeslerine, senin sözüne lâyık bir ad değildir.

 

îsim-i a'zamı okuyup ölü diriltmek için, yağmurlardan daha temiz bir nefes sahibi, kullukta meleklerden daha anlayışlı bir kişi olmak gerek.

 

Hz. îsâ'nın yol arkadaşı; "Benim o sırları okumak harcım değilse, o mübarek adı sen oku." dedi.

 

Hz. îsâ; "Yâ Rabbi!" dedi. "Bu sırlar nedir? Bu ahmakın bu husustaki ısrarı nedendir?

 

Nasıl oluyor da bu hasta adam kendi derdine düşmüyor? Nasıl oluyor da bu münasebetsiz adam kendi canı derdi ile uğraşmıyor?

 

Bu aptal kişi kendi ölüsünü, manen ölmüş olan gönlünü bırakmış da, yabancı bir ölüye derman aramakta, onu diriltmeye uğraşmakta."

 


ARSLANA YEM OLDU       (Bu kıssayı kısalttım.)

 

Hz. îsâ o gencin dileğine uydu, kemiklere Allah'ın ismini okudu.

 

Allah'ın hükmü, buyruğu da o ham adam için o kemikleri diriltti.

 

Dirilen kemiklerin arasından siyah bir arslan sıçrayıp çıktı. Adama bir pençe vurup öldürdü.

 

Çabucak başını kopardı, ezdi, beynini akıttı, ceviz içi kadar bir beyni vardı. Aslında onun başı, içi yok bir ceviz gibi idi.

 

Eğer onun beyni olsaydı, o kırılmakla dökülmekle yalnız bedeni yok olurdu.

 

îsâ (a.s.) arslana; "Neden bu adamı hemen öldürdün?" diye sorunca, arslan; "Sen ondan sıkılmış, perişan bir hâle gelmiştin de onun için." cevabını verdi.

 

Yine îsâ; "Adamın kanını niçin içmedin?" diye sordu. Arslan da; "Onun kanı rızıklar dağıtılırken bana verilmemişti." dedi.

 

Nice kişiler vardır ki, o kükremiş arslan gibi, avladığını yiyemeden dünyadan geçmiş gitmişlerdir. 

 

Onların kısmeti, payı saman çöpü kadardır. Fakat hırsları dağ gibidir. Onların Allah'ın huzuruna çıkacak yüzleri yoktur. Ama insanlar arasında üstün görünürler, şereflidirler.

 

Ey bize dünyadaki zor işleri kolaylaştıran Allah! Dünyada olmayacak şeylerden, faydasız işlerden bizi kurtar.

 

Bize rızık diye gösterdiğin meğer tuzakmış; Allah'ım her şeyi nasılsa bize öyle göster.

 

O arslan; "Ey îsâ, bu avlanma yemek için değil, ibret içindi." dedi.

 

"Eğer dünyada benim rızkım olsaydı, ölülerle benim ne işim vardı? Hiç ölüp de çürür mü idim?"

 

O aptal kişi, îsâ (a.s.) gibi bir peygamberi ve hayat bağışlayan bir suyun sahibi olan Rûhullah hazretlerini bulmuş iken...

 

Fırsatı kaçırdı da, onun önünde olarak; "Ey âb-ı hayat sahibi 'kün' (=ol) emri ile beni dirilt!" diye yalvarmadı.

 

AĞLAKİ GÖNLÜN AYDINLANSIN

 

Ey Hakk âşıkı! Aklını başına al da, senin köpek nefsinin dirilmesini sakın isteme, çünkü o nefs çoktan beri senin can düşmanındır.

 

Köpek nefsin sembolü olan kemiğin, yâni bedenin başına toprak dökülsün. Çürüsün; çünkü nefs-i emmâre köpeği seni can evinden, manevî zevkler peşinde koşmaktan alıkoymaktadır.

 

Köpek değil isen, neden kemiğe âşıksın? Neden sülük gibi kan emmeyi seviyorsun?

 

Manen kör olan, önünü göremeyen, Hakk'tan gelen imtihanlarda başarıya ulaşamayan ve perdeli olan göz nasıl gözdür?

 

Zaman zaman zanlar insanı aldatır. Sendeki zan nasıl bir zandır ki yolu görmüyor?

 

Ey başkalarına ağlayan göz, bir müddet otur da kendin için ağla.

 

Ağaç dalı, ağlayan bulutun yüzünden yeşerir, tazelenir. Mum, ağlayıp gözyaşı dökünce daha da aydın bir hâl alır.

 


***

 

Bu yazıdan tek gayemiz Allah rızası için faydalı olmak.

Allah Mesnevi’yi okuyup anlamayı ve uygulamayı cümlemize nasip etsin.

 

 

Celalin Penceresinden

 

 

24 Nisan 2017 Pazartesi

Hastalar Risalesi – İkinci Deva 2/25


Hastalar Risalesi – İkinci Deva 2/25

 

Efendim iki hafta önce başladığımız Hastalar Risalesi yazılarının ikincisi ile devam ediyoruz. Önce buyrun orjinal yazıyı okuyunuz, sonrasında kısa açıklamamızı okuyalım:

 


İKİNCİ DEVÂ

 

İKİNCİ DEVA   :Ey sabırsız hasta! Sabret ve şükret. Senin bu hastalığın, ömür dakikalarını birer saat ibadet hükmüne (geçerli ibadet haline) getirebilir.

  

Çünkü ibadet iki kısımdır. Biri müsbet (olumlu) yani Allah’ın emrettiği ibadettir ki, namaz, niyaz gibi malum ibadetlerdir. Diğeri menfi (olumsuz) ibadetlerdir ki, hastalıklar, musibetler vasıtasıyla musibetzede (belâ, sıkıntıya uğrayan) aczini, zaafını (güçsüzlüğünü, zayıflığını) hisseder, Hâlik-ı Rahîmine (çok şefkat ve merhamet sahibi olan yaratıcıya, Allah’a) iltica (sığınır) eder, yalvarır.

 

Hâlis, (saf, temiz) riyasız, (olduğu gibi, gösterişsiz) manevî bir ibadete mazhar (ulaşmış) olur.  

 

         Evet, hastalıkla geçen bir ömür, Allah’tan şekva (şikâyet) etmemek şartıyla mü’min için ibadet sayıldığına rivayat-ı sahiha (doğru rivayetler) vardır. 1

 

Hatta bazı sabir (sabreden) ve şakir (şükreden) hastaların bir dakikalık hastalığı, bir saat ibadet hükmüne (geçerli ibadet haline) geçtiği ve bazı kâmillerin bir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçtiği, rivayat-ı sahiha (doğru rivayetler) ve keşfiyat-ı sadıka (doğru çıkan manevi keşifler, sırlar) ile sabittir.

 

Senin bir dakika ömrünü bin dakika hükmüne getirip, sana uzun ömrü kazandıran hastalıktan teşekkî (şikâyet etme, sızlanma) değil, teşekkür et. 

 

KISA BİR YORUM

 

Kıymetli dostlarımız, yazılarımızda bahsedilen bilgiler, yıllardır dinlediğimiz sohbetler ve okuduğumuz yazı ve kitaplardan özetlediklerimizdir.

 

Dini hakikatleri anlattığım biri, bana sen alim misin nerden biliyorsun, demişti.

 

Ben de bu durumu üzülerek dostum ve komşum ilahiyatçı Efkan Vural hocama anlatmış, ve artık kimseye anlatmak istemiyorum hocam, demiştim.

 

Efkan hocam, Hayır Celȃl anlatacaksın. Geçen akşam bir hadis-i şerif okuyunca sen aklıma geldin, dedi. Efendimiz SAV buyuruyor ki:

 

“Ahir zamanda ümmetimden bir kısım kimseler vardır, onlar alim değillerdir, fakat ilim taşırlar.” Celȃl, sen çok iyi bir ilim taşıyıcısısın, anlatmaya ve yazı yazmaya devam et.

 


Aslında gayet rahat anlaşılıyor ama yinede biraz daha açmak istiyoruz, bu Devada büyük islam alimi Bediüzzaman Said Nursi (1876-1960) hazretleri diyor ki:

 

Ey sabırsız hasta sabret ve şükret! Diyor. Çünkü bu hastalık senin ömrünün her bir dakikasını, sanki bir saat ibadet yapmış gibi sevap kazandırır, diyor.

 

Adeta bir önceki devadaki hastalığın ömrü neden uzattığını açıklıyor.

 

Her bir dakikanın nasıl olurda bir saat ibadet sayıldığını, yani geçmeyen ağrı olursa sabrediyorsun, ve her sorana çok şükür bugünüme, diyen hastanın bu halini izah ediyor.

 

İbadet iki kısımdır diyor. Birincisi bilinen malum namaz, oruç, dua gibi ibadetlerdir.

 

İkincisi hastalık ve musibetler vasıtasıyla Allah’a çok içten sığınıp yalvarmakmış. Bediüzzaman, bu Allah’a sığınıp içten dua etmek, riyasız halis bir ibadettir, diyor.

 

Ömrü hastalıkla geçen bir müslüman, neden ben Allah’ım gibi isyan etmeyip Allah’a şikayet etmezse, o zaman sabrettiği her dakika birer saat ibadet hükmündedir, bununla ilgili doğru rivayetler çoktur, diyor. Devamında da şöyle yazmış:

 

“Hatta bazı sabir (sabreden) ve şakir (şükreden) hastaların bir dakikalık hastalığı, bir saat ibadet hükmüne (geçerli ibadet haline) geçtiği ve bazı kâmillerin bir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçtiği, rivayat-ı sahiha (doğru rivayetler) ve keşfiyat-ı sadıka (doğru çıkan manevi keşifler, sırlar) ile sabittir. ”

 

Burada Bediüzzaman, Allah’ın kendisine hastalık verdiği insanlardan sabreden ve şükredenlerin ömrünün her bir dakikasının, bir saat ibadet sevabı kazandıracağını ifade etmiş, anlatmıştık.

 

Bu hastalar risalesindeki Deva’ların hepsi, imanın altı şartına inanan, yani imanı olan müslümanlar içindir. Allah’ı inkar edenlerin zaten sevap kazanması düşünülemez.

 

Ve Bediüzzaman devam ediyor. Bazı kamillerin bir dakikası ise, bir gün ibadet olur, diyor. Burada kamillerden maksat, ömrü hastalıkla geçmesine rağmen, namaz, dua gibi ibadetlerini de aksatmayan Hakk aşıklarıdır.

 

Ve son cümlede benim şu sözümü neden söylediğim anlaşılıyor:

 

“Milyonlarca sağlıklı insanlar içinden seçip, bana bu canım FA hastalığını veren Allah’a binlerce hamdolsun.”

 

“Senin bir dakika ömrünü bin dakika hükmüne getirip, sana uzun ömrü kazandıran hastalıktan teşekkî (şikâyet etme, sızlanma) değil, teşekkür et. ”

 

***

 

Bu yorumla birlikte Hastalar Risalesi İkinci Deva’yı bu linkten istediğiniz zaman okuyabilir ve bu linki çevrenizdeki engelli veya hasta dostlara iletebilirsiniz:

 


 

Evet bunun için, Bu hastalık bana Allah’ın hediyesidir. Çünkü Hz. Mevlana, Allah sevdiği kuluna dert verir, Firavun’un birkez bile başı ağrımadı, der.

 
Yeğenlerim Ceren ve Azra 23 Nisan 2017 - Çorum
Allah'ım nazarlardan koru!

Bugünüme binlerce elhamdülillah ! …

 

 

Celalin Penceresinden

 

 

20 Nisan 2017 Perşembe

Mesnevi Okumaları - 13


Mesnevi Okumaları - 13

 

Biz bu Mesnevi yazılarında o manevi Mesnevi denizinden birkaç damla serpiyoruz.

 
 


Sözü kısa kesmek gerek vesselam. Buyrun birkaç katre (damla) :

 

HZ ALİ DÜŞMANI NEDEN AFFETTİ?

 

Düşmanın Hz. Ali'nin yüzüne tükürmesi üzerine Hz. Ali'nin onu affetmesi.

 

İbâdetteki ihlâsı, gönül temizliğini, Hakk'a bağlanışı Hz. Ali'den öğren. O Allah arslanını, hileden temizlenmiş bil.

 

Savaşta bir yiğidi alt etti. Hemen kılıcını çekti. Onu öldürmek istedi.

 

O yiğit, her peygamberin, her velînin övündüğü Hz. Ali'nin yüzüne tükürdü.

 

Öyle bir yüze tükürdü ki, "Ay" bile onun huzurunda yüzünü, yerlere sürer, secdeye varırdı.

 

O anda Hz. Ali kılıcını yere attı, onu öldürmekten vaz geçti.

 

O savaşçı düşman, bu işe, bu beklenmedik acımaya, bu yersiz bağışlanmaya şaşırdı kaldı.

 

Dedi ki: "Bana keskin kılıcını çekmiştin, beni öldürecektin; sonra neden kılıcı yere attın, beni bıraktın?

 

Benimle savaşmaktan daha iyi ne gördün de beni avlamaktan vaz geçtin?  

 

Ne gördün de böyle öfken yatıştı? Öyle bir şimşek çaktı da hemen sönüverdi.

 


Hz. Mevlana uzun uzun anlatır. Yazı uzamasın. Birkaç beyiti versem nedeni anlaşılır.

 

Hz. Ali buyurdu ki: "Ben kılıcı, Allah rızası için vururum. Ben Allah'ın kuluyum. Nefsimin, bedenimin kulu'değilim.

 

Emîrü'l-müminîn Ali, o gence dedi ki: "Ey yiğit, savaşırken sen yüzüme tükürünce, nefsime ağır geldi. Benim huyum değişti.

 

Yapacağım savaşın yarısı Allah rızası için, yarısı da öfkem zoru ile nefsim için, intikam almak için olacaktı. Halbuki, Allah'a ait işlerde ortaklık uygun değildir.

 

HİLİM KILICI, ÇELİK KILIÇTAN KESKİNDİR

 

Hz. Ali'nin düşmanı, bu sözleri işitince, gönlünde Hakk nuru parladı, imana geldi.

 

Dedi ki: "Ya Ali, meğer ben seni fena huylu kişilerle kıyas ederek, hata etmişim, cefalara düşmüşüm ve seni başka türlü insan sanmışım.

 

Halbuki sen, adalette, bir Hakk terazisi imişsin; hatta doğru tartar her terazinin ibresi imişsin.

 

Meğer sen benim soyum, sopummuşsun, yakınımmışsın. Meğer, sen benim dinimin, imanımın ışığı imişsin.

 

Ben gerçekleri gören göz arayan, o Hakk çerağının, Hz. Muhammed'in kulu, kölesiyim. Zâten senin çerağm da, ondan nûrlanmış, aydınlanmıştır.

 

Ben o nûr deryasına, yâni Hz. Muhammed'e kul, kurban olayım ki, senin gibi bir inciyi meydana getirmiştir.

 

Ya Ali, bana kelime-i şehâdeti öğret ki, seni zamanın en üstün, eri yücesi olarak gördüm."

 

O yiğidin kabilesinden, en yakınlarından elli kadar kişi, bu vak'a üzerine şevkle, aşkla dine yöneldiler, müslüman oldular.

 

Hz. Ali böylece, hilim kılıcı ile bunca halkı, bunca insanı kılıçtan kurtardı.

 

Hilim kılıcı, çelik kılıçtan daha keskindir. Belki, yüzlerce ordudan daha fazla üstünlükler elde ettirir.

 
Rabbimizin hilim sahibi yani Halim'dir

(Rabbimiz hilim sahibidir, kullarına son derece yumuşak davranır, kullarının hatâ ve kusurlarına karşı hemen gazaplanmak yerine büyük bir sabır ve tahammül gösterir. Yine Rabbimiz bu ahlâkının, kulları tarafından sergilenmesinden de râzı olur.)

 

KATİLLİK YAZILMIŞSA BİLE İRADEYLE KURTULMAK MÜMKÜN MÜ?

 

Hz. Peygamber Efendimizin, Hz. Ali'nin seyisinin kulağına; "Ali'nin şehid edilmesi senin elinle olacak Bunu sana haber veriyorum." diye buyurması.

 

Resûl-i Ekrem Efendimiz, ilâhî vahiy ile ölümümün onun elinden olacağını haber vermişti.

 

O (İbn-i Mülcem) da; 'Ya Ali, önce beni öldür de, bu kötü iş, bu çirkin hareket benden meydana gelmesin.' der, dururdu.

 

Ben de diyordum ki: Mademki ölümüm senin elinden olacaktır. Kaza ve kaderden nasıl kaçabilirim?

 

O benim önüme düşerek diyordu ki: 'Ey kerim olan Ali, Allah rızası için beni iki parça et ki...

 

Bu kötü takdir başıma gelmesin. Canım, senin yüzünden yanıp yakılmasın.'

 

Ben de daima; 'Kader kalemi bunu yazdı. Yazının mürekkebi de kurudu. Olan oldu. Kader kaleminden nice bayraklar aşağı düşmüş, nice ordular bozulmuş, nice devletler yıkılmıştır.

 

İçimde sana karşı hiç bir nefret, hiç bir kötü niyet yoktur. Çünkü ben bunu senden bilmiyorum ki..

 

Sen Hakk'ın âletisin, işi yapan da Hakk'ın eli. Hakk'ın âletini nasıl kınayabilirim? Ona nasıl karşı gelebilirim?'

 

İbn-i Mülcem; "Öyle ise, kısas niçin gerekiyor?" diye sordu. Hz. Ali de; "O da Hakk'tandır, o da Hakk'ın gizli bir sırrıdır." diye cevap verdi.

 

Eğer Hakk, kendi yaptığı işi beğenmezse, itiraz ederse, kendi takdirine karşı gelirse, bunda da bizim aklımızın ermediği hikmetler vardır. Bu itiraz yüzünden nice sır bağları ve bahçeleri yeşerir.

 

Kendi işine itiraz etmesi, kendi takdirine karşı gelmesi, ancak O'na yakışır, kendi takdirine vasıta olan katili kısasla öldürmek de O'nun takdiridir. Kahır da, lütuf da birdir.

 

Bu hadiseler şehri olan dünyada, hâkim olan, ülkelerde düzenler kuran, işler başaran mülk sahibi O'dur.

 

Kendi âletini kırarsa, kırdığım yine onarır, sağlam bir hale getirir.

 


ŞEFİK CAN DEDE DİPNOTTA DER Kİ:

 

(Hakk'ın kendi takdirine itiraz etmesi yanlış anlaşılmamalıdır: Allah bir kimsenin alın yazısını katil olarak yazmışsa, hâşâ onu muhakkak katil olmaya zorlamamıştır. Katil namzedinin aklını, cüz'î iradesini kullanarak kendini kurtarması, kaderin önünden kaçması imkânını da muhabbeti icabı kuluna lütfetmiştir.

 

Kul isterse, ilâhî takdirden, yine ilâhî takdire sığınarak kendini kurtarır. "Ya ilâhî, takdir ettiğin kötülükleri bizden gider" diye yalvarır. Bu sebepledir ki katilin cezalandırılmasında, ilâhî adalet gizlidir. Çünkü kul, cüz'î iradesini kullanarak kendini kurtarmamıştır, cezayı hak etmiştir.

 

Aslında kulun kendini kurtarma gayreti Hakk'tan gelmektedir. Her şey Hakkın yed-i kudretindedir. Şunu da hatırlamalıyız ki: İlâhî takdirin de değişen bazı yönleri var. Sadaka vermenin ezelde takdir buyurulan ömrü uzattığını Resûl-i Ekrem Efendimiz müjdelemiştir.

 

Bu sebeple: "Ezelî takdir, gayrete âşıktır" demişlerdir. Ayrıca ilâhî takdirin yerine gelmesinde de ne hikmetler gizlidir, bilemeyiz ki. Bir katilin öldürmesinde, o katil için yarar bulunduğuna aklımız erer mi?)

 

***

 

Bu yazıdan tek gayemiz Allah rızası için faydalı olmak.

Allah Mesnevi’yi okuyup anlamayı ve uygulamayı cümlemize nasip etsin.

 

 

Celalin Penceresinden