28 Aralık 2015 Pazartesi

Ankara’ya “Nur” geldi


Ankara’ya “Nur” geldi

 

26 Aralık 2015 Cumartesi günü son Mesnevihan (Hz. Mevlana’nın eseri Mesnevi’yi her yönüyle en iyi bilen kişi) sevgili Hayat Nur Artıran Hanımefendi’nin sohbet ve imza gününe katıldık.

 

Sabah uyanınca annem, aa kar yağmış, apartmanın arkasındaki parkta bir parmak kar var, dedi. Çünkü odamdaki pencereden dışarısı görünmüyordu. Yeğenime teyit ettirdim ve gidemeyeceğiz diye korktum.

 

Muhterem H. Nur Artıran Hanımefendi Ankara Congresium'daki UYANIŞ Fuarı'nda 26 Aralık 2015 Cumartesi günü saat 15:00 -16:30 arasında, "İnsan, Kainat ve Ötesi" konulu bir sohbet verdiler.

 

16:30 -17:30 saatleri arasında da imza günü yaptılar.

 

Kendisi ile sohbetin yapılacağı üçüncü kata çıkınca Allah nasip etti elhamdülillah, tevafuk karşılaştık. Beni hemen tanıdı. Celal kardeşim deyişi gönlüme ferahlık verdi.

 

Sevgili Nur hocamızla zahiren de görüştüğüm için çok bahtiyar oldum.

 
H: Nur Artıran, anneciğim Nuriye Çelik ve fakir



Şimdi iki şeyi merak ettiniz sanırım. Nasıl tevafuk ettiniz ve seni nerden tanıyor? Kısaca bunları açıklamak ve sonra hocamızın yaptıkları sohbetten kısaca bahsetmek istiyoruz.

 

KAR

 

Öncelikle şunu belirtmek isteriz. Acizane her olayda bir hikmet olduğunu düşünürüz.

 

Annem, sabah bir parmak (1cm) kar var, dedi ya, öğlen dışarı çıktığımızda hiç kar göremedik. Bunu, Nur hocamızın Ankara’ya gelmesine bir işaret olarak algıladık. Yazımıza başlık oldu.

 

ALLAH’IN JESTİ

 

Ankara Congresium’a 14:30 civarı geldik. Yoğunluktan eksi ikinci (-2) kattaki otoparka indik. Abisi Celal’e hizmet için gelen kardeşim Faik hemen rampayı kurup beni arabadan indirdi.

 

İmza gününe üç yakın dostum, kardeşim ve annem olmak üzere altı kişi gelmiştik. Aceleyle asansöre yöneldik. Bindiğimiz geniş asansör, zemin katta inecekler için durdu. Biz üçüncü kata devam edeceğini düşünürken eksi ikiye tekrar indi.

 

Anlayamadık ve bu ne acayip asansör dedik o an. Sonra direk üçe çıktı. Sohbetin olacağı salona doğru ilerlerken Nur hocamızla karşılaştık. Sanırım kulis odasına doğru ilerliyordu. Bu tevafuk çok ince bir kader planıydı.

 

Yazılarımdan tanıdığınız Sevgili can dostum ve ahlakını örnek aldığım Efkan Vural hocam ricam üzerine beni kırmamış ve yalnız bırakmamıştı. Ve tabi çok sevdiğim dostlarım Mustafa Alkaş ve Kadir Yılmaz’da yine beni kırmayıp eşlik etmişti.

 
(Soldan - Efkan Vural, Kadir Yılmaz, Mustafa Alkaş, Faik Çelik ve bendeniz)



Görev yaptığı ilçeden beni hazırlayıp oraya götürmek için bize gelen kardeşim Faik’ten Allah razı olsun. Ve tabi canımın yarısı anneciğim de ısrarıma dayanamadı, bizle geldi.

 

Dostum Kadir tekerlekli sandalyemi iterek götürürken birdenbire tam köşede sevgili H. Nur Artıran hocamızla karşılaşınca heyecandan ne konuşacağımı bilemedim.

 

Samimice Celal kardeşim, Sen bizim canımızsın diyerek sarılıp alnımdan öpmesi beni çok duygulandırdı. Kendimi ağlamamak için tuttum ama hocamız gidince birkaç dakika sonra annemin gözü yaşlandı.

 

Asansörün bizi oyalaması tam o köşede karşılaşmamız içindi şimdi anladım. Ben Rabbimizin bu jestini Nur hocamızın samimi niyetine bağlıyorum.

 

NEDEN CENAB-I ALLAH JEST YAPTI?

 

Bir süre önce yazdığım email ile kendisine 26 Aralıkta orada olacağım inşallah çünkü sizinle yüzyüze görüşüp tanışmayı çok istiyorum, dediğimde,    bana yazmıştı ki;

 

“Sevgili Celal Kardeşim, ne kadar mutlu, kutlu, bir haber bu çok teşekkürler bizleri bahtiyar kıldınız..

 

Sizinle zahiren olarak da    karşılaşacağımız, görüşüp konuşacağımız  anlar  bizim içinde çok değerli anlar,  demler, safalar  olacaktır.”

 

H. NUR ARTIRAN HANIMEFENDİ BENİ BLOG SAYFAMDAKİ RESİMLERDEN TANIYORDU

 

Birkaç cümle ile H. Nur Artıran Hanımefendi ile tanışmamızı anlatayım.

 

Ben, Ocak 2014’te yazdığımız “H. Nur Artıran - Ab-ı Hayat” isimli yazımıza gelen bir yorum ile Aşk Bir Davaya Benzer isimli Facebook grubuna katıldım.

 

Nur Hocamıza yakın olan Sevcan Vatansever hanım, birgün Facebook’la telefon numaramı istedi ve ertesi gün H. Nur Artıran Hocamız arayarak doğum günümü kutladı.  

 

MANEVİ UYANIŞ SOHBETİ

 

H. Nur Artıran Hanımefendi samimi dille, Kuran-ı Kerim’den ayetler, Efendimiz’den SAV hadisler, Hz. Mevlana, İbn-i Arabi, Necmeddin-i Kübra, Yunus Emre, Hacı Bayram-ı Veli, Şefik Can gibi ulu sultanların sözleri ile çok üst seviyede lezzetli bir sohbet verdi.

 



Nur Hocamızın yaptığı ruhumun keyif aldığı bu güzel sohbetini telefonuma kayda almıştım. Yazı çok uzamasın diye kısaca bahsedelim izninizle…

 

“İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar.” Der Efendimiz SAV.

 

Konumuz olan uyanmak ise yaşarken gaflet uykusundan uyanıştır.

 

Bu uyanmanın yolu Efendimizin hadisinde gizlidir. “Nefsini bilen Rabbini bilir”

 

İnsanın nefsini bilmesi çok kitap okumayla değil; ben niye bu dünyadayım, niye yaşıyorum, diyerek manevi ilimleri öğrenmek ve uygulamakla olur.

 

İlim ilim bilmektir

İlim kendin bilmektir

Sen kendin bilmezsin

Ya nice okumaktır

 

Okumaktan murat ne

Kişi Hak'kı bilmektir

Çün okudun bilmezsin

Ha bir kuru ekmektir

 

Yunus Emre

 

Ankara ve Ankara yakınındaki şehirlerden çok sayıda dinleyicinin ilgi gösterdiği sohbette Muhterem H. Nur Artıran Hanımefendi "mânevî uyanıklık" ve "insanın kendini bilmesi" arasındaki bağı ve bunun önemini Mesnevî beyitleri, âyetler ve hadis-i şerifler ile açıkladılar.

 

Büyük bir ilgi ile takip edilen bu özel sohbet sonrasında ise Muhterem H. Nur Artıran Hanımefendi imza günü etkinliğinde okuyucular ile buluştular.

 

Yazıda geçen anlatımların zahir ve batın uyanıklığımıza vesile olmasını niyâz ediyoruz.

 

Yazımızı bu şiirin devamıyla bitiriyoruz:

 

Okudum bildim deme

Çok taat kıldım deme

Eğer Hak bilmez isen

Abes yere gelmektir

 

Dört kitabın mânâsı

Bellidir bir elifte

Sen elifi bilmezsin

Bu nice okumaktır

 

Yiğirmi dokuz hece

Okursun uçtan uca

Sen elif dersin hoca

Mânâsı ne demektir

 

Yunus Emre der hoca

Gerekse bin var hacca

Hepisinden iyice

Bir gönüle girmektir

 

Yunus Emre

 

Sevgili H. Nur Hocamız bin kez Hac yapmaktan daha sevaplı bir amel yaptı.

 

Zaten gönlümde ve dualarımdaydı ama artık gönlümdeki yerini sıkıca perçinledi.

 


Sizi çok Seviyorum Nur Hocam.

 

 

Celalin Penceresinden

 

 

21 Aralık 2015 Pazartesi

Peygamber Efendimizin (SAV) Affediciliği




(Yarın, 22 Aralık 2015 Salı Mevlid kandilidir. Efendimizin doğum günü)


Hepimiz küçük, büyük pekçok günah işlemişizdir. İnsanız, hiçkimse peygamber ya da melek değildir.


Bir zaman, bir kimse samimi bularak bana dedi ki;


Ben tövbe etmek istiyorum, senin gibi namazımı kılmak istiyorum, fakat öyle günahlarım var ki, Rabbimden utanıyorum. Hem tövbe etsem nefsime tekrar yenik düşmekten korkuyorum, dedi.


Ben, korkma azimli ol, tövbe et, içinden günah işlemek duygusu gelirse nefsinle inatlaş, ki inat duygusu haram ve günahlara karşı şeytanla inatlaşalım diye verilmiştir, dedim.


Ona, Zümer suresi 53. ayeti söyleyip asla umutsuz olma dedim. Sonra Hayat Nur Artıran’ın “Aşk Bir Davaya Benzer” kitabından Peygamber Efendimizin SAV Mekke’nin fethinde amcası Hz. Hamza’nın katilini affedişini okuttum.


Sonra da, o katilin ilerde ne yaptığını anlattım, gözleri yaşlarla doldu. Önce o yazıyı okuyalım, devamında anlattıklarımı paylaşacağım. (Yeri, zamanı, kim olduğu önemli değil, verilmek istenen mesajdır mühim olan.)




Hz. Mevlana Mecalis-i Sab’a isimli eserinin 28. Sayfasında şöyle der:


“Vahşi, Hz. Hamza’yı şehit ettikten sonra çok pişman oldu. Umutsuz, perişan bir hale geldi. ‘Lanetlenmiş İblis’in bütün soyuyla sopuyla tövbesi kabul edilir de benim tövbem kabul edilmez.


Ben öyle bir iş işledim ki; bütün peygamberlerin en iyisinin, en üstünün, gökteki bütün meleklerin gönül verdikleri zatın mübarek gönlü benim bu işim yüzünden öyle bir kırıldı ki Nuh’un (as) ömrü kadar yaşasam, bu ömre on kez daha Nuh’un (as) ömrü katılsa, bütün ömrünce sabreden Eyüp (as) gibi bile sabretsem tövbemin kabul edileceğini sanmam diyerek ah eder, dumanı göklere kadar ağardı.


Bundan sonra ‘Şüphe yok ki Allah, kendisine eş tanıyanları yarlığamaz, ondan başka dilediğini bağışlar’ ayeti indi. Vahşi’ye böyle bir ayet geldiğini haber verdiler. Bunun üzerine Vahşi, ‘Bana şirk koşmayanın, eş koşmayanın yaptığı bütün suçları bağışlarım diyorsun ama dilediğim kulumun da diyorsun. Biliyorum ki Sen Vahşi’yi bağışlamayı dilemezsin’ diyerek, gözünden kanlı yaşlar akıtmaya başladı.


Rahmet denizi coştu, köpürdü. Melekler, bu acıyış, bu merhamet kıyıya hangi incileri atacak, diye kanatlarını açıp beklediler. Ezelden ebede kadar tüm düşkünlerin elini tutan, onlara sayısız bağışlarda bulunan Allah’ın sevgilisi Muhammed Mustafa’ya (sav) vahiy geldi: 


‘De ki: Ey nefislerine uyup haddini aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah bütün günahları bağışlar. Çünkü O mutlak Gafur’dur, mutlak Rahim’dir. (O çok bağışlayan, çok esirgeyendir) ’ (Zümer suresi, 53. ayet)


Vahşi, ‘Dilersem…  Dilediğimin…’ tarzında bir şart koşmayan bu ‘Bütün suçları bağışlarım’ sesini işitince sabır elbisesini yırtıp koşa koşa, secde ede ede, nara ata ata, mescide, Hz. Peygamber’in (sav) huzuruna geldi. Binlerce özür ve pişmanlık sözünden sonra, ‘Sen yaratılmışların en iyisisin, ben de en kötüsüyüm’ dedi. ‘Ölüyü İsa’nın (as) nefesi diriltir. Demiri Davud’un (as) eli yumuşatır. Şeytanı ancak Süleyman’ın (as) buyruğu bağlar. Ey her şeyin canı, ışığı olan Peygamber! Böylesine bir suçu da, ancak böylesine bir bağışlayış sahibi olan bağışlar’ diyerek Efendimizin (sav) eline ayağına kapandı.”


Hz. Mevlanamız, Vahşi olayıyla birlikte zikredilen Zümer Suresi 53. ayeti açıklarken şöyle der:


“Ey benim kullarım! Ey benim yanıp yıkılan kullarım! Ey benim harmanı yanmış kullarım! Ey dertlere batmış, gussalara gark olmuş kullarım! Zindanlara düşmüş, pişmanlık ateşiyle yanmış; bilgisizlikle evini, barkını, harmanını yakıp kül etmiş kullarım! Ey ateşler yiyen, kan ağlayan, haddi aşan, umutsuz olan kullarım! Umutsuzluğa düşmeyin. Sonsuz rahmetimizden; kulu okşayan, tüm işleri başaran efendiliğimizden umudunuzu kesmeyin.”


Kıssadan hisse şudur ki, Aziz Peygamberimiz (sav) “Sonsuz rahmetimizden; kulu okşayan, tüm işleri başaran efendiliğimizden umudunuzu kesmeyin” diye buyurmuştur.


Efendimizin “Bi-nihaye Rahmetellil Alemin” olması, Vahşi’ye “Allah onların kötülüklerini iyiliklere tebdil eder” ayetini tecelli ettirmiştir. Sadece Kainatın Efendisi’ne (sav) mahsus olan böylesine büyük bir rabbani şefkat ve merhamet, Vahşi gibi birinin affedilmesine vesile olmuş; onun pişmanlık ateşine karşılık tüm insanlık alemine de bağışlanma ümidini doğurmuştur.


Hiç şüphesiz, Hz. Peygamberimizin (sav) bağışlayıp ümmet olarak kabul etmediği bir kişiyi, Cenab-ı Hakk da bağışlayıp kul olarak kabul etmez. Efendimiz (sav), Hatemü’l-Enbiyadır. Bu söz “Hem ulvi varlığıyla peygamberlik makamını mühürleyip kapatan, hem de mühürleri açmada tek ve eşsiz olan ulu zat” manasına gelir.


Kur’an’da sözü edilen tüm mühürler ancak Onun (sav) ilahi varlığıyla açılır. O nedenle ki Hz. Hamza’yı şehit edecek kadar can gözü kapalı olan Vahşi’nin gönlündeki ve gözündeki mühürler de bizatihi Efendimizin (sav) kudret eliyle açılmıştır.


    “Sultan-ı rüsul, şah-ı mümeccedsin Efendim!...

     Biçarelere devlet-i sermedsin Efendim!...

     Divan-ı ilahide ser-amedsin Efendim!...

     Menşur-ı le’amrüke mü’eyyedsin Efendim!...


     Sen Ahmed ü Mahmud u Muhammed’sin Efendim!

     Hak’dan bize sultan-ı mü’eyyedsin Efendim!...”

   

     Şeyh Galib

(Bu yazıyı kitaptan word belgesine dostum İbrahim Oğuz aktardı. Üstelik çalışan tek kası başparmağı ile ekran klavyesinden tek tek harflere tıklayarak… Allah razı olsun.)




Sonra kardeşim, Vahşi samimi tövbesiyle Hz. Vahşi oldu. Radyoda kıymetli bir hocamız demişti ki, Hz. Vahşi sürekli en arka safta namaz kıldı. Çünkü Efendimiz SAV ona, gözüme pek görünme, demişti, dedim.


Görürse amcasını hatırlayıp ağlıyordu Efendimiz SAV.  Ona hiç görünmedi. Dolayısıyla gül cemalini doya doya seyredemedi.


Peygamber Efendimize SAV yaşattığı derin gam ile, içindeki üzüntü ölene kadar dinmedi. Ama ne zaman hafifledi biliyor musun?


Efendimiz’den SAV yıllar sonra Müseyleme adında bir yalancı peygamber çıktı. Günlerce Hz. Vahşi hazırlık yaptı. O hainle mücadele için çıkılan sefere Hz. Vahşi’de katıldı.


Ve o yalancı peygamberi öldürdü, hem de Hz. Hamza’yı şehit ettiği aynı mızrakla…


Evet Allah Afüvv, Gafur’du. Efendimiz de Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmıştı.


Biz de mahşerde affedilmek istiyorsak affedici olmalıyız.




Celalin Penceresinden


 

17 Aralık 2015 Perşembe

Hz. Mevlana - Şeb-i Arus



 





Bugün 17 Aralık 2015. Hz. Mevlana’nın Allah’a kavuştuğu, vuslatı, Şebi Arus yani düğün gecesi..
 

 

“Bence bu dünyadan göçüp gitmek yolculukların en hayırlısı en güzelidir !

O nedenle bizim ölümümüz ebedi düğün bayram günüdür ! ”

Hz.Mevlânâ

 

“Ecel günü gelipte ben bu dünyadan göçünce, sakın beni mezarda aramayız !

Bizim mezarımız sadece Hak âşıklarının gönüldür ! ”

Hz.Mevlana

 

Son Mesnevihan Hayat Nur Artıran Hanımefendi bugün Twitter’dan şöyle yazmış:

 

“Sevgili dostlarımız Hz.Pir Efendimizin 742'inci vuslat yıldönümünü kutluyor bizlerinde  gidişinin AŞK düğün bayram olmasını niyaz ediyoruz.

 

Bu fâni dünyada iken "Ölmezden evvel ölme" lutfuna erenlerin gidişide düğün bayram olur ! Çünkü onların kıyameti daha yaşarken kopmuştur. ”

 
 
 
 
Size bu yazıda kısaca Hz. Mevlana’yı hatırlatacağız. Sonra Fakirin yaşadığı o karşı cinse olan beşeri aşkın ilahi aşka ulaşmaya vesile olması ile ilgili bir kıssa paylaşacağız.

 

En son ise sevgiyi artırmanın bir yolundan bahsedeceğiz.

 

Hz. Mevlânâ’nın Hayatı 

 

Hz. Mevlâna 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan Ülkesi'nin Belh şehrinde doğmuştur. Mevlâna'nın babası Belh Şehrinin ileri gelenlerinden olup, sağlığında "Bilginlerin Sultânı" ünvanını almış olan Hüseyin Hatibî oğlu Bahâeddin Veled'tir. Annesi ise Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'dur.

 

Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh'den ayrılmak zorunda kalmıştır. Sultânü'I-Ulemâ 1212 veya 1213 yılllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh'den ayrıldı.

 

Sultânü'I-Ulemâ'nın ilk durağı Nişâbur olmuştur. Nişâbur şehrinde tanınmış mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de karşılaştılar. Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar'ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır.

 

Sultânü'I Ulemâ Nişabur'dan Bağdat'a ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâ'be'ye hareket etti. Hac farîzasını yerine getirdikten sonra, dönüşte Şam'a uğradı. Şam'dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Lârende'ye (Karaman) geldiler. Karaman'da Subaşı Emir Mûsâ'nın yaptırdıkları medreseye yerleştiler.

 


1222 yılında Karaman'a gelen Sultânü'/-Ulemâ ve ailesi burada 7 yıl kaldılar. Mevlâna 1225 yılında Şerefeddin Lala'nın kızı Gevher Hatun ile Karaman'da evlendi. Bu evlilikten Mevlâna'nın Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adlı iki oğlu oldu. Yıllar sonra Gevher Hatun'u kaybeden Mevlâna bir çocuklu dul olan Kerrâ Hatun ile ikinci evliliğini yaptı. Mevlâna'nın bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir Âlim Çelebi adlı iki oğlu ile Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya geldi.

 

Bu yıllarda Anadolunun büyük bir kısmı Selçuklu Devleti'nin egemenliği altında idi. Konya'da bu devletin baş şehri idi. Konya sanat eserleri ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkarlarla dolup taşmıştı. Kısaca Selçuklu Devleti en parlak devrini yaşıyordu ve Devletin hükümdarı Alâeddin Keykubâd idi. Alâeddin Keykubâd Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled'i Karaman'dan Konya'ya davet etti ve Konya'ya yerleşmesini istedi.

 

Bahaeddin Veled Sultanın davetini kabul etti ve Konya'ya 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve dostları ile geldiler. Sultan Alâeddin kendilerini muhteşem bir törenle karşıladı ve Altunapa (İplikçi) Medresesi'ni ikametlerine tahsis ettiler.

     

Sultânü'l-Ulemâ 12 Ocak 1231 yılında Konya'da vefat etti. Mezar yeri olarak, Selçuklu Sarayının Gül Bahçesi seçildi. Halen müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhı'ndaki bugünkü yerine defnolundu.

 

Sultânü'I-Ulemâ ölünce, talebeleri ve müridleri bu defa Mevlâna'nın çevresinde toplandılar. Mevlâna'yı babasının tek varisi olarak gördüler. Gerçekten de Mevlâna büyük bir ilim ve din bilgini olmuş, İplikçi Medresesi'nde vaazlar veriyordu. Vaazları kendisini dinlemeye gelenlerle dolup taşıyordu.

 

Mevlâna 15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaştı. Mevlâna Şems'de "mutlak kemâlin varlığını" cemalinde de "Tanrı nurlarını"görmüştü. Ancak beraberlikleri uzun sürmedi. Şems aniden öldü.

 

Mevlâna Şems'in ölümünden sonra uzun yıllar inzivaya çekildi. Daha sonraki yıllarda Selâhaddin Zerkûbî ve Hüsameddin Çelebi, Şems-i Tebrizî'nin yerini doldurmaya çalıştılar.

 

Yaşamını "Hamdım, piştim, yandım" sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 Pazar günü Hakk' ın rahmetine kavuştu. Mevlâna'nın cenaze namazını Mevlâna'nın vasiyeti üzerine Sadreddin Konevî kıldıracaktı. Ancak Sadreddin Konevî çok sevdiği Mevlâna'yı kaybetmeye dayanamayıp cenazede bayıldı. Bunun üzerine, Mevlâna'nın cenaze namazını Kadı Sıraceddin kıldırdı.

 


Hz. Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine yani Allah'ına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen "Şeb-i Arûs" diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu.

 

***

 

Yazdığım kitapta anlattım. Benim karşı cinse olan aşkım şimdi ilahi aşka döndü. Beşeri aşkın ilahi aşka ulaşmaya vesile olması ile Hz. Mevlana’ya atfedilen bir menkıbe:

 

Bir gün bir genç, Hz. Mevlana’nın kapısına gelip; “Beni müridliğe kabul buyurun efendim” diyerek niyazda bulunur. Hz. Mevlana gence bakar ve “Hiç aşık oldunuz mu evladım?” diye sual eyler. Genç şaşkın bir halde ne diyeceğini bilemez.

 

Hz. Mevlana, müridliğe kabul edilmesi için önce bir kulu sevmiş olması gerektiği söyler ve genci geri gönderir. Genç ne yapacağını bilemez bir hal içinde ertesi gün tekrar tekkenin kapısını çalar ve isteğini yeniler. Hz. Mevlana sualinde ısrarlıdır ve genci tekrar geri gönderir.

 

Üçüncü gün genç dayanamaz ve Hz. Mevlana’ya bu isteğinin hikmetini sorar.

Hz. Mevlana mütebessim bir çehreyle müride döner ve:

 

“Bir kulu dahi sevmekten aciz olan,

  Nasıl Yüceler Yücesi ALLAH’a aşık olmaya yol bulur?

 

  Bir kulun ateşine yanmamış gönül,

  Yüceler Yücesi’nin Aşkını nasıl bilsin de yansın?

 

  SEV de GEL Evladım, SEV de GEL …

 

 

Hz. Mevlana’nın vuslat yıldönümünde toplum olarak kaybettiğimiz SEVGİ‘yi geri kazanmanın bir yolundan bahsedeceğiz. Bu, kitabımda olan bir bölümdür.

 

Rahmetli Kayahan’ın dediği gibi deriz ki; Yolu sevgiden geçen herkesle birgün biryerlerde buluşuruz…   Aşk ola…

 


 

Zaten hepimizin bildiği şu hadis üzerinde düşünelim mi?

 

Ebu Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resülullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

 

"Canım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız!"

 

(Müslim, îman 93-94. Ayrıca bk.Tirmizî, Et'ime 45, Kıyamet 56; İbni Mace, Mukaddime 9, Edeb 11)

 

Sevgili Peygamberimiz, İslam'a göre her işin başı ve ahiretin yegane geçer akçesi olan iman ile sevgi arasındaki bağı en çarpıcı biçimde bu hadisinde dile getirmiş bulunmaktadır.

 

Konunun ehemmiyetine binaen yemin ederek söze başlamış ve önce kesin bir gerçeği, imansız cennete girilemeyeceğini haber vermiştir.

 

Sonra da cennete girebilmenin vazgeçilmez şartı olan imanı elde edebilmek için mü'minlerin birbirlerini sevmeleri gerektiğini, aynı kesinlikle ve aynı açıklıkla bildirmiştir:

 

"Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız!"

 

Bundan şu sonuç çıkmaktadır: İman, nasıl cennete girebilmenin, vazgeçilmez şartı ise, mü'minleri sevmek de tam ve kamil bir imana sahip olabilmenin biricik şartıdır.

 


Mü'min, kendisiyle aynı imanı paylaşan herkesi, ırkına, rengine, yurduna ve diline bakmaksızın sevecek, onlara karşı muhabbet ve sorumluluk duyacaktır.

 

Müslümanları, tasa ve kıvançlarını paylaşma, dertlerini dert edinme seviyesinde sevgi ve ilgiye layık bulmanın tabiî sonucu onlarla selamlaşamaz hale gelmemektir.

 

Selam, müslümanlar arasında oluşacak sıcak ilgi ve alakanın mukaddimesidir.

 

Müslümanlar selam ile tanışır, bilişir ve sevişirler. Onları aynı inanç çizgisinde birleştiren, bir anda kalbî duygularla birbirlerine bağlı olduklarını hissettiren sihirli kelime selamdır.

 

Sevgili Peygamberimiz SAV, sadece tesbit ve teşhis ile kalmaz, mutlaka tedavî yollarını da müslümanlara gösterir. Bu hadîs-i şerîfte de onun böyle bir uygulamasını görmekteyiz.

 

Müslümanlar arası ilişkilerin sevgi düzeyine çıkarılabilmesi için nereden başlanması gerektiğini, "Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi, aranızda selamı yayınız!" sözleriyle ortaya koymuş bulunmaktadır.

 

Artık sonuç belli, vasıta belli, o vasıtayı elde edebilmek için gereken sermaye (sevgi) belli, o sermayeye ulaşmak için atılacak ilk adım da bellidir. Ötesi müslümanlara kalmıştır.

 

Cennet-iman-sevgi-selam irtibatı, konumuz olan sevginin önem ve yerini göstermesi bakımından başkaca hiçbir söze ihtiyaç bırakmayacak kadar açıktır.

 

Yazıyı Yunus Emre hazretlerinin dörtlükleriyle bitiriyoruz:

 

Ben gelmedim dava için,

Benim işim sevgi için

Dost'un evi gönüllerdir,

Gönüller yapmağa geldim

 

***

 

Gelin tanış olalım,

İşi kolay kılalım,

Sevelim sevilelim,

Dünya kimseye kalmaz

 

Allah bizleri sevgisiz bırakmasın...

 

 

 

Celalin Penceresinden