Bugün 17 Aralık 2015. Hz. Mevlana’nın Allah’a kavuştuğu, vuslatı, Şebi Arus yani düğün gecesi..
“Bence bu dünyadan göçüp gitmek yolculukların en
hayırlısı en güzelidir !
O nedenle bizim ölümümüz ebedi düğün bayram günüdür ! ”
Hz.Mevlânâ
“Ecel günü gelipte ben bu dünyadan göçünce, sakın beni
mezarda aramayız !
Bizim mezarımız sadece Hak âşıklarının gönüldür ! ”
Hz.Mevlana
Son
Mesnevihan Hayat Nur Artıran Hanımefendi bugün Twitter’dan şöyle yazmış:
“Sevgili dostlarımız Hz.Pir Efendimizin 742'inci
vuslat yıldönümünü kutluyor bizlerinde
gidişinin AŞK düğün bayram olmasını niyaz ediyoruz.
Bu fâni dünyada iken "Ölmezden evvel ölme"
lutfuna erenlerin gidişide düğün bayram olur ! Çünkü onların kıyameti daha
yaşarken kopmuştur. ”
En son ise
sevgiyi artırmanın bir yolundan bahsedeceğiz.
Hz. Mevlânâ’nın Hayatı
Hz. Mevlâna 30 Eylül 1207 yılında
bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan Ülkesi'nin Belh şehrinde
doğmuştur. Mevlâna'nın babası Belh Şehrinin ileri gelenlerinden olup,
sağlığında "Bilginlerin Sultânı" ünvanını almış olan Hüseyin Hatibî
oğlu Bahâeddin Veled'tir. Annesi ise Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine
Hatun'dur.
Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı
siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh'den ayrılmak
zorunda kalmıştır. Sultânü'I-Ulemâ 1212 veya 1213 yılllarında aile fertleri ve
yakın dostları ile birlikte Belh'den ayrıldı.
Sultânü'I-Ulemâ'nın ilk durağı Nişâbur
olmuştur. Nişâbur şehrinde tanınmış mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de
karşılaştılar. Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar'ın ilgisini
çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır.
Sultânü'I Ulemâ Nişabur'dan Bağdat'a
ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâ'be'ye hareket etti. Hac farîzasını yerine
getirdikten sonra, dönüşte Şam'a uğradı. Şam'dan sonra Malatya, Erzincan,
Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Lârende'ye (Karaman) geldiler. Karaman'da Subaşı
Emir Mûsâ'nın yaptırdıkları medreseye yerleştiler.
1222 yılında Karaman'a gelen
Sultânü'/-Ulemâ ve ailesi burada 7 yıl kaldılar. Mevlâna 1225 yılında
Şerefeddin Lala'nın kızı Gevher Hatun ile Karaman'da evlendi. Bu evlilikten
Mevlâna'nın Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adlı iki oğlu oldu. Yıllar sonra
Gevher Hatun'u kaybeden Mevlâna bir çocuklu dul olan Kerrâ Hatun ile ikinci
evliliğini yaptı. Mevlâna'nın bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir Âlim Çelebi
adlı iki oğlu ile Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya geldi.
Bu yıllarda Anadolunun büyük bir kısmı
Selçuklu Devleti'nin egemenliği altında idi. Konya'da bu devletin baş şehri
idi. Konya sanat eserleri ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkarlarla dolup
taşmıştı. Kısaca Selçuklu Devleti en parlak devrini yaşıyordu ve Devletin
hükümdarı Alâeddin Keykubâd idi. Alâeddin Keykubâd Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin
Veled'i Karaman'dan Konya'ya davet etti ve Konya'ya yerleşmesini istedi.
Bahaeddin Veled Sultanın davetini
kabul etti ve Konya'ya 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve dostları ile geldiler.
Sultan Alâeddin kendilerini muhteşem bir törenle karşıladı ve Altunapa
(İplikçi) Medresesi'ni ikametlerine tahsis ettiler.
Sultânü'l-Ulemâ 12 Ocak 1231 yılında
Konya'da vefat etti. Mezar yeri olarak, Selçuklu Sarayının Gül Bahçesi seçildi.
Halen müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhı'ndaki bugünkü yerine defnolundu.
Sultânü'I-Ulemâ ölünce, talebeleri ve
müridleri bu defa Mevlâna'nın çevresinde toplandılar. Mevlâna'yı babasının tek
varisi olarak gördüler. Gerçekten de Mevlâna büyük bir ilim ve din bilgini
olmuş, İplikçi Medresesi'nde vaazlar veriyordu. Vaazları kendisini dinlemeye
gelenlerle dolup taşıyordu.
Mevlâna 15 Kasım 1244 yılında Şems-i
Tebrizî ile karşılaştı. Mevlâna Şems'de "mutlak kemâlin varlığını"
cemalinde de "Tanrı nurlarını"görmüştü. Ancak beraberlikleri uzun
sürmedi. Şems aniden öldü.
Mevlâna Şems'in ölümünden sonra uzun
yıllar inzivaya çekildi. Daha sonraki yıllarda Selâhaddin Zerkûbî ve Hüsameddin
Çelebi, Şems-i Tebrizî'nin yerini doldurmaya çalıştılar.
Yaşamını "Hamdım, piştim,
yandım" sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 Pazar günü Hakk' ın
rahmetine kavuştu. Mevlâna'nın cenaze namazını Mevlâna'nın vasiyeti üzerine
Sadreddin Konevî kıldıracaktı. Ancak Sadreddin Konevî çok sevdiği Mevlâna'yı
kaybetmeye dayanamayıp cenazede bayıldı. Bunun üzerine, Mevlâna'nın cenaze
namazını Kadı Sıraceddin kıldırdı.
Hz. Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş
günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine yani Allah'ına
kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi
manasına gelen "Şeb-i Arûs" diyordu ve dostlarına ölümünün ardından
ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu.
***
Yazdığım
kitapta anlattım. Benim karşı cinse olan aşkım şimdi ilahi aşka döndü. Beşeri aşkın
ilahi aşka ulaşmaya vesile olması ile Hz. Mevlana’ya atfedilen bir menkıbe:
Bir gün bir genç, Hz. Mevlana’nın kapısına gelip; “Beni müridliğe
kabul buyurun efendim” diyerek niyazda bulunur. Hz. Mevlana gence bakar ve “Hiç
aşık oldunuz mu evladım?” diye sual eyler. Genç şaşkın bir halde ne diyeceğini
bilemez.
Hz. Mevlana, müridliğe kabul edilmesi için önce bir kulu sevmiş
olması gerektiği söyler ve genci geri gönderir. Genç ne yapacağını bilemez bir
hal içinde ertesi gün tekrar tekkenin kapısını çalar ve isteğini yeniler. Hz.
Mevlana sualinde ısrarlıdır ve genci tekrar geri gönderir.
Üçüncü gün genç dayanamaz ve Hz. Mevlana’ya bu isteğinin hikmetini
sorar.
Hz. Mevlana mütebessim bir çehreyle müride döner ve:
“Bir kulu dahi sevmekten aciz olan,
Nasıl Yüceler Yücesi
ALLAH’a aşık olmaya yol bulur?
Bir kulun ateşine yanmamış
gönül,
Yüceler Yücesi’nin Aşkını
nasıl bilsin de yansın?
SEV de GEL Evladım, SEV de
GEL …
Hz. Mevlana’nın vuslat
yıldönümünde toplum olarak kaybettiğimiz SEVGİ‘yi geri kazanmanın bir yolundan
bahsedeceğiz. Bu, kitabımda olan bir bölümdür.
Rahmetli Kayahan’ın dediği
gibi deriz ki; Yolu sevgiden geçen herkesle birgün biryerlerde buluşuruz… Aşk ola…
Zaten hepimizin bildiği şu
hadis üzerinde düşünelim mi?
Ebu Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resülullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Canım kudret elinde
olan Allah'a yemin ederim ki sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz.
Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde
birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız!"
(Müslim, îman 93-94. Ayrıca
bk.Tirmizî, Et'ime 45, Kıyamet 56; İbni Mace, Mukaddime 9, Edeb 11)
Sevgili Peygamberimiz, İslam'a göre her işin başı ve ahiretin
yegane geçer akçesi olan iman ile sevgi
arasındaki bağı en çarpıcı biçimde bu hadisinde dile getirmiş
bulunmaktadır.
Konunun ehemmiyetine binaen yemin
ederek söze başlamış ve önce kesin bir gerçeği, imansız cennete
girilemeyeceğini haber vermiştir.
Sonra da cennete
girebilmenin vazgeçilmez şartı olan imanı elde edebilmek için mü'minlerin
birbirlerini sevmeleri gerektiğini, aynı kesinlikle ve aynı açıklıkla
bildirmiştir:
"Birbirinizi sevmedikçe
iman etmiş olmazsınız!"
Bundan şu sonuç çıkmaktadır: İman,
nasıl cennete girebilmenin, vazgeçilmez şartı ise, mü'minleri sevmek de tam ve
kamil bir imana sahip olabilmenin biricik şartıdır.
Mü'min, kendisiyle aynı imanı paylaşan herkesi, ırkına, rengine,
yurduna ve diline bakmaksızın sevecek, onlara karşı muhabbet ve sorumluluk
duyacaktır.
Müslümanları, tasa ve kıvançlarını paylaşma, dertlerini dert edinme
seviyesinde sevgi ve ilgiye layık bulmanın tabiî sonucu onlarla selamlaşamaz
hale gelmemektir.
Selam, müslümanlar arasında
oluşacak sıcak ilgi ve alakanın mukaddimesidir.
Müslümanlar selam ile tanışır, bilişir ve sevişirler. Onları aynı
inanç çizgisinde birleştiren, bir anda kalbî duygularla birbirlerine bağlı
olduklarını hissettiren sihirli kelime
selamdır.
Sevgili Peygamberimiz SAV, sadece tesbit ve teşhis ile kalmaz, mutlaka
tedavî yollarını da müslümanlara gösterir. Bu hadîs-i şerîfte de onun böyle bir
uygulamasını görmekteyiz.
Müslümanlar arası ilişkilerin sevgi düzeyine çıkarılabilmesi için
nereden başlanması gerektiğini, "Yaptığınız
takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi, aranızda selamı
yayınız!" sözleriyle ortaya koymuş bulunmaktadır.
Artık sonuç belli, vasıta belli, o vasıtayı elde edebilmek için
gereken sermaye (sevgi) belli, o sermayeye ulaşmak için atılacak ilk adım da
bellidir. Ötesi müslümanlara kalmıştır.
Cennet-iman-sevgi-selam
irtibatı, konumuz olan sevginin önem ve yerini göstermesi bakımından
başkaca hiçbir söze ihtiyaç bırakmayacak kadar açıktır.
Yazıyı Yunus Emre
hazretlerinin dörtlükleriyle bitiriyoruz:
Ben gelmedim dava için,
Benim işim sevgi için
Dost'un evi gönüllerdir,
Gönüller yapmağa geldim
***
Gelin tanış olalım,
İşi kolay kılalım,
Sevelim sevilelim,
Dünya kimseye kalmaz
Allah bizleri sevgisiz bırakmasın...
Celalin Penceresinden
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder