28 Ağustos 2013 Çarşamba

Engelliler Namazdan muaf mı?


Engelliler Namazdan muaf mı?

 

   Defalarca anlattım çoğunuz artık biliyorsunuz. Ben yirmi yaşında hastalandım. Hastalığım sürekli ilerliyor. Şu an kırk yaşındayım ve onbeş yıldır tekerlekli sandalyedeyim.

 

    Hayatımı anlattığım kitapta anlattım biliyorsunuz. Ben 2002 de Kuran’ın Türkçe mealini okuyarak tabiri caizse hidayete erdim. Ve 2005’te beş vakit namaza başladım ve hamdolsun sekiz yıldır namazımı kılıyorum. (2013)

 


 

   Emekli olunca memleketimiz Konya Ereğli’den bir ev aldık. Yazları dört ay Ereğli’de kalıyoruz. Babamla beraber akülü sandalyemle Cuma günleri Ereğli’nin tarihi Ulu Camisine Cuma namazlarına gidiyoruz.

 

   Geçenlerde Cuma namazından çıkınca Ulu Caminin imam odasında Ereğli müftüsü sevgili Yusuf Eseroğlu hocamızla oturduk, sohbet ettik.

 


   Engelli olmana rağmen namazını kılıyorsun, Kardeşim seni tebrik ederim, dedi. Hocam, dedim, Engelliler namazdan muaf mı?

 

    Ahh Celal kardeşim, sağlıklı insanlar namazını kılmazken, sen beş vakit namazını kılıyorsun diye tebrik ettim.

 

Namaz kılmak engelli ve sağlıklı aklı başında olan bütün insanlara farzdır.

 

    Kuran-ı Kerim’de Cenab-ı Hak yetmişten fazla ayeti kerime’de namazı emretmiştir. Ve engelliysen, hastaysan namazını kılmana gerek yok diye hiç bir ayet yoktur.

 

   Ama şu vardır ki, engelli veya hastayken namaz kılmanın çok kolaylıkları vardır. Sen teyemmüm abdesti ile tekerlekli sandalyede namazını kılıyorsun. Değil mi? Dinimizde bahane aramak yoktur, kolaylık vardır.

 

    Siz engelliler zor şartlarınıza rağmen namazınızı kılıyorsunuz ya, sizler normal sağlıklı insanlar -ın kıldığı namazlardan aldıkları sevaptan- daha fazla sevap alıyorsunuz.

 

   Mesela biri engelli, biri sağlıklı iki işçi aynı işte çalışıyorlar. Devlet engelliye zorluklara rağmen -evde oturmayıp- çalıştığı için erken emekli olma hakkı vermiştir.

 

    Sen de onaltı yıl zorlukla çalıştın ve devletimiz sana sanki otuz yıl çalışmışsın gibi emekli olma hakkı verdi. Değil mi Celal kardeşim?

 

    İnsanlar engelliye böyle haklar verirse, Allahu Teala zorluğuna rağmen ibadetine devam eden imanlı kullarına daha çok mükafat vermez mi?

 

    Bir rahatsızlığı yüzünden ayakta namaz kılmakta zorlanan ve nasıl namaz kılacağını soran bir sahabeye Peygamberimiz (S.A.V.) :

 

“Namazını ayakta kıl, eğer buna gücün yetmezse oturarak, buna da gücün yetmezse yaslanarak kıl.” buyurmuştur.

 

   Yani hastayız ve özürlüyüz diye namazı kılmamaya asla cevaz vermemiştir.

 

   Yusuf hocam ben engelliyim diye dünyadaki bu imtihandan muaf değilim değil mi?

 

Biz engelliler de bazen şeytan ve nefsin tuzaklarına kapılıyoruz. Fakat hemen vakit giriyor, namaz imdadıma yetişiyor.

 

   Evet aferin Celal kardeşim, bak zaten Cenâb-ı Hak buyuruyor:

   “…Namazı da dosdoğru kıl! Gerçekten kâmil mânâda kılınan namaz, fahşâdan (çirkinlik, edebsizlik, fuhşiyâttan) ve münkerden (dînin ve akl-ı selîmin tasvib etmediği herşeyden insanı) men eder.” (Ankebut suresi, 45.ayet)

 

    İslâmın beş şartından ikincisi namaz kılmaktır. İnsanların ilk görevi, Allah'ın varlığına ve birliğine, Hazreti Muhammed SAV'in peygamberliğine inanmaktır.

 

    Yani İmandan sonra farzların en önemlisi namazdır. Beş vakit namaz, hicretten bir buçuk yıl önce Mîrac gecesinde farz kılınmıştır. Geçtiğimiz günlerde miraç kandilini idrak ettik. (5 haziran 2013)

 

   Namaz, rûhu temizleyen, kalbi aydınlatan, insanı Allah'ın huzuruna yükselten bir ibadettir. Peygamberimiz SAV şöyle buyurmaktadır: “Namaz mü’minin miracıdır.”

 

    Yusuf Eseroğlu hocama teşekkür edip camiden çıkacağımız sırada yine bizi müftülüğe davet etti. Önceki yazılarımdan birinde ( http://celal1973.blogspot.com/2013/01/buyuklerde-buyuklugun-alameti-tevazu.html )
 
Müftü bey’in mütevaziliğinden bahsetmiştim. Aynı şeyi tekrarladı:

 
 


   Kardeşim, sen müftülüğe çıkamazsın ama ben aşağı inerim. Allah razı olsun.

 

   Allah hepimizi namazını dosdoğru kılan salih kullarından eylesin...

 

Celal Çelik              Ankara  ( Konya-Ereğli )

 

25 Ağustos 2013 Pazar

Hayatın emeklilik primi...


Hayatın emeklilik primi...

 

Sigortalı bir işte çalışan her insanın maaşından sigorta primleri adı altında paralar kesilir bilirsiniz. Bizim maaşımızdan kesilen bu paralar ile emekli olmuş insanların emekli maaşları ödenir.  

 

Aslında yıllarca maaşımızdan belli miktar kesilen bu paralar, kendi emekliliğimize bir yatırımdır.

 

Allah insanları dünyaya gönderirken herkese bir sermaye vermiştir. Bu sermaye ömür dakikalarıdır.

 

Namaz bir yatırımdır. Beş vakit namaz, abdestle birlikte günde yaklaşık sadece bir saatimizi alır.

 

Kalan 23 saat vaktimizi dünya işlerine harcayabiliriz. Yani günlük ömür sermayemizin sadece 24'te birini ahirete prim olarak yatırıyoruz.

 

Yeni kanuna göre herhalde 60-65 yaşında emekli olacağız. Kimbilir belki de otuz sene boyunca çalıştığımız süre sonunda maaşımızdan kesilen primler ile 15-20 yıl emekli maaşı alabileceğiz. Sonra ölüm ansızın kapıyı çalacak.

 

Ahiret hayatında ise, dünya hayatında yatırdığımız primlere göre sonsuz emeklilik hayatı var. Katrilyonlarca yıl cennet hayatı...

 

Tabi ki herkes ebedi genç, ölümsüz ve çalışmak yok, herşey bedava...

 

Dünyada, otuz yıl prim ödeyerek en fazla 15-20 yıl emeklilik...

 

Ahirette ise, dünyada yaşarken yapılan ibadetler ile sonsuz (katrilyon sayısı bile az) bir emeklilik.

 

Bazen dünyaya ve günahlara öyle dalıyoruz ki dünyaya niye geldiğimizi unutuyoruz. Lanet şeytanın hilelerine kapılıp günahlar işliyoruz.

 

Sonunda pişman olduğumuzda ise şeytan yine vesveseye devam eder. Bunca günahından sonra biraz zor affedilirsin diye vazgeçirmeye çalışır tövbemizden.

 

Oysa Allah, Kuran'da yüzlerce ayette ve Peygamberimiz SAV yüzlerce hadisinde tövbe edenlerin affedileceği müjdesine rağmen yine nefsimize uyuyoruz.

 

Peygamber Efendimiz SAV buyuruyor ki:

(Hak teâlâ buyurdu ki, kulumun, günahı göklere kadar yükselse, benden ümit kesmeyip, af dilerse affederim.) [Tirmizi]

 

 

Cenab-ı Hak buyuruyor ki:

 

"De ki, ey çok günah işlemekle haddi aşan kullarım, Allah’ın rahmetinden [bizi affetmez diye] ümidinizi kesmeyin!

Çünkü Allah, [iman ehlinin] bütün günahlarını hiç şüphesiz affeder.

Elbette O, sonsuz mağfiret ve nihayetsiz merhamet sahibidir." 

[Zümer SURESİ, 53.AYET]

 


Hadi hayatımıza temiz bir sayfa açalım. NAMAZA başlayalım.

Geçen gün ömürdendir.

 

Celal Çelik              Ankara  ( Konya-Ereğli )

 

 

21 Ağustos 2013 Çarşamba

Ne merhametli bir Peygamberimiz var.


Ne merhametli bir Peygamberimiz var.

 


 

İslam dini tamamen sevgi ve muhabbete dayanır. Özünde sevgi olmayan ibadet ve iyilikler sayılmaz diye düşünüyorum.

 

Allah'ın Kuran’da dediği gibi dinde zorlama yoktur. O halde mecburiyetten değil de severek ibadet yapmalıyız.

 

Yüce Allah'ın Kuran’da dediği gibi :

“De ki; “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok merhametli ve bağışlayıcıdır.”

(Al-i İmran suresi, 31. ayet)

 

Yani Peygamber Efendimiz’(sav)i sevmedikçe ve tabi olmadıkça (uymadıkça) gerçek iman etmiş sayılmayız.

 

Bazen düşünüyorum da, Hz. Adem’den bugüne kadar dünyada milyarlarca insan yaşadı ve öldü. Ve pek çok iz bırakan insan oldu.

 

Acaba insanlık tarihi Hz. Muhammed SAV gibi bir insan gördü mü?

 

Doğduğu günden öldüğü güne kadar, peygamberlikten önceki yaşamından özel yaşamına, aklınıza gelebilecek herkonuda hayatı didik didik incelenen bir insan yaşadı mı şu yeryüzünde..?

 

Yaşamı her bakımdan incelendi ama akla, mantığa ve dine aykırı en küçük ayrıntı bulunamadı. Ve bulunamaz çünkü O'nu Allah terbiye etmişti.

 

Hiçbir zaman okul, kitap yüzü görmeyen birinin, bugün bile birçok bilim adamının sözlerine hayran oluşu, O'nun ilahi eğitimden geçtiğinin küçük bir kanıtı değil midir?

 

Evet acaba, Allah dünyaya Hz. Muhammed’i SAV göndermeseydi ne olurdu?

 

İnsanlar ölümden sonraki hayatın varlığını bilemeyeceklerdi. Güzel ahlak, adalet ve merhametten yoksun olacaklardı.

 

1400 yıl önce Peygamber Efendimiz gelmeden önce kız çocuklarını diri diri gömen topluluk dahada azgınlaşarak dünyayı yaşanmaz hale getireceklerdi…

 

Her peygamberin kabul edilmiş bir duası vardır. Mesela Hz. Nuh'un AS “Nuh 'Rabbim, yeryüzünde kafirlerden yurt edinen hiç kimseyi bırakma' dedi.” (Nuh suresi, 26. ayet) duasıyla dünya kısmen kıyameti yaşamıştır.

 

Ve Allah'a sonsuz hamdolsun ki Peygamber Efendimiz SAV “Ben duamı mahşerde ümmetimin affı için kullanacağım“ demiştir.

 

Ne merhametli bir Peygamberimiz var. Sana şükürler olsun Allah'ım...

 


Celal Çelik              Ankara  ( Konya-Ereğli )

 

18 Ağustos 2013 Pazar

İyileşsem Engelli biriyle evlenirdim


İyileşsem Engelli biriyle evlenirdim

 

   Biliyorsunuz ben Friedreich Ataksisi hastası bir engelliyim. Yaklaşık 1998 ten beri tekerlekli sandalyedeyim.

 


Peygamber Efendimiz SAV diyor ki:

"Ey  Allah'ın kulları tedavi olunuz. Çünkü Allah yarattığı her bir hastalık için mutlaka şifasını yada devasını (ilacını) yaratmıştır. Ancak ihtiyarlık müstesnadır." (Tirmizi)

 

   Tıp her gün ilerliyor, araştırmalar yapılıyor. Eğer günün birinde hastalığımın ilacı bulunsa ve ben sağlığıma kavuşsam ne yaparım biliyor musunuz?

 

   Peygamberimizin SAV evleneceklere tavsiyesi güzellik, zenginlik, soy değil, önceliği “Güzel Ahlak”a verin olmuştur.

 

   Dindarlık, dürüstlük, namaz kılmak, öfkesini yutmak, kırıcı söz söylememek, vefa, sadakat, vs... bunlar hep güzel ahlak sahibi olanların özellikleridir.

 

Ben iyileşsem güzel ahlaka sahip biriyle evlenirim evet ama hele de bu güzel ahlaka sahip kişi engelliyse nur ala nur olur. Neden mi?

 

Kuran’da anlatılan Hz Hızır ile Hz Musa’nın hikayesini bilmeyen yoktur. Hani Hızır AS garibanların gemisini deliyordu. Musa AS itiraz etmişti. Ve hikayenin sonunda Hızır AS gemiyi delmekle aslında o garibana iyilik etmiş oldum, der.

 

Bunun sebebini şöyle açıklar. Geminin varacağı yerde bir zalim vardı. Bütün sağlam gemilere el koyuyordu. Gemiyi deldim ki gemi kusurlu olsun, böylece garibanın gemisi kurtulsun, der.

 

Allah engellileri yaratmasında pekçok hikmet vardır. Engelli olmak bir sabır ve şükür imtihanıdır. Ama engellilerle ilgili sitelerde tanıştığım pek çok engelli kardeşim evet isyan etmiyorlar fakat malesef şükürden uzaklar.

 

Akrabalarım dahil çevremdeki pek çok sağlıklı insanların ve o engelli arkadaşlarımın şükretme açısından pek farkları yok.

 

Hepsinde namaz, oruç yok, uyduruk televizyon programlarını seyretme var, kitap okuma yok, sigara var, haset, kin, yalan var... vs...

 

Ukrayna’da engelli bir hıristiyan arkadaşım var. Her gece dua ediyor, haline hep şükrediyor, her hafta kiliseye gidiyor.  

 

Aslında söylemek istediğim şu:

Allah evet insanları sabır ve şükür imtihanı olarak engelli yapıyor. Fakat Allah’ın bazı sevdiği kullarına engellilik vermesinin hikmetlerinden biri şudur:

 

Allah, bazı kullarını doğuştan güzel ahlaklı yarattığı için, Allah onlara, -Hızır AS’ın gemiyi delmesi misali- engellilik veya bir kusur verip o sevdiği kulunu kötü insanların şerrinden koruyor.

 

Çevrenizde görmüşsünüzdür. Bazı saliha dindar, nuryüzlü, sevgi dolu kadınlar var ki kocaları kaba, küfürbaz, karısını döven ve alkolik...

 

Adam o saf kadını ne yapıp edip kandırıyor ve evleniyor. Bazen de tam tersi oluyor. Melek gibi güzel ahlaklı bir yiğit, bir cadıyla evleniyor...

 

Tabi Allah onları da öyle bir kader çizerek imtihan ediyor ki sabır edenlerin çok sevap kazanmasını istiyor.

 

Allah güzel ahlaklı iyi kullarına engellilik vererek hem kötü insanlardan koruyor, hem de sabır ve şükürle cennetteki makamları yükselsin istiyor.

 

Aslında baştan beri anlatmak istediğim şey, evleneceklere güzel ahlaklı olanı tercih edin ama bu güzel ahlaklı kişi ENGELLİ biri de olabilir, demektir.

 

Engelli kişiye bakan kişi cenneti kazanmaya daha yakındır. Mesela beni banyo, tuvalete götüren babamın, yemeğimi hazırlayıp yediren annemin kıldığım namazlardan aldığı pay büyüktür.

 

Burada yanlış anlaşılmasın. Ben o güzel ahlaklı kulllardan değilim. Ben bazen namazlarımda öyle ağlıyorum ki, Allah’ım öyle günahkarım ki beni cehenneme atsan haklısın ama sen affedicisin, beni affet diye gözyaşına boğuluyorum.

 

Yalnız şuna inanıyorum ki, Allah beni bir kıza aşık etti, yıllarca o aşkın hayaliyle yaşadım. Sonra bana engellilik verdi ki zamanla o aşk ilahi aşka dönüştü elhamdülillah. Bu imanımı engelli olmama borçluyum.

 

Mezhebimizin kurucusu İmam-ı Azam Ebu Hanefi’nin babası Sabit’in hikayesini duymuşsunuzdur. Hani ırmakta bulduğu bir elmayı ısırdığı için bahçenin sahibinden hakkını helal etmesini ister.

 

Bahçe sahibi gördüğü böylesine dindar güzel ahlaklı Sabit’e en son der ki:

- Benim çok dürüst, namuslu, namazında niyazında bir kızım var. Fakat kızımın elleri tutmaz, ayağı yürümez, gözleri görmez, kulağı da duymaz. Eğer onunla evlenmeyi kabul edersen sana hakkımı helâl ederim demiş

 

Bunca kusuru olan bir kızla evlenmek doğrusu çok zor bir şey olduğu için, bu teklif Sâbit’e pek ağır gelmiş. Ama üzerinde bir kul hakkı olduğunu bile bile yaşamak, bu durumda ölmek, Allah’ın huzuruna kul hakkıyla varmak Sâbit için daha kötü bir durummuş.

 

Biliyormuş ki, Allah’a ortak koşmak affedilmiyor, bir de kul hakkı. Kul hakkına Allah karışmıyor, bu hakkın affını hakkı yenen kula bırakıyor. Ya kul affetmezse ne olacak ? Bunları düşünerek Sâbit boyun bükmüş ve :

- Peki, kabul ediyorum, yeter ki, bana hakkınızı helâl edin demiş.

Bir kaç gün içinde sade bir tören yapılarak Sâbit bahçe sahibinin kızıyla evlenmiş. Akşam olup ta zifaf odasına girince, karşısında dünya güzeli bir kızın ona gülümseyerek baktığını görmüş.

 

Telaş ve şaşkınlıkla : “Eyvah, yanlış odaya girmişim” diyerek dışarı fırlamış. Karşısına kayınbabası çıkmış. Sâbit, yüzünün alı al, moru mor heyecanlı bir sesle :

- Özür dilerim, ben yanlış odaya girmişim demiş. Kayınbabası ise :

- Yok, yanlış oda değil oğlum. O kız benim kızımdır demiş.

- Olabilir ama, bu kız bana anlattığınız kızınız değil. Söylediğiniz kusurların hiçbirisi onda yoktur.

Kayınbabası gülümseyerek şöyle söylemiş :

- Sana söylediğim sözler gerçek anlamda değil, mecâzi anlamda idi ey oğul. Kızımın elleri tutmaz sözü ile ; o, dinin helâl saymadığı hiçbir şeye dokunmaz demek istedim.

 

Ayağı yürümez demekle ; kızımın meşru olmayan hiçbir yere ayak basmadığını anlatmaya çalıştım. Yabancı erkeklere bakmadığını, onlarla ilgilenmediğini anlatmak maksadıyla da gözlerinin görmediğini söyledim.

 

Kulağı duymaz dediğimde de ; dedikoduya hiç iltifat etmediğini anlatmak istedim.

 

Ben hamdolsun ki, hayatımda hiç haram yemedim, çocuklarıma da yedirmedim. Benim kızım her bakımdan mükemmeldir. O sana, sen de ona layıksınız. Allah sizi bahtiyar (mutlu) eylesin. Haydi eşinin yanına git, o sana, sen ona helâlsin demiş.

Bu sözleri duyan Sâbit bütün sıkıntılarını unutmuş, sevgili ve değerli hayat arkadaşının yanına gitmiş. İşte bu mutlu evlilikten büyük âlim İmâm-ı Âzam Ebu Hanife meydana gelmiştir.

 

Güzel ahlaklı Engelliler -bahçe sahibinin anlattığı gibi- günah işlemekten korunmuşlardır.

 

Bahsettiğim o şükürsüz engelliler değil, güzel ahlaklı engellilerdir.

 

Biliyorsunuz evlenmek sünnettir. Peygamberimiz evlenen dininin yarısını kurtarmıştır, diyor. İşte iyileşsem neden güzel ahlaklı engelli biriyle evlenmek istediğimi anladınız değil mi?

 

Bu yazımda sağlıklı olup evlenecek gençlere acizane bir tavsiye olarak ENGELLİ birini de tercih edebileceklerini hatırlatmak istedim.

 

Celal Çelik              Ankara  ( Konya-Ereğli )

 

14 Ağustos 2013 Çarşamba

İnsan Engelli De, Sağlıklı Da Olsa Şükretmelidir


İnsan Engelli De, Sağlıklı Da Olsa Şükretmelidir

 

   Bildiğiniz gibi bende dengesizlik hastalığı var. Tekerlekli sandalyedeyim. Sadece iki kişi kolum ve belimden desteklerse beş-altı adım atabiliyorum. (dum. 2009 dan beri belden aşağımda hiç güç kalmadı.) Sürekli oturuyorum.

 

Gece yatarken bile sağdan sola dönemiyorum. Buna rağmen ben sürekli halime şükrediyorum. "Elhamdülillah Allah'ım bugünüme çok şükür" diyorum.
 

 

   Bunun nedeni her zaman çevremdeki birçok hasta ve engellileri kendimle karşılaştırmamdır.

 

   Görme özürlü birisi renkleri, ırmakları, denizi, doğa manaralarını, insanları, kuzuları, kedileri (vs.) göremez.

 

   Sağır ve dilsiz birisi annesinin sesini duyamaz ve ona anne diyemez. Ayrıca müzik dinleyemez. Ona şimdi uzaklardasın şarkısını işaretle anlatabilir miyiz ?

 

   Diyalize giren bir böbrek hastası acaba sıcak yaz günü bir litre şişe suyu kafaya dikip içebilir mi? Kenarından yağlar akan bir adana kebap yiyebilir mi?

 

   Kendi başına tuvalete gidememeyi felçli birine sorun. (Bunu bende yapamıyorum.)

 

   Dondurmalı baklava yiyememeyi şeker hastası bir çocuğa sorun.

 

   Halı sahada top oynayamamanın ne olduğunu bacağı olmayan bir güneydoğu gazisine sorun.

 

   Konuşma zorluğu çeken bir öğrenci derste tahtaya kalkınca yaşadığı psikoloji anlatılmaz.

 

   Özgürce yemek yiyebilmeyi, bisiklete binmeyi, resim çizmeyi, bilgisayar kullanmayı eli ve kolu olmayan bir gence sorun...

 

   Bu maddeleri sayfalarca yazmak mümkün. Allah eğer dileseydi herkesi mükemmel bir sağlıkla yaratabilirdi. O zaman sağlığın kıymeti anlaşılmayacaktı.

 

   Nasıl ki gece gündüzün, kış yazın, siyah beyazın kıymetini anlatıyorsa hastalıklar da sağlığımıza şükretmemiz gerektiğini hatırlatır.

 

   Bu dünya bir imtihan dünyası olduğundan engellileri yaratmasında aslında siz sağlıklılara da biz engellilere de ibretler vardır.

 

   Ben yukarıda sayılanlardan sadece birkaç tanesini yapamıyorum. Her an kulaklığımla müzik dinliyorum ve güzellikleri görüyorum.

 

   Allah hiçbir kuluna taşıyamayacağından fazla yük yüklemediğini Kuran'da belirtmiş. (BAKARA 286) Hem görmeyen hem de sağır birisi varsa bile çok nadirdir. Eminim o da insanlara bir çok yönden ibret olması içindir.

 


   Ben nasıl şükretmeyeyim ?

   Yarabbi hamdolsun bugünüme. Şükrümü arttır......

Amin

 

Celal Çelik              Ankara  ( Konya-Ereğli )