25 Haziran 2018 Pazartesi

Mesnevi Okumaları – 28 – Başkasında Kusur Görmemenin İlacı


Mesnevi Okumaları – 28 – Başkasında Kusur Görmemenin İlacı

 

Merhaba sevgili gönül dostlarımız,

Yüce Allah’tan hayırlarla dolu güzel bir HAFTA geçirmenizi niyaz ederiz.

 

Allah'ın, Resulünün SAV ve de sevdiklerinin selam ve bereketi üzerinize olsun.

 


Efendim bu hafta yine Hz Mevlana’nın asırlardır Hak aşıklarının gönlüne ılık meltemler estiren Hikmet pınarı bir Kuran tefsiri olan eşsiz eseri Mesnevi’den alıntılara devam ediyoruz.

 

Şimdi yine sözü çok uzatmadan 28. Mesnevi yazısına başlamak istiyoruz:

 

 

KENDİ AYIBINI GÖRENE NE MUTLU !

 

Bir Hindlinin kendisini de uğraştıran, kendisinin de başına belâ olan bir iş yüzünden, arkadaşı ile kavga etmesinin hikâyesi

 

® Dört Hindli müslüman bir mescide girdiler. İbâdet etmek için rukûa vardılar, secde ettiler.

 

® Her biri niyet etti, tekbir getirdi. Kendi noksanlarının, hatalarının idrâki içinde, hulûs ile candan yakararak namaza başladılar.

 

® Bu sırada mescidin müezzini geldi. Namaz kılan Hindlilerden biri, kendisinin namazda olduğunu unutarak; "Ey müezzin!" dedi "Ezanı okudun mu? Yoksa daha vakit var mı?"

 

® Öbür Hindli de namaz içinde olduğu hâlde; "Sus be kardeşim; söz söyledin, namazın bozuldu." diye söylendi.

 

® Üçüncü Hindli ikincisine; "Amca!" dedi. "Ona ne kusur buluyorsun? Sen de söz söyledin; sen kendine bak; öğüdü kendine ver!"

 

® Dördüncüsü; "Allah'a hamdolsun ki, üçünüz gibi ben kuyuya düşmedim, yâni ben konuşarak namazımı bozmadım." dedi.

 

© Böylece dördünün de namazı bozuldu. Şunun bunun hatasını, ayıbını görüp söyleyenler, ayıbı olanlardan daha çok yol kaybederler, sapıklığa düşerler.

 

® Kendi ayıbını gören can, ne mutlu bir candır. Bir kimse birinin ayıbını görse, onu kendi satın almış olur.

 

 

BAŞKASINDA KUSUR, AYIP GÖRMEMENİN İLACI

 

© Çünkü insanın yarısı, yâni nefsi ve maddî yönü, ayıplık ve kusur âlemi olan bu dünyadadır. Öbür yarısı, yâni ruhanî ve manevî yönü ise, gayb âlemindedir.  ;

 

® Mademki senin başında nefsanî huylardan ve hayvanî ahlâktan bir çok manevî hastalıklar vardır, merhemini kendi başına sürmen gerektir.

 


® Kendi kusurlarını görmek, kendini ayıplamak, o ayıbın merhemi ve ilacıdır. Bir kimse işlediği suçlarla kırık ve dökük bir hâle gelir ve öyle olduğuna tam olarak vicdanen inanırsa, "Bir kavmin azîzi zelîl olursa ona acıyın!" hadisini yaşamış olur.594

 

Mesnevi’nin Farsçadan dilimize çevrilmiş en güzel tercümesi olan bu kitapta Sertarik Mesnevihan Hz. Şefik Can (1909-2005) dedemiz bu beyitle ilgili sayfanın altına şu dipnotu yazmış:

 

594 Bir hadîs-i şerîfte şöyle buyrulur; "Üç kişiye acıyın: Biri. bir kavmin eşrafından, yâni ünlü kişilerinden iken, hakîr olana, alçalana; bir kavmin zengini iken fakir, yoksul düşene; üçüncüsü de bilgisizler elinde oyuncak olan bilgine!" Mesnevi Şerhi, c. II, s. 239.

 

© Bir müminde gördüğün kusur ve ayıp sende yok ise, emin olma, kendine güvenme! Olabilir ki, o ayıbı sen de işleyebilirsin; senden de o ayıp halka yayılır.595

 

Yine Şefik Can dedemiz sayfanın altına bu beyitle ilgili şu dipnotu yazmış:

 

595 Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: "Bir kimse din kardeşini bir günah dolayısı ile ayıplarsa, ölmeden evvel mutlaka o günahı işler. Yâni kardeşini bir ayıpla kınayan, o ayıp işi işlemeden ölmez!" Canıi'u's-Sağîr, c. II, s. 161.

 

® Cenâb-ı Hakk'ın "Korkmayın, emîn olmayın!" hitabını işitmedin mi? Şu hâlde neden kendini emîn ve hoş görmedesin?596

 

Yine Şefik Can dedemiz sayfanın altına bu beyitle ilgili şu dipnotu yazmış:

 

596 Salih, zâhid bir kişinin günah işlemeye müptelâ olması ihtimali vardır. Bundan dolayı azîz Peygamberimiz Efendimiz; "Allahım; sarıldıktan sonra çözülüp bozulmaktan sana sığınırım!" diye duâ etmişlerdir. İnsanın salâh-ı hâl elde ettikten sonra azıtması da mümkündür. Kur'ân-ı Kerim'in A'râf Sûresi'nin 99. âyetinde de bu hususa işaret edilmiştir.

 

® Şeytan yıllarca iyi bir adla ömür sürdü. "Azâzil" diye melekler arasında azîz ve muhterem tutuldu. Fakat sonra rezil ü rüsva oldu. Bak da gör; adı ne idi ne oldu?

 

® Onun yüceliği, azîzliği dünyaya yayılmıştı. Derken işler tersine döndü. Kötülükle, alçaklıkla ün saldı. Eyvah ona, vâh onun hâline!

 

® Sen de kendinden emîn olmadıkça tanınmayı, meşhur olmayı isteme! Yâni şöhret peşinde koşma, korkudan yüzünü yıka, kurtul da, sonra herkese yüzünü göster!

 

 

DÜŞÜNCELER

 

Hz. Mevlanamız, Mesnevi’nin 2. Cildinin bu bölümünde Başkasinda kusur, ayıp görmenin aslında kendimize döneceğini bozulan namaz örneğiyle ruhlarımıza nakşetti. Allah ondan razı olsun.

 


Şefik Can dedemizin tercümesinden alıntılar yapmama izin veren, Rahmetli Şefik Can Hocamızın talebesi, yaşayan son Mesnevihan sevgili Hayat Nur Artıran Hanımefendiye çok teşekkür ederiz.

 

Bu yazıdan tek gayemiz Allah rızası için faydalı olmak inşallah.

Cenabı Allah Mesnevi’yi okuyup anlamayı ve uygulamayı cümlemize nasip etsin.

 

 

Celalin Penceresinden

 

 

18 Haziran 2018 Pazartesi

Tasavvufta Aşk


Tasavvufta Aşk

 

Merhaba sevgili gönül dostlarımız,

 

Allah'ın, Resulünün SAV ve de sevdiklerinin selam ve bereketi üzerinize olsun.

 

Evet ömür su gibi geçiyor. Teravihsi, sahuruyla bir ramazanı geride bıraktık. Rabbimiz bir ay nefsi açlıkla terbiye ettirdi, sonunda üç gün bayram verdi, o da geçti.

 

Yeni bir haftaya başlıyoruz. Bu hafta nasıl bir yazı yazsam diye düşünürken aşk konusu aklıma geldi. Geçtiğimiz aylarda internette rastladığım yazıyı Sevdiğim Yazılar blogumda yayınlamıştım.

 


Bu güzel yazıyı okuyalım sonrasında kısa bir değerlendirmem olacak.

 

TASAVVUFTA AŞK – Edebiyatist Dergisi

“Aşk öyle bir ateş ki, yandığı zaman Maşuk’tan başka her şeyi yakar.”

Yaradılışın özü ve de mevcudiyetimizin sebebi aşk değil midir? Âlemlerin rabbi Allah, “Ben gizli bir hazine idim bilinmeyi, sevilmeyi istedim,” demiş ve kâinatı yaratmıştır. İnsanoğlunun çoğalması yüreklere düşen aşk ateşi ile süregelmektedir ve de kâinata değin gerçek aşkı aramakla devam edecektir.


Tasavvufta aşk yaratıcıya duyulan muhabbettir, özlemdir. Mutasavvıflara göre beşeri aşk, ilâhi aşkın yeryüzüne yansımasından ibarettir. Ve aslında yaşanan her aşk adım adım yaratıcı aşkına yol almak ve belki de farkında olmadan bu aşk arayışı ile Allah’a yaklaşmaktır.

 

Aşk varlığın mayasıdır. Aşkın en üst kademesi ise Allah sevgisi, Allah aşkıdır.

 

İnsan faniye duyulan aşkta kararlı, vefalı ve de sadık ise bu dünyasal aşk onu eninde sonunda gerçek sevgiye, ilâhi aşka götürecektir. Tıpkı Mecnun’un Leyla’nın aşkı ile yola çıkıp sonunda Mevla’nın aşkına ulaştığı gibi varılacak yer gerçek aşktır.


Mecnun, Leyla’ya sevgisinden deli-divane olur. Çöllere düşer. Gözleri Leyla’ya benziyor diye, çölde ceylanlarla arkadaş olur. Bir gün bulunduğu yere bir köpek gelir. Kimse ilgilenmezken, Mecnun köpeğe büyük ilgi gösterir. Niye böyle yaptığını sorarlar, “Siz bilmiyorsunuz, bu köpek Leyla’nın diyarından gelmiştir” der.

 

Öyle bir zaman gelir ki, Leyla’yla bir araya geldiğinde, “Hayır,” der, “Leyla sen değilsin. Sen yürü git, Leyla ki ben Mevla’yı buldum,” der. Böylece kendisindeki mecazî aşk, gerçek aşka inkılap eder.

Hz. Yunus Emre’ye, “Bana Seni gerek Seni” dedirten de, aynı ilâhi aşktır. Hz Yunus Emre ve Hz. Mevlâna gibi Hak aşığı olan zatlar, aşktan bahsettiklerinde, “İlâhi aşkı” kastederler.

İnsanın dünyasal benliğinden ruhani yükselişini ve mertebelere ulaşmayı aşkta bulan Hz. Mevlana; aşksız geçen ömrü, ömürden saymayıp;

“Her kim aşk ile yanıp tutuşmamışsa, o uçmayan, kanatsız kuş gibidir vah ona… Aşksız ömrü hesaba sayma, çünkü o sayıdan dışarıda kalacaktır…” demiştir.

Hz. Mevlana’ya göre bir insan için gerçek aşk, kendi varlığından geçerek Allah’ta fani olmak, yaratıcıya tam bir gönül bağı ile bağlanmaktır. Gönlünü Allah’a vermiş bir insanın artık kendi benliği kalmamıştır. Bir insan neyi, kimi tutku ile severse bu aşk onun gerçek varlığının ve varoluşunun bir yansımasıdır. Büyük aşk pirine göre;

“Allah’tan başka her şey batıldır, asılsızdır… O’nun ihsanı, yağmuru kesilmeyen bir buluttur…”

Tasavvufta aşkı incelediğimizde mutasavvıfların yaşadıkları ilâhi aşk ile kendinden geçip Allah’ı bulduklarını, Allah’ta fani olduklarını görmekteyiz. Hatta, Hallac-ı Mansur gibiler, kendilerini tamamen yok farz edip “Ene’l-Hak” bile derler.
 

Hak aşkı, tasavvuf edebiyatı ile de örneklerini göstermektedir. Türk edebiyatının büyük üstatlarından olan Necip Fazıl Kısakürek’in 1950 yılında kaleme aldığı “Çöle İnen Nur” adlı eseri;

Yüce Allah’ın Resûlü için, “Sen olmasaydın, âlemleri yaratmazdım,” kudsi hadisi ile başlamakta ve üstadın;


“Nereden başlayayım? Zamanın hangi ucundan ve mekânın hangi köşesinden? Allah’ın bütün zaman ve mekânı kuşatmak üzere yarattığı – Gaye- İnsan ve Ufuk – Peygamber – elbette bizzat başlangıcın, kâinat başlangıcının başı…” cümleleriyle devam edip Hz. Muhammed’i anlatmaktadır.

 

Ayrıca Necip Fazıl’ın birçok şiirlerinde olduğu gibi, “Visal’’ adlı şiirinde de yoğun bir biçimde tasavvufi ve felsefi derinlikler bulunmaktadır.

VİSAL1

Beni zaman kuşatmış, mekan kelepçelemiş;
Ne sanattır ki, her şey, her şeyi peçelemiş…
Perde perde veralar, ışık başka, nur başka;
Bir anlık visal başka, kesiksiz huzur başka.

Renk, koku, ses ve şekil, ötelerden haberci;
Hayat mı bu sürdüğün, kabuğundan, ezberci?
Yoksa göz, görüyorum sanmanın öksesi mi?
Fezada dipsiz sükut, duyulmazın sesi mi?

Rabbim, Rabbim, Yüce Rab, alemlerin Rabbi, sen!
Sana yönelsin diye icad eden kalbi, sen!
Senden uzaklık ateş, sana yakınlık ateş!
Azap var mı alemde fikir çilesine eş?

Yaşamak zor, ölmek zor, erişmekse zor mu zor?
Çilesiz suratlara tüküresim geliyor!
Evet, ben, bir kapalı hududu aşıyorum;
Ölen ölüyor, bense ölümü yaşıyorum!

Sonsuzu nasıl bulsun, pösteki sayan deli?
Kendini kaybetmek mi, visalin son bedeli?
Mahrem çizgilerine baktıkça örtünen sır;
Belki de benliğinden kaçabilene hazır.

Hatıra küpü, devril, sen de ey hayal, gömül!
Sonu gelmez visalin gayrından vazgeç, gönül!
O visal, can sendeyken canını etmek feda;
Elveda toprak, güneş, anne ve yar elveda!

Aşk yaşamın her safhasında bize eşlik edip yoldaş olmakla birlikte, ebedi âlemde de yaratıcıya duyulan muhabbet ile bize kapılarını açmaktadır.

 

Ne güzeldir aşkı bu dünyada bulmak, acısını zevk edinmek, avuç açıp dua etmek, yakarmak ve fani aşk ile Yaradan’a yakınlaşmak…

Aşk ile yol almanız dileğiyle.

Şair Yazar NALAN GÜVEN

1 Necip Fazıl Kısakürek, ‘’Çile’’ Bütün Şiirleri, YKY, İst. 2005, s. 238

http://www.nalanguven.com.tr/?p=1696

 
 
YAŞADIĞIM BEŞERİ AŞK İLAHİ AŞKA DÖNÜŞTÜ FAKAT…

 

Ben lise ve üniversitede bir kıza aşıktım. Farklı şehirlerde olmamız bu aşkı daha da büyüttü. Aşk özlemektir. Gökyüzüne bakıp, o da bu ay’ı görüyor diye hayaller kurmaktır.

 

Sonunda üniversite sondayken beni terketti. Üzüntüyle hastalığım ilerledi. Ama yıllarca ne zaman bunalsam onun hayaline sığınırdım. Onu düşününce sıkıntılarım dağılıyordu.

 

2003 yılında Kuran meali okuma ve düşünmemle Allah iman nurumu yaktı ve asıl sığınmam gerekenin Rabbim olduğunu anladım. 2006 yılında namaza başlamamla da ilahi aşka yükseldim elhamdülillah.

 


Aslında lafı uzattım. Asıl diyceğim şuydu: Erkek kadına muhtaçtır, kadın da erkeğe. Efendimiz SAV “Evlenen dinin yarısını korumaya almıştır.” Buyurur.

 

Yani Allah bana şifa verse bende evlenirim, ama ilahi aşkı birlikte yaşayıp birlikte hizmet edeceğim bir eş seçerim. Hastalığımın şu an tedavisi yok ama araştırmalar sürüyor.

 

 

“Aşıklık derdi gönül iniltisinden belli olur. Hiçbir hastalık gönül hastalığı gibi değildir.”

 

“Aşıklık ister nefsani olsun ister ruhani olsun, sonunda bizi ötelere götürecek bir rehber, bir kılavuzdur. “                    Hz Mevlana

           

 

Celalin Penceresinden