27 Mayıs 2015 Çarşamba

Seçime Kalp Kırmadan Girelim


Seçime Kalp Kırmadan Girelim

 

(ALLAH, BU SEÇİMLERDE AZİZ MİLLETİMİZ İÇİN EN HAYIRLI NETİCEYİ NASİP ETSİN. Amin)

(SEVGİ, MUHABBET, DOSTLUK İNSANIN VE ÖZELLİKLE BİZ MÜSLÜMANLARIN OLMAZSA OLMAZIDIR. BU SEBEPLE BU YAZIYI BİRKEZ DAHA OKUMANIZI VE İNŞALLAH UYGULAMANIZI DİLERİM. SİZİ SEVİYORUM.)



7 Haziran 2015 Genel Seçimine çok az kaldı. Toplumda bir gerginlik var. Dostane sohbetlerimiz devam ederken konu siyasete gelince neredeyse birbirimizle yaka paça kavga edeceğiz.

 


Bugünler gelir geçer ama o kırgınlıklar kalıcı iz bırakıyor. Hani duyarız ya, senin görüşüne saygı duyuyorum diye... Aslında hepimiz öyle olmalıyız.

 

Allah birbirinin aynı milyonlarca hayvan yarattı. Penguen, arı, karınca, koyun, keçi gibi... Ama hem yüzleri, renkleri, gözleri, saçları, boyları, vs. farklı milyonlarca insan yaratmıştır.

 

Yüz olarak birbirinin birebir aynısı olan insan hiç yokken, düşünce yapısı olarak da birbirinin aynısı olan hiç insan yoktur.

 

Onun için Necmeddîni Kübrâ Hazretleri buyurur ki: “Allâh’a giden yollar, mahlûkların nefesleri kadar çoktur.”  O yüzden karşımızdakine saygı duymalıyız.

 

Sağcı da, solcu da hepsi huzurlu özgür bir ülke istiyor. Bizim her görüşten komşularımız vardır. Hepsi dürüst, çalışkan, ahlaklı, namuslu insanlardır.

 

Şundan eminim, vatan bölünsün, halk fakirleşsin, gelişmesin diyen hiç kimse yoktur. Çanakkale’de, Kore’de, Kıbrıs’ta şehit olan askerlerin kimisi sağcı, kimisi solcuydu.

 

Bugün bir savaş çıksa hepbirden cepheye koşarız. Dinimiz bir, kıblemiz bir, vatanımız bir, köyümüz bir, camimiz bir, okulumuz, işyerimiz, milli takımımız bir, aynı trafikteyiz...

 

Sohbetlerimizde siyasi konulardan kaçınalım. Tartışmaya giren insanlar savundukları liderleri kendi güzel düşüncelerine göre iyi olduğuna inandıkları için savunuyorlar.

 

Ben siyasi asla yazmadım ve yazmam da. Diyelim ki, siz bir lideri, sizce iyi olduğu için savunurken, karşınızdaki kişi de liderinin iyi olduğuna inanıyor ki savunuyor.

 

Gerçeği ancak Allah bilir.  Liderler geçici, yarın o komşumuzla, arkadaşımızla hep yüzyüze görüşeceğiz. Kabe yıkmaktan beterdir mümin kalbini kırmak,  değer mi Allah aşkına?

 

Keşke liderler birbirini düşman gibi görmeseler, keşke herkes birbirini gerçekten sevseler..

 



Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Bedene kolay ve hafif gelen ibadeti size bildireyim mi? Susmak ve güzel ahlâk sahibi olmaktır”
(İbn-i Ebi’d-Dünya, Kitabu’s-Samt, No: 27) 

 

Geçen yıl yerel seçimler öncesi bir anım şöyle: (Mart 2014)

 

İki değerli komşu amca camiden ikindi namazından çıkınca beni ziyarete geldiler. Çünkü engelli ve hastaları ziyaretin sevabının büyüklüğünü biliyorlardı. Herneyse...

 

Odamda babamda vardı. Dördümüz sohbet ederken konu seçimlerden açıldı. Aynı kıbleye dönüp yanyana namaz kılan iki insan birden değişti.

 

İkisi de vatanın, milletin hayrını destekledikleri partide görüyorlardı. İkisi de parti liderleri hakkında tartışırken kırıcı sözler söylediler. Surat ifadelerinden birbirlerine kırıldıklarını anladım.

 

Sonra saate baktılar. Akşam namazı için tekrar camiye gitmek için müsade istediler. Aslında ben de çok üzüldüm. Liderlerdeki bu gerilim cami cemaatini bile etkilemişti.

 

Aradan bir hafta geçince, o amcalardan bitanesi yine bana uğradı. Ben, o olaya çok üzüldüğümü söyledim. Biz onunla ogünden beri hiç görüşmedik ama ben hacı abimi kırmış olabilirim diye hala üzülüyorum, dedi.

 

Dedim ki, hadi al telefonu eline ara, bir helalik al, kalp kırmaya değmez bu konuda. Haklısın deyip yanımda hemen aradı.

 

Kalbini kırdım, o günden beri hep düşündüm ama aramaya korktum, hakkını helal et, dedi. Meğer öteki amca da o günden beri hep kafasına takıyormuş.

 

İkisi de telefonda birbirinden af dileyip helalleştiler. Sonunda giderken, Celal, Allah senden razı olsun, aramama sen vesile oldun, sağol, dedi. Ben de çok mutlu oldum.

 

Karşımızdakinin görüşüne saygı duymak onun kalbini kırmamaktır.

 


Allah’ım, ülkemize yönelik iç ve dış hain şer odaklarının kurduğu tuzak, hile, oyunlarına bizleri düşürme… onlara fırsat verme.

 

Allah’ım, askerimize, polisimize tüm güvenlik güçlerimize işlerinde uyanıklık ve başarı lütfet. Milletimize basiret ve sağduyu ver. Birlik ve beraberlikten ayırma.

 


Allah’ım, ülkemize bolluk, bereket ver. Miletimizi hep veren el yap.  AMİN

 

 

Celalin Penceresinden

 

 

24 Mayıs 2015 Pazar

Baba ve On Evladı


Baba ve On Evladı


 

Bu yazıda, geçen yaz yeğenimle yaptığım sohbetten bahsetmek istiyorum.

 

Hergün yattığım yerde uzunca gözyaşıyla dua ederek namaz kıldığımı gören oniki yaşındaki yeğenim İrem bana sordu;

 


İREM: Amca, neden sürekli ağlayarak namaz kılıyorsun?

 

BEN: Verdiği nimetlere teşekkür edip, Allah’ın rızasını kazanmak için İrem.

 

İREM: Amca Allah’ın rızası ne demek?

 

BEN: Yani Allah’ın sevgisini kazanmak için İrem.

 

İREM: Namaz kılanlar Allah’ın sevgisini kazanırlar yani, amca.

 

BEN: Evet ama Allah’ın sevgisini, ihlas ve samimiyetle kılanlar gerçekten kazanırlar.

 

İREM: Amca kafam karıştı.

BEN: İrem, sana bunu bir örnekle anlatayım bak, daha iyi anlarsın.

İREM: Tamam amca dinliyorum.

 

BEN: Bir baba düşün, on tane oğlu var, tamam mı?

İREM: Evet.

 


BEN: On çocuğunun hepsini büyütüyor, okutuyor, iş sahibi yapıyor ve hepsi çeşitli vilayetlere gidip çalışıyorlar, çocukları oluyor ve kendilerine bir düzen kuruyorlar.

 

İREM: Hani biz de ŞanlıUrfa’dayız ya, onun gibi amca dimi?

BEN: Evet, Şimdi en önemli kısımdayız. Bu on evladın dört tanesi hayırsız çıkıyor. Ana babalarını ne arıyor, ne soruyor, ne ilgileniyor, adeta yok kabul ediyorlar.

 

İREM: Ben asla anne, babamı bırakmayacağım, Evlensem de beraber otururuz amca.

 

Gülümsedim ve devam ettim.

BEN: Diğer altı evlat aralarında sözleşiyorlar, ihtiyacı olmasa da babalarını memnun etmek için, her ay babalarının hesabına bir miktar para yatırıyorlar.

 

BEN: Bu altı oğlundan üç tanesi, hergün defalarca babasını telefonla arayıp hal hatır soruyorlar. Fakat diğer üç oğlu ise sadece haftada bir arayıp kısa bir hal hatır soruyorlar.

 

BEN: İrem şimdi esas kritik noktaya geldik. Babasını hergün defalarca arayan üç oğlundan sadece birtanesi samimiyetle sohbet ediyor.

 

BEN: Diğer ikisi; Nasılsın baba, inşallah iyisindir, kendine iyi bak, gibi sözlerle sohbet ederken,

 

O, babacığım nasılsın, ilaçlarını içtin mi, üstünü sıkı giyin, üşütürsün, anneciğime selam söyle, haydi ellerinden öperim babacığım, Allah’a emanet olun, gibi içten konuşuyor.

 

İREM: Amca örneği anladım şimdi, hergün defalarca babasını arayanlar, beş vakit namazını kılanlar dimi?

 

BEN: Doğru İrem, babasıyla içten konuşan ise, ihlasla namazını kılanlara örnektir.

İREM: Yani amca, namaz Allah’la konuşmak mı oluyor?

 

BEN: Bir bakıma İrem öyledir. Tâbiûndan bir zat diyor ki: 'Kur'an okuyan bir kimse, ben Allah ile konuştum derse yalan söylemiş olmaz.'

 



BEN: İstersen konu fazla dağılmadan örneğin manasını ben sana özetleyeyim:

 

BEN: On oğlundan dört tanesi babasıyla ilgiyi kesti ya, onlar Allah’a inanmayan ateist ve kafirlere örnektir.

 

BEN: Altısı babayı memnun etmek için çabalıyor, yani bunlar Allah’a iman eden kullardır.

 

BEN: O altının üç tanesi babasını haftada bir arıyor, bunlar imanlı olmasına rağmen sadece Cuma namazına gitmeyi yeterli görüyorlar.

 

BEN: Diğer üçü söylediğin gibi beş vakit namaz kılanlardır.

En sonuncusu ise samimiyetle, ihlasla namazını kılanlardır.

 

BEN: Şimdi o baba bu on evladın altısını da sever, dimi? Bu altının üçünü ise hergün aradığı için daha çok sever.

 

BEN: Fakat İrem, Allah en çok kimi sever?

İREM: Tabi ki hergün tatlı diliyle arayanı sever. Yani ihlasla namazını kılanları, değil mi, amcacım?

 

BEN: Tamam işte İrem, anladın mı şimdi, benim neden gözyaşıyla namaz kıldığımı?

 

İREM: Anladım amcacım, daha samimi olmak için ve sonuçta Allah’ın seni sevmesi için…

 

Yazıya yorum yapmaya sanırım gerek yok. Bu yazıyı sevgili ilahiyatçı Din Kültürü öğretmeni dostum Efkan Vural hocama okuttum ve onay aldım:

 

Celal, teşbihte hata olmazmış derler, güzel bir benzetme olmuş. Yayınlayabilirsin, etkileyici güzel bir yazı olmuş, dedi.

 

 

Celalin Penceresinden

 
 

20 Mayıs 2015 Çarşamba

Aklımızı kullanıyor muyuz?


Aklımızı kullanıyor muyuz?


 

Akıllı telefon, akıllı televizyon diyoruz ama bence çok yanlış bir tabirdir bu. Akıl insana Allah’ın verdiği en önemli cihazdır. Zira o akıl ile doğruyu yanlışı ayırıyoruz.

 

Bu aletler, insanın önceden yüklediği komutlara göre tepki verir. Onun için bence bunlar akıllı değil, bir bakıma papağan gibi ne söylemişsek onu tekrarlıyorlar.

 

Aklımız, aynen bir bilgisayar gibi doğuştan boştur. Bilgisayara yüklediğimiz programlar gibi, çocukluktan itibaren insana bilgiler yüklenir. Mesela matematik, ingilizce, fizik, …

 

Çocuk büyüyüp olgunluk yaşına geldiğinde, aklını kullanmaya başlar ve yüklenen programları çalıştırır, akıl süzgecinden geçirerek hayatında önemli kararlar alır.

 

Hayatında dini hiçbir eğitim almamış biri, yani camiye uğramamış birisi, mesela, evleneceği kızda ya paraya ya da güzelliğe önem veriyor ve neticede analı babalı yetimler ortaya çıkıyor.

 

Sözün özü, aklımızı doğru kullanmak için bilgisayarımıza doğru kaynaklardan bilgi yüklemeliyiz. Televizyonda, radyoda faydasız şeyler yerine, güzel dini sohbet dinlemeli, kitap, yazı okumalıyız mesela. 

 


Aslında ben ne anlatacaktım, konuya giriş uzun oldu sanırım. Bu bilgiler benden değil. Acizane bir ilim taşıyıcısı olarak öğrendiğim bilgilerden özetledim.

 

Geçen Face’de gördüm. Yirmibeş farklı ayette Cenab-ı Hak insanı uyarıyordu. Hala aklınızı kullanmayacak mısınız? Aklınızı çalıştırmayacak mısınız? Gibi…

 

Burada hocalarımız diyor ki; Evet Allah insanları cehenneme düşmemeleri için merhametinden uyarıyor, aklınızı kullanın, günahı terkedin, ibadet edin, demek istiyor. Fakat, …

 

Fakat aklınızı kullanın emrini insanın lehine her iş için uygulamalıyız. Aksi takdirde Allah, ben sana akıl verdim, neden düşünmedin, diye sorar.

 


Ben yatalak engelliyim, annem babamın birçok şeye artık gücü yetmiyor. Allah Kuran’da “Biz insana güç yetiremeyeceği şeyi yüklemeyiz” ayetince şöyle düşündüm.

 

Demek ki biz bu yükü kaldırabiliriz ki Allah hastalığımı ilerletiyor. Allah aklımızı kullanıp kolaylıkları bulmamızı istiyor. Bu yazıda aklımızı kullanarak bulduğumuz sadece birkaç kolaylığı yazmak istiyorum.

 

Benim hastalığım ortaya çıktığı 1993’ten beri sürekli ilerliyor. Yaklaşık onbeş yıl önce babam odamdan tuvalete giderken tutmam için duvarlara boru döşetti. Tutarak yürüyebiliyordum.

 

Klozet üzerine, otururken dengemi kaybedip düşmemem için boş bir geniş sandalye iskeleti koydu. Yıllar sonra klozete oturunca ayağa kalkıp pantolonu sıyıramadım. Yıllarca kucaklayıp kaldırdı. 

 

Sonra kilo aldığım için gücü yetmedi. Babam klozet üzerine bir vinç sistemi tasarladı. Göğsüme bağladığı kemerle vinç sistemiyle beni kaldırdı. Hala bu sistemi kullanıyoruz.

 



Giriş katta oturuyoruz. Fakat az merdiven var. Hastalığım ilerleyince ayaklarımı hiç basamaz oldum. Kilo aldığımdan babam kucağında da götüremezdi.

 

Çok sevdiğim komşumuz, dostum Efkan Vural hocam, babama balkondan sokağa uzanan bir demir köprü yaptırmasını ısrarla teşvik etti. Sekiz yıldır eve balkondan giriyoruz. (2015)

 


Kıl dönmesi ameliyatı da olduğumdan, sadece yemek yerken babam yatakta oturur pozisyonuma getiriyor. Yatağın altına giren hasta masamda yemeğimi kendim yiyorum.

 

Genelde hep yattığım için bilgisayarı nasıl kullanabilirim diye düşündüm. Geçen yıl bir laptop rahlesi yaptırmıştık. Eğik rahleyi karnımın üzerine koyup laptoptan yazılarımı yazıyordum.

 

Fakat yazıları yazarken kollarımı yukarı kaldırmaktan çok ağrıyordu. Daha iyi bir çözüm bulmalıydım. Bu yazıların yanısıra bir de roman yazıyorum çünkü.

 

Bir AVM’nin bilişim reyonunda kablosuz klavye-fare setini gördüm. Laptopu hasta masasının üzerine koyacaktım. Fakat klavyeyi göbeğim üzerinde nasıl sabit tutacaktım, aklımı çalıştırdım.

 

Babama mukavva karton aldırdım. Babacığım üçgen şekilde kartonu katlayıp yapıştırdı. Evde halılar için olan çift yönlü yapışan bantla klavyeyi kartona yapıştırdı.

 

Kullanılmayan eni geniş olan bel kemeri ile de, o kartonu göbeğimin üzerinde sabitledik elhamdülillah. Evet bütün bunları aklımıza getiren Allah’a hamdolsun… 

 


Aklımızı sürekli kullanmalıyız. Kullanılmayan demirin paslanması gibi kullanılmayan akıl da paslanır. Alzeimer oluruz. Alzeimer olan yaşlıların büyük çoğunluğu ibadetten uzak insanlardır.

 

İbadet edenlerde çok az görülüyor. Çünkü dindar insanların beyni NAMAZda sürekli çalışıyor.

 

Fatihayı okuyunca Kuran’dan ezberinden bir ayet okuyorlar. Rüku, secdede zikirleri, sonra bir de hangi rekatta olduklarını sayıyorlar… Böylece akıl sürekli çalışıyor.   

 

Hem gençliğinde NAMAZ kılanın yaşlılığında sağlık problemi olmuyor. Romatizma, eklem ağrısı, VS…

 

Allah hepimizi namazımızı hakkıyla kılan salih kullarından eylesin.       

 

 

Celalin Penceresinden

 

 

17 Mayıs 2015 Pazar

Kavanoz Hikayesine Yorum


Kavanoz Hikayesine Yorum


 

İnternette dolaşan meşhur Kavanoz hikayesini duymuşsunuzdur. Zamanı iyi ve üretken kullanmanın yönteminin ipucunu veriyor hani... Önce hikayeyi okuyalım.

 

Hikayenin sonunda ise naçizane yorumumuzu okursanız seviniriz.

 

Hikaye: KAVANOZ

 

Zamanın iyi ve üretken olarak kullanıma konusunda zaman zaman kurslar düzenleniyormuş.

 

İşte bu kurslardan birinde zaman kullanma uzmanı öğretmen, çoğu hızlı mesleklerde çalışan öğrencilerine: “Hadi, küçük bir sınav yapalım” demiş.

 


Ve masanın üzerine kocaman bir kavanoz koymuş. Sonra bir torbadan irice kaya parçaları çıkarmış, dikkatle üst üste koyarak kavanozun içine yerleştirmiş.

 

Kavanozda taş parçası için yer kalmayınca sormuş: “Kavanoz doldu mu” Sınıftaki herkes, “Evet, doldu” yanıtını vermiş.

 

“Demek doldu ha” demiş hoca. Hemen eğilip bir koca küçük çakıl taşı çıkartmış, kavanozun tepesine dökmüş, kavanozu eline alıp sallamış, küçük parçalar büyük taşların sağına soluna yerleşmişler.

 

Yeniden sormuş öğrencilerine: “Kavanoz doldu mu?” İşin sanıldığı kadar basit olmadığını sezmiş olan öğrenciler, “Hayır, tam da dolmuş sayılmaz” demişler.

 

“Aferin” demiş zaman kullanım hocası. Masanın altından bu kez de bir koca dolusu kum çıkartmış. Kumu kaya parçaları ve küçük taşların arasındaki bölgeler tümüyle doluncaya kadar dökmüş.

 

Ve sormuş yeniden: “Kavanoz doldu mu?” “Hayır dolmadı!” diye bağırmış öğrenciler. Yine “Aferin” demiş hoca. Bir sürahi su çıkarıp kavanozun içine dökmeye başlamış.

 

Sormuş: “Bu gördüklerinizden nasıl bir ders çıkardınız?” Atılgan bir öğrenci hemen fırlamış:

 

“Şu dersi çıkarttık. Günlük iş programınız ne kadar dolu olursa olsun, her zaman yeni işler için zaman bulabilirsiniz.”

 

“Hayır” demiş öğretmen. “Çıkartılması gereken asıl ders şu:

 

Eğer büyük taş parçalarını baştan kavanoza koymazsanız daha sonra asla koyamazsınız.

 

******

 

O kavanoz, hergün bize verilen yirmidört saattir. Kavanoza öncelikle konacak büyük kaya parçalarının eş, çocuklar gibi ailemiz olması gerektiğini belirtiyorlar bazı sitelerdeki yorumlarda...

 

Doğrudur fakat Naçizane bu fakirin de büyük kaya parçaları beş vakit namazdır. Önce namazımı kılarım, diğer işlerimi ona göre ayarlarım. Önce namaz, sonra internet, maç, yazı, ...

 


Dışarıya gideceksem namaz saatlerine göre plan yaparım. Cumayı şu camide, ikindiyi AVM’nin mescidinde kılarım, akşam ezanı okunmadan eve dönelim gibi...

 

Namaza öncelik vermeyenlere bakıyorum. Facebook, maç, AVM, dizi gibi çakıl taşlarıyla kavanozlarını dolduruyorlar. Sonra da namaz gibi kaya parçalarına yer kalmıyor.

 

Ve tabii, herkesin kendi kendisine sorması gereken soruyu şu:

 

“Hayatımızdaki büyük taş parçaları hangileri?

 

Onları ilk iş olarak kavanozumuza koyuyor muyuz?

 

Yoksa kavanozumuzu çakıllarla, kumlarla ve suyla doldurup büyük parçalarını dışarıda mı bırakıyoruz?”

 

 

Celalin Penceresinden