27 Şubat 2017 Pazartesi

Allah Rızka Kefildir


Allah Rızka Kefildir

 

Bendeniz çocukken haberlerdeki işsizlik rakamlarını görünce hesap yapardım. Ben daha ortaokulu, liseyi bitireceğim. Üniversite, askerlik derken bize iş kalmaz, derdim.

 


Bunları 1989’da gecekondudan yeni taşındığımız dairenin balkonunda düşünürdüm…  

 

SİNCAN’A NEDEN TAŞINDIK?

 

1982’de memleketimiz Konya Ereğli’den Ankara’ya taşındık… Yıllar hızla geçti.

1989 yılında Etimesgut semtinden on km uzaklıktaki Sincan’ın Fatih semtine taşındık.

 

Gecekondudan apartman dairesine taşındık. Çünkü biz büyümüş ve gecekondu evimiz dar gelmeye başlamıştı. Ben 16, erkek kardeşim 13 ve kız kardeşim 9 yaşındaydı.

 

Zaten iki odamız vardı. Evin girişi, hem oturma odası, hem de mutfaktı.

 


Odalardan biri yatak odasıydı, banyoyu da burda yapardık; diğer odada ise biz üç kardeş kanepe ve yer yatağında yatıyorduk.

 

Babam Mart 1989’de taşınmaya şöyle karar verdi:

 

Yattığımız odada iki kanepe, bir yer yatağı vardı. Kış olduğu için bir de soba kuruluydu. Annem beni koleje gitmem için bir sabah uyandırdı. Evin avlusundaki tuvalete çıkacaktım.

 

Yer yatağındaki kız kardeşimi ezmeyeyim diye çabalarken dengemi kaybettim. Sobanın üzerinde kaynayan çaydanlığa çarptım.

 

Ayağımın üzerine kaynar su döküldü. Yanık tedavisiyle bir hafta okula gidememiştim.

 

Babam o gün karar verdi kaloriferli apartman dairesine taşınmaya... Çocuklar da artık büyüyor, dedi. Kaloriferli evlerin olduğu Sincan Fatih’e taşındık.  Kendimi sınıf atlamış gibi hissettim.

 

Fatih semtinin özelliği, Sincan merkezin aksine hem trafik, hem ev yoğunluğu açısından sakin oluşudur. Siteler halinde mahallelerden oluşur.

 

İkili bloglardan oluşan beş kartlı apartmanların en az dört tanesi bir siteyi oluşturur ve kare şeklindedir. Hepsinin kenarından yol geçer ve ortaları park ve bahçedir. Küçük köyler gibidir.

 

Fatih semti o zamanlar 30-40 bin nüfuslu bir yerdi. Biz hala Fatih’teyiz. Burası şu an üçyüz bin’i geçti ama hala Ankara’nın en ferah ve yeşil semtleri arasındadır.

 

BALKONDA DÜŞÜNCELERE DALARDIM

 

Okullar kapanmadan 1989 mart ayında beşinci kattaki yeni evimize taşındık. Evimiz dedim ama kendi evimiz değil, yine kiraya gelmiştik.

 

Ancak on yıl sonra 1998’te aynı semtten bir daire alıp kendi evimize çıkabildik.

 

Efkan Vural hocamgille orada komşu olduk. Babam elli yaşında ev sahibi oldu.

 


Fazla eşyamız yoktu ama yeni evimiz çok hoşuma gitmişti. Odanın birisi bana verilmişti. Eski bir masamız vardı, o masayı çalışma masam yapmıştım.

 

Yattığım yer ise daha çok köylerde kullanılan yaylı demirleri olan somya idi. Üzerine sünger yatak konulup üzeri örtülen bir tür kanepedir.

 

Apartmanın arkası sitenin bahçesiydi. Beşinci katta olduğumuz için balkonda çay içerken bu manzarayı seyrederek tefekkür etmeyi çok severdim.

 

Ne düşünüyordun derseniz, henüz gençliğe atım atan 16 yaşında biri olarak, kendimce hayatı düşünürdüm.

 

İzlediğim işsizlik rakamları haberlerinden etkilenerek şöyle derdim: Ben daha liseye gideceğim, sonra üniversite, sonra askerlik.

 

O zamana kadar herhalde işşiz olanların sayısı on katına çıkar, bize iş kalmaz. Oysa ki, Allah rızka kefildi.

 

Rızık, kendisinden faydalanılan şey demektir. Yaratıkların gıdalandığı, onları besleyen ve yaşatan nesnedir.

 

Kur'an'da Allah'ın ‘Rezzak' ismi geçer. Rezzak, “rızık veren” demektir. Allah yerdeki, gökteki, âlemlerdeki canlıların hepsini yoktan var etmiş, var ettiği her şeye hayat vermiş, hepsinin ecellerini, nefeslerinin adedini tayin ederken rızıklarını da belirlemiştir.

 

İşte bundan dolayı Allah’u Teala bu Ayeti celileleriyle rızık konusunda kaygısı ve korkusu olanlara buyuruyor ki :

 

“Ben sizi sadece ve sadece bana kulluk edesiniz diye yarattım. Dolayısıyla rızkınız da bana aittir. Öyleyse bu hususta sakın rızık korkusu ve endişesi sizi bana isyan ettirmesin…. Çünkü :

“ Nice canlılar vardır ki, rızıklarını kendileri temin edemezler de, Allah onları da sizi de rızıklandırır. O hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. “
(Ankebut suresi : 60. Ayet)

 


Yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın. (Allah) onların (dünyada) yerleştikleri yeri de, ölecekleri yeri de bilir. Bunların hepsi apaçık bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da) yazılıdır.

(Hud suresi, 6. ayet)

 

Yıllar sonra Rezzaku Kerim olan Rabbimiz, özel TV’ler, bilgisayar, internet, uydu, cep telefonu, tablet vs. icatlarını ilham etmişti.

 

Aslında Allah, böylece bize ve sonradan gelecek milyonlarca gence iş istihdamı yarattı.

 

Benim işimde bilgisayar ile olacaktı. 

 

Kimbilir, Allah çocuklarımız ve ilerde gelecek insanlar için, daha nasıl yeni iş imkanları yaratacaktır, ayetle sabit, rızka kefil çünkü...




Dünyadaki bütün savaşlar buna inanmamaktan kaynaklanmıştır. Yirmi yıl sonra ülkemdeki kömür, petrol biterse, ülkemin nüfusu artıyor, gelecekte halkım aç kalır gibi rızık endişesinden savaşlar oluyor.


 

Allah’ın yarattığı her canlıya daha yaratmadan rızkı ayrılmıştır. Rızık endişesi yapanın imanı zayıftır. Bakın Rabbimiz öyle merhametli ki, daha kömür bitmeden doğalgaz nimetine kavuşturdu Yüzbinlerce masum kömür savaşlarında öldü.


 

Tabi rızkımız gelir ama sabredersek helal yoldan gelir. Menkıbedeki gibi:

 

Bir gün Hz. Ali, halifelik döneminde namaza gider.

Cami kapısına geldiğinde yanında bulunan atını, orada bulunan fakir bir adama teslim eder. Hz. Ali atını ona teslim ederken, şöyle iç geçirir.

 

Camiden çıktığında şu fakir adama iki dirhem vermeyi niyet eder.

 

Namaz kılıp camiden çıkarken adamın orada olmadığını ve atının yularlarının alınmış olduğunu görür. Bunun üzerine yanında bulunan bir dostuna biraz para verip pazardan bir yular alınmasını ister.

 

Adam pazara gider iki dirheme bir yular alır ve gelip Hz. Aliye verir.

Hz. Ali yuları görünce çok şaşırır. Çünkü yular kendi atının yularıdır.

 

Alan adama sorar bunu nereden aldın. Adam pazara gittiğini, birinin elinde yular olduğunu ve satmaya çalıştığını söyler.

 

Eşkâlini de söyleyince Hz. Ali atını teslim etiğini ve yularlarını çalan adam olduğunu anlar.

 

Hz Ali “Sübhanallah” der.

Ben o iki dirhemi helal yoldan ona verecektim. Çünkü o iki dirhem onun rızkıydı. Fakat niyeti kötü olduğu için haram yoldan ona ulaştı...

 


Allah hepimize helal kazanç nasip etsin.

 

 

Celalin Penceresinden

 

 

23 Şubat 2017 Perşembe

Mesnevi Okumaları - 5


Mesnevi Okumaları - 5

 

Çok Kıymetli Gönül Dostlarımız,

 

Gerçekten Mesnevi muhteşem bir ilim deryasıymış, kalbime şifa oldu elhamdülillah.

 

Aşağıda yine, rahmetli Şefik Can dedemizin çok sade, anlaşılır ve akıcı Mesnevi tercümesinden kıymetli beyitler aktaracağım.

 

Hak aşığı Sertarık Mesnevihan Şefik Can (1909-2005) dedemizin tercümesinden bu beyitleri yayınlamama, sevgili son Mesnevihan Hayat Nur Artıran Hanımefendi izin verdi. Kendisine çok teşekkür ediyorum.

 


Efendim bu yazılardan tek amacımız, manevi ilimler deryası olan Mesnevi’den bir damla sunarak, o damladan Allah’ın izniyle deryaya gitmenize vesile olmaktır.

 

Yani Hz. Mevlana’mızın eşsiz eseri Mesnevi’yi okumanızı teşvik etmektir inşallah…

 

ÖLÜMDEN NEDEN KAÇIYORUZKİ?

 

Azrâil (a.s;)'ın bir adama bakması; o adamın da Hz. Süleyman'a gitmesi hikâyesi.

 


Saf bir kişi, bir kuşluk vakti, koşa koşa Hz. Süleyman'ın adalet sarayına sığındı.

 

Yüzü gamdan, korkudan sararmış, iki dudağı mosmor kesilmişti. Hz. Süleyman, ona; "Efendi! Sana ne oldu?" diye sordu.

 

Adam; "Azrail, bana öyle öfkeli, öyle kin güder bir gözle baktı ki..." dedi.

 

Hz. Süleyman; "Peki." dedi. "Sen, şimdi benden ne istiyorsun? Onu söyle!" Adam; "Ey canlan koruyan büyük varlık! Rüzgâra emret de...

 

Beni buradan Hindistan'a götürsün; belki kulunuz, oraya gidince canını kurtarmış olur."

 

Hz. Süleyman rüzgâra emretti. Rüzgâr da o adamı aldı, hemen deniz üstünden uçurarak Hindistan'ın iç taraflarında bir yere götürdü.

 

Ertesi gün dîvân kurulmuştu. Herkesv, Süleyman'ın huzuruna gelmişti. Hz. Süleyman Azrail'e dedi İci:

 

"Senin korkundan bana gelip sığınan, ö müslümana, onu canından, malından, evinden, barkından ayırmak, avare etmek için mi öyle öfkeli baktın?"

 

Azrail dedi ki: "Ben ona öfkeli bakmadım. Ben onu, yol üstünde gördüm de, şaşırdım kaldım, bu sebeple ona, şaşkın şaşkın baktım.

 

Çünkü, Cenâb-ı Hakk bana 'Onun canını, bugün Hindistan'da al' diye buyurmuştu.

 

Şaşırdım da, kendi kendime dedim ki: 'Bu adamın yüzlerce kanadı bile olsa, onun bugün Hindistan'a varabilmesi çok uzak, çok zor'.

 

Ey yoksulluktan, ilâhî takdirden korkan ve ihtiraslarına kapılan kişi; sen, bütün dünya işlerini buna kıyas et, gözünü aç da, hakîkati gör.

 

Kimden kaçıyoruz? Kendimizden mi? Ne de olmayacak şey! Kimden. neyi kapıyoruz? Neyi kaçırıyoruz? Allah'tan mı? Ne de büyük günah...

 

***

 


Bu yazıdan tek gayemiz Allah rızası için faydalı olmak.

Allah Mesnevi’yi okuyup anlamayı ve uygulamayı cümlemize nasip etsin.

 

 

Celalin Penceresinden

 

 

20 Şubat 2017 Pazartesi

Gizli Şirk’e Dikkat Edelim


Gizli Şirk’e Dikkat Edelim


"Bir gece uyuyamadım. Çünkü kahve uyutmadı" …

Bir ilim taşıyıcı olarak bu hafta çok önemli olan şirk konusunda yazmak istiyoruz. Şirk ve kahveyi nasıl mı bağlıyorum, yazıyı okuyun inşallah.

 
Ankara Eylül 2016

BİR HADİS


Ahmed ve Taberi, Ebu Musa el Eşari radiyallahu anh’den şöyle rivayet ettiler:


Ebu Musa el Eşari radiyallahu anh dedi ki:


"Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bize vaazetti ve şöyle dedi:


"Ey insanlar! Şu şirkten sakının! Muhakkak ki o, karıncanın sessiz ve yumuşak yürüyüşünden daha gizlidir."


Bunun akabinde, Allah’ın dilediği bir kimse Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e şöyle sordu:


"Karıncanın sessiz yürüyüşünden daha gizli olan bu şirkten nasıl sakınacağız?"


Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle cevap verdi:
"Şöyle deyin: Ey Allah’ım! Muhakkak ki biz, bildiğimiz şeylerde şirk koşmaktan sana sığınıyoruz ve bilmediğimiz şeylerde senin affını istiyoruz."


Hudaybi, bu hadisi delil alarak şöyle dedi :
"İşte! Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bu hadiste bize, şirkin iki çeşit olduğunu bildiriyor:


Birincisi: Bildiğimiz şirktir.
İkincisi ise: Bizim tarafımızdan bilinmeyen ve bize gizli olan şirktir.


Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, bizim tarafımızdan bilinmeyen ve bize gizli olan şirki işlediğimiz zaman, bundan sorumlu olmamamız için Allah-u Teâlâ'dan af dilememizi emretti. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ancak Allah’ın bağışlayacağı suçlardan dolayı Allah-u Teâlâ'dan af dilememizi emreder. Bu gösteriyor ki, kulun bilmediği şirk; Allah-u Teâlâ’ın şu ayette zikrettiği ve affetmeyeceğini bildirdiği şirk değildir:



Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :
"Allah kendisine eş koşulmasını asla bağışlamaz. Bundan başka dilediğini bağışlar."


ŞİRK HAKKINDA BİLGİ


Dinde şirk Cenab-ı Allah’a ve tasarrufunda ortaklık tanımaktır.


Şirk, küfür yani Allah’ı inkar etmek değildir. Şirk, alemlerin sahibi olan Allah’a inanmakla beraber faaliyetlerinde bazı şeyleri Allah’a ortak kılmaktır, eş tutmaktır.


Firavunlar, Ebu Cehiller ve şeytan elbette Allah’a inanıyorlardı. Şeytan büyüklük tasladı, Firavun kendini tanrı ilan etti. Ebu Cehil putlara Allah’a yaklaştırsın diye taptı.


Arap Müşrikleri, putlardan bir şeyler beklemişlerdi, onlara kurbanlar kesmişler, onlara dualar etmişlerdi, onların önünde eğilmişlerdi.


Bazıları Allah’la beraber ateşe, aya, güneşe, yıldızlara tapmışlardı.


Günümüzde bile insanımız Allah’a inandığını söylüyor ama nefsini, makamı, parayı, maddeyi hatta karşı cinsi putlaştırmak gibi felaketlerden kendini kurtaramıyor.


Şirk, Cenab-ı Allah’ın sıfatlarını başkasında görmektir. Şirk, Allah’a yapılanı başkasına yapmaktır, Allah’tan beklenileni başkasından beklemektir.





Allah’ı başka bir varlığa, Allah’ın yarattığını da Allah’a benzetmektir. Allah’tan başkasını tanrı edinmektir. Allah’tan başkasına dua etmek, ibadet etmektir.


SÜT İÇTİM DE O YÜZDEN KARNIM AĞRIDI


Evliyadan biri Bayezid-i Bestami hazretlerini rüyasında gördü ve sordu:

“Allah seni nasıl hesaba çekti?”


Bayezid-i Bestami Hazretleri:

Allah’ım bana sordu:

“Ey Bayezid, bana ne getirdin?”


Bayezid-i Bestami Hazretleri:

“Ya Rabbi nesne getirmedim, şirk te getirmedim”.


Cenab-ı Hak buyurdu:

“Süt içtiğin gece şirk etmedin mi?”


Bayezid-i Bestami Hazretleri:

“Meğer bir gece süt içtim de karnım ağrımıştı. Aklıma geldi ki, keşke süt içmeyeydim, karnım ağrımazdı.


Hak Teala Hazretleri:

“Karnının ağrıdığını benden değil sütten bildin, şirke girdin Ey Bayezid”  buyurdu.


***


ŞİRK SÖZÜME AF DİLEDİM


Kahve hastalığıma iyi gelmediği için nadiren içiyorum. Geçenlerde gelen bir misafirle birlikte annem bana da kahve yapmış, bende ver madem yaptın içeyim, dedim ve içtim. Erken kalkmama rağmen o gece uyku tutmadı. Bir türlü uyuyamadım.


Gece 3 oldu ama içimden hala, o kahveyi içmeyecektim, diyorum. Babam kalktı, tuvaletimi ördekle yaptırırken, kahve içtim ondan uyuyamadım, dedim.


Babam gidince birden Şirk’e düştüğüm aklıma geldi. Kahve beni uyutmadı dedim, sanki kahvenin bir gücü vardı.


Allah’tan af diledim. Başladım içimden “TEVBE ESTAĞFİRULLAH” demeye… Beş dakika mı geçti hatırlamıyorum, hemen uykuya dalmışım.


Yazıyı yazarken şimdi hatırladım: Bir kış çok ağır bir grip geçirmiştim. Bir hafta ateşim düşmemişti. Dört hafta sonra tamamen iyileştim. Hemen ertesi akşam tekrar ateşlendim.


Ben haftalarca çektiğim için yeniden hastalanmak istemiyordum. Elimi açtım, gözyaşıyla şöyle dua ettim:


“Merhametlilerin en merhametlisi Ey büyük Allah’ım!

Yarabbim daha yeni iyileştim. Allah’ım Sen Ol dersin olur, Olma dersin olmaz, herşey Sen’in elinde. Allah’ım nolur tekrar bana ateş verme. Allah’ım hastalığı sevmediğim için değil, Sen içimi biliyorsun, anne ve babama tekrar eziyet vermek istemiyorum… Lütfen …”


Gözyaşıyla ettiğim bu duadan beş dakika sonra ateşim normale düştü elhamdülillah.

19 şubat 2017 Sincan'daki evimizde kahvaltı
(diyetteyim: şekersiz çay, ekmeksiz peynir ve zeytin)

Hani şu ilaç bana şifa verdi diyerek Şirk kokan cümle kuruyoruz ya, ondan anlattım.


Geçenlerde Mutasavvuf-Yazar Cemalnur Sargut’un bir sohbetinde şunu dinlemiştim:


Peygamber Efendimiz SAV Cenab-ı Allah’ın şöyle buyurduğunu aktarmış:


“Bir hastalık (mikrobu) bir insanın bedenine girse, Ben ona izin vermedikçe hastalık yapmaz.”


Evet, Yüce Rabbimiz biz kullarından tam bir teslimiyet ve tevekkül bekliyor.


ŞİRK’E ÖRNEK


Çok basit bir örnekle Şirk’i anlatmak istiyorum, ki akılda kalıcı olsun:


Annen mutfakta çok özenip leziz bir börek yapıyor. Birisiyle odamıza gönderiyor. Biz ise odamıza getirene teşekkür üstüne teşekkür edip annemizi unutsak annemiz darılmaz mı?


Şirk’te aynen bu misal gibidir. Sebepleri yaratanı unutuyoruz. Bu ilacı iç iyileşirsin, kahve uyutmadı, Arda oynasaydı yenerdik, süt karnımı ağrıtttı, vs…


Yazının başında iki şirkten bahsedilmişti. Normal şirk, bir insanın Allah’ı inkar etmemekle beraber bir nesneyi ilah edinmesi, bir puta tapıcılıktır.


Eğer insan buna tövbe etmeden ölürse, müşriği Allah asla affetmiyor. (Nisa suresi,48)




Gizli şirk ise, farketmeden, bilmeden yapılan fiil ve söylenen sözlerdir.


Yatsı namazı sonrası camide imamlar Amenerrasülü diye bilinen Bakara suresinin son iki ayetini okur. Bakara suresi 286. Ayette Rabbimiz şöyle dua etmemizi istiyor:


"Ey Rabbimiz, unuttuk, yahut yanıldıysak bizi tutup sorguya çekme.”


Bende hergece yatsı sonrası Amenerrasulü okurum.

Ya Rabbel Alemin! Bu duayı bilmeden düştüğümüz gizli şirk için de kabul et inşallah.


İnsan sözle de, davranış olarak da, düşünce ve inanış ile de şirke düşebilir. İnsan ciddi de olsa, şaka da olsa, bilse de, bilmese de şirke düşebilir.


Sık sık “Estağfirullah” diyerek Allah’tan af dilemeliyiz, ki Allah bunu seviyor.

 
Allah’ın her saniye bizimle olduğumuzu bilerek yaptığımız hareket ve söylediğimiz sözlere çok dikkat edelim inşallah.



Celalin Penceresinden


16 Şubat 2017 Perşembe

Mesnevi Okumaları - 4


Mesnevi Okumaları - 4

 

Çok Kıymetli Gönül Dostlarımız,

 

Gerçekten Mesnevi muhteşem bir deryaymış, kalbime şifa oldu. Yine bir hikaye özeti paylaşmadan önce kalbime şifa olan şu beyitleri paylaşmak istiyoruz izninizle:

 

Allah, birisinin perdesini yırtmak, ayıbını ortaya dökmek isterse, onun gönlüne, temiz kişileri kınama isteği verir.

 

Allah, bir kimsenin de ayıbını örtmek isterse, o kişi nefs yüzünden kirlenmiş, günahlara, ayıblara bulanmış insanların bile ayıblarını görmez, söylemez olur.

 


Allah bize yardım etmek dilerse, gönlümüze yalvarma, ağlayıp inleme isteği verir.

 

Allah aşkıyla ağlayan göz, ne mutlu gözdür. Allah aşkı ile tutuşup yanan gönül ne mübarek bir gönüldür.

 

Her ağlamanın sonu, gülmektir. Bu sebepledir ki her hadisenin sonunu gören kişi mutlu ve kutlu bir kuldur.

 

Nerede akarsu varsa, orada yeşillik vardır. Nerede göz yaşı dökülürse, oraya rahmet gelir, merhamet olur.

 

Bostan dolabı gibi inleyerek gözlerinden yaşlar saç da, can bağında yeşillikler bitsin.

 

Göz yaşı istiyorsan, gözü yaşlı olanlara acı. Acınmak, merhamete kavuşmak arzu ediyorsan, zayıflara, zavallılara merhamet et.

 


5. HİKAYE: TEVEKKÜL MÜ, ÇALIŞMAK MI? (ASLAN VE AV HAYVANLARI)

 

Hz. Mevlana, Mesnevi’nin en uzun hikayelerinden bu hikayeyi 3. Yüzyılda Hindistan’da yazılan “Kelile ve Dimne” isimli hayvan hikayelerinin olduğu kitaptan aldığını haber veriyor. Fransız yazar La Fontaine’de Fabl’larını bu kitaptan alarak yazmış.

 

Hz. Mevlana bu hikayede bir vadide avlanarak yaşayan aslan ve av hayvanlarının aralarında geçen konuşmalarını, etkili mesajlarıyla harmanlayarak okuyucuya sunuyor.

 

Bir vadide sürekli pusuyla kendilerini tuzağa düşüren aslanla, av hayvanları anlaşma yaparlar. Buna göre hergün bir hayvan kendini feda edecek ve aslana yem olacaktır.

 

Aslan avlanmaya çıkmayacak ve diğer hayvanlar bu beladan kurtulacaklardır.

 

Aslana gitme sırası tavşana gelince gitmek istemiyor. Ve aslanı hileyle yenebileceğini söylüyor, şüphe etselerde, beladan kurtuluruz diye mühlet veriyorlar.

 

Sonunda tavşan aslanı kuyuya mahkum ediyor ve herkes bayram yapıyor.

 


Rahmetli Şefik Can dedemiz (1909-2005) enfes Mesnevi tercümesinde bu hikayeye şöyle başlamış. Çok sade, akıcı bir dili var, Mesnevi’yi okumaya başlayacaklara bu tercüme kitaplarını almalarını acizane tavsiye ediyoruz. Yukarıdaki beyitlerde o tercümedendir.

 

Hoş bir vadide bulunan av hayvanları, arslanın korkusundan huzursuzluk içinde idiler.

Çünkü arslan, zaman zaman pusudan çıkıyor, hayvanlardan birini kapıyordu. Bu yüzden o vadi, onların hoşlarına gitmez bir yer olmuştu.

 

Hayvanlar, hileye baş vurdular. Arslanın yanına geldiler, ona dediler ki: "Biz sana her gün, ne yiyecek isen, getirir, veririz, seni doyururuz.

 

Bundan sonra avlanmaya çıkma, pusuya yatıp, bir av peşine düşüp bizi ürkütme ve bu otlağı, bu vadiyi bize zehir etme..."

 

Arslan, hayvanlara dedi ki: "Sizden hile değil de vefa görsem, dediğiniz doğru ama, ben şundan, bundan çok hile gördüm, çok ağzım yandı.

 

Ben insanların yaptıkları işlerden, ettikleri hilelerden helak olmuşum. O yılanlar, o akrepler tarafından çok ısırılmışım.

 

İçimde pusu kurmuş olan nefs ise, hilede, kin gütmede insanlardan fena, beter.

 

Benim kulağım, 'Gerçek mü'min bir yılan deliğinde iki kere sokulmaz' hadisini işitti ve Peygamberin bu. sözünü canla, gönülle kabul etti."

 

Hepsi de; "Ey her şeyden haberi olan hakîm! Sakınmayı bırak, çünkü sakınmak* insanı kader hükmünden kurtaramaz." dediler.

 

Arslan dedi ki: "Evet, kader hükmüne uymak, Allah'a tevekkül etmek yol göstericidir, ama sebeplere baş vurmak da Peygamberin sünnetidir.

 

Hz. Peygamber, yüksek sesle buyurmuştur ki: 'Devenin dizini tevekkül ile bağla...'

 

'Çalışıp kazanan Allah'ın sevgilisidir' hadisini dinle, tevekkül edeceğim diye sebeplere sarılmakta tenbellik etme."

 

Hayvanlar, arslana dediler ki: "Rızık için çalışıp kazanmak halkın i'tikâd, inanç zayıflığmdandır. İnsanların kazançları, hırsları miktarınca elde ettikleri riya lokmasıdır.

 

Gökten yağmur yağdıran Allah'ın, rahmeti ile ekmek vermeğe de gücü yeter."

 

Arslan dedi ki: "Evet dediğiniz doğrudur. Fakat Allah, ayağımızın önüne de bir merdiven koymuştur.

 

Dama basamak, basamak çıkmak gerek. Burada cebrî olmak, her şeyi Hakk'tan bilmek, ham bir ümiddir.

 

Ayağın varken, kendini nasıl topal edersin? Elin varken pençeni yapma gücünü nasıl gizlersin?

 

Efendisi kölesinin eline beli verince, söz söylemeden, efendinin ne demek istediği anlaşılır.

 

Bele benzeyen el de, Hakk'ın bir işaretidir. Çalışmamız için bize verdiği bir emirdir. İşin sonunu düşünme gücümüz ise, onun sözleri, buyruklarıdır. Her şeyi, çalışmamıza bir sebeptir."

 

Hayvanların hepsi de, arslana bağıra bağıra dediler ki: "Sebep tohumlarını eken o harîsler .........

 

Yüz binlerce kadın ve erkek, sebeplere baş vurdukları halde, ne diye zamanın faydalarından birisini elde edemediler?

 

Dünya kurulalıdan beri, yüzbinlerce devirler içinde, sayısız inşanın ağzı ejderha gibi açıldı.

 

O akıllı ve bilgili insanlar, öyle hilelere baş vurdular ki, hilelerinden" dağlar bile yerinden koptu.

 

Bunca tedbirlerine rağmen, gerek ava giden kişilerin, gerekse çeşitli işlerde hırsla çalışanların ellerine, ezelde verilen kısmetten başka bir şey geçmedi.

 

Bütün bu uğraşan, didinen insanların hepsi de tedbirlerinden, çalışmalarından âciz kaldılar, bir şey elde edemediler, sonra da Allah'ın emri ve takdiri ne idi ise, o oldu.

 

Ey tanınmış kişi, kazanmayı bir addan başka bir şey bilme, ey hilekâr, senin bu hileli çalışmalarını da, bir vehimden başka bir şey sanma."

 

Arslan; "Evet." dedi. "Tevekkül doğrudur. Fakat, bir de peygamberlerin ve müminlerin çalışmalarına bak.

 

O mübarek insanlar, türlü cefâlar, mihnetler çektilerse de yılmadılar, Allah, onların uğraşmalarını, didinmelerini boşa çıkarmadı.

 

Onların tedbir ve çare aramaları, her zaman hoş ve latif oldu; zâten güzelden ne gelirse güzeldir.

 

Onların tuzakları, göklerin mânâ kuşunu yakaladı. Çalışmaları yardımı ile onlar, noksanlardan kurtuldular, tamamiyle kemal mertebesi buldu lar.

 

Ey mânâ yolunun isteklisi, ey Hakk âşıkı, gücün yettikçe peygamberlerle, velilerin yolunda bulunmaya çalış."  ..........  ............................... 

 

Arslan, bu çeşit bir çok deliller getirdi." O cebrîler, yâni av hayvanları, arslanın cevaplarını dinleyip kandılar.

 

Tilki, ceylan, tavşan, çakal cebrîliği bıraktılar, dedi-koduyu kestiler.

 

Bu alış verişte ziyana düşmemek için, kükremiş arslanla anlaşmaya vardılar.

 

Her günün payı zahmetsizce arslana gidecekti. Bu suretle onun da başka bir isteği olmayacaktı.

 

Her gün kur'a, hangi hayvana düşerse, o hayvan, pars gibi koşup, arslanın yanına gidecekti.

 

Bu ölüm kadehi, bu kur'a döne dolaşa tavşana, gelince, tavşan; "Bu cefâ daha ne vakte kadar sürüp gidecek." diye bağırdı.



Rahmetli sevgili Şefik Can dedemiz, hikayedeki bir kısmını verdiğimiz bu beyitlerin ardından Mesnevi tercümesinde bu hikaye hakkında özetle şunları yazmış:


Hz. Mevlâna, bu hikâyede, arslanın ve diğer hayvanların ağzından "çalışmanın önemi, Allah'a tevekkül, kaza, kader, irâde-i cüz'iyye" konuları üzerinde özlü, derin mânâlar, fikirler yürütmekte, bizi Mu'tezile taifesinin islâmî olmayan inançlarından kurtarmaya çalışmakta, gerçek islâmî inanca götürmektedir.

 

Konuların daha iyi anlaşılması için, birbirine zıd düşen görüşler ortaya koymakta, okuyucuyu düşünceye sevk etmekte, sonunda da onu tam Muhammedi imana götürmektedir.

 

Hikâyeden çok tatlı sonuçlar çıkarmakta, çok hoş, hayatî yorumlar yapmaktadır. Ezcümle:
 
"O arslanın kendine saldırması gibi, sen de başkalarına saldırırken, haberin olmadan kendine saldırıyorsun." 1323. beyt.
 
"Sen kendi kendine kılıç çekiyorsun." "Ey insanoğlu, başkalarından gördüğün zulümler, kötülükler, senin kendi kötü huyunun onlardan aksetmesidir, onlardan görünmesidir." 1319. beyt.

 


***

 

Yine uzun oldu. Bu yazıdan tek gayemiz Allah rızası için faydalı olmak.

Allah Mesnevi’yi okuyup anlamayı ve uygulamayı cümlemize nasip etsin.

 

 

Celalin Penceresinden