22 Ocak 2014 Çarşamba

Neden yeniden dirileceğiz?


Neden yeniden dirileceğiz?

 

Birkaç yıl önce Facebook’tan bir arkadaşımın paylaştığı videoda bir sohbet izledim. Sohbetin konusu Haşir yani kıyametten sonra yeniden diriliş idi. 

 

O sohbette Uğur Akkafa bey, Bediüzzaman Said Nursi’ye ait Sözler isimli eserinde yer alan 10. Söz’den, diğer adı Haşir Risalesi’nden alıntılarla konuyu anlattı. Ben çok az kısmını anlattım. Genişçe bilgi için Onuncu Söz’ü okuyabilirsiniz, dedi.

 

İŞTE O SOHBET:


 

Ben tamamını anlayamasam da Onuncu Söz’ü okudum. Çünkü aşina olmayanlar için Risale-i Nur’un dili biraz ağırdır. Zaten sanırım bu sohbetler ile Risale-i Nur’da yer alan bu tür elmastan kıymetli iman hakikatlarını anlaması kolay oluyor.

 

Bu yazıda sizlere inşallah Haşir Risalesinden ve defalarca dinlediğim o sohbetten öğrendiğim bilgilerden sadece bazılarını aktaracağım. Çünkü yazı uzun olmasın. Yazının sonunda neden yeniden dirileceğimizi hepberaber düşüneceğiz inşallah...

 


Çünkü islam tarihinde pek çok alim, akıl bu yolda yürümez, demişler. Ama Risale-i Nur bu konuyu aklımıza kabul ettirmiş. Hatta 1940 larda bu onuncu sözü okuyan zeki bir din düşmanı hayranlığını gizleyememiş.

 

          Birinci Suret: Hiç mümkün müdür ki: Bir saltanat, bâhusus (özellikle) böyle muhteşem bir saltanat, hüsn-ü hizmet (güzel işler) eden mutilere (itaatkar) mükâfatı (ödül) ve isyan edenlere mücazatı (ceza) bulunmasın. Burada yok hükmündedir. Demek başka yerde bir mahkeme-i kübra (büyük mahkeme) vardır.

 

İkinci Hakikat: Hiç mümkün müdür ki: Gösterdiği âsâr (eserler) ile nihayetsiz (sınırsız) bir kerem (cömertlik) ve nihayetsiz bir rahmet ve nihayetsiz bir izzet ve nihayetsiz bir gayret sahibi olan şu âlemin Rabbi; kerem ve rahmetine lâyık mükâfat, izzet ve gayretine şayeste mücazatta bulunmasın.

 

Yazıyı uzatmamak için sekizer tane suret ve hakikatten sadece birer tanesinin az kısmından bahsedeceğim. İnşallah akıl ve mantığa uygunluğunu anlayacağız...

 

Nasıl başlıyor, Hiç mümkün müdür ki... Bu söz müthiş uyarıcı bi sözdür. Mesela hakkımızda bir dedikodu çıksa; benim geçmişimi, konuşmalarımı bir düşün, benim bu işi yapmam hiç mümkün mü ya... deriz. Yani mümkün değil anlamında...

 


İkinci hakikatte Bediüzzaman hazretleri Allah’ın dört özelliğinden bahsediyor:

1-2 Nihayetsiz bir kerem ve rahmet sahibi - Sonsuz cömert ve merhametli

3-4 Nihayetsiz bir izzet ve gayret sahibi - Sonsuz namuslu, şerefli ve iş yapan

 

Devamında, işte böyle sonsuz cömert ve merhametli Allah, o sonsuz cömertliğine uygun bir ödül vermesin. Hiç mümkün müdür ki, diyor. Elbette vermemesi mümkün değil. Tabi ki verecektir demek, ama nasıl?

 

Bu kısacık dünya hayatında ölüm var, yaşlılık, hastalık, musibetler var. Burada o sonsuz kerem sahibi Rabbimizin nimetlerinin çok minik bir kısmını, o da sadece kısa bir süre 60-70 yıl görüyoruz. Adeta bu kısacık dünya hayatında sadece tadıyoruz.

 

İşte ALLAH, o sonsuz cömertlik ve merhametini göstereceği bir cennet yurdunu yaratması gerek. Bunun için de bizi yeniden diriltmesi ve sonsuz bir hayat vermesi gerekir.

 

Peki Allah’ın sonsuz cömert ve merhametli olduğunu nasıl anlıyoruz. Ne demişti ikinci hakikatte, Gösterdiği âsâr ile ... Evet kainattaki eserlerinden anlıyoruz.

 

Şu dünyanın gidişatına bakıyoruz, en zayıf, en aciz canlıdan, ta en büyük ve güçlü canlıya sürekli, en uygun rızık verilmesi Allah’ın merhametli olduğunu gösterir. Yani açlıktan ölen bir canlı yok... Afrika’daki açlar biz insanların açgözlülüğünden...

 

Karıncaya, kelebeğe, böceklere, çiçeğe, ağaçlara, serçeye uygun rızık verilirken, ineğe ot, aslana et, balinaya, yılana, file de uygun rızık veriliyor.  

 

En zayıf, en aciz mahluka en iyi rızkın verilmesi -bebekler ve elma kurtları gibi- O’nun kerem sahibi olduğunu gösterir. İkinci hakikatte güzel örneklerle diyor ki:

 

         Meselâ, bahar mevsiminde cennet hurileri tarzında bütün ağaçları sündüs-misal libaslar (elbise) ile giydirip, çiçek ve meyvelerin murassaatıyla süslendirip hizmetkâr ederek onların latif (nazik) elleri olan dallarıyla, çeşit çeşit en tatlı, en musanna' (sanatlı) meyveleri bize takdim etmek; hem zehirli bir sineğin eliyle (arı’ya işaret) şifalı en tatlı balı bize yedirmek; hem en güzel ve yumuşak bir libası (elbise) elsiz bir böceğin eliyle (ipekböceğine işaret) bize giydirmek; hem rahmetin büyük bir hazinesini küçük bir çekirdek içinde bizim için saklamak (tohuma işaret) ; ne kadar cemil bir kerem (güzel bir cömertlik), ne kadar latif bir rahmet eseri olduğu bedaheten (apaçık) anlaşılır.

 

(Devamı ONUNCU SÖZ - ikinci hakikat’te... Oklarla diğer sayfalara geçiş yapın... )


 

Evet böylece sonsuz ikram ve rahmet sahibi olduğunu anladık. Peki sonsuz izzet ve gayret sahibi olduğunu nasıl anlıyoruz. Yine kainatın gidişatına bakıyoruz.

 

Allah’ın öyle büyük bir izzet ve azameti var ki, güneşten, aydan ta en küçük mahluka kadar zerrece taviz vermeden büyük bir itaatle vazifelerine devam ediyorlar.

 

Güneş saniye atlamadan her sabah doğuyor. Ben artık bal yapmam diyen arı yok. Sütünüzü kendiniz yapın diyen inek yok. Hepsi büyük itaatle vazifelerine devam ediyorlar. İnsanın da asıl vazifesi Allah’ı tanıyıp kulluk etmektir.

 


Yine ikinci hakikatten konuyu sonuca bağlarsak:

 

         Bu âlemin mutasarrıfının madem nihayetsiz böyle bir keremi, nihayetsiz böyle bir rahmeti, nihayetsiz öyle bir celal ve izzeti vardır. Nihayetsiz celal ve izzet, edebsizlerin te'dibini (terbiye edilmek) ister. Nihayetsiz kerem, nihayetsiz ikram ister, nihayetsiz rahmet; kendine lâyık ihsan (ikram) ister. Halbuki bu fâni dünyada ve kısa ömürde, denizden bir damla gibi milyonlar cüz'den (bölüm) ancak bir cüz'ü yerleşir ve tecelli eder. Demek o kereme lâyık ve o rahmete şayeste bir dâr-ı saadet (mutluluk yurdu) olacaktır. Yoksa gündüzü ışığıyla dolduran Güneşin vücudunu (varlığını) inkâr etmek gibi, bu görünen rahmetin vücudunu inkâr etmek lâzımgelir. Çünki bir daha dönmemek üzere zeval (yok olmak) ise; şefkati musibete, muhabbeti hırkate (sevgiyi yanmaya) ve nimeti nıkmete (iyilikleri cezaya) ve aklı, meş'um bir âlete (faydasız bir cihaza) ve lezzeti eleme (tatlıyı acıya) kalbettirmekle (çevirmekle) hakikat-ı rahmetin intifası (gerçek merhametin yok olması) lâzımgelir. Hem o celal ve izzete uygun bir dâr-ı mücazat (ceza yurdu cehennem) olacaktır. Çünki ekseriya zalim izzetinde (pekçok zalim üstünlüğü ile), mazlum zilletinde (masumlar perişanlıkları ile) kalıp, buradan göçüp gidiyorlar. Demek bir mahkeme-i kübraya bırakılıyor, te'hir ediliyor. ..........

 

Evet sonuç olarak diyoruz ki, kainattaki Allah’ın tasarrufunu düşündükçe Onun sonsuz sıfatlarını tanıyoruz. Allah bizi böyle ballarla, sütlerle, muzlarla, baklavalarla, kebaplarla beslesin de, sonra da bizi öldürüp çukura atsın, yok etsin. Akıl bunu kabul etmiyor.

 

Mesela, çok merhametli, çok şerefli pekçok çocuğu olan bir baba var ; evlatlarının hiçbirini ayırmadan hepsine yıllarca, binlerce iyilik yapsa, günün birinde asi, nankör, hayırsız evlatlarına, yeter be nankörler deyip çok kızmaz mı?

 


Evet bu dünyada imtihandayız. Ve bu dünyada kazandığımız sevap ve günahlarımızın karşılığını bulacağı bir alemin mutlaka olması lazım.

 

Aksini insanın aklı kabul etmiyor. İşte geçenlerde Şaron öldü. Binlerce masumu katletmişti. Hiç ceza görmeden gitti. Geçtiğimiz yıllarda da bir komşu amca vefat etti. Yetmiş sene oruç tuttu, namaz kıldı, fakirlikle yaşadı.

 

Kuran’da Allah Adl’dir deniyor. Mutlak Adaletin olacağı yeni bir dünya kurulması gerekir. Akıl bu yolda yürümez, demişlerdi. Bediüzzaman Said Nursi bunu böylece akla ve mantığa kabul ettirdi. Allah ondan ebediyyen razı olsun.

 

Hem, Kuran ayetlerinin üçte biri, Peygamber Efendimizin SAV pekçok Hadis-i Şerifleri, öldükten sonra yeniden diriliş ve ahiret hayatından bahseder.

 


Evet bu dünyada imtihandayız. Akıl ve mantığımızla anladık ki ölümden sonra yeniden dirileceğiz. Dünyanın ölümü olan kıyametten sonra dirileceğiz.

 

Bu yazıyı Kuran’dan bazı ayetler ile bitiriyorum.

Allah hepimizi, yeniden dirilttiğinde defterimizi sağından alan bahtiyar kullarından eylesin.

 

Şimdi bak Allah'ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor. Bunu yapan, elbette ölüleri de öylece diriltecektir; O herşeye hakkıyla kâdirdir. (Rum Sûresi: 50. ayet)

 

(Ey Muhammed!) De ki: "Allah sizi diriltir. Sonra sizi o öldürür, sonra da geleceğinde şüphe olmayan kıyamet gününde (diriltip) bir araya toplar. Fakat insanların çoğu bilmezler. (CASİYE Sûresi: 26. ayet)

 

Göğü, kitab dürer gibi dürdüğümüz zaman, yaratmaya ilk başladığımız gibi, katımızdan verilmiş bir söz olarak onu tekrar var edeceğiz. Doğrusu biz bunları yaparız. (ENBİYA Sûresi: 104. ayet)

 

Biz kıyamet günü için doğru teraziler kurarız; hiçbir kimse hiçbir haksızlığa uğratılmaz. Yapılan amel, bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirir (tartıya koyarız.). Hesap görenler olarak da biz kâfiyiz. (ENBİYA Sûresi: 47. ayet)

 

 

Celal Çelik                    Ankara  ( Konya-Ereğli )

 


 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder