Neden yeniden
dirileceğiz?
Birkaç yıl önce Facebook’tan bir arkadaşımın paylaştığı
videoda bir sohbet izledim. Sohbetin
konusu Haşir yani kıyametten sonra yeniden diriliş idi.
O sohbette Uğur Akkafa bey, Bediüzzaman Said Nursi’ye ait Sözler isimli eserinde yer alan 10. Söz’den, diğer adı Haşir Risalesi’nden alıntılarla konuyu
anlattı. Ben çok az kısmını anlattım. Genişçe bilgi için Onuncu Söz’ü
okuyabilirsiniz, dedi.
İŞTE O SOHBET:
Ben tamamını
anlayamasam da Onuncu Söz’ü okudum.
Çünkü aşina olmayanlar için Risale-i Nur’un dili biraz ağırdır. Zaten sanırım
bu sohbetler ile Risale-i Nur’da yer
alan bu tür elmastan kıymetli iman
hakikatlarını anlaması kolay oluyor.
Bu yazıda sizlere
inşallah Haşir Risalesinden ve defalarca dinlediğim o sohbetten öğrendiğim
bilgilerden sadece bazılarını aktaracağım. Çünkü yazı uzun olmasın. Yazının sonunda neden yeniden
dirileceğimizi hepberaber düşüneceğiz inşallah...
Çünkü islam tarihinde
pek çok alim, akıl bu yolda yürümez,
demişler. Ama Risale-i Nur bu konuyu aklımıza kabul ettirmiş. Hatta 1940 larda
bu onuncu sözü okuyan zeki bir din düşmanı
hayranlığını gizleyememiş.
Birinci Suret: Hiç mümkün müdür ki: Bir saltanat,
bâhusus (özellikle) böyle muhteşem bir saltanat,
hüsn-ü hizmet (güzel işler) eden mutilere (itaatkar) mükâfatı (ödül) ve isyan
edenlere mücazatı (ceza) bulunmasın. Burada yok
hükmündedir. Demek başka yerde bir mahkeme-i kübra (büyük mahkeme) vardır.
İkinci
Hakikat: Hiç mümkün
müdür ki: Gösterdiği âsâr (eserler) ile nihayetsiz (sınırsız) bir kerem (cömertlik) ve nihayetsiz bir rahmet ve
nihayetsiz bir izzet ve nihayetsiz bir gayret sahibi olan şu âlemin Rabbi;
kerem ve rahmetine lâyık mükâfat, izzet ve gayretine şayeste mücazatta
bulunmasın.
Yazıyı uzatmamak için sekizer tane suret
ve hakikatten sadece birer tanesinin az kısmından bahsedeceğim. İnşallah akıl ve mantığa uygunluğunu anlayacağız...
Nasıl başlıyor, Hiç mümkün müdür ki... Bu
söz müthiş uyarıcı bi sözdür. Mesela hakkımızda bir dedikodu çıksa; benim
geçmişimi, konuşmalarımı bir düşün, benim bu işi yapmam hiç mümkün mü ya... deriz.
Yani mümkün değil anlamında...
İkinci hakikatte Bediüzzaman hazretleri Allah’ın dört özelliğinden bahsediyor:
1-2 Nihayetsiz bir kerem ve rahmet sahibi - Sonsuz cömert ve merhametli
3-4 Nihayetsiz bir izzet ve gayret sahibi - Sonsuz namuslu, şerefli ve iş yapan
Devamında, işte böyle sonsuz cömert ve
merhametli Allah, o sonsuz cömertliğine uygun bir ödül vermesin. Hiç mümkün müdür
ki, diyor. Elbette vermemesi mümkün değil. Tabi
ki verecektir demek, ama nasıl?
Bu kısacık dünya hayatında ölüm var,
yaşlılık, hastalık, musibetler var. Burada o sonsuz kerem sahibi Rabbimizin
nimetlerinin çok minik bir kısmını, o
da sadece kısa bir süre 60-70 yıl
görüyoruz. Adeta bu kısacık dünya hayatında sadece tadıyoruz.
İşte ALLAH, o sonsuz cömertlik ve
merhametini göstereceği bir cennet yurdunu
yaratması gerek. Bunun için de bizi yeniden
diriltmesi ve sonsuz bir hayat vermesi gerekir.
Peki Allah’ın sonsuz cömert ve merhametli
olduğunu nasıl anlıyoruz. Ne demişti ikinci hakikatte, Gösterdiği âsâr ile ...
Evet kainattaki eserlerinden anlıyoruz.
Şu dünyanın gidişatına bakıyoruz, en
zayıf, en aciz canlıdan, ta en büyük ve güçlü canlıya sürekli, en uygun rızık
verilmesi Allah’ın merhametli olduğunu gösterir. Yani açlıktan ölen bir canlı yok... Afrika’daki açlar biz insanların
açgözlülüğünden...
Karıncaya, kelebeğe, böceklere, çiçeğe,
ağaçlara, serçeye uygun rızık verilirken, ineğe ot, aslana et, balinaya,
yılana, file de uygun rızık veriliyor.
En zayıf, en aciz mahluka en iyi rızkın
verilmesi -bebekler ve elma kurtları gibi- O’nun kerem sahibi olduğunu
gösterir. İkinci hakikatte güzel örneklerle diyor ki:
Meselâ, bahar mevsiminde cennet
hurileri tarzında bütün ağaçları sündüs-misal libaslar (elbise) ile giydirip, çiçek ve
meyvelerin murassaatıyla süslendirip hizmetkâr ederek onların latif (nazik) elleri olan dallarıyla, çeşit
çeşit en tatlı, en musanna' (sanatlı) meyveleri bize takdim etmek; hem zehirli bir sineğin eliyle (arı’ya işaret) şifalı en tatlı balı bize
yedirmek; hem en güzel ve yumuşak bir libası (elbise) elsiz bir böceğin eliyle (ipekböceğine
işaret) bize giydirmek; hem rahmetin büyük bir
hazinesini küçük bir çekirdek içinde bizim için saklamak (tohuma işaret) ; ne kadar cemil bir kerem (güzel bir cömertlik), ne kadar latif bir rahmet
eseri olduğu bedaheten (apaçık) anlaşılır.
(Devamı ONUNCU SÖZ - ikinci hakikat’te...
Oklarla diğer sayfalara geçiş yapın... )
Evet böylece sonsuz ikram ve rahmet
sahibi olduğunu anladık. Peki sonsuz izzet ve gayret sahibi olduğunu nasıl
anlıyoruz. Yine kainatın gidişatına
bakıyoruz.
Allah’ın
öyle büyük bir izzet ve azameti var ki, güneşten, aydan ta en küçük mahluka
kadar zerrece taviz vermeden büyük bir itaatle vazifelerine devam ediyorlar.
Güneş saniye atlamadan her sabah doğuyor.
Ben artık bal yapmam diyen arı yok. Sütünüzü kendiniz yapın diyen inek yok.
Hepsi büyük itaatle vazifelerine devam ediyorlar. İnsanın da asıl vazifesi Allah’ı tanıyıp kulluk etmektir.
Yine ikinci hakikatten konuyu sonuca
bağlarsak:
Bu
âlemin mutasarrıfının madem nihayetsiz böyle bir keremi, nihayetsiz böyle bir
rahmeti, nihayetsiz öyle bir celal ve izzeti vardır. Nihayetsiz celal ve izzet,
edebsizlerin te'dibini (terbiye edilmek) ister. Nihayetsiz kerem, nihayetsiz ikram ister, nihayetsiz rahmet;
kendine lâyık ihsan (ikram) ister. Halbuki bu fâni dünyada ve kısa ömürde, denizden bir damla gibi
milyonlar cüz'den (bölüm) ancak bir cüz'ü yerleşir ve tecelli eder. Demek o kereme lâyık ve o
rahmete şayeste bir dâr-ı saadet (mutluluk
yurdu) olacaktır. Yoksa gündüzü ışığıyla
dolduran Güneşin vücudunu (varlığını) inkâr etmek gibi, bu görünen rahmetin vücudunu inkâr etmek lâzımgelir.
Çünki bir daha dönmemek üzere zeval (yok olmak) ise; şefkati musibete, muhabbeti hırkate (sevgiyi yanmaya) ve nimeti nıkmete (iyilikleri cezaya) ve aklı, meş'um bir âlete (faydasız bir cihaza) ve lezzeti eleme (tatlıyı acıya) kalbettirmekle (çevirmekle) hakikat-ı rahmetin intifası (gerçek merhametin yok olması) lâzımgelir.
Hem o celal ve izzete uygun bir dâr-ı mücazat (ceza yurdu
cehennem) olacaktır. Çünki ekseriya zalim izzetinde
(pekçok zalim üstünlüğü ile), mazlum zilletinde (masumlar perişanlıkları ile) kalıp, buradan göçüp gidiyorlar. Demek bir mahkeme-i kübraya
bırakılıyor, te'hir ediliyor. ..........
Evet sonuç olarak diyoruz ki, kainattaki
Allah’ın tasarrufunu düşündükçe Onun sonsuz sıfatlarını tanıyoruz. Allah bizi
böyle ballarla, sütlerle, muzlarla, baklavalarla, kebaplarla beslesin de, sonra da bizi öldürüp çukura
atsın, yok etsin. Akıl bunu kabul etmiyor.
Mesela, çok merhametli, çok şerefli
pekçok çocuğu olan bir baba var ; evlatlarının
hiçbirini ayırmadan hepsine yıllarca, binlerce iyilik yapsa, günün
birinde asi, nankör, hayırsız evlatlarına, yeter be nankörler deyip çok kızmaz
mı?
Evet bu dünyada imtihandayız. Ve bu
dünyada kazandığımız sevap ve günahlarımızın karşılığını bulacağı bir alemin mutlaka olması lazım.
Aksini insanın
aklı kabul etmiyor. İşte geçenlerde Şaron öldü. Binlerce masumu
katletmişti. Hiç ceza görmeden gitti.
Geçtiğimiz yıllarda da bir komşu amca vefat etti. Yetmiş sene oruç tuttu, namaz kıldı, fakirlikle yaşadı.
Kuran’da Allah Adl’dir deniyor. Mutlak Adaletin olacağı yeni bir dünya kurulması
gerekir. Akıl bu yolda yürümez, demişlerdi. Bediüzzaman Said Nursi bunu böylece akla ve mantığa kabul ettirdi. Allah ondan ebediyyen razı olsun.
Hem, Kuran ayetlerinin üçte biri,
Peygamber Efendimizin SAV pekçok
Hadis-i Şerifleri, öldükten sonra
yeniden diriliş ve ahiret hayatından bahseder.
Evet bu dünyada imtihandayız. Akıl ve
mantığımızla anladık ki ölümden sonra yeniden dirileceğiz. Dünyanın ölümü olan
kıyametten sonra dirileceğiz.
Bu yazıyı Kuran’dan bazı ayetler ile
bitiriyorum.
Allah
hepimizi, yeniden dirilttiğinde defterimizi sağından alan bahtiyar kullarından
eylesin.
“Şimdi bak Allah'ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü
ölümünün ardından nasıl diriltiyor. Bunu yapan, elbette ölüleri de öylece
diriltecektir; O herşeye hakkıyla kâdirdir.” (Rum Sûresi: 50. ayet)
“(Ey Muhammed!) De ki: "Allah sizi diriltir.
Sonra sizi o öldürür, sonra da geleceğinde şüphe olmayan kıyamet gününde
(diriltip) bir araya toplar. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (CASİYE Sûresi: 26. ayet)
“Göğü, kitab dürer gibi dürdüğümüz zaman,
yaratmaya ilk başladığımız gibi, katımızdan verilmiş bir söz olarak onu tekrar
var edeceğiz. Doğrusu biz bunları yaparız.” (ENBİYA Sûresi: 104. ayet)
“Biz kıyamet günü için doğru teraziler kurarız;
hiçbir kimse hiçbir haksızlığa uğratılmaz. Yapılan amel, bir hardal tanesi
ağırlığınca da olsa, onu getirir (tartıya koyarız.). Hesap görenler olarak da
biz kâfiyiz.” (ENBİYA Sûresi: 47. ayet)
Celal
Çelik Ankara (
Konya-Ereğli )
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder