Günah Batağından Kurtaran Kısa Dua
Geçen haberlerde izledim. Bir genç uyuşturucu içerken yakalanınca
ağlayarak şöyle diyordu:
“Abi çok istiyorum kurtulmayı, ama her defasında nefsime
yeniliyorum, çırpındıkça daha çok batıyorum sanki, beni bu bataklıktan tutup
asılıp kurtaracak bir el bekliyorum abi” , diye ağlıyordu.
Onun gibi nefsini yenemeyip başka büyük günahları da işleyen gençlerimiz,
belki bu yazıyı okur, bu kısa duayla Allah’a çaresizliğini itiraf eder ve
inşallah tövbe nasip olur, diye aşağıdaki yazıyı paylaşmak istiyoruz:
Birinci Lem'a
Hazret-i Yunus İbn-i Metta Alâ Nebiyyina ve Aleyhissalâtü
Vesselâm'ın münacatı, en azîm bir münacattır ve en mühim bir vesile-i icabe-i
duadır. (kabul edilecek duadır) Hazret-i Yunus Aleyhisselâm'ın kıssa-i meşhuresinin hülâsası: (Hz Yunus AS peygamberin meşhur hikayesinin
özü)
Denize atılmış, büyük
bir balık onu yutmuş. Deniz fırtınalı ve gece dağdağalı ve karanlık ve her
taraftan ümid kesik bir vaziyette
لاَ
اِلهَ اِلاَّ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ
(La ilahe illa ente
sübhaneke inni küntü minez zalimin)
(“Senden başka ilah
yoktur, Seni hertürlü noksandan tenzih ederim Allah’ım. Gerçekten ben kendine
zulmedenlerden oldum.” Enbiya suresi, 87.ayet)
Münacatı (duası), ona sür'aten vasıta-i
necat olmuştur. (hızlı
bir kurtuluş sebebi)
Şu münacatın sırr-ı azîmi şudur ki: O vaziyette esbab
bilkülliye sukut etti. (sebepler
tümüyle sustu) Çünki o halde ona necat (kurtuluş) verecek öyle bir zât lâzım ki; hükmü hem balığa, hem denize, hem geceye,
hem cevv-i semaya (gökyüzü)
geçebilsin.
Çünki onun aleyhinde
"gece, deniz ve hut (yunus
balığı) " ittifak etmişler. Bu üçünü birden
emrine müsahhar eden bir zât onu sahil-i selâmete çıkarabilir. Eğer bütün halk
onun hizmetkârı ve yardımcısı olsa idiler, yine beş para faideleri olmazdı.
Demek esbabın tesiri yok. (Sebeplerin
tesiri yok) Müsebbib-ül Esbab'dan başka bir melce' (Sebepleri yaratandan başka dayanacak şey) olamadığını aynelyakîn gördüğünden, sırr-ı ehadiyet, nur-u tevhid içinde
inkişaf ettiği için şu münacat birdenbire geceyi, denizi ve hutu müsahhar
etmiştir.
O nur-u tevhid ile hutun
karnını bir taht-el bahr (Balığın
karnını denizaltı gemisi) gemisi hükmüne getirip ve zelzeleli
dağ-vari emvac (dağlar
gibi dalgalı) dehşeti içinde; denizi, o nur-u tevhid ile
emniyetli bir sahra, bir meydan-ı cevelan (gezinti
yeri) ve tenezzühgâhı olarak o nur ile sema
yüzünü bulutlardan süpürüp, Kamer'i (ay)
bir lâmba gibi başı üstünde bulundurdu.
Her taraftan onu tehdid
ve tazyik eden o mahlukat, her cihette ona dostluk yüzünü gösterdiler. Tâ
sahil-i selâmete çıktı, şecere-i yaktîn altında o lütf-u Rabbanîyi müşahede
etti.
İşte Hazret-i Yunus Aleyhisselâm'ın birinci vaziyetinden yüz
derece daha müdhiş bir vaziyetteyiz. Gecemiz, istikbaldir. (gecemiz gelecek zamandır) İstikbalimiz, nazar-ı gafletle onun gecesinden yüz derece daha karanlık ve
dehşetlidir. Denizimiz, şu sergerdan küre-i zeminimizdir. (Denizimiz, şu başı dönmüş yeryüzüdür) Bu denizin her mevcinde binler cenaze bulunuyor; onun denizinden bin derece
daha korkuludur.
Bizim heva-yı nefsimiz, hutumuzdur; (O
balık ise bizi yutan nefsimizdir) hayat-ı ebediyemizi sıkıp mahvına çalışıyor. Bu hut, onun hutundan bin derece daha muzırdır. Çünki onun hutu yüz
senelik bir hayatı mahveder. Bizim
hutumuz ise, yüz milyon seneler hayatın mahvına çalışıyor.
Madem hakikî vaziyetimiz budur; biz de Hazret-i Yunus
Aleyhisselâm'a iktidaen, umum esbabdan yüzümüzü çevirip doğrudan doğruya
Müsebbib-ül Esbab olan Rabbimize iltica edip لاَ
اِلهَ اِلاَّ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ
demeliyiz ve aynelyakîn anlamalıyız ki: gaflet ve dalaletimiz sebebiyle
aleyhimize ittifak eden istikbal, dünya ve heva-yı nefsin zararlarını
def'edecek yalnız o zât olabilir ki;
istikbal taht-ı emrinde, dünya taht-ı
hükmünde, nefsimiz taht-ı idaresindedir.Acaba Hâlık-ı Semavat ve Arz'dan başka
hangi sebeb var ki, en ince ve en gizli hatırat-ı kalbimizi bilecek ve bizim
için istikbali, âhiretin icadıyla ışıklandıracak ve dünyanın yüzbin boğucu
emvacından kurtaracak? Hâşâ, Zât-ı Vâcib-ül Vücud'dan (Varlığı zorunlu olan Allah) başka hiçbir şey, hiçbir cihette onun izni ve iradesi olmadan imdad edemez
ve halaskâr olamaz. (kurtarıcı)
Elhasıl:
Madem insan, mahiyetinin câmiiyeti (insan yaratılışı gereği)
itibariyle sıtmadan müteellim (sıkıntı çekmek) olduğu gibi, arzın
zelzele ve ihtizazatından (yeryüzündeki depremler) ve kâinatın kıyamet
hengâmında zelzele-i kübrasından müteellim oluyor.
Ve nasılki hurdebînî (gözle görülmeyecek kadar küçük) bir mikrobdan korkar;
ecram-ı ulviyeden zuhur eden kuyruklu yıldızdan dahi korkar.
Hem nasılki hanesini sever, koca dünyayı
da öyle sever. Hem nasılki küçük bahçesini sever, öyle de hadsiz ebedî Cennet'i
dahi müştakane sever.
Elbette böyle bir insanın Mabudu, Rabbi,
melcei, halaskârı, maksudu öyle bir zât olabilir ki, umum kâinat onun kabza-i
tasarrufunda, zerrat ve seyyarat (atomlar ve gezegenle) dahi taht-ı emrindedir.
Elbette öyle bir insan daima Yunusvari
(A.S.) لاَ اِلهَ اِلاَّ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ
demeye muhtaçtır.
(La ilahe illa ente
sübhaneke inni küntü minez zalimin)
(“Senden başka ilah
yoktur, Seni hertürlü noksandan tenzih ederim Allah’ım. Gerçekten ben kendine
zulmedenlerden oldum.” Enbiya suresi, 87.ayet)
(Risale-i Nur, Birinci Lema – Bediüzzaman Said Nursi 1876-1960)
***
Ey nefis balığı tarafından yutulan genç, sakın ümitsiz olma!
Sen yeterki kurtulmayı iste ve sürekli bu kısa duayı et.
KURTULMAYI İSTEMEKTEN ASLA VAZGEÇME.
İnşallah göreceksin ki, Rabbimizin izniyle sabredip kurtulacaksın…
( La ilahe illa ente sübhaneke inni küntü minez zalimin )
Tövbe ve İstİğfar bİr İbadettİr
"Resûlullah (S.a.v)
buyurdular ki:
"Allah
Teâla Hazretleri diyor ki:
"Ey
Ademoğlu! Sen bana dua edip, (affımı) ümid ettikçe ben senden her ne sâdır olsa, aldırmam, ben seni
affederim.
Ey
Ademoğlu! Senin günahın semanın bulutları kadar bile olsa, sonra
bana dönüp istiğfar etsen, çok oluşuna bakmam, seni
affederim.
Ey
ademoğlu! Bana arz dolusu hata ile gelsen, sonunda hiç bir şirk koşmaksızın bana kavuşursan, seni arz dolusu
mağfiretimle karşılarım."
(Tirmizi,
Da'avat 106, (3534).)
Bakın samimi isteği ile Allah uyuşturucudan nasıl kurtulmuş:
Kur’an’ın birçok ayetinde
geçtiği gibi tövbe ve istiğfar etmek Allah’ın bir emridir ve başlı başına bir
ibadettir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) günahsız olup geçmiş ve gelecek
günahlarının bağışlandığına dair Rabbimizden müjde aldığı hâlde günde yetmiş, bazen
yüz kez tövbe istiğfar ettiğini belirtmiştir.
Rabbimiz günah işleyen
kimselere tövbe yolunu göstererek, şöyle müjde verir:
“Ancak tövbe eden ve güzel işler yapanlar
bundan müstesnadır. Allah onların günahlarını silip yerlerine iyilikler verir.
Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.” (Furkan suresi: 70)
Allah tövbe edenleri
sever, o hâlde sık sık tövbe ve istiğfar etmemiz gerekir. Tövbe, yapılan
günahtan pişman olmak, üzülmek, bir daha işlememeye karar vermektir. Tövbe eden
kişi, Allah’ın rahmetine ve mağfiretine güvenmeli, Ondan ümit kesmemelidir.
Tövbe ve istiğfarın en
kısası şöyledir: “Estağfirullah ve etûbü
ileyh = Allah’tan bağışlanma diler ve günahlarım için O’na tövbe ederim.”
****
Bu da Bir Rus kızın ilginç hidayet öyküsü, müsait zaman mutlaka
okuyun:
Celalin Penceresinden
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder