Çanakkale’de
Çizilen Kaderimiz ve Yaşanmış Bir Hikaye
İsa
Çelik, babamın adını aldığı Çanakkale Gazisi dedesi...
E nasıl çizildi kaderiniz
Çanakkale’de, dediniz. İsa dedem 1916’da Çanakkale’den gazi olarak köyüne
döner. Bir gözü akmış, takma göz takılmıştır
ve dilinin ucu da kopmuştur.
Bir müddet sonra eşi
vefat eder. Küçük kızıyla (Emine hala) kalakalmıştır. Aynı
köyde Topal Meryem lakaplı kocası (Halil
dedem) Çanakkale’de şehit olan iki çocuklu bir dul varmış.
İsa dedem uzun süre
düşünmüş, hem o yetimlere sahip çıkmak
adına, hem de kızının ana şefkatiyle büyümesi için, engelli Topal Meryem’e
evlenme teklif eder ve evlenirler.
Bu
evlilikten 1926 yılında oğlu Faik Çelik doğar. (Benim dedem)
Topal
Meryemin şehit eşi Halil’den kalan yetim kızı Fatma benim anneannemdir. (Aslında anneannem, anneme lohusa iken 1952'de ölür,
annem de onun gibi öksüz büyür.)
Yani
Topal Meryem hem annemin anneannesi, hem de babamın babannesidir.
Anlayacağınız,
Annemin dedesi Çanakkale’de Şehit; babamın dedesi ise Gazidir.
Gazi
İsa dedem, babam henüz onüç yaşındayken 1961’de ölmüş.
Yani demem o ki, Allah bizim kaderimizi Çanakkale’de yazmış.
İsa dedem Çanakkale’den sağ dönmeseydi ve Topal Meryem’le evlenmeseydi, Faik
dedem ve dolayısıyla bizde olmazdık.
Şimdi çok ilginç
bişey aklıma geldi, onu söyleyeyim, inşallah daha sonra da yaşanmış duygusal bir hikaye ve
hatırlattığı bir şey ile yazımızı bitireceğiz.
Benden on yaş küçük, 1983 doğumlu Meryem halam var, 32
yaşında. (2015) Meryem halam dedemin babannemden sonraki eşindendir... Faik
dedem 1991’de ölünce yetim büyüdü. .
Şimdi geçen şöyle bir
hesap yaptım; Sanırım 30-40 yıl sonra
dedesi Çanakkale’de savaşmış olan Türkiye’deki yaşayan tek insan Meryem halam
olacaktır büyük bir ihtimalle...
ÇANAKKALE
ZAFERİMİZ KUTLU OLSUN
Değil miydi ki şehitler ölmezlerdi, Rab katında diriydiler..!
Baban Gelirse, Beni Çağır Oğul..!
Kızılca kıyametin koptuğu günlerdi.
Adına “Çanakkale” denen destanı yazacak koç yiğitler, dilde Allahü Ekber, niyetlerde zafer ile düşmüşlerdi cephe yollarına. Vatan ki, emanetti anadan babadan; vatan ki korunmalıydı hain düşmandan.
Düşmana ‘illallah’ dedirtecek er oğlu erlerden biriydi Ali. Anasının en büyük arzusu oğlunun hâfızlığını görebilmekti.
Kızılca kıyametin koptuğu günlerdi.
Adına “Çanakkale” denen destanı yazacak koç yiğitler, dilde Allahü Ekber, niyetlerde zafer ile düşmüşlerdi cephe yollarına. Vatan ki, emanetti anadan babadan; vatan ki korunmalıydı hain düşmandan.
Düşmana ‘illallah’ dedirtecek er oğlu erlerden biriydi Ali. Anasının en büyük arzusu oğlunun hâfızlığını görebilmekti.
Ali, gayretlerinin semeresini almış, hâfız olmuştu; anasının
yüreciği sevinçle dolmuştu. Ağzı dualı Ali’nin anası; ‘Bir de oğlumun
mürüvvetini görsem!’ diye geçirdi içinden. Âh bir görebilsem!
Köyün, güzel olduğu kadar terbiyeli, hanım hanımcık kızı Adeviye’yi
Ali’ye istediler. Adı gibi iyilikseverdi Adeviye. Çok geçmeden düşman ateşinin
gölgesinde sâde bir düğünle evlendiler. Adeviye, Ali’yi kendi elleriyle
hazırladı cepheye. ‘Git Ali’m!’ dedi Adeviye.
Vatan için, doğacak evlâdımız için git, dedi. Gitmek lâzımdı. Neylersin ki evde oturma zamanı değildi. Vazife kurşun kadar ağırdı.
Vatan için, doğacak evlâdımız için git, dedi. Gitmek lâzımdı. Neylersin ki evde oturma zamanı değildi. Vazife kurşun kadar ağırdı.
Vatan söz konusu olunca geçilirdi serden. Ali, acısını içinin en
girift yerine gömüp “Yine geleceğim.”dedi. Silâhıyla, silâh yoksa süngüsüyle, o
da yoksa bedeniyle siper olacaktı ya düşman ateşine. Düşmanı savacak ve
dönecekti evine.
Ali gitmişti bir kış soğuğunda. Cepheden şehitlerin haberi tez
ulaşıyordu köye. ‘Ali’mden bir haber var mı?’ diyordu Adeviye kalbi yerinden
fırlarcasına. Bir haber yoktu Ali’den. Sağ mıydı, yaralı mıydı, adı sanı
bilinmez bir yerde şehitlerin arasına mı karışmıştı, bilen yoktu.
Adeviye günlerce, mevsimlerce bekledi, bekledi. Giden gelmiyordu,
acep nedendi?
Günler yokluk, kıtlık ve sıkıntıyla geçiyordu. Asker Ali’den iyi veya kötü, bir haber gelmiyordu. Adeviye’nin tesellisi minik yavrusu Cevdet’i olmuştu.
Günler yokluk, kıtlık ve sıkıntıyla geçiyordu. Asker Ali’den iyi veya kötü, bir haber gelmiyordu. Adeviye’nin tesellisi minik yavrusu Cevdet’i olmuştu.
Çalan her kapı, duyulan her ayak sesi, Adeviye’nin yüreğini
hoplatıyordu. Ya gelen Ali ise! Rüyalarında her dâim Ali’yi görüyor, asker
kıyafetiyle karşısında mütebessim çehreyle duran Ali’nin yaralarını pansuman
ediyordu.
Rüyalara sık sık gelen Ali, kendi evine gelmiyordu bir türlü.
Babasının bir fotoğrafını görmeden büyüyen Cevdet, yürümeye başlamıştı. Cevdet,
Çanakkale’yi anlatan ninnilerle büyümüş; masal yerine, destanlar dinlemişti
anasından.
Ülke düşmandan temizleneli yıllar olmuştu. Ali’nin âkıbetinden
haber yoktu. Kolunu, bacağını, bedeninden bir parçasını Çanakkale’de bırakan
erler de dönmüştü köylerine. Köylü;
‘Kocan şehit olmuştur, bekleme artık Ali’yi.’ diyemedi.
Yaslı anacığına acısını unutturmaya çalışan Cevdet büyümüş, iş güç
sahibi olmuştu. Adeviye ne vakit bir yere gidecek olsa,
‘Baban gelirse, çağır beni oğul!’ derdi. Komşulara gitse, mevlide,
akrabalara gitse, hep aynı sözü söylüyordu oğluna: ‘Baban gelirse, çağır beni
oğul!’
Günler yerinde durmadı. Zaman çark misali döndü. Alınlarda çizgiler derinleşti, saçlara beyazlıklar aktı. Adeviye, Ali’nin geleceği ümidiyle yaşadı durdu. Her sözünün sonunda Cevdet’e, ‘Baban gelirse…’ diyordu. Adeviye, güçten takatten kesilmişti.
Geri dönülmez hastalığın pençesine düşmüştü. İyice ağırlaşmıştı
artık. Son demlerinde oğlu Cevdet’i yanına çağırdı, yavaşça: ‘Oğlum!’ dedi.
“Bana iyi baktınız. Hakkınızı helâl edin. Baban bir gün gelirse ona; ‘Annem
seni hep bekledi.’ de.”
Cevdet’in ve oradakilerin gözlerinden sicim sicim yaşlar boşalırken
Adeviye beklenmedik bir şekilde irkilerek doğruldu, kapıya doğru gülümseyerek
“Hoş geldin Bey, hoş geldin!” diyerek ruhunu teslim etti.
Değil miydi ki şehitler ölmezlerdi, Rab katında diriydiler.
Değil miydi ki şehitler ölmezlerdi, Rab katında diriydiler.
* Bu hikâyedeki hâdise ve şahıslar tamamen gerçektir.
************************
Bu hikaye bana şunu
hatırlattı:
Canım babam İsa Çelik. İsa ismi babamın
dedesinin adıdır. İsa dedem Çanakkale Savaşı gazisiymiş. Çanakkale Savaşında
bir gözünü ve dilinin yarısını kaybetmiş. Atılan bombadan sıçrayan şarapnel
parçası ile bir gözü akmış. O gözü takmaymış ve yandan gelen bir kurşun dilinin
ucunu götürmüş; biraz peltek konuşurmuş. Babama kuzum yerine kujum dermiş.
Babamın
dedesi İsa dedem, babam çocukken vefat etmiş. Babamın anlattığına göre İsa
dedem hasta yatağındaymış. Köydekiler yine hasta ziyaretine gelmişler. Ve ev
kalabalıkmış.
İsa
dedem bir ara yatağından doğrulmuş. “Hele uşaklar şu odayı bir boşaltın hele;
içeri giremiyorlar” demiş. Herkes odadan çıktıktan bir dakika sonra son
nefesini vermiş.
Bir
dizi filmde görmüştüm. Bir asker son nefesini verirken şehit arkadaşları
kollarına girip onu karşılıyorlardı. Belki de İsa dedemi de karşıladılar.
İnşallah ben de ölünce onları görebilirim. Annemin dedesi şehit, babamın dedesi
gazi...
(Hayatımı
anlattığım kitapçıktan alıntıdır... )
ALLAH
BİZLERİ ATALARIMIZA LAYIK TORUN EYLESİN
BEDİRHAN GÖKÇE'nin sesinden MEHMET AKİF ERSOY'un Çanakkale Şehitlerine şiiri :
Celalin
Penceresinden
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder