Keşke
Dediğime Utandım
Başlıkta yazan ‘keşke’yi
ne için söylediğimi yazayım önce.
Geçen TV’de izledim. Genç bir adam, eşi ve çocuklarıyla arabayla
Türkiye’yi dolaşıyordu.
İzlerken
içimden, ‘Keşke ben de sağlıklı olsaydım, bir eşim ve çocuklarım olsaydı ve
Keşke ben de böyle gezebilseydim de her vilayeti görseydim’ dedim.
Sonrasında, içimden
geçirdiğim bu sözüme çok pişman oldum ve yüzlerce kez ‘Tevbe Estağfirullah, Affet Ya Rabbim’, dedim. Şimdi, neden af
dilediğimi merak ettiniz...
Af diledim, çünkü nelere
sahip olduğumu biran unutmuşum. Daha ben bunlara şükredebilmiş değilim, ki tam olarak şükretmeye asla muvaffak
olamayız.
Şükretmek
için kendimizden daha aşağıdakilere bakacağız çünkü...
“Din
işlerinde, kendinizden üstün olanı, görüp ona uyan, dünya işlerinde ise
kendinden aşağısına bakıp, Allahü teâlâya hamd eden şükretmiş olur.” [T. Gafilin]
Yani
Peygamber Efendimiz SAV diyor ki, dindar insanlara bakıp onların
yaptıkları ibadetleri yapmaya çalışmalıyız. Mesela o zat gibi gece namazı
kılmalıyım, demeliyiz.
Fakat dünya işlerinde
bizden daha fakirlere bakmalıyız, o
zaman halimize çok şükrederiz.
Bu
kural bizim gibi engelliler içinde geçerlidir. Sağlıklı insanlar biz
engellilere bakıp hallerine şükrediyorlar. Çok şükür görüyorum, duyuyorum, yürüyorum,
diyorlar.
Fakat
ben de halime o kadar çok şükrediyorum ki... Mesela ellerini kullanamayan kas
hastası arkadaşlarımı gördükçe halime çok şükrediyorum.
Çünkü,
evet yürüyemiyorum, yatalağım ama babam yatakta oturum pozisyonuna getirince
hasta masamda yemeğimi kendim yiyip, çayımı kendim içebiliyorum
elhamdülillah...
Ama
o kas hastası arkadaşlarım da çok şükrediyorlar.
Mesela,
neden şükrediyorsun soruma dostum İbrahim Oğuz; “Celal abi, annem babam
sağlıklı ve yanımda, Gözlerim görüyor, GS maçlarını izleyebiliyorum, ağzımın
tadı yerinde... vs” , dedi.
Evet, TV’deki insana
özenip keşke, dedim ama asıl keşke denilecek olan şey şuymuş. Keşke ben de zengin olsam, sadaka ve zekat
verebilsem, keşke ben de Kuran okuyabilsem...
Evet aslında şunun için
keşke demiştim. Eşim ve çocuklarım olsa
da, 81 vilayetin hepsindeki büyük camilerde namaz kılsam... Tabi gezi ve yöresel yemeklerle birlikte ...
Ama
Allah’a binlerce hamdolsun, bilgisayar kullanabiliyorum. İnternetle dünya
karşımda...
Yazımızı şükretmek ile ilgili çok güzel
bir hikaye ile bitiriyoruz:
Bağdat'ı kıtlık kırıp geçiriyordu. Herkesten önce de
hamallar açlık çekiyordu. İçinde ekmek piştiği, sokağa kadar yayılan kokudan
belli olan bir evin kapısından seslendi hamalın biri:
- Allah rızası için birazcık ekmek. Günlerdir lokma girmedi
ağzımdan.
Tandırın başındaki kadın taze ekmekleri kızına uzattı.
"Ver şu adama" dedi. Kızcağız ekmekleri güzelce katlayıp verdi aç
hamala.
Hamalın sevincine sınır yoktu. Evine doğru hızlandı. Kim
bilir kaç günlük açlığını giderecekti? Tam bu sırada karşıdan gelen birinin
sert ikazı durdurdu onu:
- Çabuk söyle, bu ekmeği hangi evden aldın?
Geriye bakıp eliyle
işaret etti:
Adam kızgın şekilde
salladı başını:
- Yanılmamışım, böyle zamanda başka kimin evinden
alınabilir ekmek? diyerek eve doğru ilerledi.
Kapıyı açar açmaz da
sordu:
- Kim verdi ekmeği hamala?
Hanım korkudan
kızını gösterdi. Güya kızına acır, bir şey yapmaz diye düşünmüştü. Halbuki
adamın şükürsüzlük ve cimrilik içine işlemişti. Elindeki sopayı hızla havaya
kaldırdı, kızının ekmek veren eline öyle bir indirdi ki bilek zedelenip
burkuldu, el çarpık kaldı. Söyleniyordu kendi kendine:
- Ben herkese ekmek versem bu evde ekmek kalır mı? diye.
Halbuki nimet şükür
isterdi. Şükürsüzlük nimetin gitmesine sebepti. Nitekim bu şükürsüzlüğün
akibeti de öyle olacaktı. Olmaya başladı bile. Kısa zamanda işleri bozuldu. Bir
ara o hale geldi ki, evine ekmek alamaz duruma bile düştü. Nitekim bir akşam
eve gelmiş, kızcağızına da acı sözü söylemişti;
- Artık benden ümidinizi kesin. Çünkü bu akşam ekmek alacak
kadar da olsa elime para geçmedi. Çarşıya in, ekmek parası iste.
Kızcağız çarşıya
inmiş, utana sıkıla sattıkları dükkanın karşısına geçerek bir tanıdık görürüm
diye beklemeye başlamıştı. Kendisini gören dükkandaki adam hemen yanına
gelerek:
- Sen masum birine benziyorsun, ne bekliyorsun burada? diye
sormuştu. O da anlatmıştı gerçek durumu:
- Ekmek alacak paramız kalmadı, bir tanıdıktan ekmek parası
istemek üzere bekliyorum burada.
Hemen elini cebine
attı adam. Hatırı sayılır bir miktar parayı uzatarak "Al" dedi.
"Bununla istediğin kadar ekmek alabilirsin. Ben de nimetin şükrünü eda
etmiş olurum böylece."
Kızcağız elinin
birini arkasına saklamış, ötekiyle parayı alırken adamın dikkatin çekti bu
saklayış;
- Elinde bir yara bere varsa tedavi ettireyim, niçin
saklıyorsun? Allah bana nimet verdi, şükrünü eda etmek için iyilik yapmam
gerek, dedi.
Kızcağız önce
açıklamak istememişse de adamın ısrarı üzerine anlattı elinin durumunu:
- Ben bir yoksula ekmek vermiştim. Babam yolda rastlayıp
sormuş, o da evi gösterip 'İşte oradan aldım' demiş, bizi haber vermiş. Babam
eve gelince elindeki sopayla ekmek veren elime öylesine bir darbe indirdi ki,
elim böylece çarpık kaldı. Göstermekten utanır oldum. Bu yüzden de evde kaldım.
Bu açıklamayı
dinleyen adam bağırmaya başlar:
- Komşular! Çabuk buraya gelin, ben hayalimdeki altın
kalpli kızı buldum, hayat arkadaşım işte karşımda, siz de şahit olun diyerek
başlar anlatmaya:
- Ekmeği isteyen fakir bendim. Ben o gün bir hamaldım.
Demek ki elinin çarpık kalmasına ben sebep olmuşum. Hem sebep olayım hem de
seni bu halinle baş başa bırakayım. Buna Allah razı olmaz.
- Seni görünce içimden bir sevgi selinin koptuğunu anladım,
bana ekmek veren kıza ne kadar da benziyor diye düşünmüştüm. Yanılmamışım.
Baban şükürsüzlük ettiğinden Allah onun dükkanını elinden alıp bana nasip
eyledi.
- Şimdi ise imtihan sırası bana geldi, ben de aynı
şükürsüzlüğe düşmek istemem. Haydi gel, nikahımızı yaptırıp birlikte babanı
sıkıntıdan kurtaralım.
Yola koyulurlar,
ekmek veren eli sakatlayan şükürsüz babaya doğru
"Şükrederseniz
çoğaltırım, etmezseniz elinizden alır şükredene veririm. Şükürsüze de azabım
şiddetli olur''
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder