Sev de gel
evladım, Sev de gel
Bu yazının başlığı, Hz. Mevlana’nın bir kıssasıdır. Yazı
sonunda paylaşacağız.
Aşk en
üstün duygudur.
Aşk, bir sihirdir. Etrafında dolaşan renkli yıldızlardan oluşmuş, gözle değil
ancak gönülle görülebilen bir sihirdir.
Aşık
olduğunda değişirsin. Bilimsel olarak ispatlanmış ki aşık olanların beyinlerinde kimya
değişiyormuş. Asla yapmayacaklarını yapabilir, her zaman yaptıklarından
vazgeçebilirsin.
Onu ilk gördüğüm o an, hedefe kilitlenen bombalar gibi
gözlerimi ondan ayıramadım. O bana baktığı anda ise elektriği gözlerimi çarptı
ve başımı öne eğdim. O güzel gözler beni attı bu derin sevdaya.
Onunla
Türk filmlerindeki gibi bir bahaneyle konuştum ve tanıştık. İlahi aşkın filizi gönlüme ekildi ve
artık bundan sonra kiminle konuşsam hep ondan bahsederdim. Her an onu
düşünürdüm.
Onu
görmek için hayaller kurarak yaz tatilini beklerdim. Farklı şehirlerde olmamız
bu aşkı daha da güçlendirdi. Aşk özlemektir. Televizyonda bir Türk Aşk
filmi izlesem ağlardım.
Onu
düşünürken iki gün yemek yemesem açlık hissetmezdim. Hep arabesk aşk şarkıları
dinlerdim. Dünyayı toz pembe ve güzel görürdüm.
Onun
sevdiği şeyleri ben de severdim. Aşk fedakarlıktır. O seviyor diye kırk
derece sıcak bir yaz günü, üç km yürüyüp kasabadan köye çikolata getirmiştim.
Hatta
erimesin diye çok uğraşmıştım. Ve kestirmeden tarlalardan hızlıca köye
yürümüştüm. Sezen Aksu’nun şarkısında söylediği gibi: “Aşk için ölmeli, aşk o zaman aşk”
Ben aşık olduğum kızı hiç ölmeyecek,
hastalanmayacak, güzelliği hiç solmayacak, beni hep sevip kollayacak sanmışım. Aslında ben o insanda bu özellikleri hayal
etmişim.
Zamanla
anladım ki, ben Baki olan bütün o sıfat ve güzelliklerin gerçek sahibi Rabbime
aşık olmalıydım. Bu hastalık beni kendime getirdi.
Yaşadığım o beşeri aşk, zamanla şimdi ilahi aşka
dönüştü. Hakiki aşk, ilahi aşkmış. Şimdi ise artık her konuştuğum kişiyle sözü
İslam’a ve Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ‘e
getiriyorum. Hep Allah’ı ve Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ‘i
düşünüyorum.
Bir gün
bir genç, Hz. Mevlana’nın kapısına gelip ;
_”Beni müridliğe kabul buyurun efendim” diyerek niyazda bulunur…
Hz.Mevlana gence bakar ve
_”Hiç aşık oldunuz mu evladım?” diye sual eyler.
_”Beni müridliğe kabul buyurun efendim” diyerek niyazda bulunur…
Hz.Mevlana gence bakar ve
_”Hiç aşık oldunuz mu evladım?” diye sual eyler.
Genç şaşkın bir halde ne diyeceğini bilemez.
Hz.Mevlana, müridliğe kabul edilmesi için önce
bir kulu sevmiş olması gerektiği söyler ve genci geri gönderir.
Genç ne yapacağını bilemez bir hal içinde ertesi
gün tekrar tekkenin kapısını çalar ve isteğini yeniler. Hz.Mevlana sualinde
ısrarlıdır ve genci tekrar geri gönderir.
Üçüncü gün genç dayanamaz ve Hz.Mevlana’ya bu
isteğinin hikmetini sorar.
Hz.Mevlana mütebessim bir çehreyle müride döner
ve:
“Bir kulu
dahi sevmekten aciz olan,
nasıl yüceler yücesi ALLAH’a aşık olmaya yol
bulur?
Bir kulun ateşine yanmamış gönül,
Yüceler Yücesinin (C.C.) aşkını nasıl bilsin de
yansın?
SEV de GEL Evladım, SEV de GEL … ”
***
Celalin
Penceresinden
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder