Aşk Nedir?
Hz.
Mevlana’ya göre, Aşk dünyaya ait bir duygu değildir. Aşk insanlara ait
değildir. Aşk Allah'a aittir. Ancak Allah, insanı halifesi olarak ilan edip
ruhuna üfledikten sonra, kendisindeki bu duyguyu, insanın da mayasına karıştırmıştır.
[Aşağıdaki
bilgiler, son Mesnevihan (Hz.
Mevlana’nın eseri Mesnevi’yi her yönüyle en iyi bilen kişi) sevgili Hayat Nur Artıran Hanımefendi’nin sohbetlerinden derlenmiştir.]
Kimin gönlüne aşk tohumu düşerse sarmaşık gibi insanın bütün
duygularını sarar, sarmalar. Kimin gönlüne de aşk ateşi düşerse, aşktan gayrı
ne varsa, hepsini yakar yandırır, der aşıklar sultanı Hz. Mevlana…
Aşık olan insanın bütün hayatı sevdiceğine adanmıştır.
Seven insan herşeye sevdiceği ile bakar, onunla görür, onunla konuşur,
hayatındaki herşeyi ona göre ayarlar, çünkü
insanın sevdiği mutluluk, huzur içindeyse seven de ancak o zaman mutlu ve
huzurlu olur.
Gerçek
aşkta seven yoktur sadece sevilen vardır. O nedenle sevenin gözü kör kulağı
sağır olur, derler. Yani seven sevdiğinden gayrı
hiç bir şeyi ne duyar ne görür !
Ortada bir adanmışlık vardır, kişinin kendi yoktur, geriye sadece
sevilen kalmıştır. Aşk sevdiğine teslim olmaktır. Aşk sevdiğini memnun
etmektir.
Onun için
Hz. Mevlana bir Divan-ı Kebir beytinde şöyle der; Aşk, dileği, isteği, yapıp
yapmama arzusunu, iradeyi tümüyle terketmektir. Bu ilahi aşkın değil, bizatihi
aşkın tanımıdır.
Çünkü karşı cinse duyulan beşeri aşk ile Cenab-ı Hakk’a duyulan
ilahi aşk, özü itibari ile aynıdır.
Bir kızı veya erkeği sevdiğimizde aslında biz o yüzün arkasındaki
onun yaratıcısını seviyoruzdur çünkü.
Ama bilmeden sadece simaya, surete, şekle takılır kalırız. Aslında
işin hakikatı, bizler sevdiğimizde onu yaratanı görür, onu severiz, onu
yaratana aşık oluruz, bilmesekte…
Kamil
insanlar ise, kimi niçin sevdiklerini bildikleri için direk Rabbani aşkın içine
düşerler.
Annem, babam ve ben H. Nur hocamızla- Ankara Sincan 16 Aralık 2016 |
Yine Son Mesnevihan Hayat Nur Artıran der ki:
Hz.
Mevlana, “Aşk nasip işidir, hesap işi değil. Aşk adayıştır, arayış değil.” der.
“Cenab-ı Allah’ın bir kula en büyük lütfu, keremi ona
Aşk’ı nasip etmesidir.“
Allah’a binlerce hamdolsun bana beşeri aşk verdi. O
aşkla ilahi aşka yükseldim.
Aşk’a inanmayanlar bunun için inanmıyor. Allah Aşk’ı
herkese nasip etmiyor. Tatmayan bilmezki...
AŞK ALLAH’TAN GELENE RAZI
OLMAKTIR
Aşk, arapça "ışk"
kökünden gelir ve sarmaşık anlamına
gelir.
“AŞK = İbadet, şükür, kanaattir."
Aşk arapça bir kelime olup, Ayn, Şın ve Kaf harflerinden oluşur.
Hz. Mevlânâ, Ayn ibadet, Şın şükür ve kaf harfinin de kanaati
işaret ettiğini söylemiştir ki, ilahi aşk için olmazsa olmazlardır.
Kanaat edebilmek için şükür, şükredebilmek için ise ibadet olması lâzımdır.
Kanaat anladığımız manada kıt kanaat geçinmek, bir lokma, bir hırka
demek değildir. Kanaat, her ama herşeyin Allah’tan geldiğini bilerek, O’ndan
gelene razı olmaktır.
Hüsn-ü zan ile yapılan her güzellik Hak katında ibadettir. Aşk
sevgiliyi memnun etmektir.
Biz ancak şükrederek kanaat ettiğimiz
zaman Allah'tan razı olabiliriz.
AŞKIN BAŞLANGICI
(Aslında
her insan Allah’a aşıktır ama imtihanımız
gereği bize musallat edilen şeytan ve nefis, insanı nefsani ve dünyevi
şeylerle (şehvet, oyun, TV, dizi, maç, facebook, AVM’lerle.. vs. ) meşgul edip
gaflete daldırır ve aşkımızın farkına varmamamız için sürekli oyalar. )
Cenab-ı
Allah kainatı yaratmadan önce ruhlar âlemini yaratmıştır. Ruhlar aleminde
dünyadaki geçmiş, şu an yaşayan ve gelecek olan milyarlarca insanın ruhunu,
velhasıl ruhların hepsini bir anda yaratmıştır.
İşte o
zaman Cenab-ı Allah bütün ruhlara hitaben: ‘Elestü bi-Rabbiküm’ (Ben sizin
Rabbiniz değil miyim?) buyurunca; Bütün ruhlar ‘Kâlû: Belâ’ (Evet, Sen bizim
Rabbimizsin) dediler.
Ve hepsi
de birbirine şahit tutuldu.
Mevlânâ Hazretleri “O gün Kâlu Bela’da o sesi duymayan bir kişi
varsa ben imansızım” der. O kadar büyük bir yemindir ki bu.
Demek oluyor ki, o Elest hitabında yaratılan ve yaratılacak herkes
Cenab-ı Hakkın sesini işitmiştir. Yani aslında, biz aşkı ilk defa orda tattık.
“Kıyamet gününde:
“Biz bundan habersizdik” demeyesiniz diye, hani Rabbin, Âdemoğullarından,
onların bellerinden zürriyetlerini çıkarmış ve onları kendilerine şahit
tutarak: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (demişti.) Onlar da: “Evet
(Rabbimizsin) şahit olduk” demişlerdi.”
(Araf suresi, 172. ayet)
Bütün ruhlar coşkuyla, büyük
bir aşkla, Kalu bela (Evet, sen bizim Rabbimizsin) dediler.
Rabbimiz bütün ruhlara maddi, manevi latifelerle donatılmış bu
beden elbisesini giydirdi. Ezelde
kaderi belirlenen ruhlar, vakti geldiğinde imtihan için dünyaya gönderiliyor.
Allah, imtihan gereği nefis ve şeytan denen düşmanları da bize
musallat etti.
İmtihanımız nedir? Hz
Mevlânâ ruhlar aleminde söylediğimiz “bela”, yani Allah’ım seni seviyorum, sana
aşığım, sözünü ispat etmek için imtihan oluyoruz, der.
Dinen Reşit olduğumuzda da imtihanımız başlıyor, ve artık bu
sözümüze sadık kalmalıyız.
İnsani aşk ilişkisinde bile, kuru kuru seni seviyorum
diyen birinin sözü mü daha inandırıcıdır, yoksa mesela bir hediye vererek seni
seviyorum diyenin mi, veya sevgiliyi memnun etmek için sıkıntıya katlanarak
seni seviyorum diyenin mi?
Şu bir gerçek ki; söz
ile ifade edilen sevgiden, hâl ile ortaya koyulan sevgi, saygı elbet çok daha
derin ve gerçektir.
Allah’a aşkla söylediğimiz o seni seviyorum sözünü ispat etmek için
dünyadayız.
AŞKIMIZIN ŞAHİTLERİ
"AŞK BİR DAVAYA BENZER, CEFA ÇEKMEK DE DAVANIN TANIĞIDIR.
TANIĞI OLMAYAN HER DAVA MUTLAKA KAYBEDİLİR. CEFA, IZDIRAP, KEDER SENİN AŞKININ
TANIKLARIDIR. "
Hz. Mevlânâ, Mesnevi, c.3, 4008
Daha dünya kurulmadan bize dava açıldı. Allah'a olan aşkını ispat
et diye.
Mahşerdeki büyük
mahkemede, Allah'a olan aşkımızın şahitleri, çektiğimiz hastalıklar,
dertler, sıkıntılar, üzüntüler, ve sabrettiğimiz ibadetler, haramlar, günahlar
olacaktır.
Rabbimiz bazı inatçı inanmayanlara hiç hastalık, dert, ızdırap,
sıkıntı vermiyor. Ki, Allah’ı hatırlamasınlar. Firavunun ömrü boyunca başı bile
ağrımamış.
Başımıza
gelen her musibet Allah’tan bize gelen
ilahi mesajlardır.
Eğer ki
bizler, dert ve sıkıntılarımızın sevgilimiz olan Cenabı Allah’tan geldiğini anlayabilirsek,
o zaman,…
İşte o
zaman, bu sıkıntı ve kederlerimizin
içindeki rahmeti fark ederiz. Çünkü Rabbimiz Rahman ve Rahim, merhametlilerin
en merhametlisidir.
Dolayısıyla
da sevinç duyar, lütfedilen bu nimete bol bol şükrederiz.
Ki bu FA hastalığı bana Allah’ın hediyesidir.
***
Yazımızı
okumaya doyulmayan güzel bir şiirle bitiriyoruz:
Doğmadan Önce
Sormuşlar “ezelde aşk
var mı? ” diye
Ben kalpten vuruldum
doğmadan önce.
İster azap deyin ister
hediye
Meçhule sürüldüm
doğmadan önce.
Yılmadan ben bana beni
anlattım
Günahı tövbeyle yıkayıp
attım
Ebed kapısında ölümü
tatdım
Kefene sarıldım doğmadan
önce.
Gönlüme sevdanın güneşi
doğdu
Şüphe iklimimi ışığa
boğdu
İlk yağmurum Kâlûbelâ’da
yağdı
Bulandım duruldum
doğmadan önce.
Sevdim, sevgiliye giden
yol uzun
Şerbetini içtim ateşin,
buzun
Bazen girdabına düştüm
sonsuzun
Çok öldüm-dirildim
doğmadan önce.
Duydum ki var varmış,
yok yokmuş güya
Gerçeği alt etti
gördüğüm rüya
Kendi kopyam imiş meğer
şu dünya
Düşündüm, yoruldum
doğmadan önce.
Ezelde, ebedde aşkı
gördüm ben
Mezarda, mabette aşkı
gördüm ben
Gazapta, rahmette aşkı
gördüm ben
Aşk ile karıldım
doğmadan önce.
Muhteşem ibret verici ve çok kapsayici ifadelerle yazmışsın. Ellerine, yüreğine sağlık. Cok ama cok teşekkür ederiz, sık sık okumamız ve hatırlamamak gereken gerçekler. Miydadenle bir kaç arkadaşıma göndereceğim. Selam ve dua ile. Arzu Kaynarca
YanıtlaSil