Ebedȋ Muhabbetin Sırrı
Bendeniz, sürekli Kur’an ve sünnet ölçüsünde
hayat yaşamış/yaşayan, bütün âlimlerin sohbetlerini dinleyip, eserlerini okuyup
balarısı gibi öz toplamaya gayret etmekteyim.
Aşağıda Büyük islam âlimi Bediüzzaman Said
Nursi’nin (1876-1960) 6000 sayfalık Risale-i Nur külliyatında olan
Lemalar eserinden faydalı bilgiler aktaracağız.
İnsanın fıtratında yaratılıştan bekaya karşı (yani devamlılık, ebedilik, ölümsüzlük) gayet şiddetli bir sevgi vardır. Yani Allah
içimize bu hissi doğuştan koymuştur.
İnsan, sevdiği herşey için bir ölümsüzlük
olduğunu düşünür, sonra sever.
Mesela bir eşya, bir araba, bir bahçe, bir kızı
severken farkında bile olmadan onda ebedîlik hayal eder, sonra sever.
Ne zaman ondan ayrılacağını düşünse veya görse
içten içe feryad eder.
Şimdi Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Lemalar adlı eserinden muhabbetle ilgili bölümü kopyalayıp
bilinmeyen kelimeleri parantez içinde yazacağız; Çünkü yazıyı okuyanlar kendi
idrak ölçüsünde fakirden daha ziyade anlayacaklarına eminim.
BİRİNCİ NÜKTE: Birinci defa يَا بَاقِى اَنْتَ الْبَاقِى (Ya Baik entel Baki) bir ameliyat-ı cerrahiye (cerrahi ameliyat) hükmünde kalbi masivadan (Allah’tan gayrı herşey) tecrid ediyor, kesiyor. Şöyle ki: İnsan,
mahiyet-i câmiiyeti
(İnsan iç yapısı ) itibariyle mevcudatın
(yaratılmış herşey) hemen ekserîsiyle alâkadardır. Hem insanın mahiyet-i câmiasında hadsiz bir
istidad-ı muhabbet dercedilmiştir.
(sınırsız bir sevme kabiliyeti verilmiştir.)
Onun için insan da umum mevcudata karşı bir muhabbet besliyor. Koca dünyayı
bir hanesi gibi seviyor. Ebedî Cennet'e bahçesi gibi muhabbet ediyor. Halbuki
muhabbet ettiği mevcudat durmuyorlar, gidiyorlar. Firaktan (Ayrılıktan) daima azab çekiyor. Onun o hadsiz
muhabbeti, hadsiz bir manevî azaba medar oluyor.
(sebep oluyor)
O azabı çekmekte kabahat, kusur ona aittir. Çünki kalbindeki hadsiz
istidad-ı muhabbet,
(kalbindeki sınırı olmayan sevgiyi) hadsiz bir cemal-i bâkiye mâlik bir zâta tevcih etmek için verilmiş. (sınırı olmayan bir güzellik olan Allah’a
sevgi için verilmiş.) O insan sû'-i istimal ederek
(kötüye kullanarak) o muhabbeti fâni mevcudata sarfettiği cihetle kusur ediyor, kusurun cezasını,
firakın azabıyla çekiyor.
(o sınırsız sevgisini fani geçici şeylere vermekle kusur ediyor ve ondan
ayrılma azabıyla cezasını çekiyor.)
İşte bu kusurdan teberri edip (yüz çevirse) o fâni mahbubattan kat'-ı alâka etmek, (o fani sevgililerden ilgisini kesmek) o mahbublar onu terketmeden evvel o onları
terketmek cihetiyle Mahbub-u Bâki'ye
(Ölümsüz sevgili olan Allah) hasr-ı muhabbeti ifade eden
(sevggisini ifade eden) يَا بَاقِى اَنْتَ الْبَاقِى olan birinci cümlesi: "Bâki-i
Hakikî yalnız sensin. Masiva
(O’ndan gayrısı) fânidir. Fâni olan elbette bâki bir muhabbete ve ezelî ve ebedî bir aşka
ve ebed için yaratılan bir kalbin alâkasına medar olamaz. (sebep olamaz)" manasını ifade ediyor. "
***
Madem o hadsiz mahbubat fânidirler, beni bırakıp gidiyorlar; onlar beni bırakmadan
evvel ben onları يَا بَاقِى اَنْتَ الْبَاقِى demekle bırakıyorum. Yalnız sen
bâkisin ve senin ibkan ile mevcudat beka bulabildiğini bilip itikad ederim. (Herşey Allah’ın bakileştirmesi ile
ebedidir.) Öyle ise senin muhabbetinle onlar sevilir. Yoksa alâka-i kalbe lâyık değiller."
demektir. İşte bu halette kalb, hadsiz mahbubatından vazgeçiyor. Hüsün (güzellik) ve cemalleri üstünde fânilik damgasını görür,
alâka-i kalbi keser. Eğer kesmezse, mahbubları adedince manevî cerihalar (manevi yaralar) oluyor.
***
İkinci cümle olan يَا بَاقِى اَنْتَ الْبَاقِى
o hadsiz cerihalara hem merhem, hem tiryak oluyor. Yani: يَا بَاقِى "Madem sen bâkisin, yeter; herşeye
bedelsin. Madem sen varsın, herşey var."
Evet mevcudatta sebeb-i muhabbet olan hüsün ve ihsan ve kemal, (Evet bütün varlıkların sevilmesine sebep
olan güzellik, iyilik ve mükemmellik,) umumiyetle Bâki-i Hakikî'nin hüsün ve ihsan ve kemalâtının işaratı (tümüyle gerçek sonsuzluğun sahibi olan
Allah’ın güzellik, iyilik ve mükemmelliğine işaret) ve çok perdelerden geçmiş zaîf (zayıf) gölgeleridir; belki cilve-i esma-i hüsnanın
(Allah’ın güzel isimlerinin görüntüsünün) gölgelerinin gölgeleridir.
Şimdi Ehli sünnet bir alimin güzel bir sohbetinden dinlediklerimi
aktaracağım:
Allah, doğuştan insana sonsuz sevme kabiliyeti ve sonsuza kadar
yaşama duygusu vermiştir. Fakat insanların çoğu bu duyguları
yanlış kullanıyorlar.
Mesela
biriktirdikçe mal biriktiriyor, üçüncü, beşinci evi alıyor, zekat verince mal
eksilecek sanıyorlar. Velhasıl hiç ölmeyecek gibi yaşıyorlar.
Halbuki sonsuza kadar yaşama hissi verilmiş ki, ölümsüz bir hayata
kavuşmanın yollarını arayıp bulalım.
Çoğumuz, ben dahil, kalbimizdeki sonsuz sevme duygusunu fani bir
kız/oğlana veriyoruz.
Sonunda ayrıldığımızda ise teselliyi içki, sigara, arabesk şarkılar
da arıyoruz.
İşte sevdiğimiz terkettiğinde bunun için acı çekiyoruz.
Zaten insanın bu özelliğinden dolayı dünyanın heryerinde arabesk
türü müzikler çıkmıştır.
Halbuki o sonsuz sevme kabiliyeti, bütün güzelliklerin kaynağı Baki
olan Cenab-ı Hakk’ı sevmemiz için verilmiştir.
Şimdi bir baba düşünün, oğluna kısa bir müddet için beş milyon
dolar para veriyor.
Oğlu gidiyor, o paranın hepsini Murat124 arabaya yatırıyor.
Eve döndüğünde babası ne der, çok kızmaz mı sizce?
Ben kendimi bahtiyar kullardan sayıyorum. İlahi aşk yolculuğuna
başladım elhamdülillah…
***************
İKİNCİ NÜKTE: İnsanın fıtratında (yaratılıştan) bekaya
(ebedilik, ölümsülük) karşı gayet şedid bir aşk
(şiddetli bir sevgi) var. Hattâ her sevdiği şeyde kuvve-i vâhime cihetiyle (vehim, hayal duygusu ile) bir nevi beka tevehhüm eder (ölümsüz olduğu, varlığının sonu
olmayacağı hissine kapılır), sonra sever.
Ne vakit zevalini
(sona ereceğini, yok olacağını) düşünse veya görse, derinden derine feryad eder. Bütün firaklardan gelen
feryadlar (ayrılıklardan gelen
faryadlar – mesela cenaze başında-), aşk-ı bekadan
(içimizdeki ebedi var olma sevgisi) gelen ağlamaların tercümanlarıdır. Eğer tevehhüm-ü beka (ölümsüz olma hissi) olmazsa muhabbet edemez.
***
Hattâ denilebilir ki: Âlem-i bekanın ve ebedî Cennet'in bir sebeb-i vücudu (cennetin yaratılma sebeplerinden birisi), şu mahiyet-i insaniyedeki (insanın içindeki) o şiddetli aşk-ı bekadan çıkan gayet
kuvvetli arzu-yu beka ve beka için fıtrî
(o şiddetli ebedi olma hissinden gelen kuvvetli ölümsüz olma arzusu için, her
insanın yaratılıştan içten ettiği duadır ki) umumî duadır ki, Bâki-i Zülcelal
(Varlığı sonsuz olan Celal sahibi Allah) o şedid sarsılmaz fıtrî arzuyu, o tesirli kuvvetli umumî duayı kabul
etmiştir ki, fâni insanlar için bâki bir âlemi halketmiş (Allah o şiddetli içten gelen duayı kabul
etmiştir ki sonsuzluk yurdu cenneti yaratmıştır). Hem hiç mümkün müdür ki: Fâtır-ı Kerim (Bol lütuf keremiyle yaratan Allah), Hâlık-ı Rahîm (Pek şefkatli yaratıcı Allah), küçük midenin cüz'î arzusunu ve muvakkat
bir beka için
(küçücük midenin fıtri duasını geçici dünya için kabul etsinde…) lisan-ı hal ile duasını hadsiz enva'-ı
mat'umat-ı leziziyenin
(sayısız lezzetli gıdalarla) icadıyla kabul etsin de, umum nev'-i beşerin (bütün insanların) pek büyük bir ihtiyac-ı fıtrîden (çok büyük yaratılıştan gelen ihtiyacımız) gelen pek şiddetli bir arzusunu ve küllî
ve daimî ve haklı ve hakikatlı, kalli, halli, bekaya dair gayet kuvvetli
duasını kabul etmesin?
Hâşâ, yüzbin defa hâşâ. Kabul etmemek mümkün değildir. Hem hikmet ve
adaletine ve rahmet ve kudretine hiçbir cihetle yakışmaz.
***
Madem insan bekaya âşıktır,
elbette bütün kemalâtı(olgunluğu,
kusursuzluğu), lezzetleri, bekaya tâbi'dir. Ve madem beka, Bâki-i Zülcelal'e mahsustur
ve madem Bâki'nin esması bâkiyedir ve madem Bâki'nin âyineleri (sonsuz olan Allah’ın göstericileri) Bâki'nin rengini, hükmünü alır ve bir
nevi bekaya mazhar olur(sonsuzlaşır).
***
Elbette insana en lâzım iş, en mühim vazife; o Bâki'ye karşı alâka peyda
etmektir (sonsuz olan Allah ile bağ kurmaktır)ve esmasına yapışmaktır (isimlerine). Çünkü Bâki yoluna sarf olunan her şey,
bir nevi bekaya mazhar olur. İşte o ikinci يَا بَاقِى اَنْتَ الْبَاقِى (Madem sen bakisin her şey baki) cümlesi bu hakikati ifade ediyor. İnsanın
hadsiz manevî yaralarını tedavi etmekle beraber, fıtratındaki gayet şiddetli
arzu-yu bekayı
(ebedi yaşama arzusunu) onunla tatmin ediyor. (3. Lema)
Eğer Rabbimizin emir ve yasaklarına uygun ömür geçirmişsek,
inşallah bizi lütfuyla, keremiyle, affıyla, rahmetiyle cennetine
alırsa,
orada sonsuza dek Rabbimizin Cemalini seyretmekle müşerref olacağız inşallah.
Efendimizin SAV tabiriyle mehtabı seyreder gibi…
Celalin Penceresinden
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder