Şehitlere Ölü Demeyin
Geçenlerde bir AVM’de gezdik, yemek yedik. Etrafımızdaki
masalarda kızlı erkekli gençler koyu muhabbete dalmışlardı. Kızların argo
konuşmalarından ben utandım.
Gençler bu gelip geçici dünyaya öyle kapılmışlar ki, zanlarınca keyiflerini
bozacak şeyleri istemiyorlar. Bu yüzden tekerlekli sandalyedeki beni görmezden
geliyorlardı.
Diğer masada ise yirmili yaşlardaki genç aşıklar elele çay içip
sohbet ediyorlardı.
17 ocak 2016’da Diyarbakır Sur’da şehit olan Adana’lı gencecik Uzman Çavuş Uğur Şahin 2
gün önce Facebook’ta şunu paylaşmış. Haberlerde çıkmıştı.
“Bizde
bilirdik kar altında sevgiliyle gezmesini, fotograf paylaşmasını;
Lakin
bizimkisi
memleket
meselesi…” yazıyordu.
Empati ne demek bilir misiniz? Kendimizi karşımızdakinin yerine
koyarak onun duygu ve düşüncelerini hissedebilmeye empati denir.
Hani Nasreddin hoca damdan
düştüğünde başına toplananlar hekimi
çağıralım deyince, “bana damdan
düşen birini çağırın” demiş ki, ne yapması gerektiğini sorsun. (Empati)
Empati yaparak düşünelim. Sur’da, Nusaybin’de veya başka yerde
görev yapan polis ve askerlerimize hiç olmazsa dua ederek destek verelim.
Onlar da şimdi elbette çocuklarıyla beraber evde oturup çay içmeyi
isterlerdi.
Mesela, karşı apartmandaki komşumuz özel Harekȃt polisi bey şu an Diyarbakır Sur’daki
görevini başarıyla tamamladı ve Nusaybin’e yeni göreve gitti.
Orda çadırda kalıyorlar. Ne için, biz rahat uyuyalım diye…
O da, kızının Pazar günkü (13 Mart 2016) YGS sınavında yanında olup moral desteği vermeyi elbet isterdi. Allah
onu ve arkadaşlarını sağlıkla sevdiklerine kavuştursun.
Şehit Uğur Şahin’de AVM’de nişanlısıyla gezebilirdi. Lakin O vatan
dedi uzman çavuş oldu. İsteseydi, Adana’da ailesinin yanında yüzlerce
fabrikanın birinde çalışabilirdi.
Kardeşim Faik’de Uzman Çavuş
iken 1998-2001 arası Şırnak’ta çalışmıştı. Annem operasyonlarda şehit olan
askerlerin haberlerini izledikçe hep ağlıyor, hepsine dua ediyordu.
Yazımızın başlığı hepimizin
bildiği o ayete dayanıyor evet.
“Ve Allah
yolunda öldürülen (şehit) lere “Ölüler” demeyiniz. Bilakis, onlar yaşıyor, ama siz farkında
değilsiniz.” (Bakara suresi, 154.
ayet)
Ama bu başlığı seçmemizin asıl nedeni yıllar önce TV’de izlediğim
gerçek olay idi.
Şehit olduktan sonra elindeki silahı bırakmayan asker vardı. Sunay
Civan
Silahını teslim etmiyordu, tıpkı Çanakkale şehidinin silahını
vermemesi gibi…
Şehit’in elindeki silahı komutanı gasilhanede inanılması güç, bir o
kadar anlamlı bir şekilde alıyordu. Canlandırma şeklinde filme almışlardı,
babamla izlerken ağlamıştık.
Gasilhane’de elindeki tüfeği asker arkadaşı ne kadar zorlasa da
elinden alamıyordu. Komutanı emretti, o anda şehidin elleri gevşedi ve silahı
aldılar; dedi ki:
“Asker! Görev bitti, silahı bırak.” Komutanı gözyaşını tutamıyordu.
***
Evet, şehit olana düğün, bayramdır ama gözü yaşlı
eş, ana, babaların yürek sancısı ölene kadar dinmiyor. Biz haberlerde her şehit
haberinde ağlıyoruz ama ya o şehit çocukları.
Onlar bir
ömür baba özlemi duyacaklar. Evet şimdi baba hasretini anlatan, bir şehit
kızının babasına yazdığı bu mektup ile yazımızı bitiriyoruz:
Sevgili Babacığım,
Yıllar yıllar
geçiyor, her şey değişiyor, her şeyden öncede ben değişiyorum. Değişmeyen tek
şey değişimin kendisiymiş ya… Ama benim hayatımda hiç değişmeyen ve asla
değişmeyecek olan tek ve en acı gerçek; SENİN KAYBIN.
Yoksun baba; yanımda, tenimde,
saçımın telinde yoksun. Kalbimde, ruhumda, beynimde olsan da, yaşamımın hiçbir
anında, hiçbir üzüntümde, hiçbir mutluluğumda, hiçbir sevincimde, hiçbir hayal
kırıklığımda sen yoksun. Varlığın, bedenin yok. Elbette ki her şey maddesel
olarak var olmak değil, ama ben seni hiç tanımadım ki!
Gülüşünü, konuşmanı,
sesinin tonunu, kahkahanı hiç görmedim, duymadım ki! Hep düşünüyorum yanımda olsaydın ağzından
"yavrum, kızım" sözcükleri nasıl çıkardı? Bu duygu dolu sözler benim
yüreğimi nasıl ısıtırdı? İnsanların nefret ettiği sözcükler olur mu? Benim var:
BABA.
Çünkü ben bu sözcüğü
"hiçbir zaman" doya doya, dolu dolu söyleyemedim. Bunu duyacak,
gözlerinin içi gülecek ve beni çok büyük bir sevgiyle kucaklayacak bir babam
olmadı hiç!
Evet tüm bunlar benim
üzüntülerim, yokluklarım. Ama tüm bu büyük acının yanında bana en büyük onuru,
şerefi yaşattın: BEN BİR ŞEHİT KIZIYIM.
Bugün ölümünün tam 10.
yılı. Şu anda yanında, sevgi dolu kucağında olamasam da tam baş ucundayım . O
soğuk mezar taşının tozunu ellerimden ateş çıkarcasına yıkıyorum babacığım.
Gittin baba, gittin. Ben daha üç yaşındayken, seni sevmeye,
tanımaya başlarken… Ben karısını, minicik bebeğini vatanı için bir yana
bırakan, canını vatanına feda eden, cesur, yiğit, yüreği vatan sevgisiyle
dopdolu gencecik bir üsteğmenin kızıyım. Ağlamamalıyım.
Senin ak saçlı bir dede
olduğun günleri hiçbir zaman göremeyeceğim; ama sen benim anılarımda,
hatıralarımda hep o yakışıklı, gururlu, cesur ve gepgenç üsteğmen olarak
kalacaksın. Bu, çok onur verici baba!
Bir tek kez seni görüp
seninle tanışma ve konuşma şansına sahip olsaydım sana sadece teşekkür etmek
isterdim. Annemi ve beni senden yoksun bıraktın; ama bana da, Çocuklarıma da,
torunlarına da inanılmaz bir gurur yaşatan ve yaşatacak olan
"ŞEHİTLİK" ünvanını kazandırdın. Teşekkür ederim babacığım, teşekkür
ederim…
Begüm ÖZCAN
*****************
AĞLAMAK GÜZELDİR… KALBİ YIKAR, TEMİZLER, YUMUŞATIR…
GÖZYAŞI, KALBİMİZE ABDEST ALDIRAN SUDUR…
Celalin Penceresinden
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder