Rabbimizi Nasıl Tanırız?
Geçenlerde
babam oturma odasında biriyle telefonla konuşuyordu. Yüksek sesle konuştuğu
için konuşmaları dinlemiştim.
Telefondaki
kişi hastasına Celal’in dua etmesini istiyordu. Babam tabi eder, Celal herkese
dua ediyor, hem engellilerin duasını Allah hemen kabul eder, dedi.
Telefonu
kapatınca söylemek için yanıma geldi. Tabi ederim baba ama neden engellilerin
duası makbuldur biliyor musun, dedim. Hayır neden, dedi.
Normal günlerde bir annenin çocuğuna muamelesi nasıldır? Bazen
bağırır, bazen terlik :) , Ama çocuğu hastalandığında annenin varolan o şefkati
coşar.
Battaniyelerle
üstünü örtmeler, sıcak tarhana çorbaları, hatta çocuğun canı bişey istese,
annesi, kar da yağsa koşa koşa markete giderek alır. Değil mi?
İşte annelere o şefkati veren Rabb-i Rahim’imiz, kuluna hastalık
verdiğinde, kulu da güzelce sabreder ve şükrederse, rahmeti coşar ve dualarını
geri çevirmez.
“Nefsini
bilen Rabbini bilir.” diye meşhur bir söz var bilirsiniz. Yani insan kendisinde
olan özellikleri tanırsa, Allah’ın vasıf, hal ve sıfatlarını tanımış olur. Nasıl
mı?
ENE
Büyük
islam alimi Bediüzzaman Said Nursi’nin “Ene Zerre Risalesi” diye bir eseri var.
Orada Ene’yi
anlatmış; Ene denilen şey, benlik, ego, nefis denen içimizdeki şeydir.
“Biz
emaneti göklere, yere, dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten
kaçındılar. Zira sorumluluğundan korktular, ama onu insan yüklendi. İnsan (bu
emanetin hakkını gözetmediğinden) cidden
çok zalim, çok cahildir.” (AHZÂB suresi - 72. ayet)
Ve
Bediüzzaman, bu ayeti tefsir ederek ENE’nin her insana doğuştan bu dünyada
emaneten verilen şey olduğunu anlatıyor.
O emanetin verilmesinin nedeni
Ene, gizli
hazineler olan Cenab-ı hakkın isimlerini keşfetmemiz için bir anahtar, kainatın
açıklaması zor gizli sırlarını açan müthiş bir anahtardır.
Yani kısaca dersek, o ene
bize Allah’ı tanımamız için verilmiştir. Hayırda kullanırsak Rabbimizi
tanıyoruz. Şerde kullanırsak cehennem kapılarını bize açacak bir anahtar da
olabiliyor.
Hepimiz gurur, benlik,
enaniyet yapmamak için bir gayret sarfetmişizdir. Ama hiç tahmin ediyor
muydunuz, bu enaniyet Allah’ın isimlerini açan bir anahtar olacak?
Bediüzzaman diyor ki: Rabbimiz
insanın eline emanet olarak (evet emanet, ahirette geri alınacak, cennette
enaniyet olmayacak) bir ENE vermiştir. O ene’yle Rabbimizin vasıf, sıfat,
özelliklerini ve ilahi hallerini anlayabiliyoruz.
O ene, bir vâhid-i kıyasî’dir. Bir kıyaslama birimidir. Yani ENE, bir ölçü birimidir. Fakat aslında
ene’nin bir varlığı yoktur.
Mesela geometredeki ölçüler gibidir. Bir metre, meridyen, kilo,
kilometre. Bu ölçüler gerçekte hayalidir.
Meridyen diye bir madde var mı?
Ene’ye örnekler
Ene’de hayali bir ölçü birimidir. Nasıl ki ben şu evin sahibiyim, Rabbim
de şu kainatın sahibidir diyerek bir kıyas yapıyoruz. Ama bu sahibiyetlik
hayalidir.
Çünkü Allah Malik-ül Mülk’tür. Yani mülkün asıl sahibi Cenab-ı Hak’tır.
Eğer sahibi biz olsaydık, ev, araba, altın, vs mezara götürürdük.
Mesela Rabbimiz Kuran’da ben herşeyi görürüm diyor. Bizdeki görme
olmasaydı, bu ayetten hiçbir şey anlamayacaktık. Göz şimdi ne işe yaradı?
Rabbimizin Basir (Herşeyi gören Allah)
ismini açan bir kıyas birimi oldu.
Ben nasıl görüyorum, Rabbim de, Ben herşeyi görürüm, diyor. Ucundan da
olsa görmenin nasıl olduğunu anlayabiliyoruz.
Ben
nasıl ki bu evi inşa ettim, içini dizayn ettim. Rabbim de şu dünya evini inşa
edip düzenlemiş, deriz ve hakeza, bunun
gibi...
Ben
insanlara ikram etmeyi, iyilik yapmayı, güzel ve temiz olan herşeyi seviyorum,
içimdeki sevgi, cömertlik, sabır, affetmek, dostluk, gurur, iffet, adalet,
şefkat, merhamet, aşk, şiddet, öfke gibi binlerce duygular;
Mühendislik,
doktorluk, mimarlık, aşçılık, ressamlık, yöneticilik, amirlik, siyaset,
öğretmenlik gibi binlerce kabiliyetler aslında
Rabbimizi tanımak için bize emanet verilen bu ENE’nin mahiyetindendir.
Yani
bize verilen bu ölçücükler ile Rabbimizi tanıyoruz ve seviyoruz. Rabbimiz
Kuran’da ben Alim’im diyor. Ben mesela elektronik teknikeriyim. Ben binlerce
bilimden sadece elektroniğin -o da çok az
kısmını- biliyorum.
Rabbimizin
atomun çekirdeğinden galaksilere kadar bütün ilimleri bilen Alim isminin nasıl olduğunu
anlayabildim. Yani kendimin bilmesinden kıyasladım.
Bir insan ENE’yi sahiplenirse
Allah’ın
insanları bu dünyaya göndermesinin gayesi ve hikmeti üçtür. Rabbini tanımak, O’na iman etmek ve ibadet
etmektir.
Allah’a
iman etmek için O’nu tanımamız gerek. İnsan tanıdığı şeye inanır. İşte O’nu
tanımamız için de her insana ALLAH, emanet
bir ENE vermiştir.
Eğer
insan, eneyi doğru kullanırsa ahsen-i takvime çıkar, cennet müjdesine nail
olur. Enenin bir kıyaslama birimi olduğunu ve yani o hayali sahipliğinin
aslında Rabbini tanıtmak için olduğunu bilir ve kulluğunu yaparsa eneyi doğru
kullanmış olur.
Ama
emanet verilen o ENE’nin yaratılış hikmetini unutup asıl vazifesini terketse,
kendini asıl sahip zannetse, o vakit emanete
hıyanet etmiş olur.
O
ENE çocukken ince bir tel iken
mahiyeti bilinmezse, insan büyüdükçe gittikçe kalınlaşır. İnsan vücuduna
yayılır. Koca bir ejderha gibi
insanı yutar.
Enaniyet’in
anlamı, herşeyi kendinden bilmektir. Ben yaptım, ben ettim, ben kazandım, vs.
diyen şirk’e düşer. Ve şirk (Allah’a icraatinde ortak koşma)
Allah’ın asla affetmeyeceği suçtur ve ebedi cehenneme gider.
İşte
cehennemin Top Ten’lerinden firavunlar, nemrutlar, ebu cehiller, içlerinde
Enaniyeti öyle büyütmişler ki, adeta baştan aşağı ENE olmuşlar. Firavun biliyorsunuz, ben sizin en yüce
Rabbinizim, demişti. (Naziat suresi 24)
Evet söz aynı yere geldi: “Nefsini bilen Rabbini bilir.”
Bir
annenin itaatkar sevimli evladı hastalandığında, şefkatinden onun her isteğini
yapması gibi, Allah’ın da, engellilik verdiği sabreden ve şükreden kulunun
duasını neden kabul ettiğini kendimizle karşılaştırarak anladık.
Benim Kuran’da heran doğruluğunu hissettiğim ve
huzur veren bir ayet var:
“… Eğer
şükrederseniz nimetlerimi arttırırım…” (İbrahim suresi, 7. Ayet)
Geçen dostum Süha Can Facebook’ta küçük oğlunun
resmini paylaşmış ve şunu yazmış:
“Yeni
aldığım bu oyuncağa o kadar sevindi ki, durup durup baba çok teşekkür ederim, seni
çok seviyorum, diyor. Onu sevindirmek için yeni sürpriz hediyeler var aklımda,
canım oğlum.”
İşte insan
böylece, kendisindeki duygular ile kıyas ettiğinde, o ayette Rabbimizin neden şükredince
nimetleri artıracağını daha iyi anlıyor inşallah…
Allah,
bizi kendisini tanıyalım ve gerektiği gibi kulluk edelim diye yaratmıştır. Bu,
Asıl maksada ulaşabilmek için en önemli gayemiz, İslâmiyet'i öğrenip
yaşamaktır. Bunun içinde önce Rabbimizi tanımalıyız…
Bu konuyu burada kesiyorum, zira yazı çok
uzadı.
Ben
bazen bir yazıya başlayıp bir saat neyi ve nasıl yazayım diye düşünüyorum.
Yazıyı yazan kalem, bir sebeptir.
İnsan da düşünen canlı bir sebeptir.
Nasıl ki yazıyı kalem yazdı, demiyorsak;
yaptığımız hiçbir işe ben yaptım gibi sahip çıkmamalıyız ki şirk olmasın. Allah
nasip ediyor demeliyiz.
Burada benim yorumum veya katkım yoktur. Ben
sadece Bediüzzaman hazretlerinin 30. söz eserinden öğrendiklerimi yazdım. Allah
ondan razı olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder