Şükretmek İçin Nedenler
Merhaba
sevgili gönül dostlarımız,
Yüce
Allah’tan hayırlarla dolu güzel bir HAFTA geçirmenizi niyaz ederiz.
Allah'ın,
Resulünün SAV ve de sevdiklerinin selam ve bereketi üzerinize olsun.
Bu haftaki
yazımızda sahip olduğumuz nimetlere neden şükretmiyoruz tespitimden sonra nasıl
şükredeceğimizin yolunu anlatacağız.
Şükretmiyoruz
çünkü hangi nimetlere sahibiz idrak edemiyoruz, çünkü düşünmüyoruz.
Oysa
düşünsek nimetlere bol bol şükrederiz. Bu yazıyı yeğenlerimin ilerde düşünüp nelere
sahip olduklarının farkına varmaları ve şükretmeleri için yazıyorum…
Tabi
öncelikle zalim nefsime sesleniyorum, dileyen nefsimle beraber dinlesin:
Amcacım istediğin zaman istediğin kişiyi cep
telefonuyla arıyosun ya, ben senin gibi lisedeyken arkadaşımı ev telefonundan
yada jetonlu telefondan arayabiliyordum, tabi evdeyse…
Dayıcım sıkıştığın zaman tuvalete gidebiliyorsan
çok çok şükret. Ben dedeni yormayayım diye kendimi hep sıkarım. Zaten hasta ama
zorlansa da kendi icadı vinçle kaldırıp klozete oturtuyor.
Amcacım baklava yiyebildiğine şükret. Benim gibi
şeker hastaları sadece tadına bakar.
Dayıcım mutfağa gidip bir bardak su getirmeye
erinme. Afrika’da çocuklar hergün kilometrelerce yol yürüyüp evlerine birkaç
bidon su getiriyorlar. Çok çok şükret.
Dayıcım okula gidebildiğine şükret. Yine o
Afrikalı çocuklar hiç okula gidemiyorlar.
Bazen kızkardeşim yedi aylık oğlunun geceleri
uyutmadığını söylüyor. Geçen Face’de gördüm, işitme engelli anne baba her gece
sırayla nöbet tutyorlarmış, çünkü çocuk uyandığında ağlamasını duyamıyorlar.
Duyabildiğine şükret Berrin’im.
Doğuştan FB'li yedi aylık yeğenim Kaan ile - 20 Nisan 2018 |
Amcacım geçen whatsaptan kandilimi kutladın ya.
Biz gençken postayla tebrik kartı yollardık, On günde giderdi. İkimiz de
şükredelim. Binlerce ELHAMDÜLİLLAH.
Daha bu maddeler çok uzar gider. Şimdi
internetten aldığım şu yazıyla devam edelim:
Sonrasında ise Şubat 2018’de çıkan ikinci
kitabımız “Tüm Hastalara Deva Kitabı” dan konuyla ilgili bir Deva yazısı ile
yazımızı bitireceğiz.
HalİNİze
Şükredİn
Eğer bu sabah sağ olarak uyanmış iseniz, dün tüm dünyada ölen 330 milyon insandan daha şanslısınız.
Eğer bu sabah hastalıklı değil de sağlıklı uyanmış iseniz, şu anda hasta olan 1 milyar insandan daha şanslısınız.
Bir harp tehlikesi ile işkence görmek ihtimali ile sağ kalma korkusu ile ve büyük tehlike ile karşı karşıya değilseniz, 500 milyon insandan daha iyisiniz.
Kilerinizde veya buzdolabınızda yiyeceğiniz, üzerinizde elbiseniz ve başınızı sokup uyuyabileceğiniz bir eviniz varsa, dünyadaki 3 milyar insandan daha zenginsiniz.
Cebinizde veya bankada paranız varsa, dünyanın en imtiyazlı olan 1 milyar insanı arasındasınız.
Bu mesajı okuyabiliyorsanız, bu demektir ki, okuma yazma bilmeyen 2 milyar insandan biri değilsiniz.
Anneniz, babanız sağ ise ve boşanmamışlarsa, eşiniz ve çocuklarınızla mesut bir aile iseniz, siz bu dünyadaki nadir insanlardan birisiniz.
O halde ne duruyorsunuz, halinize şükredin!..
*********
BİNLERCE
ELHAMDÜLİLLAH…
Şükredelim ki Allah nimetlerimizi artırsın.
Cenabı Hak buyuruyorki:
“Eğer
şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artırırım, eğer nankörlük ederseniz hiç
şüphesiz azabım çok şiddetlidir.” (İbrahim suresi, 7. ayet)
ON
SEKİZİNCİ
DEVÂ
Ey şükrü
bırakıp şekvâya giren hasta! Şekvâ (şikayet)
bir haktan gelir. Senin bir hakkın zayi (kaybolup gitme) olmamış
ki şekvâ ediyorsun. Belki senin üstünde
hak olan çok şükürler
var, yapmadın. Cenâb-ı Hakkın hakkını vermeden, haksız
bir surette hak istiyorsun gibi şekvâ ediyorsun.
Bediüzzaman Hazretleri bu Devayı gayet sade anlaşılır bir dille yazmış. Şükretmesi gereken insanın neden şikayet etmemesi gerektiğini açıklıyor ve eğer senin bir hakkın yendiyse ondan şikayet edersin, nedir bu sürekli şikayetin, demek istiyor. Sen
daha şükür
borcunu ödemedİnkİ şİkayet edesİn, diyerek bu devada bu konuyu aşağıda sade, güzel bir anlatımla açıklayacak.
Sen, kendinden yukarı mertebelerdeki (derece)
sıhhatli olanlara bakıp şekvâ edemezsin. Belki sen, kendinden sıhhat
noktasında aşağı derecelerde bulunan biçare
(çaresiz)
hastalara bakıp şükretmekle mükellefsin.
(sorumlusun)
Senin elin kırık ise, kesilmiş
ellere bak. Bir gözün yoksa, iki gözü
de olmayan âmâlara (kör) bak, Allah'a şükret.
Yukarıda bahsetmiştim, 2012’de boyundan aşağı hiçbir kası çalışmayan kas hastası dostumu ziyaret etmiştik. Onu görünce halime çok şükretmiştim. Ben kendi başıma tuvalete gidebilecek sağlık için hayaller kuruyordum. O ise, Celal abisi
gibi eliyle bardağı tutup kaldırıp çay içebilmeyi… Annesi içiriyordu çünkü.
Evet, nimette kendinden yukarıya
bakıp şekvâ etmeye hiç kimsenin hakkı
yoktur. Ve musibette herkesin hakkı, kendinden musibet (bela, sıkıntı, dert)
noktasında daha yukarı olanlara bakmaktır
ki, şükretsin. Bu sır bazı risalelerde bir temsille (örnekle)
izah edilmiş. İcmâli (özeti) şudur
ki:
Mutlu ve huzurlu olmanın yolu şükürdür. Şükretmenin formülünü veriyor. Allah ona zenginlik, bana fakirlik verdi diye şikayet etme, KANAAT ET haline şükret. Bela, hastalık noktasında ise KENDİNDEN DAHA ZOR durumda olanları gör, düşün ve çok şükür bugünüme diyerek haline şükret…
6000 sayfalık Risalei Nur’un bazı risalelerinde bu formülü güzel bir örnekle açıklamış, özeti şöyleymiş:
Bir zat, bir biçareyi bir minarenin başına
çıkarıyor. Minarenin her basamağında
ayrı ayrı birer ihsan, birer hediye veriyor. Tam
minarenin başında da en büyük bir hediyeyi veriyor.
O mütenevvi (çeşit çeşit)
hediyelere karşı ondan teşekkür
ve minnettarlık istediği halde, o hırçın adam, bütün
o basamaklarda gördüğü hediyeleri unutup veyahut hiçe
sayıp, şükretmeyerek, yukarıya
bakar.
"Keşke bu minare daha uzun olsaydı,
daha yukarıya çıksaydım!
Niçin o dağ gibi veyahut öteki
minare gibi çok yüksek değil?" deyip şekvâya
başlarsa, ne kadar bir küfran-ı nimettir, (nankörlük)
bir haksızlıktır.
O kadar güzel anlatmışki Allah razı olsun. Minarenin herbir BASAMAĞINI ömrümüzden BİR YIL gibi düşünelim. Bizi minareye çıkaran kişi, her basamakta bize türlü hediyeler veriyor ama
tek istediği karşılık, ona TEŞEKKÜR etmemizdir… Örnekle bağdaştırırsak, Allah, ömrümüzün her anında bizi türlü nimetlere boğuyor. Ama bırakın şükrederek teşekkür etmeyİ, günah
İşleyerek O’na
küfür
etmİş oluyoruz.
Öyle de, bir insan hiçlikten vücuda gelip (var olup) , taş
olmayarak, ağaç olmayıp, hayvan kalmayarak, insan olup, Müslüman
olarak, çok zaman sıhhat ve âfiyet görüp yüksek bir derece-i nimet kazandığı
halde, bazı arızalarla, sıhhat ve âfiyet gibi bazı
nimetlere lâyık olmadığı veya sû-i
ihtiyarıyla (kötü seçimiyle) veya sû-i
istimaliyle (kötü ameliyle)
elinden kaçırdığı veyahut eli yetişmediği
için şekvâ etmek, sabırsızlık göstermek, "Aman, ne yaptım
böyle başıma geldi?" diye
rububiyet-i İlâhiyeyi (Allah’ın bütün varlık alemini kuşatan hakimiyeti, yaratıcılığı ve terbiyesini)
tenkit etmek (eleştirmek)
gibi bir hâlet (ruh hali), maddî hastalıktan daha musibetli, mânevî
bir hastalıktır. Kırılmış elle döğüşmek
gibi, şikâyetiyle hastalığını
ziyadeleştirir. (artırır)
İnsanın şikayetten önce düşünmesi gerekirmiş. Ben taş, bitki, hayvan değil, insan olarak yaratıldım. Müslümanım, imanım var, türlü nimetlere sahibim, demesi gerekirmiş. Evet elhamdülillah, her zaman bunu
düşünür halime şükrederim. Afrika’da yamyam, veya
Hindistan’da öküze tapan birinin oğlu olarakta dünyaya gelebilirdim. Bunları düşününce nasıl şikayet edeyim, kaldıki şikayet, Allah’ı merhametsizlikle suçlamak olur. Bediüzzaman Hazretleri bu durum, hastalığından daha kötü bİr hastalıktır, diyor. Ve bu halinden sürekli şikayet etme durumu, kırılmış elle döğüşmek gibi hastalığını daha
da artırmaktan başka bir işe yaramaz, diyor.
Âkıl (akıllı kişi)
odur ki,
"O kimseler ki, başlarına bir musibet geldiğinde
'Biz Allah'ın kullarıyız; dönüşümüz
de ancak Onadır' derler." Bakara Sûresi,
2:156.
sırrıyla teslim olup sabretsin, tâ
o hastalık vazifesini bitirsin, gitsin.
Akıllı kişi bu ayet gereği, Bu da geçer Ya HU (Bu da geçer Ey Allah’ım) , diyerek sabreder ve hastalığın vazifesi bitince Allah ona şifa verir, diye bitiriyor.
Hastalığın çeşitli vazifeleri vardır. Aşağıdaki 19. Devanın sonunda sayılan vazifelere ek
olarak fakirin öğrendiği şu vazifeleri de vardır: Günahları affettirici kefaret, cennetteki dereceyi yükseltici, Kulu gafletten uyandıran uyarıcı, vb…
(BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ (187 8-1960) – RİSAL Eİ NUR KÜLLİYATI – HASTALAR RİSALESİ)
****
Efendim
bu kitapta büyük islam
alimi Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin benim gibi
engelli ve hastalara büyük
moral ve teselli veren Hastalar Risalesi isimli eserindeki 25 Deva’yı, daha
kolay anlaşılması
için açıklamaya çalıştık.
Bu kitabımızda 25
adet Deva yazılarının daha rahat okunması
ve anlaşılması
için üç tür yazı
kullandık.
1 ) ORJİNAL DEVA YAZISI: Ey biçare hasta! (Kalın)
2 )
PARANTEZ İÇİ ANLAMLAR:
Ey biçare (çaresiz) hasta! (eğik)
3 )
DEVALARIN AÇIKLAMALARI: Bu
Devada Bediüzzaman Hazretleri…
(Normal)
(NOT: Deva
açıklamalarının içindeki
bazı önemli cümleleri BÜYÜK HARFLE yazdık.)
Belki ilerde hasta ziyaretlerine giderken hediye
olarak çiçek yerine bu kitap götürülecektir
inşallah.
Kitabımızı yayınlayan Egemen Yayınları
sahibi Fahrettin Yüksel bey ve fakirin tek isteği
okunması VE engelli ve hastalara manen şifa
olması inşallah. Bir hastanın
moral bulmasının sevabı bize yeter. Bizim niyetimiz para kazanmak
değil, Allah rızası…
İNTERNETTEN KOLAYCA ULAŞMANIZ İÇİN sağolsun
FAHRETTİN BEY n11.com’a YÜKLEDİ.
(n11.com’u tıklayınca ‘tüm
hastalara deva kitabı’ diye aratabilirsiniz.)
İnşallah Allah’a ve ahiret gününe
inanan imanlı hastalara moral olacaktır.
Cenab-ı Allah tüm
hastalarımıza acil şifa ihsan eylesin inşallah.
Sahip Olduğunuz Nimetlerin Farkında mısınız?
İsa aleyhisselam bir ağacın altında dua eden birini gördü. Dikkatlice baktığında adamın ayakları yürümeyen bir kötürüm olduğunu anladı. İki gözü de görmüyordu. Vücudunda ise baras hastalığı olduğu anlaşılıyordu. Ama adam bütün bunlara rağmen ellerini kaldırmış mutluluktan uçacakmış gibi dua ediyordu:
'Ey nice zenginlere vermediği nimeti bana ikram eden Rabbim! Sana ağaçların yaprakları sayısınca şükürler olsun!..'
Hazret-i İsa kötürüm adama yaklaştı:
'Ayağın yürümüyor, gözün görmüyor. Bedenin de sıhhatli görünmüyor. Buna rağmen çoğu zenginlere verilmeyen nimetlerin sana verildiğini düşünmekte, bunun için de büyük bir mutlulukla şükretmektesin. Hangi nimettir nice zenginlere verilmediği halde sana verilen?'
Kapalı gözleriyle sesin geldiği yana yönelen kötürüm adam dedi ki:
'Efendi! Allah bana öyle bir kalp vermiş ki, o kalple Onu tanıyorum. Öyle de bir dil vermiş ki, o dille de ona şükrediyorum. Halbuki, dünyanın serveti elinde olan nice zenginler var ki, kalbinde Onu tanıma sevinci, dilinde de Ona şükretme mutluluğu yoktur. Ama gel gör ki, ayakları topal, gözleri kör, bedeninde hastalıklar bulunan bu kötürüm adama Rabbim, bu sevgiyi ihsan eylemiş, bu nimetin farkına varma tefekkürünü nasip eylemiş. İşte bunu düşününce kendimi tutamıyor da:
Nice zenginlere vermediği nimeti bana veren Rabbim! Sana ağaçların yaprakları sayısınca şükürler olsun! Diye teşekkürden kendimi alamıyorum.'
Kafa gözü kapalı da olsa kalp gözü açık olan bu adama yaklaşan İsa aleyhisselam:
'Ver şu elini öyle ise' diyerek elinden tutar, eğilerek görmeyen gözlerinden öper.
Peygamberin dudaklarının değdiği gözler anında açılır. Karşısındakinin İsa aleyhisselam olduğunu görünce heyecanlanan adam:
'Sen şu ölüleri dirilten, hastalara şifalar bahşeden mucizelerin sahibi Peygamber değil misin?' der. İsa Peygamber:
'Belli olmuyor mu?' deyince:
'Gözlerimden belli oluyor da ayaklarımdan henüz belli değil' der. Tebessüm eden Hz. İsa:
'Sen hele bir ayağa kalkmayı dene! Deyince, silkinen kötürüm adam dimdik ayağa kalkar.
Ayakları üzerine dikilebildiğini anlayınca söylediği ilk sözü şu olur:
'Ey Allahın Nebisi, sendeki bu mucizeler de O'ndan değil mi? Öyle ise izin ver de geç kalmayayım, O'na şükredeyim, diyerek hemen yere iner, başını secdeye koyar ve der ki:
'Rabbim! Seni tanıyan bir kalple, şükreden bir dil nimetinin şükrünü yapmaktan acizken, şimdi gören bir çift gözle, yürüyen iki de ayak da lütfettin. Artık bilemiyorum nasıl şükretmem gerekiyor bu eşsiz nimetler karşısında?
Bu sırada çevreden toplanan halk, gösterdiği bu mucizelerden dolayı İsa aleyhisselamın elini öpmek isterler. Ama Allahın Nebisi işaret eder:
'Benim değil secdedeki şu kötürüm adamın elini öpün!..'
Derler ki:
'Onu secdeye indiren nimetlere biz baştan beri sahibiz. Ama hiç birimiz onun duyduğu gibi bir mutluluk duymadık.
Öyle ise, der, tefekkür edin, siz de düşünün.
Sözünü şöyle bağlar Allahın Nebi'si:
'Düşünen sahip olduğu nimetin farkına varır. Düşünmeyen ise kendisini mahrumiyette sanır!'
'Ey nice zenginlere vermediği nimeti bana ikram eden Rabbim! Sana ağaçların yaprakları sayısınca şükürler olsun!..'
Hazret-i İsa kötürüm adama yaklaştı:
'Ayağın yürümüyor, gözün görmüyor. Bedenin de sıhhatli görünmüyor. Buna rağmen çoğu zenginlere verilmeyen nimetlerin sana verildiğini düşünmekte, bunun için de büyük bir mutlulukla şükretmektesin. Hangi nimettir nice zenginlere verilmediği halde sana verilen?'
Kapalı gözleriyle sesin geldiği yana yönelen kötürüm adam dedi ki:
'Efendi! Allah bana öyle bir kalp vermiş ki, o kalple Onu tanıyorum. Öyle de bir dil vermiş ki, o dille de ona şükrediyorum. Halbuki, dünyanın serveti elinde olan nice zenginler var ki, kalbinde Onu tanıma sevinci, dilinde de Ona şükretme mutluluğu yoktur. Ama gel gör ki, ayakları topal, gözleri kör, bedeninde hastalıklar bulunan bu kötürüm adama Rabbim, bu sevgiyi ihsan eylemiş, bu nimetin farkına varma tefekkürünü nasip eylemiş. İşte bunu düşününce kendimi tutamıyor da:
Nice zenginlere vermediği nimeti bana veren Rabbim! Sana ağaçların yaprakları sayısınca şükürler olsun! Diye teşekkürden kendimi alamıyorum.'
Kafa gözü kapalı da olsa kalp gözü açık olan bu adama yaklaşan İsa aleyhisselam:
'Ver şu elini öyle ise' diyerek elinden tutar, eğilerek görmeyen gözlerinden öper.
Peygamberin dudaklarının değdiği gözler anında açılır. Karşısındakinin İsa aleyhisselam olduğunu görünce heyecanlanan adam:
'Sen şu ölüleri dirilten, hastalara şifalar bahşeden mucizelerin sahibi Peygamber değil misin?' der. İsa Peygamber:
'Belli olmuyor mu?' deyince:
'Gözlerimden belli oluyor da ayaklarımdan henüz belli değil' der. Tebessüm eden Hz. İsa:
'Sen hele bir ayağa kalkmayı dene! Deyince, silkinen kötürüm adam dimdik ayağa kalkar.
Ayakları üzerine dikilebildiğini anlayınca söylediği ilk sözü şu olur:
'Ey Allahın Nebisi, sendeki bu mucizeler de O'ndan değil mi? Öyle ise izin ver de geç kalmayayım, O'na şükredeyim, diyerek hemen yere iner, başını secdeye koyar ve der ki:
'Rabbim! Seni tanıyan bir kalple, şükreden bir dil nimetinin şükrünü yapmaktan acizken, şimdi gören bir çift gözle, yürüyen iki de ayak da lütfettin. Artık bilemiyorum nasıl şükretmem gerekiyor bu eşsiz nimetler karşısında?
Bu sırada çevreden toplanan halk, gösterdiği bu mucizelerden dolayı İsa aleyhisselamın elini öpmek isterler. Ama Allahın Nebisi işaret eder:
'Benim değil secdedeki şu kötürüm adamın elini öpün!..'
Derler ki:
'Onu secdeye indiren nimetlere biz baştan beri sahibiz. Ama hiç birimiz onun duyduğu gibi bir mutluluk duymadık.
Öyle ise, der, tefekkür edin, siz de düşünün.
Sözünü şöyle bağlar Allahın Nebi'si:
'Düşünen sahip olduğu nimetin farkına varır. Düşünmeyen ise kendisini mahrumiyette sanır!'
Celalin Penceresinden
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder