1 Kasım 2016 Salı

Bir Vefa Çınarı: Babam İsa Çelik - 2


Bir Vefa Çınarı: Babam İsa Çelik - 2

 

Babacığım İsa Çelik hastalığımın tedavisi olmadığını öğrendiğinde, 1993’te Trakya köylerinin birinde birgece karavan içinde soğuktan battaniyeye sarılır.

 

Ve yaşlı gözlerle şöyle dua eder:

 

“Allah’ım!, Sen bana kaderimde engelli evlat yazdıysan, Sana söz veriyorum, ne olursa olsun, ben ona ömrüm yettiğince bakacağım, sana söz veriyorum.”

 
 



Bu yazıda, çocuğu engelli oldu diye eşini ve engelli evladını bırakıp giden pekçok baba! ların olduğu günümüzde, engelli evladına ömrünü adayan vefakar garip babacığımın hayatındandan kesitler paylaşmak istiyorum izninizle…

 



Bu yazı dizisi dört bölümdür. Sıkılmadan okuyasınız diye dört kısma ayırdık.

 

2. BÖLÜM:

BURUK ACI

 

Nişanlanmışlar. Babam, içinde bir sevinçle tekrar askere dönmüş. Yaşayacağı acıdan habersiz... Henüz bir işi de yokmuş ama nasılsa rızkı veren Allah değil miydi?

 

Babamın Malatya’da tezkeresine bir gün kala, köyünde bir kaza ile adını aldığım onbeş yaşındaki kardeşi Celȃl (amcam) vefat etmiş.

 

O gün babamın hemşehrisi bir asker arkadaşı izinden dönmüş. Acı haberi duymuş ama söyleyememiş. Çünkü babam ertesi gün tezkeresini alacakmış.

 

Akşam bütün arkadaşları veda bahanesiyle kantinde toplanmışlar, hepberaber sohbet edip çay içmişler.

 

Bütün arkadaşlarının aslında haberi varmış ama söyleyememişler. Hatta kaç kardeşsiniz falan diye soruyorlarmış ama babam tezkere sevinciyle olayın farkına varamamış.

 

Ertesi gün başka bir hemşehrisi ile aynı saatte tezkere alacaklarmış. Durumu öğrenen komutanı hemşehrisi o askere: “ İsa'yı evine kadar yalnız bırakma oğlum” demiş.

 

1970 yılında babam ve arkadaşı Malatya’dan memleketimiz Ereğli’ye dönerler.  Otogardan evlerine gitmek için bir faytona binmişler.

 

Arkadaşı yolda bende size gelmek istiyorum diye üstelemiş. Babam anlam verememiş, ama olur demiş.

 



Eve yaklaşırlarken yol boyu hep tanıdıklara rastlarlar. Babam hayırdır nereye gidiyorsunuz diye sorunca amcası: “Oğlum size gidiyoruz, askerden döndün ya... “

 

Eve geldiklerinde ise, toplanan kalabalığın kendisini karşılamaya geldiğini sanacak kadar temiz kalplidir babacığım.

 

Eve girdiğinde bakıyor ki, herkes hüzünlü. Annesine koşuyor bakıyor, o ağlıyor.

 

Babam bir ölüm olabileceğini düşünüyor. Ağlamaya başlıyor. Acaba Topal ebe mi ölmüştü?

 

Odalar arası koşturuyor. Topal ebeyi gözyaşlarını başörtüsüne silirken görüyor.

 

Söyleyin ne oldu, kim, kim derken bir komşu teyze: 

 

“Ese’m Celȃl’i kaybettik” dediği anda dizlerinin dermanı gidiyor. Celaliiiiimm diye ağlayarak yere düşüyor...

 



Yürek dayanmaz bu acıya.

 


 

Babamgil Celal amcamın vefatı nedeniyle bir sene nişanlı kalırlar. Tam ölümde, düğünde insan için derlerken yeni bir vefat olur. 1971 de Topal ebe, torunu Celȃl’ine ve eşi Ese'sine kavuşur.

 

Şimdi Kavuklar köyündeki mezarlıkta Topal Meryem nine ve İsa dedem, Celȃl’i aralarına almış, üçü yanyana yatmaktadır.

 

Nihayet 1972 yılında babam ve annem köy düğünüyle evlenirler. O sıralarda hem aile maddi bunalımdaymış. Hem de babam hala işsizmiş. Bu esnada da annem ise bana hamiledir.

 


Ve 1973 yılının sıcak bir yaz günü ben dünyaya gelmişim. Aynı evde oturduğumuzdan babannemin aşırı sevgisiyle büyüdüm.

 

Sanırım ölen oğlunun adı olmam sebebiyle bana çok düşkündü.

 


Dünyada şu an yaklaşık yedi milyar insan yaşıyor. Bu insanların hiçbiri dünyaya hangi ana-babadan ve hangi ülkede geleceğini seçmediler. 

 

Derisinin ve gözünün rengini ve de boyunun uzunluğunu seçmediler. Bunlar külli irade yani Allah’ın bize takdir ettiği kaderimizin parçalarıdır. 

 

Alllah beni, Afrika’da bir yamyam kabilesinde, Hindistan’da öküze tapan bir babanın oğlu veya Çin’de bir heykel puta tapan bir babanın oğlu olarakta dünyaya gönderebilirdi.

 

Allah’a binlerce şükür, bu ülkede yaşayan milyonlar gibi hayata 1-0 önde başladım.

 

Allah aratmadı. Ben 1973 yılında Konya-Ereğli’de müslüman bir toplumda dünyaya gelmişim.

 

Tabi sadece 1-0 önde başladım hayata ama –bazı hocaların kabirde işi zor dedikleri- benimki taklid-i müslümanlıktı, ancak 2003’te tahkik-i iman yolculuğuna başladım.

 

Ailenin ilk çocuğuyum. Bir erkek ve bir de kız kardeşim vardır. Üç kardeşiz.

 

Babam o yıllarda işsizmiş. Benim doğduğum günü anlatırken hala mahcubiyet duyuyor. Hastanede hemşire doğumdan çıkıp babama geliyor.

 

Oğlu olduğunun müjdesini verdiğini anlatırken durgunlaşıyor. (Eskiden ancak doğumla cinsiyet anlaşılıyordu.)

 

“Cebimde hiç param yoktu. Oysa bir bahşiş vermeyi çok istemiştim” diyor. Ailenin fakirlik döneminde doğmuşum.

 

Evlendikten sonra babannem ölene kadar Ereğli’de dedemlerin evinde yaşamışlar.

 

Ben o yılları az hatırlıyorum. Annem o günleri anlatırken şöyle dedi:

 

“Senin altına bağlayacak bez bulamazdım. Baban o sıralar işsizdi. Çarşafları keserek bez yapmıştım.”

 

 

2.   Bölümün sonu… Devamı yarın…

 

 

Celalin Penceresinden

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder