Bir Vefa Çınarı: Babam İsa Çelik - 2
Babacığım İsa Çelik hastalığımın tedavisi olmadığını öğrendiğinde,
1993’te Trakya köylerinin birinde birgece karavan içinde soğuktan battaniyeye
sarılır.
Ve yaşlı gözlerle şöyle dua eder:
“Allah’ım!, Sen bana kaderimde engelli evlat yazdıysan, Sana söz
veriyorum, ne olursa olsun, ben ona ömrüm yettiğince bakacağım, sana söz
veriyorum.”
Bu yazıda, çocuğu engelli oldu diye eşini ve engelli evladını
bırakıp giden pekçok baba! ların olduğu günümüzde, engelli evladına ömrünü
adayan vefakar garip babacığımın hayatındandan kesitler paylaşmak istiyorum
izninizle…
Bu yazı dizisi dört bölümdür. Sıkılmadan okuyasınız diye dört kısma
ayırdık.
2. BÖLÜM:
BURUK ACI
Nişanlanmışlar. Babam, içinde bir sevinçle tekrar askere dönmüş.
Yaşayacağı acıdan habersiz... Henüz bir işi de yokmuş ama nasılsa rızkı veren
Allah değil miydi?
Babamın
Malatya’da tezkeresine bir gün kala, köyünde bir kaza ile adını aldığım onbeş
yaşındaki kardeşi Celȃl (amcam) vefat etmiş.
O gün
babamın hemşehrisi bir asker arkadaşı izinden dönmüş. Acı haberi duymuş ama
söyleyememiş. Çünkü babam ertesi gün tezkeresini alacakmış.
Akşam
bütün arkadaşları veda bahanesiyle kantinde toplanmışlar, hepberaber sohbet
edip çay içmişler.
Bütün
arkadaşlarının aslında haberi varmış ama söyleyememişler. Hatta kaç kardeşsiniz
falan diye soruyorlarmış ama babam tezkere sevinciyle olayın farkına varamamış.
Ertesi gün
başka bir hemşehrisi ile aynı saatte tezkere alacaklarmış. Durumu öğrenen
komutanı hemşehrisi o askere: “ İsa'yı evine kadar yalnız bırakma oğlum” demiş.
1970
yılında babam ve arkadaşı Malatya’dan memleketimiz Ereğli’ye dönerler. Otogardan evlerine gitmek için bir faytona
binmişler.
Arkadaşı
yolda bende size gelmek istiyorum diye üstelemiş. Babam anlam verememiş, ama
olur demiş.
Eve
yaklaşırlarken yol boyu hep tanıdıklara rastlarlar. Babam hayırdır nereye
gidiyorsunuz diye sorunca amcası: “Oğlum size gidiyoruz, askerden döndün ya...
“
Eve geldiklerinde ise, toplanan kalabalığın kendisini karşılamaya
geldiğini sanacak kadar temiz kalplidir babacığım.
Eve girdiğinde bakıyor ki, herkes hüzünlü. Annesine koşuyor
bakıyor, o ağlıyor.
Babam bir ölüm olabileceğini düşünüyor. Ağlamaya başlıyor. Acaba
Topal ebe mi ölmüştü?
Odalar arası koşturuyor. Topal ebeyi gözyaşlarını başörtüsüne
silirken görüyor.
Söyleyin ne oldu, kim, kim derken bir komşu teyze:
“Ese’m Celȃl’i kaybettik” dediği anda dizlerinin dermanı gidiyor.
Celaliiiiimm diye ağlayarak yere düşüyor...
Yürek dayanmaz bu acıya.
Babamgil Celal amcamın vefatı nedeniyle bir sene nişanlı kalırlar.
Tam ölümde, düğünde insan için derlerken yeni bir vefat olur. 1971 de Topal ebe,
torunu Celȃl’ine ve eşi Ese'sine kavuşur.
Şimdi Kavuklar
köyündeki mezarlıkta Topal Meryem nine ve İsa dedem, Celȃl’i aralarına almış,
üçü yanyana yatmaktadır.
Nihayet
1972 yılında babam ve annem köy düğünüyle evlenirler. O sıralarda hem aile
maddi bunalımdaymış. Hem de babam hala işsizmiş. Bu esnada da annem ise bana
hamiledir.
Ve 1973
yılının sıcak bir yaz günü ben dünyaya gelmişim. Aynı evde oturduğumuzdan
babannemin aşırı sevgisiyle büyüdüm.
Sanırım ölen oğlunun adı olmam sebebiyle bana çok düşkündü.
Dünyada şu an yaklaşık yedi milyar insan yaşıyor. Bu insanların
hiçbiri dünyaya hangi ana-babadan ve hangi ülkede geleceğini seçmediler.
Derisinin ve gözünün rengini ve de boyunun uzunluğunu seçmediler.
Bunlar külli irade yani Allah’ın bize takdir ettiği kaderimizin
parçalarıdır.
Alllah beni, Afrika’da bir yamyam kabilesinde, Hindistan’da öküze
tapan bir babanın oğlu veya Çin’de bir heykel puta tapan bir babanın oğlu
olarakta dünyaya gönderebilirdi.
Allah’a binlerce şükür, bu ülkede yaşayan milyonlar gibi hayata 1-0
önde başladım.
Allah aratmadı. Ben 1973 yılında Konya-Ereğli’de müslüman bir
toplumda dünyaya gelmişim.
Tabi sadece 1-0 önde başladım hayata ama –bazı hocaların kabirde işi zor
dedikleri- benimki
taklid-i müslümanlıktı, ancak 2003’te tahkik-i iman yolculuğuna başladım.
Ailenin ilk çocuğuyum. Bir erkek ve bir de kız kardeşim vardır. Üç
kardeşiz.
Babam o
yıllarda işsizmiş. Benim doğduğum günü anlatırken hala mahcubiyet duyuyor.
Hastanede hemşire doğumdan çıkıp babama geliyor.
Oğlu
olduğunun müjdesini verdiğini anlatırken durgunlaşıyor. (Eskiden ancak doğumla
cinsiyet anlaşılıyordu.)
“Cebimde
hiç param yoktu. Oysa bir bahşiş vermeyi çok istemiştim” diyor. Ailenin
fakirlik döneminde doğmuşum.
Evlendikten
sonra babannem ölene kadar Ereğli’de dedemlerin evinde yaşamışlar.
Ben o
yılları az hatırlıyorum. Annem o günleri anlatırken şöyle dedi:
“Senin altına bağlayacak bez bulamazdım. Baban o sıralar işsizdi.
Çarşafları keserek bez yapmıştım.”
2.
Bölümün sonu… Devamı yarın…
Celalin Penceresinden
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder