Mevlânâ’daki
İnsan Sevgisinin Kaynağı Kur’ân’dır
Bu
Cumartesi 17 Aralık 2016. Hz. Mevlana’nın Allah’a kavuştuğu, vuslatı, Şebi Arus
yani düğün gecesi.. Bu yazıda başlıktaki
konuyu anlatan bir ropörtajı paylaşmak istiyoruz:
Öncelikle, Neden Hz. Mevlana’nın öldüğü gün matem
değil? Kendisi açıklıyor:
“Bence bu dünyadan göçüp gitmek yolculukların en
hayırlısı en güzelidir !
O nedenle bizim ölümümüz ebedi düğün bayram günüdür !
”
Hz. Mevlânâ
“Ecel günü gelipte ben bu dünyadan göçünce, sakın beni
mezarda aramayız !
Bizim mezarımız sadece Hak âşıklarının gönlüdür ! ”
Hz. Mevlana
Son Mesnevihan Hayat Nur Artıran Hanımefendi geçen yıl Twitter’dan şunları yazmıştı:
“Sevgili dostlarımız Hz.Pir Efendimizin 742'inci
vuslat yıldönümünü kutluyor bizlerinde
gidişinin AŞK düğün bayram olmasını niyaz ediyoruz.
Bu fâni dünyada iken "Ölmezden evvel ölme"
lutfuna erenlerin gidişide düğün bayram olur ! Çünkü onların kıyameti daha
yaşarken kopmuştur. ”
***
Mevlânâ’daki
İnsan Sevgisinin Kaynağı Kur’ân’dır
Aşağıdaki
yazı, son Mesnevihan (Hz. Mevlana’nın eseri Mesnevi’yi her yönüyle en iyi bilen kişi) sevgili Hayat Nur Artıran
Hanımefendi’nin 2011’deki bir gazete ropörtajından derlenmiştir.
GİRİŞ
Son
günlerde liberalizmin ülkemizde etkili olmasıyla birlikte dindarlık kendine
daha iyi bir hayatiyet alanı kazanıyor gibi görünse de bazen liberalizm dinî
değerlerin içini boşaltabiliyor. Kimi dinî değerler folklorik ya da pazar
malzemesi haline dönebiliyor. Bu değerlerden birisi de Mevlânâ Hazretleri ve öğretileri.
Biz de Mevlânâ Hazretleri’nin öğretilerini yakından inceleyen Hayat Nur
Artıran’la güzel bir sohbet gerçekleştirdik. Artıran Hanım, Mevlânâ
Hazretlerinin Kur’ân’dan, Hadisten ayrı düşünülemeyeceğini söylüyor. Zaten son
çıkardığı kitap “Aşk Bir Dâvâya Benzer” kitabı da bunu kanıtlar nitelikte. Bu
röportajın bana öğrettiği en büyük şey Mevlânâ’nın “Ne olursan ol gel”
çağrısının hakikatini göstermesi oldu. Bakalım size neler hissettirecek?
Hazreti Mevlânâ’yı İslâmiyeti farklı yorumlamış veya kendince ılımlaştırmış bir kişilik olarak görmek mümkün mü?
Hz. Mevlânâ’yı Cenâb-ı Hak’tan,
Efendimizden (asm), Kur’ân ve Hadis’ten ayrı düşünmek yapılacak en büyük
yanlıştır. Mevlânâ Hazretleri “Ben Kur’ân’ın kulu kölesi, Hz. Muhammed’in (asm)
bastığı yerin toprağıyım” diyen ulu bir sultandır. Zaten kendisi böyle bir
yanlış anlayışa maruz kalacağını bildiğinden olacak ki, asırlar önce bu beyti
söylemiştir. Hz. Mevlânâ’nın tüm sözlerinin kaynağı âyet ve hadis-i
şeriflerdir. O nedenle Mesnevî’ye Mağz-ı Kur’ân, Keşşafu-l Kur’ân denmiştir.
Şems-i Tebrizî; Mevlânâ Hazretleriyle ilgili olarak “Her ne söylemişse altına
Hazret-i Muhammed’in (asm) mührünü vurmuştur” der. Kim ne söylerse altında Hz.
Muhammed’in (asm) bir sözü olmalı ki o söz yeterince açıklanmış, anlaşılmış
olsun.Tam da bu noktada Hz. Mevlânâ’yı Hümanizmle yorumlayanlar da var. Ne
olursan ol, ne yaparsan yap insan sonuçta değerlidir gibi…Hz. Mevlânâ
hümanisttir, ama bu sıradan boş bir hümanistlik değildir. Onun tüm insanlık
âlemine hoşgörüyle yaklaşması, din, dil, ırk, mezhep ayırmadan herkesi
kucaklaması Muhammedî (asm) ahlâkı en yüksek derecede yaşamasından ileri gelir.
Peygamberimize (asm) duyduğu sınırsız aşk-u muhabbetin bir yansımasıdır bu
durum. Bir beytinde “Hiç kimseye kâfir deme, hiç kimseyi hor hakir görme çünkü
herkeste onun nuru var, yani Muhammedî nur var” demiştir.
Bunu biraz açar mısınız?
Bilindiği üzere Allah (cc) âlemleri
yaratmadan önce Efendimiz’in (asm) nurunu yaratmıştır. O nurdan da tüm âlemler
yaratılmıştır. Bilenler bilir ki ister Budist, ister ateist, ister Hristiyan
olsun hepsinde Efendimizin (asm) nuru var. Herkese gösterilen o hürmet, sevgi,
saygı kişinin şahsına değil ondaki mânevî emanetedir, farkında olmadan taşıdığı
Muhammedî (asm) nuradır. Bu davranış “Yaratılanı hoş gördük Yaradan’dan ötürü”
diyen Yunus Emre Hazretlerinin sözünün gerçeğe dönüşen yaşanmış halidir.
“Ne olursan ol gel” derken hiçbir kriter yok mu?
Madde âleminde dahi bazı kriterler söz
konusu olurken mânâda olmaz mı? Cenâb-ı Allah’ın (cc), Peygamber Efendimiz’in
(asm) kabul etmediğini Mevlânâ Hazretleri nasıl kabul eder? Hz. Mevlânâ’nın
Allah’ın rahmetinden, Hz. Peygamber’in (asm) şefaatinden daha büyük bir şefkat
ve merhamete sahip olduğunu düşünmek ne derece doğru olur? Ne olursa olsun
yarattığı kulu bağışlayacak büyük bir merhamet ve şefkata sahip olan Hz.
Allah’tır. Bu âleme Rahmete’l-lilâlemin olarak gönderilen Efendimiz’dir (asm).
İnançlı inançsız herkes bir yudum su
içiyor, bir lokma ekmek yiyorsa Efendimizin (asm) yüzü suyu hürmetine içiyor
yiyor. “Rızıklar dahi ondan rızık diler” diyen bir Hazret-i Mevlânâ’dan
bahsediyoruz. “Allah’tan ümit kesilmez” diyen bir Rabbimiz, ümmetinden hiçbir
zaman şikâyetçi olmayan, “Onlar bilmiyor, sen onları bağışla” diyen yüce bir
Efendimiz (asm) var.
Yani Hz. Mevlana’nın hoşgörüsü Kur’ân ve Hadis kaynaklı, değil mi?
Efendim bunu daha farklı düşünmek mümkün
müdür? Buna bir örnek vermek gerekirse Feriduddin-i Attar Hazretlerinden bir
olayı arz etmek isterim: Bir gün Peygamber Efendimiz (asm) “Ya Rab bundan
önceki bütün ümmetlerin hataları, kusurları, ayıpları ortaya döküldü. Benim
ümmetimin ayıp ve kusurlarını ortaya dökme, onları sadece ben bileyim” diye
yüce Rabbimize niyaz edip yakarır. Cenâb-ı Hakk’tan Efendimize (asm) gelen
hitap ne kadar dikkate şayandır: “Ümmetin öyle hallere düşecek ki, belki sen
dahi kaldıramayacaksın. Bırak ümmetinin ayıp ve kusurlarını sadece Ben bileyim,
sen dahi bilme.” Bu yarattığı kuluna karşı nasıl bir örtücülüktür, bir
peygamberin ümmetine karşı duyduğu nasıl bir şefkat ve muhabbettir, bunu zahir
kelimelerle nasıl anlatabilirsiniz. Bundan daha büyük hoşgörü, örtücülük,
şefkat ve muhabbet olur mu?
Düşünün ki Hz. Hamza gibi iki cihan
arslanını şehit eden Vahşi için yüce Rabbimizden “Allah’tan ümit kesilmez”
âyeti inmiştir. Vahşi, Hz. Hamza’yı şehid ettikten sonra Cenâb-ı Hakk’ın farklı
bir kudreti tecelli ediyor ve Vahşi’nin içine öyle bir ateş düşüyor ki yapmış
olduğu telâfi edilmez hatanın sonunda Hz. Hamza’nın ve Peygamber Efendimiz’in
(asm) hakikatine vakıf oluyor. Pişmanlıktan gözlerinden kanlı yaşlar akıyor.
Çok uzun hikâyedir kısa keseyim vesselâm sonunda bir âyet iniyor: “Allah
kendisine şirk koşanlar müstesna dilediğini bağışlar.” Bu âyeti hemen Vahşi’ye
müjdeliyorlar.
Fakat Vahşi; umutsuzluğa kapılarak
“Şeytanın bütün zürriyeti bağışlanır, onun tövbesi kabul edilir de benimkisi
edilmez. Ben öyle bir iş yaptım ki, Nuh’un ömrü kadar ömrüm olsa, Eyyûb gibi
sabretsem yine de ben bağışlanmam” diye gözünden kanlı yaşlar akıtıyor ve “Ya
Rab, bilirim ki sen herkesi bağışlarsın, ama bu Vahşi kulunu hiç bağışlamazsın”
diyerek feryatlar ediyor. İşte o anda yüce Rabbimizin rahmet denizi coşuyor ve
“De ki: Nefisleri uğruna aşırı giden kullarım, sakın Allah’ın rahmetinden ümit
kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları bağışlar” âyeti iniyor. Vahşi için bile
“Benden ümit kesme” diyen bir Rabbimiz, onu affedip bağışlayan hoş gören bir
Efendimiz (asm) var. Tüm bunlar karşısında Hz. Mevlânâ “Ne olursan ol yine gel”
demesin de ne desin? Peygamber Efendimiz (asm) kimi dini inancı hali ahvali
yüzünden hor hakir görmüş kapısından kovmuş ki, Hz. Mevlânâ da birilerini
dergâhından uzak tutsun.
Dergâhın mânevî anlamı nedir?
Dergâh hastane, mürşitler de doktor
gibidir. Cümle nefsanî hastalıklar burada tedavi edilir. Dergâh hamam gibidir,
cümle kirler burada ehlinin eliyle yıkanarak temizlenir. O nedenle doktor
hastayı, hamam kirliyi kabul etmez olur mu? Maksat hastaların doktora,
kirlilerin hamama gitmesi değil midir? Bir doktor hastaya “Sen çok hastasın git
tedavi ol da bana gel” der mi? Hamamcı “Sen çok kirlisin git temizlen de hamama
gel” diyebilir mi? Dünyada bile böyle şeyler mümkün olmazken Allah’ın mânevî
hekimleri nasıl böyle bir şey yapsın? Kimi dergâhından kovsun?
Fakat hastaneye gitmekten maksat tedavi
olmak, doktora teslim olup verilen ilâçları kullanmaktır, gerekirse bıçak
altına yatmaktır. Hem hastaneye gidip hem de başımıza buyruk olamayız. “Ne
olursan ol gene gel” demek: “Ey insan! Devası bulunmayan bu âlemdeki hastalığın
neyse hiç korkma, ümidini kesme bize gel, derdinin dermanını bulursun, çünkü
bir Allah’ın hekimleriyiz. Ey kirli adam! Sen bir yanlış yapıp lağım kuyusuna
düştüysen orada yıllarca kaldıysan bile yine ümitsiz olma, o kuyudan çık bizim
dergâhımızdaki rahmet suyumuzla yıkan, anadan doğmuş gibi tertemiz olursun”
demektir. Yoksa “Lağım kuyusundan çık gel tertemiz olan Hakk âşıklarının
yaşadığı ulu dergâhta sen de o pisliğinle aramızda yaşa” demek değildir. Suyun
altına girip yıkanmadıktan sonra suyu bilmekle insan temizlenmez. İlâç rafta
durduğu müddetçe ilâçtır. İçilince şifa verir. Hamama gitmekten maksat
yıkanmak, doktora gitmekten maksat ilâçları kullanmaktır. Gerisi kendi
kendimizi kandırmaktan başka bir işe yaramaz.
Cümle
sözlerin hülâsası:
“İyilikle
kötülük bir olmaz, sen kötülüğü iyilikle sav” diyen Rabbimizin emri gereğince
elbette bu âyete uygun bir şekilde yaşamak her kula farzdır. Efendimizin (asm)
rahmete’l-lil âlemin oluşunu dolayısıyla da Hz. Mevlânâ’yı ve ondaki Muhammedî
(asm) ahlâk gereği gösterdiği hoşgörü, sevgi ve şefakati anlamayanların sözleri
kendileri gibi fani olup çürüyüp gidecektir. Bir gün o sözlerden hiç bir eser
kalmayacaktır, ama Hz. Mevlânâ’nın tüm evreni kucaklayan ledün sözleri ilelebet
bâki olacaktır. Çünkü o sözlerin kaynağı bâkî olan İlâhî rahmet deryasından
coşup gelmektedir.
***
Hz.
Mevlana’ya göre, Aşk dünyaya ait bir duygu değildir. aşk insanlara ait
değildir. aşk Allah'a aittir. ancak Allah, insanı halifesi olarak ilan edip
bunu ruhuna üfledikten sonra, kendisindeki bu duygu insanın da mayasına
karışmıştır.
Hz.
Mevlana’yı anlamayı ve öğretilerini yaşamayı Allah cümlemize nasip etsin.
Celalin Penceresinden
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder