12 Aralık 2016 Pazartesi

Mevlânâ’daki İnsan Sevgisinin Kaynağı Kur’ân’dır


Mevlânâ’daki İnsan Sevgisinin Kaynağı Kur’ân’dır

 

Bu Cumartesi 17 Aralık 2016. Hz. Mevlana’nın Allah’a kavuştuğu, vuslatı, Şebi Arus yani düğün  gecesi.. Bu yazıda başlıktaki konuyu anlatan bir ropörtajı paylaşmak istiyoruz:

 


Öncelikle, Neden Hz. Mevlana’nın öldüğü gün matem değil? Kendisi açıklıyor:

 

“Bence bu dünyadan göçüp gitmek yolculukların en hayırlısı en güzelidir !

O nedenle bizim ölümümüz ebedi düğün bayram günüdür ! ”

Hz. Mevlânâ

 

“Ecel günü gelipte ben bu dünyadan göçünce, sakın beni mezarda aramayız !

Bizim mezarımız sadece Hak âşıklarının gönlüdür ! ”

Hz. Mevlana

 

Son Mesnevihan Hayat Nur Artıran Hanımefendi geçen yıl Twitter’dan şunları yazmıştı:

 

“Sevgili dostlarımız Hz.Pir Efendimizin 742'inci vuslat yıldönümünü kutluyor bizlerinde  gidişinin AŞK düğün bayram olmasını niyaz ediyoruz.

 

Bu fâni dünyada iken "Ölmezden evvel ölme" lutfuna erenlerin gidişide düğün bayram olur ! Çünkü onların kıyameti daha yaşarken kopmuştur. ”

 

***

 

Mevlânâ’daki İnsan Sevgisinin Kaynağı Kur’ân’dır


 

Aşağıdaki yazı, son Mesnevihan (Hz. Mevlana’nın eseri Mesnevi’yi her yönüyle en iyi bilen kişi) sevgili Hayat Nur Artıran Hanımefendi’nin 2011’deki bir gazete ropörtajından derlenmiştir.

 

GİRİŞ

Son günlerde liberalizmin ülkemizde etkili olmasıyla birlikte dindarlık kendine daha iyi bir hayatiyet alanı kazanıyor gibi görünse de bazen liberalizm dinî değerlerin içini boşaltabiliyor. Kimi dinî değerler folklorik ya da pazar malzemesi haline dönebiliyor. Bu değerlerden birisi de Mevlânâ Hazretleri ve öğretileri. Biz de Mevlânâ Hazretleri’nin öğretilerini yakından inceleyen Hayat Nur Artıran’la güzel bir sohbet gerçekleştirdik. Artıran Hanım, Mevlânâ Hazretlerinin Kur’ân’dan, Hadisten ayrı düşünülemeyeceğini söylüyor. Zaten son çıkardığı kitap “Aşk Bir Dâvâya Benzer” kitabı da bunu kanıtlar nitelikte. Bu röportajın bana öğrettiği en büyük şey Mevlânâ’nın “Ne olursan ol gel” çağrısının hakikatini göstermesi oldu. Bakalım size neler hissettirecek?

 


Hazreti Mevlânâ’yı İslâmiyeti farklı yorumlamış veya kendince ılımlaştırmış bir kişilik olarak görmek mümkün mü?

 

Hz. Mevlânâ’yı Cenâb-ı Hak’tan, Efendimizden (asm), Kur’ân ve Hadis’ten ayrı düşünmek yapılacak en büyük yanlıştır. Mevlânâ Hazretleri “Ben Kur’ân’ın kulu kölesi, Hz. Muhammed’in (asm) bastığı yerin toprağıyım” diyen ulu bir sultandır. Zaten kendisi böyle bir yanlış anlayışa maruz kalacağını bildiğinden olacak ki, asırlar önce bu beyti söylemiştir. Hz. Mevlânâ’nın tüm sözlerinin kaynağı âyet ve hadis-i şeriflerdir. O nedenle Mesnevî’ye Mağz-ı Kur’ân, Keşşafu-l Kur’ân denmiştir. Şems-i Tebrizî; Mevlânâ Hazretleriyle ilgili olarak “Her ne söylemişse altına Hazret-i Muhammed’in (asm) mührünü vurmuştur” der. Kim ne söylerse altında Hz. Muhammed’in (asm) bir sözü olmalı ki o söz yeterince açıklanmış, anlaşılmış olsun.Tam da bu noktada Hz. Mevlânâ’yı Hümanizmle yorumlayanlar da var. Ne olursan ol, ne yaparsan yap insan sonuçta değerlidir gibi…Hz. Mevlânâ hümanisttir, ama bu sıradan boş bir hümanistlik değildir. Onun tüm insanlık âlemine hoşgörüyle yaklaşması, din, dil, ırk, mezhep ayırmadan herkesi kucaklaması Muhammedî (asm) ahlâkı en yüksek derecede yaşamasından ileri gelir. Peygamberimize (asm) duyduğu sınırsız aşk-u muhabbetin bir yansımasıdır bu durum. Bir beytinde “Hiç kimseye kâfir deme, hiç kimseyi hor hakir görme çünkü herkeste onun nuru var, yani Muhammedî nur var” demiştir.

 

Bunu biraz açar mısınız?

 

Bilindiği üzere Allah (cc) âlemleri yaratmadan önce Efendimiz’in (asm) nurunu yaratmıştır. O nurdan da tüm âlemler yaratılmıştır. Bilenler bilir ki ister Budist, ister ateist, ister Hristiyan olsun hepsinde Efendimizin (asm) nuru var. Herkese gösterilen o hürmet, sevgi, saygı kişinin şahsına değil ondaki mânevî emanetedir, farkında olmadan taşıdığı Muhammedî (asm) nuradır. Bu davranış “Yaratılanı hoş gördük Yaradan’dan ötürü” diyen Yunus Emre Hazretlerinin sözünün gerçeğe dönüşen yaşanmış halidir.

 

“Ne olursan ol gel” derken hiçbir kriter yok mu?

 

Madde âleminde dahi bazı kriterler söz konusu olurken mânâda olmaz mı? Cenâb-ı Allah’ın (cc), Peygamber Efendimiz’in (asm) kabul etmediğini Mevlânâ Hazretleri nasıl kabul eder? Hz. Mevlânâ’nın Allah’ın rahmetinden, Hz. Peygamber’in (asm) şefaatinden daha büyük bir şefkat ve merhamete sahip olduğunu düşünmek ne derece doğru olur? Ne olursa olsun yarattığı kulu bağışlayacak büyük bir merhamet ve şefkata sahip olan Hz. Allah’tır. Bu âleme Rahmete’l-lilâlemin olarak gönderilen Efendimiz’dir (asm).

 

İnançlı inançsız herkes bir yudum su içiyor, bir lokma ekmek yiyorsa Efendimizin (asm) yüzü suyu hürmetine içiyor yiyor. “Rızıklar dahi ondan rızık diler” diyen bir Hazret-i Mevlânâ’dan bahsediyoruz. “Allah’tan ümit kesilmez” diyen bir Rabbimiz, ümmetinden hiçbir zaman şikâyetçi olmayan, “Onlar bilmiyor, sen onları bağışla” diyen yüce bir Efendimiz (asm) var.

 

Yani Hz. Mevlana’nın hoşgörüsü Kur’ân ve Hadis kaynaklı, değil mi?

 

Efendim bunu daha farklı düşünmek mümkün müdür? Buna bir örnek vermek gerekirse Feriduddin-i Attar Hazretlerinden bir olayı arz etmek isterim: Bir gün Peygamber Efendimiz (asm) “Ya Rab bundan önceki bütün ümmetlerin hataları, kusurları, ayıpları ortaya döküldü. Benim ümmetimin ayıp ve kusurlarını ortaya dökme, onları sadece ben bileyim” diye yüce Rabbimize niyaz edip yakarır. Cenâb-ı Hakk’tan Efendimize (asm) gelen hitap ne kadar dikkate şayandır: “Ümmetin öyle hallere düşecek ki, belki sen dahi kaldıramayacaksın. Bırak ümmetinin ayıp ve kusurlarını sadece Ben bileyim, sen dahi bilme.” Bu yarattığı kuluna karşı nasıl bir örtücülüktür, bir peygamberin ümmetine karşı duyduğu nasıl bir şefkat ve muhabbettir, bunu zahir kelimelerle nasıl anlatabilirsiniz. Bundan daha büyük hoşgörü, örtücülük, şefkat ve muhabbet olur mu?

 

Düşünün ki Hz. Hamza gibi iki cihan arslanını şehit eden Vahşi için yüce Rabbimizden “Allah’tan ümit kesilmez” âyeti inmiştir. Vahşi, Hz. Hamza’yı şehid ettikten sonra Cenâb-ı Hakk’ın farklı bir kudreti tecelli ediyor ve Vahşi’nin içine öyle bir ateş düşüyor ki yapmış olduğu telâfi edilmez hatanın sonunda Hz. Hamza’nın ve Peygamber Efendimiz’in (asm) hakikatine vakıf oluyor. Pişmanlıktan gözlerinden kanlı yaşlar akıyor. Çok uzun hikâyedir kısa keseyim vesselâm sonunda bir âyet iniyor: “Allah kendisine şirk koşanlar müstesna dilediğini bağışlar.” Bu âyeti hemen Vahşi’ye müjdeliyorlar.

 

Fakat Vahşi; umutsuzluğa kapılarak “Şeytanın bütün zürriyeti bağışlanır, onun tövbesi kabul edilir de benimkisi edilmez. Ben öyle bir iş yaptım ki, Nuh’un ömrü kadar ömrüm olsa, Eyyûb gibi sabretsem yine de ben bağışlanmam” diye gözünden kanlı yaşlar akıtıyor ve “Ya Rab, bilirim ki sen herkesi bağışlarsın, ama bu Vahşi kulunu hiç bağışlamazsın” diyerek feryatlar ediyor. İşte o anda yüce Rabbimizin rahmet denizi coşuyor ve “De ki: Nefisleri uğruna aşırı giden kullarım, sakın Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları bağışlar” âyeti iniyor. Vahşi için bile “Benden ümit kesme” diyen bir Rabbimiz, onu affedip bağışlayan hoş gören bir Efendimiz (asm) var. Tüm bunlar karşısında Hz. Mevlânâ “Ne olursan ol yine gel” demesin de ne desin? Peygamber Efendimiz (asm) kimi dini inancı hali ahvali yüzünden hor hakir görmüş kapısından kovmuş ki, Hz. Mevlânâ da birilerini dergâhından uzak tutsun.

 

Dergâhın mânevî anlamı nedir?

 

Dergâh hastane, mürşitler de doktor gibidir. Cümle nefsanî hastalıklar burada tedavi edilir. Dergâh hamam gibidir, cümle kirler burada ehlinin eliyle yıkanarak temizlenir. O nedenle doktor hastayı, hamam kirliyi kabul etmez olur mu? Maksat hastaların doktora, kirlilerin hamama gitmesi değil midir? Bir doktor hastaya “Sen çok hastasın git tedavi ol da bana gel” der mi? Hamamcı “Sen çok kirlisin git temizlen de hamama gel” diyebilir mi? Dünyada bile böyle şeyler mümkün olmazken Allah’ın mânevî hekimleri nasıl böyle bir şey yapsın? Kimi dergâhından kovsun?

 


Fakat hastaneye gitmekten maksat tedavi olmak, doktora teslim olup verilen ilâçları kullanmaktır, gerekirse bıçak altına yatmaktır. Hem hastaneye gidip hem de başımıza buyruk olamayız. “Ne olursan ol gene gel” demek: “Ey insan! Devası bulunmayan bu âlemdeki hastalığın neyse hiç korkma, ümidini kesme bize gel, derdinin dermanını bulursun, çünkü bir Allah’ın hekimleriyiz. Ey kirli adam! Sen bir yanlış yapıp lağım kuyusuna düştüysen orada yıllarca kaldıysan bile yine ümitsiz olma, o kuyudan çık bizim dergâhımızdaki rahmet suyumuzla yıkan, anadan doğmuş gibi tertemiz olursun” demektir. Yoksa “Lağım kuyusundan çık gel tertemiz olan Hakk âşıklarının yaşadığı ulu dergâhta sen de o pisliğinle aramızda yaşa” demek değildir. Suyun altına girip yıkanmadıktan sonra suyu bilmekle insan temizlenmez. İlâç rafta durduğu müddetçe ilâçtır. İçilince şifa verir. Hamama gitmekten maksat yıkanmak, doktora gitmekten maksat ilâçları kullanmaktır. Gerisi kendi kendimizi kandırmaktan başka bir işe yaramaz.

 

Cümle sözlerin hülâsası:

“İyilikle kötülük bir olmaz, sen kötülüğü iyilikle sav” diyen Rabbimizin emri gereğince elbette bu âyete uygun bir şekilde yaşamak her kula farzdır. Efendimizin (asm) rahmete’l-lil âlemin oluşunu dolayısıyla da Hz. Mevlânâ’yı ve ondaki Muhammedî (asm) ahlâk gereği gösterdiği hoşgörü, sevgi ve şefakati anlamayanların sözleri kendileri gibi fani olup çürüyüp gidecektir. Bir gün o sözlerden hiç bir eser kalmayacaktır, ama Hz. Mevlânâ’nın tüm evreni kucaklayan ledün sözleri ilelebet bâki olacaktır. Çünkü o sözlerin kaynağı bâkî olan İlâhî rahmet deryasından coşup gelmektedir.

 

***


 

Hz. Mevlana’ya göre, Aşk dünyaya ait bir duygu değildir. aşk insanlara ait değildir. aşk Allah'a aittir. ancak Allah, insanı halifesi olarak ilan edip bunu ruhuna üfledikten sonra, kendisindeki bu duygu insanın da mayasına karışmıştır.

 

Hz. Mevlana’yı anlamayı ve öğretilerini yaşamayı Allah cümlemize nasip etsin.

 

 

Celalin Penceresinden

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder