Ölüm yokluk
mudur?
Ölüm,... insanlık tarihi
başladığından beri değişmeyen ve değişmeyecek tek gerçek, ölüm...
Rabbimiz bu gerçeği Kuran’da defalarca bildiriyor... Mesela,
“Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de
deniyoruz. Ancak bize döndürüleceksiniz. ” (Enbiya sûresi
35. âyet)
Ölümün bir son olmadığını
nasıl anlatacağımı düşünüyordum. Sonra Rabbimizin bu ayette buyurduğu tabirin
buna en iyi cevap olduğunu farkettim.
Evet diyor ki: “Her nefis ölümü tadacaktır.” Tadacaktır.
Yani bir şeyin tadına bakılması geride daha çok olduğunu gösterir.
Yemeğe oturmadan önce
çorbanın tadına baktım, nefisti... gibi...
Bediüzzaman Said Nursi ölümü o kadar güzel anlatmış ki,
ölüm, imanlı müslümanlar için bir
nimettir. Diyor ki:
***
“ Ölüm,
sureten göründüğü gibi dehşetli değil. Çok risalelerde gayet kat'î, şeksiz,
şübhesiz bir surette, Kur'an-ı Hakîm'in verdiği nur ile isbat etmişiz ki:
Ehl-i iman için ölüm,
·
vazife-i
hayat külfetinden bir terhistir;
·
hem dünya
meydanındaki imtihanda, talim ve talimat olan ubudiyetten (kulluktan) bir
paydostur;
·
hem öteki
âleme gitmiş yüzde doksandokuz ahbab ve akrabasına kavuşmak için bir vesiledir;
·
hem hakikî
vatanına ve ebedî makam-ı saadetine girmeye bir vasıtadır;
·
hem zindan-ı dünyadan
bostan-ı cinana (cennet bahçelerine) bir davettir;
·
hem Hâlık-ı
Rahîm'inin fazlından, kendi hizmetine mukabil ahz-ı ücret etmeye bir nöbettir.
Madem ölümün
mahiyeti hakikat noktasında budur; ona dehşetli bakmak değil, bilakis rahmet ve
saadetin bir mukaddemesi nazarıyla bakmak gerektir.
Hem
ehlullahın bir kısmının ölümden korkmaları, ölümün dehşetinden değildir. Belki
daha fazla hayır kazanacağım diye, vazife-i hayatın idamesinden kazanacakları
hayrat içindir.
Evet ehl-i
iman için ölüm, rahmet kapısıdır.
Ehl-i dalalet
için, zulümat-ı ebediye kuyusudur. “
(25. Lema - Hastalar Risalesi 9. Deva )
***
Evet bize ölüm gelmeden önce tövbe etmeli ve
Allah’ın koyduğu islam kurallarına göre bir hayat sürmeliyiz... Ama samimi bir
tövbe ile günahsız bir hayata başlamalıyız...
“Allah’ın kabulünü vaad
buyurduğu tövbe, kötülüğü ancak cahillik sebebiyle işleyip, sonra da çabucak
vazgeçerek günahtan dönüş yapacak olanların tövbesidir. İşte Allah’ın, tövbelerini kabul
edeceği kimseler bunlardır. Allah alîm ve hakîmdir (herkesin içini dışını
hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).” (Nisa sûresi 17. âyet)
“Yoksa makbul tövbe,
kötülükleri yapıp edip de sonra kendilerinden birine ölüm gelip çattığında:
"İşte ben şimdi tövbe ettim." diyenlerin tövbesi değil. Kâfir olarak
ölen kimselerin tövbesi de değil. İşte öylesi kimselere, çok acı veren bir azap
hazırladık. ” (Nisa sûresi 18.
âyet)
Şimdi sizlere ölümün bir son olmadığını
hissettiren yaşanmış bir hikaye sunuyorum:
Serap’ın
Hikayesi
Rahmetli Onkolog
Dr. Halûk Nurbaki'den (1924-1997)
gerçek bir hatıra..
Onkolog Dr. Halûk Nurbaki'den (1924-1997) |
Ben, 40 yıllık bir kanser uzmanı olarak maddeyi
aşan sayısız olayla karşılaştım ve bunları, o olaya şahit olanlarla birlikte
belgeleyerek özel bir arşiv yaptim. Bunlardan
1976 yılında yaşanmış bir olayı size nakletmek istiyorum.
Kanser hastanesinde başhekimken (Ankara Onkoloji Hastanesi) Serap adında genç bir hanım hastam
vardı. Bu hastam göğüs kanserine yakalanmış ve tedavi için yurt dışına gitmek istemesine
ragmen, bazi formaliteler sebebiyle o imkanı bulamamıştı.
Serap'ı özel bir ilgiyle bizzat ben tedavi altına
aldım. Ve kısa bir süre sonra da iyileştiğini gördüm. Ancak Serap'in da bütün
diğer kanserliler gibi ilk 5 yıllık süreyi çok dikkatli geçirmesi gerekiyordu.
Bir iş kadını olan Serap, 4 yıl kadar sonra bir
ihale için İzmir'e gitmek istedi. Kış aylarında olduğumuz için uçakla gitmesi
şartıyla kabul ettim. Maalesef bilet bulamamış ve benden habersiz bindiği
otobüsün kaza geçirmesi üzerine 6 saat kadar mahsur kalmış.
Dönüşünden kısa bir süre sonra kanser, kemik ve
akciğerine yayıldı. Serap bacak kemiklerindeki metastaz nedeniyle yürüyemez
hale gelirken, hastalığın akciğerdeki tezahürü sebebiyle de devamlı olarak
oksijen cihazı kullanıyor ve söylediği her kelimeden sonra ağzını o cihaza
yapıştırarak nefes almak zorunda kalıyordu.
Evine gittiğim gün, yine güçlükle konuşarak:
--''Doktor bey,'' dedi. ''Ben size...dargınım.''
-- ''Niçin?" diye sordum.
--"Siz...dindar bir insanmışsınız. Niçin
bana da, ALLAH 'ı, ölümü, ahireti anlatmıyorsunuz?"
Dini inançlarının çok zayıf olduğunu bildigim
için bu teklifi karşısında oldukça şaşırdım. O'nu üzmemeye çalışarak:
--"Doktora ulaşmak kolaydır'' dedim.
''Parayı bastırdın mı istediğine tedavi olursun. Ancak iman tedavisi için
gönülden istek duymalısın..."
Konusmaya mecali olmadığından "Ben o isteği
duyuyorum" manasında başını salladi. Artık ümitsiz bir tıbbi tedavinin
yani sıra, ebedi hayatın ve saadetin reçetesi olan iman derslerimiz başlamış ve
dersler "hızlandırılmalı öğretime" dönmüştü. Anlattığım iman
hakikatlerini bütün
ruhuyla meczediyor ve arada bir soru soruyordu. Vefatına
bir hafta kala:
--"Doktor bey'' dedi. ''Ben ölürken ne
söylemeliyim?"
--"Senin durumun çok özel" dedim.
''Kelime-i Sahadet sana uzun gelir. O anı fark edince ''Muhammed'' (s.a.v) sana
yeter."
O, haliyle tebessüm ederek yine başını salladı.
Çok ıstırabı olduğu için Serap'a sürekli morfin yapıyor ve O'nu uyutmaya çalışıyorduk.
Ben, bir iş seyahati sebebiyle bir müddet ziyaretine gidemedim. Dönüşümde
annesi telefon ederek:
--"Serap, bir haftadir morfin
yaptırmıyor." Dedi. "Sabahlara kadar inliyor ve çok ıstırap
çekiyor."
Hemen eve gittim ve iğne yaptırmamasinin sebebini
sordum. Aldığım cevabı hala unutamıyor ve hatırladıkça ürperiyorum.
-- "Ya
morfinin tesiriyle ölüme uykuda yakalanir ve son nefeste "Muhammed" diyemezsem?.
İşte Serap, böyle bir hanımdı. Bu arada benden
istihareye yatmamı ve eğer bir kaç gün daha ömrü varsa, son günü uyanık kalacak
şekilde morfin yaptırılmasını rica etti.
Ben hiç adetim olmadığı halde cuma gününe rastlayan
o gece istihareye yattım ve Serap'in acizliği hürmetine sandığım salı gününe
kadar yaşayacağına dair bir işaret sezdim. Ertesi gün O'na:
--"Hiç korkma!" dedim. "İğneyi
vurdurabilirsin."
Ve Serap bir veda niteliği taşıyan bu görüşmemizde
son sorusunu da sordu:
--"Doktor bey...Azrail bana nasıl
görünecek?"
--"Kızım," dedim. "O bir melek
değil mi? Hiç merak etme, sana yakışıklı bir prens gibi gelecektir."
Salı günü Serap'in ağırlaştığı haberini alınca
hemen eve gittim. Ancak vefatına yetişememiştim. Ailesi tam manasıyla
perişandı. Sadece kendisine uzun müddet bakan dindar bir hanım akrabası
ayaktaydı ve beni görünce yanıma gelerek:
--"Doktor bey, biliyor musunuz, bu evde
biraz önce bir mucize yaşandı!" dedi ve devam etti:
--Serap, bir saat kadar önce oksijen cihazını
attı ve "yataktan kalkması imkansız" denmesine rağmen kalkarak abdest
aldı, iki rekat namaz kıldı. Bütün ev halkı hayretten donup kaldık. Ve kelime-i
Şehadet getirerek vefat etmeden biraz önce de:
--"Doktor
bey'e söyleyin, dedi. Azrail, O'nun söylediğinden de güzelmiş!.
Peygamberimiz SAV buyurdu. |
Celalcelik@gmail.com
Ankara ( Konya-Ereğli )
http://celal1973.blogspot.com/
http://celal1973.blogspot.com/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder