14 Nisan 2014 Pazartesi

Haftanın TSM (Türk Sanat Müziği) şarkısı - 7


Haftanın TSM (Türk Sanat Müziği) şarkısı - 7

 

Acıyla söylenmiş sözler ya da bestelenmiş ezgiler, bir de öyküsünü biliyorsak daha bir derinden etkiler insanı…

 

Türk Sanat Müziği şarkılarından hikayelerini bildiğimiz bazılarını sizler için araştırdık.

 

Ve inşallah bundan sonra her Salı “Haftanın (Türk Sanat Müziği) TSM şarkısı” diye bir şarkının mp3 dosyasını, youtube adresini ve o şarkının sözlerini paylaşacağım.

 

*** Bu haftanın (Türk Sanat Müziği)  şarkısı: Kimseye etmem şikâyet

 

Haftanın şarkısını dinlerken aşağıdaki yazıyı da okuyabilirsiniz :

 


 

 

YOUTUBE KAPALI OLDUĞU İÇİN ŞİMDİLİK BURADAN DİNLEYEBİLİRSİNİZ:

 


 

 

 

***

 

Evet 2003’te hayatımda yaptığım değişikliklerden biri de dinlediğim müzikti. Ağırlıkla dinlediğim stresimi artıran arabesk müziğini tamamen bıraktım.

 

On yıldır sanat müziği dinliyorum hamdolsun. (2014) TSM dinleyerek ruhumun dinlendiğini ve kalbimin yumuşadığını hissediyorum.

 

Aslında benim TSM sevgim nereden geliyor biliyor musunuz? Biz seksenlerde haziranda okul kapanınca memleketimiz Konya - Ereğli’ye giderdik. Orada yaz akşamları bağ evinde terasta dedem, radyosundan hep TSM açar, beraberce dinlerdik. O nağmeler hem ruhuma, hem gönlüme işlendi. Lise ve üniversite yıllarında yabancı pop dinlerdim ama 2003 te aslıma döndüm hamdolsun...

 

TSM insanı duygulandırıp ağlatıyor. Dünyanın hiç bir ülkesi böyle bir müziğe sahip değildir. Osmanlı’da TSM’nin hastaları tedavi amaçlı kullanıldığını biliyor muydunuz? Her makam ayrı bir hastalığa iyi geliyormuş.

 

   TSM dinleyicileri genelde nazik, mülayim, ince ruhlu insanlardır. TSM dinleyenlerin adi suçlara karıştığı hiç görülmemiştir.

 

   İnşallah çocuklarımıza, yeğenlerimize bol bol TSM dinletelim. Onlar belki şimdi dinlemezler, ama arabaya binince TRT Nağme’den veya CD’den bir TSM müziği açalım. Kulakları bu nağmelere aşina olsun. Büyüyünce asıllarına rücu ederler inşallah.

 

***

 

*** Bu haftanın şarkısı:  Kimseye etmem şikâyet

 

“Kimseye etmem şikâyet, ağlarım ben halime,

Titrerim mücrim (suçlu) gibi, baktıkça istikbalime,

Perde-i zulmet (karanlık perdesi)  çekilmiş, korkarım ikbalime,

Titrerim mücrim gibi, baktıkça istikbalime.”

 

Beste: Kemanî Serkis Efendi
Güfte:
İhsan Raif Hanım
Makam:
Nihavend

Bu şarkıyı TRT sanatçısı Melihat Gülses
ne güzel söylüyor:

 


 

 

Ahmet Haşim’in “Benim anladığım hece vezni ile milli şiiri iki kişi yazmıştır: Rıza Tevfik ve İhsan Raif Hanım” diyerek hakkını teslim ettiği, Beş Hececiler’in öncüsüdür İhsan Raif Hanım.

Bestesi (nihavend) Kemani Serkis Efendi’ye ait ve Müzeyyen Senarı’ın sesinden dinlemeye doyamadığımız “Kimseye etmem şikâyet” adlı o muhteşem şarkının söz yazarıdır kendileri.

 


İhsan Raif Hanım, babasının valilik görevi münasebetiyle bulunduğu Beyrut’ta dünyaya geldi. Ergenlik çağına kadar Adana’da, Toros dağlarının eteklerinde yaşadı. 12 yaşında yine babasının görevi dolayısıyla İstanbul’a taşındı. Ve, “O günler başka bir semâ altında, tomurcuk güllerin açtığı, uçarı gönüllerin coştuğu hayal ülkesiydi” diye hüzünle andığı; “şiirin, musikinin, sanatın beslendiği edebiyat mekânı” olarak tasvir ettiği Nişantaşı’ndaki Taş Konak günleri başladı (Aşk-ı Memnu’nun yazarı Halit Ziya Uşaklıgil eniştesidir).

 

İşte o Taş Konak’taki hayal dünyasında bir gün, kardeşi Belkıs’la beşinci kattaki çocuk odasında oynarlarken, odanın kapısı hışımla itiliverdi birden. Hayatında hiç görmediği ve tanımadığı bir adam girmişti içeriye. Belli ki niyeti kötüydü. İhsan’ı kaçırmak için gelmişti. Teşebbüs etti, ama çocukların korkulu çığlıklarıyla, geldiği gibi koşar adım indi merdivenlerden ve gözden kayboldu.

 

Kimdi bu adam? Nereden çıkmıştı? Konağa nasıl girebilmişti? Ondan ne istiyordu?

Bu sorulara sonradan cevaplar buldu İhsan Raif Hanım.

 

Meğerse, reji memuru Mehmet Ali’ymiş davetsiz misafir. Mısırlı Arap bacıları kandırarak dalmış konağa. Ve, “karalar çalarak”  küçük İhsan’ı evlenmeye mecbur etmekmiş maksadı!

 

Bu basit gibi görünen hadise, küçük İhsan’ın hayatında beklenmedik değişikliklere ve büyük ızdıraplara yol açtı. Baba Raif Paşa hadiseyi kafasında büyüttü. Kapıyı açmak dışında hiçbir teması olmadığı ve tamamen masum olduğu halde, hadiseden küçük İhsan'ı sorumlu tuttu.

 

Kendisinden habersiz, karşılığı olan bir ilişkiden cesaret alınarak girişlen bu “haneye tecavüz” nedeniyle aile adına sürülen lekenin bir şekilde temizlenmesi gerekirdi.

 

Sonrasını İhsan Hanım'dan dinleyelim:

 

“Babamın terazisinin şaştığını hiç görmedim ben. Onu Hazret-i Ömer adaletinin timsali bilirdim. Benim istikbalimi tartarken adil olmadı o terazi. Mehmet Ali’yle nikâhlanmaktan başka çıkar yolum kalmadı. Günlerce gözyaşı döktüm, haftalarca yalvardım. Babacığım, masumum, bana kıyma, derslerimi tamamlayayım, yaşım küçük, beni yakma, dizlerine kapandım. Beni sevdiğim biriyle evlendir, telli duvaklı gelin et...”

 

13 yaşında evlilik, 14 yaşında annelik

 

Ama İhsan Hanım’ın yakarışları kabul görmez ve reji memuru Mehmet Ali’yle evlenmek zorunda kalır. İstanbul’da yaşamalarına da izin verilmez. Genç çift, beklenmeyen ve hayal edilmeyen bir izdivaç sonrası, 1890 yılında İzmir’e taşınır.

 

İhsan Hanım henüz 13 yaşında, genç damat Mehmet Ali ise 24 yaşındadır.  Gönülsüz geldiği İzmir’den İstanbul’a dönüş yolunun kapalı olduğunu bilen İhsan Hanım, dişi kuş içgüdüsüyle yuvasını sahiplenir. Her kadın gibi o da evlenirken saadet senfonisi bestelemeyi hayal eder, ama sonuç değişmez:

 

“Evliliğimizin üçüncü ayında gittiğimiz Doktor Levi , ‘Müjde, bebeğiniz geliyor.’ dediğinde hem sevindim, hem üzüldüm. Bir ağladım, bir güldüm. Ne olurdu Rabbim bu müjdeyi Taş Konak’ta, ailemin arasında alsam, bu sevinci orada yaşasam, anneme babama torun haberini ellerini öperek versem! Yetim gibi, öksüz gibi çaresizdim işte... Eşimden görmediğim sevgi ve destek ümitlerimi kırsa da hayata direnme gücümü artırıyordu diyebilirim. 1 Temmuz 1891 günü oğlum Ahmet Hikmet’i kucağıma aldım. On dört yaşında anne oldum.

 

Mehmet Ali oğlumuzun doğumuna çok sevindi. Hayatımızın meyvesine bakışı, sevinci, onun cevherindeki iyiliği gösteriyordu aslında. Fakat iyice anladım ki, Mehmet Ali elinde olmadan içkinin, nefsinin esiriydi. Her ne olursa olsun içki düşkünlüğünün  ve kayıtsız yaşayışının, işe gidiyorum deyip birkaç gün eve uğramayışının, hayatımızın tadını, yuvamızın saadetini yok ettiği bir hakikatti.

 

İzdivacın asude cenettini harlı cehannem gayyasına çeviriyordu. Genç kalbimin heveslerini her zaman kırar, aşk beklentimi hüsrana boğar, sonra kendini sokağa atar, mutluluğu yuvasında aramaz, işkence ederdi. ‘Seni kevser suyuna götürür, bir yudum içirmem’ dediğini nasıl unuturum! Kadehlerde içip dağıtacağına bana bir yudum aşkını verse, dünyanın dönüşü, hayatın akışı değişirdi...”

 

Derken İhsan Hanım, eşi Mehmet Ali’nin İstanbul’da da Aspasya adlı bir eşi bulunduğunu, bu eşinden de bir çocuğunun olduğunu, çocuğun babasız büyümemesi için kadının tekrar onu İstanbul’a çağırdığını ve kaldıkları yerden hayatlarına devam etmek istediğini öğrenir.

 

“Bir eşin varken, neden benim günahıma girdin? Neden onüç yaşındaki talebe çocuğun hayallerini yıktın? Korkmaz mısın mazlumun inkisarından” diye yakınır, ama yutkunur.

 

Evlilikleri devam eder. Cismen İzmir'de ruhen İstanbul'da bir hayat yaşar. Bir çocukları daha olur.

 

Sonra, “Babam belki de, Mehmet Ali’nin ilk eşiyle olan münasebetini kesmek için, bizi zaruri gurbete, İzmir’e göndermiştir” diyerek teselli bulur. Ama gerçeğin böyle olup olmadığını hiçbir zaman öğrenemez.

 

İhsan Hanım:

 

“Bir babanın evladının kötülüğünü isteyeceğine asla inanmadım. Yüreğimi alev gibi yakmaya başlayan Aspasya meselesini zihnimden uzaklaştırmaya çalışarak hayatıma tutunmaya, sanatın vicdanında huzur bulmaya çalışıyordum. O sonbahar günü, İzmir’in kavakları yaprağını dökerken, benim de ümitlerim onlarla beraber topraklara eleniyordu.”

 

İşte bu ruh halinin eseridir aşağıdaki muhteşem dizeler:

 

“Kimseye etmem şikâyet, ağlarım ben halime,

Titrerim mücrim gibi, baktıkça istikbalime,

Perde-i zulmet çekilmiş, korkarım ikbalime,

Titrerim mücrim gibi, baktıkça istikbalime.”

 

Evet hikâye böyle. 

 

Burada yazılanlar, yazının başında tahlili verilen şiir ve daha fazlası, Mehmet Öklü’nün, Doğan Kitap’tan çıkan “Kimseye Etmem Şikayet; İhsan Raif Hanım’ın Hayatı” adlı kitabında var.

 

 


 

 

 

1 yorum:

  1. bloğunuzun bizi şarkıyla karşılaması daha bi başka güzellikte olmuş,emeğinize sağlık

    YanıtlaSil