19 Şubat 2014 Çarşamba

Sizce mutluluk nedir?


Sizce mutluluk nedir?

 

Başlıktaki sorunun cevabını bizce verdik, yazıyı okuyunca anlayacağız inşallah.

 

Yılbaşından birkaç ay önce bir dostumun vesilesiyle Facebook’tan yeni bir dostla daha arkadaş olduk. İsmi Rahime abla. Eşiyle beraber üç yıldır Ankara Çayyolunda bir restaurant işletiyor.

 

Çok titiz olduğundan o da annem gibi dışarıda yemek yiyemiyormuş. Kendi gibi titizler için, hem de boş oturmayı sevmediğinden, insanlara hizmet olsun diye, otuz yıllık hayali restaurantı açmış.

 

Rahime abla o kadar çok şey yaşamış ki, türlü hastalık ve ameliyatları atlatmış, hatta kanseri bile yenmiş. Rahime abla restaurantında müsait oldukça sık sık Facebook’tan yazışırız.

 

Geçenlerde fakirlere yardım ile ilgili bir konu geçti. O’na, Hayatımı Anlattığım Kitabım’dan bir bölümün linkini kopyaladım. Okudu, hoşuna gitti ve şöyle bir mesajlaşma oldu:

 


İşte o link:


 

***

 

Rahime abla: Sana bir olayı anlatacağım, belki ileride esinlenir ve bir öykü yazarsın...

 

Celal: Pazar yazım hazır .. evet anlat, ilerde inşallah…

 

Rahime abla: Benim kızkardeşim Çankırı - Orta’da öğretmendi.

 

Celal: Dinliyorum ablacım.

 

Rahime abla: Okulunda bir kız çocuğunun bir köşede kimseyle konuşmadığını görmüş ve sormuş neden arkadaşlarınla görüşüp oynamıyorsun diye, o da karnım ağrıyor öğretmenim, demiş.

 

Rahime abla: Kardeşim, hadi doktora gidelim dediğinde, hayır öğretmenim, annemin pişirdiği ot çorbasından ağrıyor, demiş. Ama kardeşim onu odasına götürerek durumu anlamak adına konuşmaya çalışmış, yatılı bölge okulunda öğretmendi kardeşim...

 

Rahime abla: O da, babam kanserden öldü, biz 8 kardeşiz en büyük abim 15 yaşında çobanlık yapıyor. Annem, babannem ve biz birlikte ahır üstünde yaşıyoruz. Annem yazın kuruttuğu otlardan, kışın bize çorba yapıyor.  Hafta sonu okuldan eve gidince onu içiyorum iki gün, demiş. Döndüğümde karnım ağrıyor öğretmenim deyince, kardeşim hemen o köye gitmiş ve çok kötü bir durumla karşılaşmış. Sonrasında beni aradı, 2000 yılında olan bir olay bu, abla bir şekilde bu çocuklara yardım etmemiz lazım, dedi.

 

Celal: Ettiniz mi abla?

 

Rahime abla: Bizim Konutkent çarşısından binbeşyüz lira (eski paraya göre bir buçuk milyon) para topladım.

 

Celal: Allah razı olsun...

 

Rahime abla: Sonra Gimat’a gittik, kuru erzak falan iki araba doldurduk, pazara çıktım sebze ve meyveciden herşeyi aldım ama sebzecim inatla muz koydu. Ablam bu pahalı bunu koyma, onun yerine elma koy, daha iyi dediğimde...

 

Celal: Sebzeciniz o ayeti biliyor sanırım?

 

Sevdiğiniz şeylerden (Allah için) vermedikçe iyiliğe erişemezsiniz. Her ne verirseniz, şüphesiz Allah onu bilir.” (Âl-i İmrân suresi / 92.ayet)

 

Rahime abla: Abla, ben onu çocukken yiyemedim, bak gidince çocuklar ona koşacak, dedi. İnan Celalcim arabayla kıyafetler dahil herşeyi ve parayı alıp Çankırı Orta’ya gittim... En küçük çocuk, 2-3 yaşında, hepsi nur topu gibi... Hepsi koşup direk muzu aldılar, oturdum ağladım, ablacım. Ve ahırda yaşadıklarını gördüm...

 


Celal: Evet ablacım bu bir yazı konusu olur inşallah.

 

Rahime abla: Tabi sonra ulaşamadım, ama en azından biraz rahatlattım hamdolsun.

 

Celal: İnşallah bunu yazayım ki örnek olsun ablacım.

 

***

 

Yazıyı uzatmamak adına fazla yoruma gerek yok sanırım...

 

Aslında huzur ve mutluluk nedir biliyor musunuz?

Huzur ve mutluluk çaresiz bir insana çare olmaktır.

 

Huzur, muhtaç bir gönüle ışık olmaktır.

Huzur, sevdiğimiz şeylerden fakirlere verip sevindirmektir.

 

Bu huzur pekçok zenginde yoktur maalesef… Allah onlara nasip etmiyor…

Biz zengin değiliz fakat şükreden ve paylaşan bir kalbimiz var hamdolsun…

 

 

 Yukarıdaki olayı anlatma nedenim, inşallah sizlere bir örnek teşkil etmesi içindir. Hani efendim bunu fıkra diye anlatırlar, ama gerçeklik payı da yok değil:

 

Cehennemde zebaniler bir adamı ateşe atacaklar.  Adam birden :


- "Durun beni ateşe atamazsınız, ben dünyadayken bir dilenciye elli kuruş vermiştim", der.  Zebaniler araştırırlar gerçekten de adam hayattayken bir dilenciye elli kuruş vermiştir. Düşünür, taşınır işin içinden çıkamazlar. Sonunda baş zebaniye giderler.


 - "Adamın biri dünyada bir dilenciye elli kuruş vermiş, beni atamazsınız,  diye bağırıp duruyor ne yapalım ?" derler.  Baş zebani de:
 



- "Verin elli kuruşunu, atın aşağıya" :)

 

 

Celalcelik@gmail.com    Ankara  ( Konya-Ereğli )

 


 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder