Sizce mutluluk nedir?
Başlıktaki
sorunun cevabını bizce verdik, yazıyı
okuyunca anlayacağız inşallah.
Yılbaşından
birkaç ay önce bir dostumun vesilesiyle Facebook’tan
yeni bir dostla daha arkadaş olduk. İsmi Rahime
abla. Eşiyle beraber üç yıldır Ankara Çayyolunda bir restaurant işletiyor.
Çok
titiz olduğundan o da annem gibi dışarıda yemek yiyemiyormuş. Kendi gibi
titizler için, hem de boş oturmayı sevmediğinden, insanlara hizmet olsun diye, otuz yıllık hayali restaurantı açmış.
Rahime
abla o kadar çok şey yaşamış ki, türlü hastalık ve ameliyatları atlatmış, hatta
kanseri bile yenmiş. Rahime abla restaurantında müsait oldukça sık sık Facebook’tan yazışırız.
Geçenlerde
fakirlere yardım ile ilgili bir konu geçti. O’na, Hayatımı Anlattığım Kitabım’dan bir bölümün linkini kopyaladım. Okudu, hoşuna gitti ve şöyle bir mesajlaşma
oldu:
İşte
o link:
***
Rahime abla: Sana bir olayı anlatacağım, belki ileride
esinlenir ve bir öykü yazarsın...
Celal: Pazar yazım hazır .. evet anlat, ilerde inşallah…
Rahime abla: Benim kızkardeşim Çankırı - Orta’da öğretmendi.
Celal: Dinliyorum
ablacım.
Rahime abla: Okulunda bir kız çocuğunun bir köşede kimseyle konuşmadığını görmüş ve sormuş neden arkadaşlarınla görüşüp
oynamıyorsun diye, o da karnım ağrıyor öğretmenim,
demiş.
Rahime abla: Kardeşim, hadi doktora gidelim dediğinde, hayır öğretmenim, annemin pişirdiği ot çorbasından ağrıyor, demiş. Ama kardeşim onu odasına götürerek durumu anlamak adına konuşmaya çalışmış, yatılı bölge okulunda öğretmendi kardeşim...
Rahime abla: O da, babam kanserden öldü, biz 8 kardeşiz en büyük abim 15 yaşında çobanlık yapıyor. Annem, babannem ve biz
birlikte ahır üstünde yaşıyoruz. Annem yazın kuruttuğu
otlardan, kışın bize çorba yapıyor. Hafta sonu okuldan eve gidince onu içiyorum iki gün, demiş. Döndüğümde karnım ağrıyor öğretmenim deyince, kardeşim hemen o köye gitmiş ve çok
kötü bir durumla karşılaşmış. Sonrasında beni aradı, 2000 yılında olan bir olay bu, abla bir şekilde bu çocuklara yardım
etmemiz lazım, dedi.
Celal: Ettiniz
mi abla?
Rahime abla: Bizim Konutkent çarşısından binbeşyüz lira (eski paraya göre bir buçuk milyon) para topladım.
Celal: Allah
razı olsun...
Rahime abla: Sonra Gimat’a gittik, kuru erzak falan iki araba doldurduk, pazara çıktım sebze ve meyveciden herşeyi aldım ama sebzecim inatla muz koydu. Ablam
bu pahalı bunu koyma, onun yerine elma koy, daha iyi dediğimde...
Celal: Sebzeciniz
o ayeti biliyor sanırım?
“Sevdiğiniz şeylerden (Allah için) vermedikçe iyiliğe erişemezsiniz. Her
ne verirseniz, şüphesiz Allah onu bilir.” (Âl-i İmrân suresi / 92.ayet)
Rahime abla: Abla, ben onu çocukken yiyemedim, bak gidince çocuklar ona koşacak, dedi. İnan Celal’cim arabayla kıyafetler dahil herşeyi ve parayı alıp Çankırı Orta’ya gittim... En küçük çocuk, 2-3 yaşında, hepsi nur topu gibi... Hepsi koşup direk muzu aldılar, oturdum ağladım, ablacım. Ve ahırda yaşadıklarını gördüm...
Celal: Evet
ablacım bu bir yazı konusu olur inşallah.
Rahime abla: Tabi sonra ulaşamadım, ama en azından biraz rahatlattım hamdolsun.
Celal: İnşallah bunu yazayım ki örnek olsun ablacım.
***
Yazıyı uzatmamak adına fazla yoruma gerek yok sanırım...
Aslında huzur ve mutluluk nedir biliyor musunuz?
Huzur ve mutluluk çaresiz bir insana çare olmaktır.
Huzur, muhtaç bir gönüle ışık olmaktır.
Huzur, sevdiğimiz şeylerden fakirlere verip
sevindirmektir.
Bu huzur pekçok zenginde yoktur maalesef… Allah onlara
nasip etmiyor…
Biz zengin değiliz fakat şükreden ve paylaşan bir
kalbimiz var hamdolsun…
Yukarıdaki olayı anlatma nedenim, inşallah
sizlere bir örnek teşkil etmesi içindir. Hani efendim bunu fıkra diye
anlatırlar, ama gerçeklik payı da yok değil:
Cehennemde zebaniler bir adamı ateşe
atacaklar. Adam birden :
- "Durun beni ateşe atamazsınız, ben dünyadayken bir dilenciye elli kuruş vermiştim", der. Zebaniler araştırırlar gerçekten de adam hayattayken bir dilenciye elli kuruş vermiştir. Düşünür, taşınır işin içinden çıkamazlar. Sonunda baş zebaniye giderler.
- "Durun beni ateşe atamazsınız, ben dünyadayken bir dilenciye elli kuruş vermiştim", der. Zebaniler araştırırlar gerçekten de adam hayattayken bir dilenciye elli kuruş vermiştir. Düşünür, taşınır işin içinden çıkamazlar. Sonunda baş zebaniye giderler.
- "Adamın biri dünyada bir dilenciye elli kuruş vermiş, beni atamazsınız, diye bağırıp duruyor ne yapalım ?" derler. Baş zebani de:
- "Verin elli kuruşunu, atın aşağıya" :)
Celalcelik@gmail.com Ankara (
Konya-Ereğli )
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder