Ah Doktor hanım ne desem
size...
Allah bizi bu dünyaya bir plan dahilinde
göndermiştir. Allah her gün, bir karıncanın bile rızkını verirken, yarattığı en
üstün varlık olan biz insanı unutur mu? Hiç kimse okulda öğrendiği bilgilerle,
kesin hüküm vermemelidir. Buna örnek benim başımdan geçti. Şöyle ki:
***
“Kasım 1993’teydi. Hastaneye yatalı yirmi
gün olmuştu. Yapmadıkları tahlil, test kalmamıştı. Defalarca kan aldılar. Ekg,
Emg, tomografi.. her şeyi yaptılar. Hatta iki defa MR (emar) çekildi. O sıralarda
elimi arada duvardan destek alarak yürüyebiliyordum.
“Bir sabah uyandım. Doktorlar dokuz gibi vizite gelirlerdi. Yine
duvardan destekle yürüyerek hastane balkonuna çıktım. Üniversitede yurtta
alıştığım illeti yaktım. Oturduğum balkondan hastane bahçesindeki koşuşturan
insanları seyrederken gözüm daldı. Dumanı üflerken anılar film şeridi gibi
geçti. Daha dört ay önce üniversiteyi bitirmiştim. Tüm çocukluğum ve
delikanlılığım boyunca hep alay edilirdim: “Sen sarhoş musun? , Niye düz
yürümüyorsun? Yamuk! İçtin mi sen? , Sallanmasana! Dik dursana bi ya! Dengesiz!
vs. … Yürürken balkonlardaki insanların bakışlarından çok utanırdım ama, daha
bunun bir hastalık olduğunu bile bilmiyordum. Sanki böyle yürümeyi ben
istiyordum?
“Kendimi bildim bileli, geceleri dökmeden çay taşımanın ve dümdüz
yürümenin hayalini kurardım. Belki bir ilaçla veya iğneyle düzelebilme ihtimali
vardır, belki çok basit bir tedavisi vardır diye düşünürdüm. Ama kimseye
derdimi söyleyemedim. İnsanların nasıl düz yürüyebildiklerini çok merak
ederdim. Hani doğuştan görme özürlü birisi, görmenin nasıl ve ne demek olduğunu
anlayamazmış ya, benimki de aynen öyle. İşte şimdi beni hastanede
inceliyorlardı. Ümitle sonucu bekliyordum. Belki de iyileşecektim…” Saat dokuza
geliyordu. Tekrar odaya geçtim.
“Doktorlar geldi. Bizimle ilgilenen doktorlar, klinik şefine biz
hastaların durumu hakkında bilgi verdiler. Her günkü sabah kontrolü bitmişti.
Ben odadaki diğer hastalarla sohbete başladım. Konu müzikten açıldı. Ben o
zamanlar Orhan Gencebay hayranıydım.
“Yanımdaki hasta ‘Ben Samsun’da yol üstü lokanta işletiyorum. Orhan
bey, bana Samsun’a her gelişinde uğrar.’ dediğinde çok sevindim. O hastaya:
“Abi keşke ben de tanışabilsem” dedim.
“Kahkahalarla böyle sohbet devam ederken, benimle ilgilenen bayan
doktor odaya girince sustuk.
“Yanıma geldi, içimi bir garip heyecan kapladı.
‘Celal, senin hastalığının ismi Friedreich Ataksisi’ dediğinde
sözünü kestim.
‘Nasıl doktor hanım, ney pardon anlayamadım’, dedim.
Daha hastalığın adını bile telaffuz edemiyordum.
“Bu hastalık dengesiz yürümeyle başlar, sürekli ilerler ve
tekerlekli sandalyeyle devam eder. Sonunda yatalak duruma gelir” dedi.
Nefes almadan dinliyordum ve göz pınarlarım dolmaya başlamıştı.
Henüz on dokuz yaşında bir gençtim. Hayatın baharındaydım.
Yıllarca hayalini kurduğum düz yürüyebilmek gerçekten hayale
dönüşüyordu. Sonra devam etti:
“Celal, sen şimdi hastalığının henüz başlangıç dönemindesin. Bu
hastalığın sebebi bilinmiyor ve maalesef tıbben tedavisi yok.”
Dişlerimi sıkıyor ve ağlamamak için kendimi zor tutuyordum.
“Bugünler senin iyi günlerin. Sen asla çalışamazsın. Yakında
tekerlekli sandalyeye düşeceksin ve ilerde yaşarsan yatalak olabilirsin. Özetle
durumun böyle.” dediğinde daha fazla kendimi tutamadım ve çocuk gibi hıçkırarak
ağlamaya başladım.
Doktor Hanım odadan çıktı. Oda arkadaşları teselli veriyorlardı,
ama duymuyordum. Yatağa uzandım. Battaniyeyi üstüme örttüm ve ağlamaya
başladım.
“Babam, kendimi idare ettiğim için refakatçi olarak kalmıyordu.
Saat on iki gibi gelince bakmış ki üstüm örtülü. Uyuyorum sanmış.
Odadaki diğer hastalar babama uyumuyor, ağlıyor deyince üstümdeki battaniyeyi
kaldırdı.
Babamı görünce tekrar ağlamaya başladım. Gözlerim ağlamaktan kan
çanağına dönmüştü. Durumu anlattığımda hemen doktorla görüşmeye gitti.
“Gencecik çocuğa birden böyle söylenir mi?” diye münakaşa etmiş.
Doktor Hanımın babama cevabı şu olmuş:
“Ama hastanın kendi durumunu öğrenmeye hakkı var.”
Babam o zaman alıştırarak söyleseydiniz ya diye doktora epey
bağırmış.
Sonunda doktor Hanım odama gelerek bana:
- Celal senin hastalığının henüz tedavisi yok ama, bak tıp çok
hızlı ilerliyor. Yakında bu hastalığa da bir çare, bir ilaç bulunabilir. Her
zaman umutlu ol, dedi.
Kısmen biraz da olsa rahatlamıştım.
***
İnsanlar önyargılı bilgilerle
hemen karar veriyorlar. Allah’ın bizim hakkımızda bir kader planı olduğunu
unutuyorlar.
Allah bana çalışabilmem için
her sebebi hazırlamıştı. Hastaneden çıktıktan altı ay sonra 1994 te, tesadüf
zannettiğim sebeplerle beni özel şirketteki işime kavuşturdu. Toplam on altı
sene çalıştım ve 2010 da emekliliği doldurdum.
Babam o gün, o doktoru
dinleseydi, ben bugün belki de hala evde yatıyor olacaktım ve asla emekli
olamayacaktım. Bana böylesine güzel bir kader çizen Allah’a binlerce şükür
olsun, hamdolsun.
Beni her gün arabayla işe
götürüp getiren ve benim elim, ayağım, her şeyim olan babamdan Allah ebediyen
razı olsun.
Şu an emekliyim, Ankara’da
evde annem babam ve ben yaşamaktayız.
Celal Çelik Ankara
( Konya-Ereğli )
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder