17 Temmuz 2017 Pazartesi

Bardağı yere bırak


Bardağı yere bırak

 

Merhabalar Sevgili gönül dostlarımız,

 

Selamünaleyküm, Güzel bir hafta geçirmeniz dileğiyle…

 

Bu haftaki yazımızda bir profesörün dersinden kesit paylaştıktan sonra konuyla ilgili birkaç naçiz yorumumuzu paylaşmak istiyoruz:

 

Bardağın Ağırlığı

 

Profesör, elinde, içi dolu bir bardak tutarak dersine başladı.

 

“Bu bardağın ağırlığı sizce ne kadardır?” diye sordu.

 

Öğrenciler, ’50gr!’ …. ’100gr!’ …. ’125gr’ cevabını verdiler.

 

“Bardağı tartmadıkça gerçekten ben de bilemem” dedi profesör ve devam etti:“

 


Ama, benim sorum şu:

 

Bu bardağı böyle birkaç dakikalığına tutsaydım ne olurdu?”

 

- Hiçbir şey

 

- Tamam, peki 1 saat boyunca tutsaydım ne olurdu?

 

- Kolunuz ağrımaya başlardı.

 

- Haklısın; peki ya 1 gün boyunca tutsam ne olur?

 

- Kolunuz iyice ağrır, adaleniz spazm yapar, belki de  çözüm bulmak için hastaneye gitmek zorunda kalırsınız.

 

 Sorularına cevap alan profesör, can alıcı noktaya temas etti:

 

- Peki tüm bu sorunlar olurken bardağın ağırlığında bir değişme ortaya çıktı mı?

 

Öğrenciler bir ağızdan cevapladılar:

 

“Hayır.”

 

- Peki o takdirde, zaman içinde kolun ağrımasına ve kas spazmına yol açan olay neydi?

 

 Profesör ikinci bir soru daha sordu:

 

- Acıdan ve ağrıdan kurtulmak için ne yapmam gerekir bu durumda?

 

- Bardağı bırakırsanız, rahatlarsınız.

 

 Profesör beklediği cevabı almıştı. Öğrencilerini kutladı ve bütün bu soruları sormasına sebep olan açıklamayı yaptı:

 

“Hayatın problemleri de böyle bir şeydir. Onları kafanda birkaç dakika tutarsan, bir sorun yaratmaz. Uzun bir süre düşünürsen, başın ağrımaya başlar.

 

Ama hiç aklından çıkarmazsan, artık başka bir şey düşünemez hale gelirsin; bu seni bitirir. Elbette hayatınızdaki sorunları düşüneceksiniz; halletmeye çalışacaksınız.

 

Ama en önemlisi, onları, her günün sonunda, uyumadan önce yere bırakmaktır. Bu şekilde strese girmez ve sabah taze bir beyinle uyanırsınız.

 

Taze bir güne, yeni sorunlarla mücadele azmini kazanarak başlamış olursunuz. Bu yüzden arkadaşlarınıza vereceğiniz en önemli tavsiye, ‘Bardağı yere bırak’ olmalıdır.”

 

***

 

Bardağı yere bırakmadığım için, işyerindeki bazı sıkıntıları hastalığımında etkisiyle GECELERİ düşünmekten 1999’da psikolojim bozuldu, Zan hastalığına yakalandım ve yirmi gün babamla hastanede yattım, ruhi ilaç tedavisi gördüm.

 

ZAN

 

Zan, önyargıyla birinin olumlu veya olumsuz birşey yaptığı vesvesesine kapılmaktır.

 

Biz düşüncelerimizi kontrol altına almalı, Her zaman olumlu düşünmeliyiz, Hüsn-ü zan ibadettir, der Efendimiz SAV çünkü…

 

* "İnsan ne ararsa zannında bulur, biz hüsn-ü zanna memuruz." 

(İhramcızâde İsmail HakkıToprak) 

 

Güzel gönüllü yazar Karaman Ayrancı'lı hemşehrim Ersal Özkan hocam der ki;

 


“Kişi olumlu tutum ve düşüncelere sahipse, zorluklarla uğraşmayı seviyor ve onların üstesinden gelmekten zevk alıyorsa, başarının yarısı gerçekleşmiş sayılır. Olumsuz düşünme ise umudu kırar, yaşamdan zevk almayı engeller.

 

Olumlu düşünme, iyimser olma öğrenilebilir bir durumdur ve bunu herkes öğrenebilir. Bunun için ; olmak istediğiniz kişiliğe uygun konuşun ve davranın.

 

Olumlu ve başarılı düşünceleri aklınızdan çıkarmayın. Etrafınıza gülücükler saçın. Çevrenizdeki insanlara güven ve umut verin. Karşılaştığınız her insana dünyadaki en önemli insan oymuş gibi davranın.

 

Onun kendisini önemli hissetmesini sağlayın. Herkesin iyi taraflarını görmeye çalışın. Pireyi deve yapmayın. İyiliksever olun.

 

Olumlu düşündüğümüzde güzel şeyler üretiriz. Sorun çıkaran değil sorun çözen oluruz. Sonuçta da mutlu bir insan oluruz. ”

 

Son Mesnevihan sevgili Hayat Nur Artıran Hanımefendinin sohbetlerinden de şu bilgileri aktarmak istiyorum izninizle:

 


Bir olay hakkında peşin hükümle kötü düşünmek, yani sû-i zann hem bizi huzursuz eder, hem de sevaplarımızı yakabilen çok müthiş bir günahtır.

 

* "Çağımızın en tehlikeli hastalığı kanser değil, sû-i zann'dır!"  (Hayat Nur Artıran)

 

Kanser fani ömrümüzü bitirir, ama sû-i zann ederek ebedi hayatımızı tehlikeye atarız.

 

İçimizden üç türlü ses duyarız. İkisini dinlemeyelim, çünkü bu ikisi suizanna kapı açar, biz sadece birine uyalım.

 

Birincisi, şeytani seslerdir. (Şu içkiyi iç ya nolacak, veya harama bakmaya teşvik eden yani günaha davet eden vesveselerdir. )

 

İkincisi, nefsani seslerdir. (Boşver yat uyu, şunu on kilo yesem doymam, okulu asalım parklarda gezelim, gibi zevklere davet eden nefsani vesveselerdir. )

 

Üçüncüsü, Rahmani seslerdir. (Hadi gözünü aç, namazı erteleme, Allah fakiri kapına göndermiş, sadaka ver gibi sevaba davet eden Rahmani ilhamlardır. )

 

İlk ikisinin vesveselerine kulak asmayalım, tasdiklemeyelim fakat üçüncüsüne uymaya çalışalım. İçimizden gelen bu üç tür sesin kaynağını iyi tespit edip, ona göre karar verelim ki bu imtihanımızdır.

 

Nefis ve Şeytan aslında tekdir. Onun için Efendimiz SAV buyurur ki:

 

“Cihadın en büyüğü nefisle yapılandır.”

 

“Senin en büyük düşmanın, senin içinde bulunan (senden hiç ayrılmayan) nefsindir”

 

15 Temmuz 2017 Cumartesi gecesi canım dostum Aydın Kaynarca bey ziyaretimize geldi. Güzel vakit geçirdik. Yeni FB forması hediyesi için çok teşekkür ederim dostum :)
10 Numara Alex Celal :)



Şimdi NAMAZ kılarak ve DUA ederek günde beş kez bardağı yere bırakıyorum.

Kendimi yıllardır çok hafif hissediyorum elhamdülillah…

 

 

Celalin Penceresinden

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder