Bardağı yere bırak
Merhabalar Sevgili gönül dostlarımız,
Selamünaleyküm, Güzel bir hafta geçirmeniz
dileğiyle…
Bu haftaki
yazımızda bir profesörün dersinden kesit paylaştıktan sonra konuyla ilgili birkaç naçiz
yorumumuzu paylaşmak istiyoruz:
Bardağın Ağırlığı
Profesör,
elinde, içi dolu bir bardak tutarak dersine başladı.
“Bu
bardağın ağırlığı sizce ne kadardır?” diye sordu.
Öğrenciler,
’50gr!’ …. ’100gr!’ …. ’125gr’ cevabını verdiler.
“Bardağı
tartmadıkça gerçekten ben de bilemem” dedi profesör ve devam etti:“
Ama, benim
sorum şu:
Bu bardağı
böyle birkaç dakikalığına tutsaydım ne olurdu?”
- Hiçbir
şey
- Tamam,
peki 1 saat boyunca tutsaydım ne olurdu?
- Kolunuz
ağrımaya başlardı.
-
Haklısın; peki ya 1 gün boyunca tutsam ne olur?
- Kolunuz
iyice ağrır, adaleniz spazm yapar, belki de
çözüm bulmak için hastaneye gitmek zorunda kalırsınız.
Sorularına cevap alan profesör, can alıcı
noktaya temas etti:
- Peki tüm
bu sorunlar olurken bardağın ağırlığında bir değişme ortaya çıktı mı?
Öğrenciler
bir ağızdan cevapladılar:
“Hayır.”
- Peki o
takdirde, zaman içinde kolun ağrımasına ve kas spazmına yol açan olay neydi?
Profesör ikinci bir soru daha sordu:
- Acıdan
ve ağrıdan kurtulmak için ne yapmam gerekir bu durumda?
- Bardağı
bırakırsanız, rahatlarsınız.
Profesör beklediği cevabı almıştı.
Öğrencilerini kutladı ve bütün bu soruları sormasına sebep olan açıklamayı
yaptı:
“Hayatın problemleri de böyle bir şeydir. Onları kafanda birkaç dakika
tutarsan, bir sorun yaratmaz. Uzun bir süre düşünürsen, başın ağrımaya başlar.
Ama hiç aklından çıkarmazsan, artık başka bir şey düşünemez hale
gelirsin; bu seni bitirir. Elbette hayatınızdaki sorunları düşüneceksiniz;
halletmeye çalışacaksınız.
Ama en önemlisi, onları, her günün sonunda, uyumadan önce yere
bırakmaktır. Bu şekilde strese girmez ve sabah taze bir beyinle uyanırsınız.
Taze bir güne, yeni sorunlarla mücadele azmini kazanarak başlamış
olursunuz. Bu yüzden arkadaşlarınıza vereceğiniz en önemli tavsiye, ‘Bardağı
yere bırak’ olmalıdır.”
***
Bardağı
yere bırakmadığım için, işyerindeki bazı sıkıntıları hastalığımında etkisiyle GECELERİ düşünmekten 1999’da psikolojim bozuldu, Zan
hastalığına yakalandım ve yirmi gün babamla hastanede yattım, ruhi ilaç tedavisi
gördüm.
ZAN
Zan,
önyargıyla birinin olumlu veya olumsuz birşey yaptığı vesvesesine kapılmaktır.
Biz
düşüncelerimizi kontrol altına almalı, Her zaman olumlu düşünmeliyiz, Hüsn-ü zan
ibadettir, der Efendimiz SAV çünkü…
*
"İnsan ne ararsa zannında bulur, biz hüsn-ü zanna memuruz."
(İhramcızâde İsmail HakkıToprak)
Güzel
gönüllü yazar Karaman Ayrancı'lı hemşehrim Ersal Özkan hocam der ki;
“Kişi
olumlu tutum ve düşüncelere sahipse, zorluklarla uğraşmayı seviyor ve onların
üstesinden gelmekten zevk alıyorsa, başarının yarısı gerçekleşmiş sayılır.
Olumsuz düşünme ise umudu kırar, yaşamdan zevk almayı engeller.
Olumlu
düşünme, iyimser olma öğrenilebilir bir durumdur ve bunu herkes öğrenebilir.
Bunun için ; olmak istediğiniz kişiliğe uygun konuşun ve davranın.
Olumlu ve
başarılı düşünceleri aklınızdan çıkarmayın. Etrafınıza gülücükler saçın.
Çevrenizdeki insanlara güven ve umut verin. Karşılaştığınız her insana
dünyadaki en önemli insan oymuş gibi davranın.
Onun
kendisini önemli hissetmesini sağlayın. Herkesin iyi taraflarını görmeye
çalışın. Pireyi deve yapmayın. İyiliksever olun.
Olumlu
düşündüğümüzde güzel şeyler üretiriz. Sorun çıkaran değil sorun çözen oluruz.
Sonuçta da mutlu bir insan oluruz. ”
Son
Mesnevihan sevgili Hayat Nur Artıran Hanımefendinin sohbetlerinden de şu bilgileri
aktarmak istiyorum izninizle:
Bir olay
hakkında peşin hükümle kötü düşünmek, yani sû-i zann hem bizi huzursuz eder,
hem de sevaplarımızı yakabilen çok müthiş bir günahtır.
*
"Çağımızın en tehlikeli hastalığı kanser değil, sû-i zann'dır!" (Hayat Nur Artıran)
Kanser
fani ömrümüzü bitirir, ama sû-i zann ederek ebedi hayatımızı tehlikeye atarız.
İçimizden
üç türlü ses duyarız. İkisini dinlemeyelim, çünkü bu ikisi suizanna kapı açar, biz
sadece birine uyalım.
Birincisi,
şeytani seslerdir. (Şu içkiyi iç ya nolacak, veya harama bakmaya teşvik eden yani
günaha davet eden vesveselerdir. )
İkincisi,
nefsani seslerdir. (Boşver yat uyu, şunu on kilo yesem doymam, okulu asalım parklarda
gezelim, gibi zevklere davet eden nefsani vesveselerdir. )
Üçüncüsü,
Rahmani seslerdir. (Hadi gözünü aç, namazı erteleme, Allah fakiri kapına göndermiş,
sadaka ver gibi sevaba davet eden Rahmani ilhamlardır. )
İlk
ikisinin vesveselerine kulak asmayalım, tasdiklemeyelim fakat üçüncüsüne uymaya
çalışalım. İçimizden gelen bu üç tür sesin kaynağını iyi tespit edip, ona göre
karar verelim ki bu imtihanımızdır.
Nefis
ve Şeytan aslında tekdir. Onun için Efendimiz SAV buyurur ki:
“Cihadın
en büyüğü nefisle yapılandır.”
“Senin en
büyük düşmanın, senin içinde bulunan (senden hiç ayrılmayan) nefsindir”
15 Temmuz 2017 Cumartesi gecesi canım dostum Aydın Kaynarca bey ziyaretimize geldi. Güzel vakit geçirdik. Yeni FB forması hediyesi için çok teşekkür ederim dostum :) |
10 Numara Alex Celal :) |
Şimdi
NAMAZ kılarak ve DUA ederek günde beş kez bardağı yere bırakıyorum.
Kendimi
yıllardır çok hafif hissediyorum elhamdülillah…
Celalin Penceresinden
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder