İnsanların Ne Kadar Fakir Olabildiklerini Gördün mü?
Bu yazıda hayat hikayemi anlattığım yeni çıkacak kitabımdan
alıntılar yapmak istiyorum.
Öncelikle Ereğli’de başladığım ilkokul yıllarımdan bir tavsiyem
olacak.
Sonra Ankara’ya neden taşındık, kolej okurken hala utanarak
hatırladığım ve yazıyı okuyanların aynı hataya düşmemeleri için yaşadığım
duyguyu anlattım.
MİNİK TAVSİYE
İlkokul
üçüncü sınıf dahil, Konya Ereğli’de Sümer İlkokulunda okudum.
İlkokul
sıralarında yaşadığım bir anektodu bir yazıda şöyle anlatmıştım:
ÇOCUKLARIMIZ İÇİN BİR MİNİK TAVSİYE:
İlkokula giden çocuklarınızı markete götürün. Aldıklarınızı kasaya
götürmeden ne ödeyeceğinizi o hesaplasın.
Babacığım, sanırım 1981’de veli toplantısında ilkokul öğretmenimden
bir tavsiye almış.
Yıllarca bakkala hep beni gönderdiler. Gidip gelirken sürekli
kafamdan hesap yapardım. Çünkü annem gelince paranın tek tek hesabını sorardı:
“3 ekmek şu tutar, yarım kilo peynir şu tutar, şu kadar artacak,
gibi ... ”
ANKARA’YA NEDEN TAŞINDIK
1982
yılında babamın işi dolayısıyla Ankara Etimesgut’a taşındık. Aslında babacığım
Ankara’da çalışıyor, orada işçi misafirhanesinde kalıyordu.
Çünkü
babannem bizi göndermemişti. Onbeş yaşında ölen Celal amcamın acısıyla bana çok
düşkündü.
Babam o
sıralar Ankara’daki işinden ayrılıp köyde çiftçilik yapma niyetindeymiş.
Babannem ölüm döşeğindeyken babamı Ereğli’ye çağırtmış ve demiş ki:
“Ese’m (İsa
yerine Ese derler)
yavrum, al çocuklarını git. Türkiye’nin neresi olursa git. Çocuklarını okut.
Sakın işinden ayrılma. Köyün durumu zaten ortada. Eğer işinden ayrılırsan,
ahirette iki elim yakanda olur.”
Babannemin vefatından sonra 1982’de Ankara’nın Etimesgut semtine
taşındık. Şeker fabrikasına yakındı. Tabi o zamanlar Etimesgut belediye
değildi ve gecekondu bölgesiydi.
GECEKONDU EVİMİZ
Ankara Etimesgut’ta altı yıl bir gecekonduda oturduk. Banyo, yatak
odası içindeydi. Mutfak ve hol evin girişindeydi. Sadece oturma odası vardı ve
biz üç kardeş orada yatıyorduk.
Tuvalet evin dışında bahçedeydi. Bazen korkudan gece tuvalete
gidemezdik. Kışınsa soğuktan çıkmak istemez, hatta bazen sabaha kadar kendimi
tutardım.
Gecekondu mahallemizde bakkal Nurettin amcamız vardı:
Ben,
ortaokul yıllarımda yazın Nurettin amcaya yardım ederdim. Nurettin amca, özellikle Cuma günleri bakkalı
bana bırakır, Cuma namazına giderdi.
Güvenilmek
çok güzel bir duyguydu. Babam Ankara’da olduğu zamanlarda akşam işten çıkınca
uğrar, muhabbet ederlerdi.
Bahsettiğim yıllar 1985 gibi seksenlerdi. Enflasyonun yüksek
olduğu, her gün zam gelen yıllardı.
Ben
bakkalda yardım etmek için dururken toptancı malzemeci gelir, yeni erzak
indirirdi. Toptancı, Nurettin amcaya derdi ki:
-Amca bunlara iki defa zam geldi, etiketin hala eski fiyat,
değiştir amca...
Nurettin amca, karışma evlat, sen malzemeni koy git, derdi.
Ben anlam veremezdim, babama anlattım.
Babam
birgün işten çıkınca uğradığında muhabbet ederken bu meseleyi sordu. Nurettin
amca cevaben dedi ki:
-Oğlum, insan helalinden kazanmalı... Ben, mesela aldığım bir ayçiçek yağını
dükkandakiler bitene kadar, alış fiyatım artı cüzi kârımla satarım. İsterse
yüzde yüz zam görsün evlat.
-Kazancım böyle helal olmasaydı, evlatlarım hayırlı olur ve okuyabilir
miydi?
Gerçekten
de, Nurettin amcanın dört kızı vardı. Hepsini okutmuş, evlendirmişti.
Birisi
hemşire, ikisi öğretmen, birisi eczacı.... Damatlarından biri doktordur,
torunlarından biriyle ben aynı koleje gidiyordum.
Nurettin
amca zamanında çok zenginmiş, iflas etmiş ve bir bakkal dükkanı açmış. Bakkalın
helal kazancıyla da dört kızını okutmuş.
Nurettin amca 1992’de ben Konya’da üniversitedeyken vefat etmiş.
Ben bazen düşünüyorum. Yalan dünya, habire zam yapıp çok kazansaydı, nolacaktı?
Yine sonunda ölüm yok muydu? Allah rahmet eylesin. Mekanını cennet
etsin.
İNSANI DEĞERLİ YAPAN ŞEY
Böyle bir
gecekonduda altı yıl yaşadık. Yükseliş Kolej’inde okurken de bu gecekonduda
oturuyorduk. Kolejde çok zengin ve yüksek kademe insanların çocukları okuyordu.
Şimdi utanarak hatırlıyorum ki, o zamanlar gecekonduda oturmaktan;
babamın köylü olmasından, annemin başörtüsünden utanıyordum...
Mesela,
kürklü kadınların katıldığı veli toplantısında başörtülü annemden utanmıştım.
Ama o zamanlar birisi bana şu hikayeyi anlatsaydı, eminim bakış
açımı değiştirirdim.
***
Zengin bir baba küçük oğlunu insanların ne kadar fakir
olabileceğini göstermek için bir köye götürür.
Çok fakir bir aile, baba ve oğlunu bir gün boyunca kerpiç evinde
ağırlar.
Yolculuktan dönerken arabada baba oğluna sorar;
-İnsanların ne kadar fakir olabildiklerini gördün mü?
-Evet! Gördüm baba.
-Ne öğrendin peki? Anlat bakalım.
-Bizim evde bir köpeğimiz var, onlarınsa dört. Bizim bahçenin
ortasına kadar uzanan havuzumuz var, onlarınsa sonu olmayan bir dereleri.
Bizim bahçemizde ithal lambalar var, onlarınsa yıldızları. Bizim
görüş alanımız ön avluya kadar, onlarsa bütün ufku görüyorlar.
Ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğin için teşekkür ederim baba.
***
Ben çok
saf bir çocuktum. Dünyayı sonsuz sanıyordum. Sanki yaşlılar hep yaşlı, biz
çocuklar hep çocuk kalacağız ... Ah be yalan dünya kimseye kalmıyormuş.
Kolejde
okurken birgün, resim dersinde öğretmenimiz: “Evinizin odalarının krokisini
çizin" demişti. Ben de bir arkadaşımın evini çizmiştim.
Büyüdükçe anladım ki, insanı
değerli yapan şey, köylü, başörtülü olması veya oturduğu ev değil, ahlakının
güzel olmasıdır.
Güleryüzlü mütevazi insanı kul da sever, Allah’ta…
MUTLUYDUK
Gecekonduda
otururken ne kadar da mutluyduk. Akşamüstleri annem, komşularla beraber bahçede
toplanır; çay içer ve muhabbet ederlerdi. Erkek kardeşim, arkadaşlarıyla maç
yapardı.
Ben ise
çoğu zaman evde oturur veya bisikletime binerdim. Trafik yoğun değildi.
Kızkardeşim henüz çok küçüktü.
Yazları,
cumartesi akşamları, komşularla beraber çekirdek veya patlamış mısır alıp, çay
bahçesine videoda film seyretmeye giderdik.
1980’lerde
televizyonda sadece TRT kanalı vardı, ve henüz VCD, DVD’ler yoktu.
Babam
Şeker Fabrikaları Sondaj ekibinde başsondördü. Onbir ay Türkiye’nin çeşitli
illerinde su kuyusu açarlardı. Ayda bir kaç gün eve gelebilirdi.
Eve izne geldiğinde biz üç kardeş çok sevinirdik. Kızkardeşim
babama çok düşkündü. Gidince ağlar ve anneme “Babam keşke gitmese” dermiş.
Şu anda,
bu kez o gurbettedir, Çorum’da öğretmenlik yapmaktadır, evlidir ve iki kızı
vardır, yine de her gün en az iki defa babamı arar.
Şimdi apartmanda oturuyoruz. Bahçemiz de yok; kayısı, erik ağacımız
da yok. Gecekondu mahallesinde yaşanan o içten komşuluklar, şimdilerde çok
azaldı.
Evet,
büyükşehirlerde aynı apartmanda oturan insanlar bile birbirine selam
vermiyorlar fakat Efkan Vural hocamgil ve bizim komşuluğumuz, iyi komşulukların
hala var olduğuna güzel bir örnektir.
Artık
Etimesgut’ta hiç gecekondu kalmamış. Her yer beton yığını... Apartmanlar...
Çocuklarımız artık eve hapis... Allah sonumuzu hayretsin.
Celalin Penceresinden
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder