Aslında İnsan Nasıl Mutlu Olur?
Bu yazıda size üniversite anılarımdan bahsedeceğim. Bu anılarda
hepimizin alacağı dersler açık olduğu için hayatımı anlattığım kitabımdan aynen
kopyalamak istiyorum.
Üniversite
yerleştirme sonuçlarının açıklandığı şu günlerde bu yazımız, okuyanlara ışık
olur inşallah. Çünkü Efendimiz SAV “Mümin uyanık olur” buyurur.
ALLAH İYİLERLE KARŞILAŞTIRSIN
Konya Selçuk üniversitesi kampüsü Alaettin Öğrenci Yurdunda ilk
haftasonunda odadaki arkadaşlardan birisi saz çalıyordu.
Bu ilk haftasonunda odadakiler kaynaşmıştı. Saz çalan arkadaşın
sesi pekçok sanatçıdan güzeldi. Birkaç türkü daha çaldı.
Odadaki diğer arkadaşlar kantine, yemekhaneye falan dağıldılar.
Merhaba gardaş, Ben Ahmet, Adana’lıyım, dedi. Merhaba ben Celȃl,
Konya – Ereğli’liyim ama Ankara’da oturuyoruz. Çok güzel saz çalıyorsun, kursa
mı gittiniz, dedim.
Yok kendim öğrendim, dedi. Hangi bölümde okuyorsun, dedim. İşletme,
birinci sınıftayım, dedi. (Şu
an İş Bankası bölge müdürü)
O sırada saz sesini duyan yan odadan biri geldi. Samimi
muhabbetiyle içim kaynadı ona.
Egenin tatlı şivesiyle ve güleryüzüyle hepimizi kendine hayran bıraktı.
Evet Erkan arkadaşımdı o… Ziraat mühendisliğinde okuyordu.
Pazartesi
sabah yurttan okula gittim. Yaklaşık 1300 metre, yürüyerek yirmi-yirmibeş
dakika idi.
Sınıfımızda masum, temiz yüzlü biri vardı. Hani bazı insanlar sizi
kendine çeker ya, tenefüste yanına gittim.
Derin derin sigara içiyordu. Bir derdi olmalıydı. Mahsun ve garip
bir hali vardı.
Merhaba ben Celȃl, tanışalım, dedim ve elimi uzattım. Merhaba ben
Metin, dedi. Evet onunla aynı sınıfta ve
aynı yurttaydık. Çok iyi dost olduk ve iki sene hiç ayrılmadık.
Konya’da Kampüsteki Alaeddin öğrenci yurdunda iki yıl kaldım. Orada
üç arkadaşla samimi oldum. Biz ayrılmaz dört kişiydik. Ahmet, Celȃl, Erkan,
Metin...
Annemin ve dedemin hep duası vardı; Evlatlarım, Allah sizi hep
iyilerle karşılaştırsın. Evet o dua
kabul olmuştu. Hepsi candan, fedakar arkadaşlardı.
İlerde anlatacağım ortaya çıkan hastalığım nedeniyle ve şimdiki
gibi sosyal medyanın olmayışı sebebiyle yıllarca görüşemedik. Hepsi evlendi ve
değişik illerde çalışıyorlar.
Şimdi telefonla ve Whatsapp’tan sıksık birbirimizle görüşüyoruz.
Akşamları
okuldan yurda dönünce hep birlikte zaman geçirirdik. Çok güzel anılarımız var.
Anlatsam bu kitap yetmez. Birkaç anıyı paylaşmak istiyorum.
Çarşıdan
dört adet kasket şapka almıştık. Yurtta, üçbin kişilik yemekhanede hemen
farkediliyorduk. Her şeyimizi paylaşırdık. Bir defasında hepimizde para bitti.
O Cuma
babamı aradım. Parayı ancak pazartesi havale edebilirdi.
O
haftasonunu iki simit alıp dörde bölerek geçirmiştik. O simidin tadı hala damağımdadır.
Hayatımın en güzel yıllarıydı.
CANKUŞ FM
Ben meslek lisesini bitirdiğimden elektronik bilgim iyiydi. Yurtta
bir FM verici yapmıştım. O zamanlar yeni açılan özel radyolar revaçtaydı.
Yurtta her odada radyo dinliyorlardı.
Bizim FM yayını akşamları birkaç saatti. Yurtta herkes bizi
dinlemiş.
Erkan arkadaşımızın hem diksiyonu güzeldi. Hem de çok güzel
espriler yapardı. Konuşması Manisalı olduğundan ege şivesi idi. Radyomuzun
spikeri Erkan’dı.
Yurtta
elektrik kullanamazdık. Odalarda prizler yoktu.
Fm
vericiyi ve müzikleri çaldığımız walkmen teybi pille çalıştırırdık. Erkan
anonsu yapardı.
Ardından
mikrofonu walkmanin hoparlörüne dayardı. Biz de ses çıkarmadan otururduk.
Fm radyomuzla ilgili anılarımız çoktur. Komik bir anım hatırıma
geldi:
Ben
Ankara’da liseye giderken akşamları radyo dinlerdim. Beğendiğim bir şarkı
çalarken hemen kayıt düğmesine basar, kayıt ederdim.
Bu
kasetleri Konya’ya da getirmiştim. Akşam Fm radyomuzda yayın yaparken C-bloktan
yani kız yurdundan bekçiye telefon gelmiş. Bekçi bizi tanıyordu.
Odamıza
geldi, dedi ki: “Kız yurdundan aradılar, Ebru Gündeş’ten bir şarkı istiyorlar.”
dedi.
Hemen
aklıma kaydettiğim kasetler geldi. Kasedi pil harcamamak için kalemle sardırıp
ayarladık. Erkan anonsu yaptı. Şarkı çalmaya başladı.
Tam
yarısına gelmişti ki “Süpeeer Fm” cingılı çaldı. Erkan mikrofonu kaptı
hemen;
“Burası
Cankuş Fm, sakın ha! radyonuzun frekansıyla oynamayın” dedi.
Odamızdaki
arkadaşlarla epey gülmüştük. Kesin radyoyu dinleyenler de gülmüştür. :)
Erkan bugün
ulusal bir radyoda sunuculuk yapsa, çok reyting alacağından şüphem yok. Zira
ses tonu da mikrofonik.
ŞEYTANIN VESVESELERİ
Bir
defasında ben Metin’e Ankara’yı gezdirmek için Ankara’ya bize götürdüm. Bir
sabah kahvaltısında babam Metin’e sordu. Oğlum, sen ayda ne kadar harcıyorsun,
dedi.
Metin, 150 bin yetiyor İsa amca, dedi.
Babam bana döndü; Gördün mü, sen hala ayda 450 bin yetmiyor,
diyorsun. Tamam baba, ben sana sonra anlatayım bunu, dedim.
Gece
Metin’i salona yatırdıktan sonra babam odama geldi, konuyu sordu, nasıl, diye…
Baba, Metin’in babası yok, ailenin maddi durumu zayıf. Biz yurtta
dört samimi dostuz. Ahmet, Erkan ve ben Metin’i okul bitene kadar desteklemeye
karar verdik.
Özellikle ben, Metin’le hem okulda, hem yurtta beraber olduğum için
ben ne yersem ona da alıyorum, baba. Hani sen de iyilik yapmayı seversin ya,
dedim.
Alnımdan öptü, seninle gurur duyuyorum Celȃl’im, dedi.
Ama o zamanlar içimden gelen sesleri hiç dinlemedim. Mesela şunu
çok yaşadım;
Yemekhanede
Metin’le yemek kuyruğundayız. Metin parası az olduğu için sadece çorba almıştı.
Ben ise
tepsiyi dökerek taşıyacağımdan korktuğum için pahalı da olsa, köfte almıştım.
Biliyordum, Metin onunla doymazdı.
İçimden bir ses, boşver, ona alma, paran azalır, çorba ona yeter,
diyordu.
Ben ise dinlemiyor ve Metin’e şu teklifi yapıyordum. Sen iki tabak
çorba al, bende iki tabak köfte alayım, paylaşalım ortak.
Böylece ben çorba içerdim, Metin’e köfte ısmarlamış olurdum, o da
bana çorba… Bunu çok yaptık.
Allah’ın bana iman vermesini gençliğimde yaptığım içten gelerek
samimi iyiliklerime bağlıyorum. Bir hadisi şerif okuyunca bunu düşündüm.
Bunu Metin’den izinle örnek olayım diye anlattım. Onu çok
seviyorum.
(Metin çok zekiydi. Çalışırken dışardan üniversite bitirdi ve şimdi
elektronik mühendisi olarak çalışmaya devam ediyor. Şimdi iki çocuğu var, bize
sık ziyarete gelirler. )
ASLINDA HUZUR NEYDİ
Bir Cuma
günü param bitti. Babam maaşını haftaya alacaktı. Metin’in de parası bitmişti.
O Cuma ikimiz öğleden sonra açlıktan derse girmedik.
Yurda gidip yatalım, akşam Erkan’dan yemek parası alırız, dedik.
Yurda
geldiğimizde bir arkadaş bana, Seni anons ettiler, danışmaya çağırdılar, galiba
bir posta gelmiş, dediler.
Heyecanlandım, acaba Gönül mü gönderdi, diye merak ederek danışmaya
gittim. Sana posta havalesi ile para gelmiş, PTT’ye uğra al, dediler.
Çok
sevindim, ilaç gibi gelecekti. Postanenin kapanmasına daha vardı. Metin’le
kampüsten şehre indik.
Bir gurbetçi akrabamız Abitler Özdemir İsviçre’den 50 Frank
göndermişti. Nasıl sevindim, anlatamam. Metin’le ilk iş lokantaya gidip
etliekmek yemiştik.
Sonra telefonda durumu anneme anlattım.
Sonradan O iyiliksever gurbetçi akrabamız da duymuş, çok mutlu
olmuş. Ben okuyan öğrenciyi çok severim, demiş. Üniversitede okuyan birçok
akraba genci desteklemişti.
Ben şimdi bunu babamın yaptığı iyilikleri bağlıyorum. Ben
ortaokulda okurken babamın şunu yaptığını hatırlıyorum mesela.
Üniversitede okuyan bir akraba genç, babasından bir şifreli çanta
istiyor ama babası, durumum yok alamam, diyor.
Babam bu olayı bir şekilde duymuş ve o şifreli çantayı aldı ve o
zamanlar kargo olmadığı için otobüsle göndermişti.
O gurbetçi akrabamız daha sonra bana birkaç kez daha para
göndermişti.
Aslında mutluluk ve huzur nedir biliyor musunuz? Çaresiz bir insana
çare olmaktır.
Abitler Özdemir enişte 1999’da İsviçre’de öldü ama unutulmadı. Ben
on yıldır namazlarımda ona dua ederim. Allah ondan razı olsun, rahmet eylesin.
Celalin Penceresinden
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder